dedekorkut1
Doçent
BU DA ADLİ TIP SAVUNMA HATIRAM
SELİM GÜRBÜZER
Nasıl ki Agâh Oktay Güner Bayburt’taki tarihi saat kulesi dibinde düzenlenen mitingde hemşerilerine seslenerek;
-Ey Hemşerilerim! Bir kabak kaç ayda yetişir diye bir soru yönelttiğinde, aldığı cevapta Bayburt halkının;
- 2 ayda yetişir demesi üzerine,
-İşte sizde görüyorsunuz ya, bir kabak iki-üç ayda yetişmezken, Ecevit iktidarı döneminde kırk beş günde öğretmen yetişebiliyor hitabıyla tam da benim lise yıllarımda sınıfta “Çırpınırdı Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına” şarkısını söylememe karşılık TÖB-DER’li 45 günlük mezun öğretmenlerce disiplin kuruluna sevk edilişimi hatırlatan bir anım olduysa, aynı şekilde meslek hayatımın ilerleyen yıllarda ise 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ konusunda hassas olunması gerektiğine dair sunduğum dilekçeyi geri çekmememin yansımasının bir neticesi olarak düşündüğüm Bylock’tan tutuklanan Grup Başkanının yerine vekâleten oturan Grup Başkan vekili tarafından hakkımda verilen uyarı cezası da tamda Adli Tıp’tan Tıbbi İlaç ve Cihaz kurumuna naklen atamama ramak kala bir noktada bana Abdurrahim Karakoç’un ‘akıl karaya vurdu’ isimli kitabının dizelerini hatırlatan bir başka türden anım olmuştur. Aslında her iki anımda da aklı karaya vurduracak derecede akıllara ziyan denen hadisenin arka planında dönen sinsice kurgulanmış dolaplara baktığımızda:
-İster kırk beş günde mezun olmuş kabak öğretmenlerin zihniyet kodlarında konumlanmış cenahın okul idarecileri tarafından bana verilen kınama cezası olsun,
-İster eski otoriter sisteme dayalı emri vaki idareci anlayışı kalıplarında yetişmiş cenahın zihniyet kodlarında Grup başkanlık makamına kısa süreliğine vekâleten oturmuş bir idareci tarafından bana verilen uyarı cezası olsun, sonuçta her iki sığ anlayışta aynı kapının birer ürünleri olarak hemen her insanın başına gelebilecek türden zihniyet kodlarının dayatması olduğu görülecektir. Sözüm onlara yine de bu iki tip akıl tutulmasına haiz idarecilerin zihniyet kodlarınca verilen cezalandırmayla bana gol attıklarını sana dursunlar, oysaki verilen bu kınama ve uyarı cezaları benim için hayatımın iki aziz şeref madalyası olarak algılayacağım cezalandırmalar olacaktır. Hem nasıl böyle algılamayım ki, bikere lise yıllarımın zihniyet kodları anlayışı içerisinde sınıfta vatan, millet, bayrak temaları içeren söylediğim ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şarkısının karşılığı olarak bana reva görülen kınama cezası nasıl ki benim için birinci şeref madalyam hatıram olarak algılamama sebep teşkil ettiyse, hiç kuşkusuz 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde Grup Başkanlık makamına sunduğum milli vesika niteliğindeki dilekçemin anlam ruhuyla taban tabana zıt hak arayışımın yansıması olarak yine bana reva görülen uyarı cezası da benim için bu kez ikinci şeref madalyası hatıram olarak algılamama sebep teşkil etmiştir.
Keza, meseleye birde savunma yönünden baktığımda ise;
-Hem nasıl ki, lise yıllarında sınıfta ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şarkısını söylememden dolayı yaptığım savunma benim için Mareşal Fevzi Çakmak’ın “Bayburt Kop savunması ikinci Plevne’dir” sözünü hatırlatan bir savunma olduysa, aynen öyle de 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi Grup Başkanlığı makamına verdiğim milli vesika niteliğindeki dilekçenin akabinde gelişen süreçte hak arayışlarımın sürdürmenin yansıması olarak yaptığım Adli Tıp savunması da bir başka açıdan bana ikinci Kuvayı milliye ruhunu hatırlatan 15 Temmuz milli direniş destanı savunma olmuştur.
Nitekim hayal dünyamda yaşadığım bu milli duygu ve milli düşler içerisinde önüme konulan “kötü niyet, kurnazlık, saldırı, dayatma, bozuk, densiz, haddini aşan taarruz” gibi memuriyet adabına sığmayacak ifadelerle, yani Türk ceza kanununca suç teşkil edecek yaftalar ve suçlamalarla kişilik haklarımı ihlal ederekten hakkımda verilen uyarı cezasının öncesinde verdiğim 27.07.2017 tarihli yazılı savunma beyanımda daha Sağlık Bakanlığına naklen atanmadan az bir zaman kala Adli Tıp sınırları içerisinde yaptığım hattı müdafaamı bakın nasıl dile getiriyorum:
T.C.
ADLİ TIP KURUMU
Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına
İLGİ: 21.07.2017 tarih ve 9392388-2017/514 sayılı yazınız.
657 sayılı memurlar kanunu ast üst ayırımı gözetmeyen bir kanundur. Yani emir demir keser kanunu değildir. Amiriyle memuruyla tüm 657 çalışanların kanunlar karşısında eşit haklara sahip olduğunu bildiren kanundur. En son Grup Başkan vekilimizin de katıldığı toplantıda; dosya uzmanlarına yönelik performans kapsamında döner sermayenizi keserim tehdit varı üslup söylemlerinden tutunda daha pek çok konularda uyarılması ve bugüne kadar dosya uzmanlarının hiçbir demokratik hak ve taleplerinin yerine getirilmemesi, yine Birim Sorumlusunca bir dosya uzmanı arkadaşımıza yönelik çirkin sözlü sataşmasına göz yumulması gibi hususlar bundan böyle eşitsizliklere son verilmeyeceğinin bariz göstergesidir. Dolayısıyla 30.01.2017 tarih ve 20170130-162 sayılı dilekçeyle yazdığım dosya uzmanlarının problemlerinin ve müşteki olarak şahsımın mağduriyetimin giderilmesine çözüm getirmek ve cevap vermek yerine müşteki ve mağdur sıfatı konumda bulunan şahsımın söz konusu dilekçenin üzerinden yaklaşık 5 ay geçtikten sonra müştekiyi savunma konuma düşürecek bir soruşturma olarak karşılık bulmuştur. İlgi kayıtlı yazınızla bahse konu olan iddiaların bir iddia olup olmadığını, yine kullanılan ifadelerin uygunsuz olup olmadığını gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerek İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gerekse savcılık nezdinde yürütülen soruşturmalar belirleyecektir. 30.01.2017 tarih ve 20170130-162 sayılı dilekçenin bir örneğinin ilgili makamların evrak kayıtlarında da olması hasebiyle gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerekse İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı nezdinde yürütülen soruşturmaların neticeleri bağlayıcı olacaktır. İşte bu yüzden 7 gün içerisinde savunmam istenen 28.02.2017 tarih ve 2014/147 soruşturma sayılı yazıyla hakkımda Kimya İhtisas Dairesi Başkanlığınca alınan ifade tutanağına ilaveten ekleyeceğim bir ifade yoktur. İfade tutanağında belirttiğim gibi sadece şahsıma uygulanan haksızlığın giderilmesi yetmez, yıllık izne ayrıldığında izin dönüşü fark dosya alma haksızlığıyla karşı karşıya kalacak durumda olacak olan dosya uzmanlarının da bu durumdan muzdaripe uğramamaları için mağduriyet yaşamamaları gerektiği kanaatindeyim. Yüce adaletin tecelli edeceğine inancım tamdır. Bilgilerinize saygılarımla arz ederim.”
İşte benden yedi gün içerisinde cevaplamam istenen hususlarda yazılı olarak sunduğum hattı müdafaa savunmamın her ne kadar satır aralarında “…bahse konu olan iddiaların bir iddia olup olmadığını, yine kullanılan ifadelerin uygunsuz olup olmadığını gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerek İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gerekse savcılık nezdinde yürütülen soruşturmalar belirleyecektir..” şeklinde bir öz güven bir ifadesi olarak ortaya koysam da, o söz konusu yürütülen soruşturmalar daha çok 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ konusunda hassas olunması gerektiğine dair dilekçenin besbelli ki o bölümüne odaklandıkları ve diğer idari sorunlarla alakadar olunmadığı, yani diğer kısmın Disiplin makamlarına başvurulacak mevzular olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden de Grup Başkanı ve iki genetik uzmanının görüldüğü davalarda ilgili Cumhuriyet savcılıklarının yürüttükleri soruşturmalarda idari hususlarda ki bana yönelik haksız uygulamalar karşısındaki beklentim sadece hüsnü zan boyutunda bir beklentim olarak kala kalmıştır. Kaldı ki şahsıma yönelik haksız uygulamaların giderilmesi noktasında beklentilerimin boşa çıkmasının çokta önemi yoktur, burada önemli olan devletin kılcal damarlarına kadar sızmış 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ hakkında devletimizin çeşitli kurumlarını vatandaşlık görevi olarak haberdar etmem çok mühimdir. Öyle ki, yeni naklen atandığım kurumdayken bile devletin güzide kurumları ve emniyet birimleri bu sinsi örgüt hakkında beni çağırdığında hiçbir şekilde tereddüt etmeden seve seve gerekli yerlere gerekli bilgilendirmeler yapmaktan geri durmadım da. Şöyle ki;
SELİM GÜRBÜZER
Nasıl ki Agâh Oktay Güner Bayburt’taki tarihi saat kulesi dibinde düzenlenen mitingde hemşerilerine seslenerek;
-Ey Hemşerilerim! Bir kabak kaç ayda yetişir diye bir soru yönelttiğinde, aldığı cevapta Bayburt halkının;
- 2 ayda yetişir demesi üzerine,
-İşte sizde görüyorsunuz ya, bir kabak iki-üç ayda yetişmezken, Ecevit iktidarı döneminde kırk beş günde öğretmen yetişebiliyor hitabıyla tam da benim lise yıllarımda sınıfta “Çırpınırdı Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına” şarkısını söylememe karşılık TÖB-DER’li 45 günlük mezun öğretmenlerce disiplin kuruluna sevk edilişimi hatırlatan bir anım olduysa, aynı şekilde meslek hayatımın ilerleyen yıllarda ise 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ konusunda hassas olunması gerektiğine dair sunduğum dilekçeyi geri çekmememin yansımasının bir neticesi olarak düşündüğüm Bylock’tan tutuklanan Grup Başkanının yerine vekâleten oturan Grup Başkan vekili tarafından hakkımda verilen uyarı cezası da tamda Adli Tıp’tan Tıbbi İlaç ve Cihaz kurumuna naklen atamama ramak kala bir noktada bana Abdurrahim Karakoç’un ‘akıl karaya vurdu’ isimli kitabının dizelerini hatırlatan bir başka türden anım olmuştur. Aslında her iki anımda da aklı karaya vurduracak derecede akıllara ziyan denen hadisenin arka planında dönen sinsice kurgulanmış dolaplara baktığımızda:
-İster kırk beş günde mezun olmuş kabak öğretmenlerin zihniyet kodlarında konumlanmış cenahın okul idarecileri tarafından bana verilen kınama cezası olsun,
-İster eski otoriter sisteme dayalı emri vaki idareci anlayışı kalıplarında yetişmiş cenahın zihniyet kodlarında Grup başkanlık makamına kısa süreliğine vekâleten oturmuş bir idareci tarafından bana verilen uyarı cezası olsun, sonuçta her iki sığ anlayışta aynı kapının birer ürünleri olarak hemen her insanın başına gelebilecek türden zihniyet kodlarının dayatması olduğu görülecektir. Sözüm onlara yine de bu iki tip akıl tutulmasına haiz idarecilerin zihniyet kodlarınca verilen cezalandırmayla bana gol attıklarını sana dursunlar, oysaki verilen bu kınama ve uyarı cezaları benim için hayatımın iki aziz şeref madalyası olarak algılayacağım cezalandırmalar olacaktır. Hem nasıl böyle algılamayım ki, bikere lise yıllarımın zihniyet kodları anlayışı içerisinde sınıfta vatan, millet, bayrak temaları içeren söylediğim ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şarkısının karşılığı olarak bana reva görülen kınama cezası nasıl ki benim için birinci şeref madalyam hatıram olarak algılamama sebep teşkil ettiyse, hiç kuşkusuz 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde Grup Başkanlık makamına sunduğum milli vesika niteliğindeki dilekçemin anlam ruhuyla taban tabana zıt hak arayışımın yansıması olarak yine bana reva görülen uyarı cezası da benim için bu kez ikinci şeref madalyası hatıram olarak algılamama sebep teşkil etmiştir.
Keza, meseleye birde savunma yönünden baktığımda ise;
-Hem nasıl ki, lise yıllarında sınıfta ‘Çırpınırdı Karadeniz’ şarkısını söylememden dolayı yaptığım savunma benim için Mareşal Fevzi Çakmak’ın “Bayburt Kop savunması ikinci Plevne’dir” sözünü hatırlatan bir savunma olduysa, aynen öyle de 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi Grup Başkanlığı makamına verdiğim milli vesika niteliğindeki dilekçenin akabinde gelişen süreçte hak arayışlarımın sürdürmenin yansıması olarak yaptığım Adli Tıp savunması da bir başka açıdan bana ikinci Kuvayı milliye ruhunu hatırlatan 15 Temmuz milli direniş destanı savunma olmuştur.
Nitekim hayal dünyamda yaşadığım bu milli duygu ve milli düşler içerisinde önüme konulan “kötü niyet, kurnazlık, saldırı, dayatma, bozuk, densiz, haddini aşan taarruz” gibi memuriyet adabına sığmayacak ifadelerle, yani Türk ceza kanununca suç teşkil edecek yaftalar ve suçlamalarla kişilik haklarımı ihlal ederekten hakkımda verilen uyarı cezasının öncesinde verdiğim 27.07.2017 tarihli yazılı savunma beyanımda daha Sağlık Bakanlığına naklen atanmadan az bir zaman kala Adli Tıp sınırları içerisinde yaptığım hattı müdafaamı bakın nasıl dile getiriyorum:
T.C.
ADLİ TIP KURUMU
Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına
İLGİ: 21.07.2017 tarih ve 9392388-2017/514 sayılı yazınız.
657 sayılı memurlar kanunu ast üst ayırımı gözetmeyen bir kanundur. Yani emir demir keser kanunu değildir. Amiriyle memuruyla tüm 657 çalışanların kanunlar karşısında eşit haklara sahip olduğunu bildiren kanundur. En son Grup Başkan vekilimizin de katıldığı toplantıda; dosya uzmanlarına yönelik performans kapsamında döner sermayenizi keserim tehdit varı üslup söylemlerinden tutunda daha pek çok konularda uyarılması ve bugüne kadar dosya uzmanlarının hiçbir demokratik hak ve taleplerinin yerine getirilmemesi, yine Birim Sorumlusunca bir dosya uzmanı arkadaşımıza yönelik çirkin sözlü sataşmasına göz yumulması gibi hususlar bundan böyle eşitsizliklere son verilmeyeceğinin bariz göstergesidir. Dolayısıyla 30.01.2017 tarih ve 20170130-162 sayılı dilekçeyle yazdığım dosya uzmanlarının problemlerinin ve müşteki olarak şahsımın mağduriyetimin giderilmesine çözüm getirmek ve cevap vermek yerine müşteki ve mağdur sıfatı konumda bulunan şahsımın söz konusu dilekçenin üzerinden yaklaşık 5 ay geçtikten sonra müştekiyi savunma konuma düşürecek bir soruşturma olarak karşılık bulmuştur. İlgi kayıtlı yazınızla bahse konu olan iddiaların bir iddia olup olmadığını, yine kullanılan ifadelerin uygunsuz olup olmadığını gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerek İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gerekse savcılık nezdinde yürütülen soruşturmalar belirleyecektir. 30.01.2017 tarih ve 20170130-162 sayılı dilekçenin bir örneğinin ilgili makamların evrak kayıtlarında da olması hasebiyle gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerekse İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı nezdinde yürütülen soruşturmaların neticeleri bağlayıcı olacaktır. İşte bu yüzden 7 gün içerisinde savunmam istenen 28.02.2017 tarih ve 2014/147 soruşturma sayılı yazıyla hakkımda Kimya İhtisas Dairesi Başkanlığınca alınan ifade tutanağına ilaveten ekleyeceğim bir ifade yoktur. İfade tutanağında belirttiğim gibi sadece şahsıma uygulanan haksızlığın giderilmesi yetmez, yıllık izne ayrıldığında izin dönüşü fark dosya alma haksızlığıyla karşı karşıya kalacak durumda olacak olan dosya uzmanlarının da bu durumdan muzdaripe uğramamaları için mağduriyet yaşamamaları gerektiği kanaatindeyim. Yüce adaletin tecelli edeceğine inancım tamdır. Bilgilerinize saygılarımla arz ederim.”
İşte benden yedi gün içerisinde cevaplamam istenen hususlarda yazılı olarak sunduğum hattı müdafaa savunmamın her ne kadar satır aralarında “…bahse konu olan iddiaların bir iddia olup olmadığını, yine kullanılan ifadelerin uygunsuz olup olmadığını gerek Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, gerek İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı gerekse savcılık nezdinde yürütülen soruşturmalar belirleyecektir..” şeklinde bir öz güven bir ifadesi olarak ortaya koysam da, o söz konusu yürütülen soruşturmalar daha çok 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ konusunda hassas olunması gerektiğine dair dilekçenin besbelli ki o bölümüne odaklandıkları ve diğer idari sorunlarla alakadar olunmadığı, yani diğer kısmın Disiplin makamlarına başvurulacak mevzular olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden de Grup Başkanı ve iki genetik uzmanının görüldüğü davalarda ilgili Cumhuriyet savcılıklarının yürüttükleri soruşturmalarda idari hususlarda ki bana yönelik haksız uygulamalar karşısındaki beklentim sadece hüsnü zan boyutunda bir beklentim olarak kala kalmıştır. Kaldı ki şahsıma yönelik haksız uygulamaların giderilmesi noktasında beklentilerimin boşa çıkmasının çokta önemi yoktur, burada önemli olan devletin kılcal damarlarına kadar sızmış 15 Temmuz hain darbe girişimin 2 ay öncesinden ‘ta ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan paralel örgüt’ hakkında devletimizin çeşitli kurumlarını vatandaşlık görevi olarak haberdar etmem çok mühimdir. Öyle ki, yeni naklen atandığım kurumdayken bile devletin güzide kurumları ve emniyet birimleri bu sinsi örgüt hakkında beni çağırdığında hiçbir şekilde tereddüt etmeden seve seve gerekli yerlere gerekli bilgilendirmeler yapmaktan geri durmadım da. Şöyle ki;