Mârifetullah İlmi:
İlim ikidir: Birisi zâhiri ilim, diğeri Mârifetullah ilmi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” buyurmuşlardır. (Buharî)
Nübüvvetin üstünde hiç bir rütbe olamayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük bir şeref tasavvur edilmez.
•
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri bu Hadis-i şerif hakkında şöyle buyurmuşlardır:
“Ulema vâris-i nebidir.” denilmek caiz olduğu gibi,
“Kim vâris-i nebi ise ancak âlim odur.” diye mânâ vermek de caizdir.
Bu itibarla Hadis-i şerif’e ikinci mânâyı vermek uygun olur. Çünkü Cenâb-ı Hakk’
ı bilmeyen ve tanımayan, Cenâb-ı Hakk’tan korkmayıp masiyet işleyen kimseye âlim denilmesi caiz olmaz.
Âlim billâh olan, halkı hiç bir ücret ve menfaat mukabili olmayarak liveçhillah Hakk’a, şeriat-ı mutahhara’nın emirlerine davet eder. Bunlar için büyük bir müjde vardır:
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” buyurmaktadır. (Âl-i imran: 110)
Hiç bir peygamberin ümmeti vâris-i enbiya mertebesine nail olmamıştır. Yani hiç bir peygamberin ümmetine
“Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i anil-münker” vazifesi verilmemiş, ancak bu vazife ümmet-i Muhammed’e tevdi ve ihsan buyurulmuştur.
Bu vazifeyi ifaya memur olan ümmetin hayırlısından murad; ulemâ-i rüsûm denilen zâhir ulemâsına peygamber varisi denilemez. Çünkü “
İrs” tabiri bir pederden evlada bilâ-kesb intikal eden şeye denir. Ulemâ-i zâhirin ilmi ise irsî değil, kesbîdir. Medreselerde tahsil edilir, vehbî değildir. Vehbî olmayan ve kesbî bir ilme irs tabiri sahih olamaz. Ulemâ-i zâhire, vâris-i enbiyâdır demek asla doğru olamaz.
Âyet-i kerime’de:
“Kulları içinde Allah’tan en çok korkanlar âlimlerdir.” buyuruluyor. (Fâtır: 28)
Zira Allah-u Teâlâ’yı en çok bilen en çok korkar.
•
Bunlar öyle kimseler ki bütün işleri Allah içindir. Hiç bir kimseden hiç bir ücret, hiç bir menfaat beklemezler. Her şeyleri liveçhillahtır, Hazret-i Allah’a dayanır.
Vâris-i enbiyâ kimdir?
Allah-u Teâlâ kimi sevip seçmişse, kimi kendisine çekmişse, emanetini kime vermişse, Resulullah Aleyhisselâm’
ın nûrunu kime takmışsa, işte onlar Peygamber vârisidir.
Onların muallimi bizzat Hazret-i Allah’tır.
Âyet-i kerime’de:
“Takvâ üzere olursanız mualliminiz Allah olur.” buyuruluyor. (Bakara: 282)
Muallimleri Hazret-i Allah olduğu için ilimleri kesbî değildir, yani herhangi bir hocadan medreseden tahsil etmezler. Onların ilimleri vehbîdir, doğrudan doğruya Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’dan gelir.
Ey Nasara Yensurucular!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu ilmi tarif ediyor ve Hadis-i şerif’lerinde buyuruyor ki:
“Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif billâh olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbaîn)
Kur’an-ı kerim’de beyan buyurulduğuna göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz için de müşrikler böyle söylediler.
“Peygamberlik filân filân kimselere verilseydi?” dediler.
Yani Allah-u Teâlâ’nın takdir ve taksimine rızâ göstermediler. Neden? Nefis putu “Ben!” diyor, başka kimseyi dinlemiyor, o bir puttur.
•
Onların vâris-i nebi oldukları nasıl bilinir?
Hiç kimseden hiç bir tahsil görmediği halde en doğrusunu bilirler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl-i zikirden sual ediniz.” (Nahl: 43)
Ehl-i zikirden murad evliyâullah hazerâtıdır.
Hiç kimseden çekinmeden hakikatı söyler. Neden? Vazifedar olduğu için. Mühim olan emr-i ilâhîdir, mahlûkun hiç hükmü yoktur.
Kendilerine ihsan ve ikram edilen o lütuf ve o nûr sebebiyledir ki, Allah-u Teâlâ’nın bildirdiği kadar bütün hakikatları bilirler, hiç kimseden çekinmeden hakikatı söylerler.
Ve Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onları şöyle tarif eder:
“Hiç bir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)
Size Niyazi Mısrî -kuddise sırruh- Hazretlerinin bir beyitini hatırlatmak isteriz;
Ey Cahil! Merkeb izinde su gördün de,
Kendini deryada mı sandın?
Derya odur ki; derinliğini
Semek dahi bilmez ola.
İlmullah:
Tahsil görmek şarttır diyorsunuz. Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de hiçbir yerde okumamış, tahsil görmemiş ve yapmamıştı.
Hiç bir kitap okumadığı, asla hiç kimseden tek harf öğrenmediği, yazı da yazmadığı halde; geçmişin ve geleceğin ilimlerini özünde toplamıştı. Kur’an-ı kerim’i ezberinde tutuyordu.
Okuyup yazmak için bir muallimden öğrenmek lâzımdır. Onun böyle bir kimseye minnettarlığı, beşeri bir ilim kaynağına ihtiyacı yoktur.
Muallimi ve mürebbisi bizâtihi Hazret-i Allah’tır:
“Resulüm! Seni okutacağız da hiç unutmayacaksın.” (A’lâ: 6)
Zira o; okumak ve yazmak için değil, okutmak ve yazdırmak için gönderilmişti. Verdiği haberlerin, öğrettiği hakikatlerin menbaı tamamen ilâhidir. O menbâdan sulanan bir şuura dünyevî tahsil aramak, böyle bir kaynağın mevcudiyetini inkâr etmek demektir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin.” (Şûrâ: 52)
“Bu Kur’an’dan önce bir kitaptan okumuş ve elinle de yazmış değildin. Öyle olsaydı, bâtıl söz söyleyenler elbette şüphelenirlerdi.” (Ankebut: 48)
Nitekim Mekke’li müşrikler Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i doğumundan itibaren tanıdıkları halde, ona iftira etmekten çekinmediler. Küçük yaşından itibaren beşeri ihtiraslardan uzak ve bütün güzel huylarla bezenmiş bir şahsiyet olduğunu bildikleri için
“Emin” ünvanını vermek zorunda kalmışlardı. Allah-u Teâlâ kendisine lütufta bulunup peygamberlik verdikten sonra, ona karşı ne şekilde iftirada bulunacaklarını şaşırdılar. Kalplerde şüphe uyandırmak için; bazen sihirbaz, bazen şâir, bazen mecnun, bazen de ‘Ona bir insan öğretiyor.’ diyorlardı.
Allah-u Teâlâ onların bu iddia ve iftiralarına bir cevap olarak şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki biz onların ‘Ona bir insan öğretiyor.’ dediklerini biliyoruz.” (Nahl: 103)
Yeri gelmişken bir temsil arzedelim.
Karadeniz Ereğli’den bir kardeş diyor ki:
Kalabalık bir konvoyla Şevket Kazan Ereğli’ye gelmişti. Bir polis memuru arabanın önünde durdu. Şevket Kazan’a
“Yahu Ömer Öngüt sizin hakkınızda şunları söylüyor, küfre düştüğünüzü beyan ediyor. Siz buna neden cevap veremiyorsunuz?” diye sordu. O da
“Bursa’da bir profesör var, o ona öğretiyor, o ilim okumuş değil.” dedi. Polis
“Peki niçin cevap veremiyorsunuz?” dediğinde orada rezil oldu.
Binaenaleyh daha evvel de arz edilmişti ki, o kanalda kalpten kalbe ne boşalttı ise onun zerreleri var. O hülâsa, diğerleri zerreleri. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm’
ın kalbi o kadar geniş ki, genişliğini yalnız Yaratan bilir. Bunun için o hazine-i ilâhiyeden boşalan ne varsa o kalp rahat alıyordu.
Fakat kalpten kalbe boşaldığı zaman, kalp alacağı kadarını alır. Hakk Celle ve Ala Hazretleri kimisine fazla dolup tecelli eder, o da ifşa eder. Kimisine yandan vurur. O da Allah-u Teâlâ’nın nerede olduğunu bilir ve fakat feveran etmez. Çünkü voltajı fazla değildir. Onun kalbi onu almış ve anlamıştır. Bu Allah-u Teâlâ’nın hikmetindendir. Kalbe düşüyor amma feveran etmiyor.
Onun için deriz ki, “Kitaplarda yok ki okuyayım. Ben bilmiyordum ki söyleyeyim. Ne verilir, ne dökülürse o.” Öyle ise bu ilim ilmullah’tır.
•
Resulullah Aleyhisselâm hiç bir kimseden bir şey öğrenmediği halde, müşriklerin böyle bir iddiada bulunmaları, cahilce bir iftiradan başka bir şey olmadığına dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“İnkâr edenler ‘Bu Kur’an olsa olsa (Muhammed’in) uydurduğu bir yalandır ve başka bir topluluk da bu hususta kendisine yardım etmiştir.’ dediler. Böylece onlar hiç şüphesiz, haksızlığa ve iftiraya başvurmuşlardır.
Yine onlar ‘Bu Kur’an, onun başkasına yazdırıp da sabah-akşam kendisine okunan eskilerin masallarıdır.’ dediler.
Resulüm! De ki: Onu göklerdeki ve yerdeki sırları bilen Allah indirmiştir. O çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Furkan: 4-5-6)
Resulullah Aleyhisselâm onların bu iddiâlarından tamamen beridir, hiç bir kimseden bir şey öğrenmemiş olduğu apaçık bir gerçektir.
Bunu size açıklıyorum. Bir gün dahi zâhiri tahsilim yoktur. Allah-u Teâlâ göğsüme neler döktü ise, yani Allah-u Teâlâ bana ne öğretti ise, ne bildirdi ise onu biliyor ve o bilgiyi kitaplara döküyorum.
Şimdilik oniki büyük, otuz tane küçük kitap mevcuttur. Bu büyük kitaplar yedibin sahife yapıyor. İnşaallah’ür-rahman bu dokuzbine çıkacak. (Şu anda muhterem müellifin 21 büyük, 33 adet küçük kitabı mevcuttur. Büyük kitaplarının toplam sayfa adedi ise 12500 'e ulaşmıştır.)
İyi bilin ki Allah-u Teâlâ’nın öğrettiğini de kimse bilmez.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Öyle ilim var ki, gizlenmiş mücevherat gibidir. Onu ancak Ârif billâh olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.
Binâenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Cenâb-ı Hakk onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbâin, Ebû Hüreyre -radiyallahu anh-den.)
Az evvel de arzettiğimiz bu Hadis-i şerif; onlara verilen ilmi, beşeriyetin anlayamayacağını da teyid ediyor. Onlar bu ilimden bahsederken halk anlamaz. Çünkü akılları ve ilimleri yetmez. Onların muallimleri Hazret-i Allah olduğu için, onlara verilen ilim Allah-u Teâlâ’dan verildiği için, bir kimse âlim de olsa bu ilmi idrâk edemez. Çünkü onun muallimi benîbeşerdir. Zâhirî ilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin bu ilmi anlamaz.
İtiraz edenler bu Âyet-i kerime’lerin, bu Hadis-i şerif’lerin tecelliyâtlarından mahrum oldukları için bilmeyerek itiraz ediyorlar.
İlim mesleğinin ehli ve âşinası olmadığı, vukûfiyet kesbedemediği, ilmi ve aklı yetmediği için birinci basamakta kalmış. O ise kendisini allâme zannediyor.
HAKK YOLUNUN YOLCUSUNU HAKK SEÇER