“Bir Yıldız Gibi Kayarak Ayrıldı Aramızdan”

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
“Bir Yıldız Gibi
Kayarak Ayrıldı Aramızdan”

1983′lü yıllardı. Topkapı’da Siyasallı öğrencilerin kaldığı öğrenci evinde Bahattin abi ile bir ziyaretteyiz. Erzurum ortak noktaları olması hasebiyle Bahattin abiyle biraz daha samimi konuşan kişiyi gözüm bir yerden ısırıyor. O da beni daha öncelerden hatırladığını söylüyor. Sohbet devam ederken tanışıklığımızın nerelerde kesiştiği konusundaki ihtimalleri sıralıyoruz. 1979 yılında İzmir İlahiyat Fakültesi’nin arkasındaki çamlıkta kurulan bir kamp çadırı ikimizinde cevabı oluyor. Ben Siyasallı Mustafa ile o günleri hatırlamanın sevincini yaşarken Bahattin abi: “Siz birbirinizi hatırladınız, asıl çadırı oraya kuran benim. Beni nasıl hatırlamazsınız?” diyerek önce şaşırmamıza sonra da bu tevafuka sevinmemize neden olmuştu.
Bahattin abiyle otuz küsur yıl önce böyle bir bağlantımız olmuş. Aradan üç-dört yıl geçtikten sonra Rabbimiz bizi İstanbul’da tekrar buluşturmuştu. O yıllarda Mustafa, Siyasal’da ben Orman’da okuyordum. Bahattin abi ise Afganistan cihadından “Gazi” olarak yeni dönmüştü; 12 Eylül darbesiyle terk etmek zorunda kaldığı ülkesine.
Onu üniversitelilerin sohbetine götürüyorduk. Afganistan’daki direnişi bütün sıcaklığı ve heyecanıyla anlatıyordu. O anlatırken kâh Burhaneddin Rabbani ilmi, yumuşak huyu ve tecrübesiyle yanımızda yer alıyor; kâh Hikmetyar dinamik, mücadeleci ve teşkilatçı tavrıyla öne çıkıyor; kâh Ahmed Şah Mesud üstün taktik ve askeri dehasıyla bizleri büyülüyordu. Cihad diyordu; mücahid, Afganistan, ümmet, direniş, zafer diyordu. Hepimizin kanı kaynıyordu.
90′lı yıllardı. O babacan, üstüne basa basa, kendine has vurgusuyla: “Cemal” dedi. “Gençlerimizin düşünce ve birikimlerini oluşturacak kitaplar yayınlamalıyız.” Ben bu iş için uygun biri olmadığımı söylediysem de Bahattin abinin ısrarı ve iknası işe yaradı. Özgün Yayıncılığı onun teşvikleriyle kurmuş olduk. Atikali’de sendika binası diye maruf, basık çatı katında faaliyete başladık. Paslanmış su borularından nadiren suyun aktığı, yağmurda mutfakla tuvaletin üstünün aktığı, yazın bir fırından farksız, kışın ise paltoyla titreyerek çalıştığımız bir mekânımız olmuştu.
Bahattin abi, tercüme edilecek kitapları tespit edip temin ettiği gibi, onları tercüme edecek, tashih ve redakte edecek arkadaşlarımızı da ayarlamıştı: Mahmut Osmanoğlu, Hafız Mustafa Özel, Selçuk Türkyılmaz, Musa Kırca arkadaşlarımızla birlikte bu gecekondudan hallice mekanda kamp halindeydik. Böyle bir ortamda hummalı bir çalışmaya başlamıştık. Sıcak bir yazdı. Pencereler gece-gündüz tamamen açık bir vaziyette. Yayınevi, gündüz iş yerimiz, gece evimizdi. Aynı zamanda menemen dışında yemeği olmayan bir lokantaydı bizim için. Kitapların hazırlanması noktasında Dünya Yayıncılık, İmza Dergisi’nden yardım aldık. Kapaklarımızın Hasan Aycın tarafından yapılması yine Bahattin abinin isteğiydi.
Gençliğin eğitimi için sürekli yayınların önemine değinirdi. Etrafını kitap ve dergi yayıncılığına teşvik ederdi. Özgün Yayıncılık bu derdin bir neticesiydi. Kitaba, okumaya özel bir ilgisi vardı. Yanında her zaman okuyacağı bir kitap olurdu. Bulunmadığı zaman ise: “Kendimi ayakkabısız sokağa çıkmış hissederim.” diye tarif ederdi. Eski kitapların satıldığı yer sergileri onun uğrak noktalarıydı. Bazen bu sergilerden ya da hurdacıya düşmüş bir kitabı alır gelir; bana, bu kitabı yayınlayabiliriz der gibi gösterirdi.
Birlikte, Beyazıt’ta Çınaraltında kurulan yer sergilerini geziyorduk. Hz. Ali Cenkleri, Malik Ejder Cengi, Hayber’in Fethi gibi eskilerde kalan kitapları gördük. Çok heyecanlandı. Bir kendine bir de bana olmak üzere hemen birer takım aldık. Meğer onun ilkokul birinci sınıftayken ilk dinlediği kitaplar, karların yolları kapattığı uzun kış gecelerinde, köy odasında odun sobasının etrafında açılıp okunan Osmanlıca gazavat kitaplarıymış. Battal Gazi, Destanı, Kan Kalesi, Köroğlu, Hayber Kalesi Cenkleri onu eski günlerine götürmüştü. Bahattin abideki korkusuzluk ve cesarette, çocukken dinlediği gazavat ve cenk hikâyelerin payı olduğunu düşünüyorum.
İlkokul beşinci sınıftayken babasıyla birlikte iki Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisini ziyaret ediyorlar. O dönemler yeni basılan Seyyid Kutup – Cude es-Sahhar’ın küçük kitapçıklar halindeki “Peygamber Kıssaları” kendisine hediye ediliyor. Evde her akşam ailece bir bölüm okunuyor. “Ertesi gün sınıftaki arkadaşlara akşam okunan bir peygamberi anlatıyordum.” diye o günlerini anlatıyor. Bu kitapların Arapça orjinallerini Mısır kitap fuarından getirmişti. Tercüme ettirdiğimiz halde basmak nasip olmadı.
Yine ilkokul beşinci sınıfında babasına inşaat işlerinde yardım edip çalışıyor. Bu arada Ege Üniversitesinin inşaatında çalışan mahkûm işçileri tanıma fırsatı buluyor. “İnşaatın ileride sınıf olacak koca bir salonunda hasırlar serili; tuğlalara çakılı çivilerde tesbihler, takkeler asılıydı. Onları ilk defa tanımıştım. ‘Bunlar nurcu’ diyorlardı. Namaz vakti kırk-elli ‘mahkûm nurcu’ burada namaz kılıp tesbih çekiyorlardı.”Köy odalarında başlayan dinlemeleri, inşaattaki mahkûm nurcuların mescitlerindeki atmosferle belli bir raddeye erişmişti.
Bahattin Yıldız 12 Eylül kudetası sonrası yurt dışı tercihini inkılâp ve cihad beldelerine doğru yaptı. Afganlı kardeşlerimizin yanında Ruslar’a karşı omuz omuza mücadele verdi. Cepheden yazdığı mektuplar Mavera’da, Gülçocuk’ta, Milli Gazete’de yayınlandı. Rahmetli Cahit Zarifoğlu “Yaz Abdülhamid, oraları yaz. Sana önemsiz gelebilir ama her şeyi yaz.” diyerek cepheye ulaştırdığı mektuplarla onu yazmaya teşvik etmiştir. Böylece bizim kardeşlerimizin hikâyesini de yazan biri var olmuştur.
“Ben iyi yazan biri değilim. Mücadelemizin hikâyesini edebiyatçı abilerimiz yazmalı. Onlar yazmayınca bize düştü bu görev.” derdi. Yaşanılan mücadelenin bir sonraki kuşaklara aktarılmasına dikkat çeker; “Mücadelelerimiz, kavgalarımız, endişelerimiz bizimle kalacak. Bizden sonraki kardeşlerimiz dahi hikâyemizi bilmeyecek. Bir şey yapan öncekilerden kopuk olduğu için kendini ilk zannedecek…” derdi.
Afganistan’da kaldığı sürece bir gazeteci gibi Ferhat Dağcı takma adıyla oranın tarihini, Rus işgalinden önceki ve sonraki sosyal durumunu, savaşan grupları Türkiye’de çeşitli yayın organlarında insanlarımızla paylaştı. Bu çalışma Rahmet Yayıncılık tarafından “Savaşan Afganistan” adıyla 1985 yılında yayınlandı. Bizzat Afgan cihadının içinde yer alan Bahattin Yıldız anılarını, İslami mücadeleyi her zaman ve her yerde sürdüren, zamanı gelince rablerine verdikleri sözde durarak cihad meydanına çıkan müslüman gençlere bir hatıra niteliğinde “Cihad Günlüğü” adı altında Abdülhamid Muhaciri müstearı ile kaleme aldı.
80 öncesi adeta bir İslam ekolü hüviyetinde olan Erzurum ve oraya okumaya gelen İslamcı gençlerin yaşamları etrafında örgülenen bir eser “Kar Çiçeği” romanı. Genç müslümanların mücadelelerinin seyrinden anekdotlar sunan, bizleri o günlere sürükleyen akıcı, romanın da ötesinde bir belgeler kitabı. Roman hicri 1400. yıla girildiği o günlerde Akıncılar Derneği’nin 22 Kasım günü Kayseri’de yapacağı “Hicret Mitingi”ne dikkat çekmek üzere üç genç üniversite öğrencisinin Erzurum’dan Kayseri’ye 600 km.yi aşan “Hicret Koşusu” ile başlıyor.
Bir döneme tanıklık eden, hiç solmayacak güllerin vuslatını “Güllerin Vedası”nda hikâyeleştirdi. Bahattin Yıldız, 70′li yıllardan günümüze Türkiye bahçesinde yetişen güllerden; Bilal’den, Fuat’tan, Taceddin’den, Selami’den söz etti. Hatmiye Anne’yi, Nur Bibi’yi unutmamamızı istedi. “Onlar gittiler, giderken bir muştu gibiydiler.” dizelerini hatırlattı.
Ardından karlı sarp dağları, sınırları, çileli yolları Ferhat gibi aşarak ülkesine geri dönüşünü bir yol hikâyesi olarak “Karda Ayak İzleri” ismiyle kitaplaştırdı. Eserde kar ve kış arka planda bir tablo güzelliğinde yerini alırken; yarınsızlaşan, en yakın arkadaşı çaresizlik olan ama tek azığı umutu yüreğinde canlı tutan birinin; amansız, geçit vermeyen dağlarda bırakmış olduğu ayak izlerini görürsünüz.
Bahattin abi kitaplarını kargacık burgacık bir yazıyla kâğıda yazardı. Okumakta, yazının devamını bulmakta zorluk çekerdi okuyan. 12 Eylül öncesi dönemlerde duvarlara çok mükemmel yazdığından bahsetmişti bazı arkadaşları. Çok şaşırmıştım, bir insanın kağıt ve duvar yazısı çok farklı olabilirmiş diye kanaat getirmiştim. Hatta yazının düzgünlüğü kadar ulaşılması ve silinmesi zor olan o yere “acaba kim, nasıl yazmış bu yazıyı ?” diye görenlerde merak ve hayret uyandırırmış.

Afgan cihadında önemli bir isimdi Bahaddin abi. Kabil’in ele geçirildiği ve Rabbani’nin Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde Afganistan’ı ziyarete gitmişti. Ayrıca orada eski dostlarından birçoğu ile görüşmüştü. Hikmetyar ile ise görüşmeden dönmüştü Türkiye’ye. Çok kısa bir süre sonra Hikmetyar’ın Almanya temsilcisi İstanbul’a gelmişti. Bahattin abi ile görüştüler. Bahattin Yıldız’ın Afganistan’da birileriyle görüşüp birileriyle görüşmemesi, bana oranın dengeleri açısından onun ne kadar önemli biri olduğunu düşündürüyor.
Bahattin Yıldız, dünyalık olana hiç hırslı olmadı. Çok sade yaşadı. Sık sık geldiği İstanbul’da yayınevinde yatar kalkardı. Sabahları çoğunlukla birlikte kahvaltı ederdik. Büyük bardakta içtiği çayının yanında, üzerini pudra şekeri ile tatlandırdığımız, “kürt böreği” diye tabir edilen kahvaltı soframız değişmezimizdi. Dava adamının sade bir hayatı olmasına, lüksten uzak durması gerektiğine inanırdı. Üzerine giydikleri de son derece sadeydi; gri ve toprak rengi tonları tercih ederdi. Kendine karşı cimri olan bu insan, etrafına, öğrencilere, ihtiyaç sahiplerine cömertti. Buna yakından şahidim. İğnesi-ipliği, sakalını kısalttığı küçük makası, çantasında olurdu. Saç ve sakalını berberden kıskanan biriydi. Makam, mevki, şan, şöhret, zenginlik vb. umurunda olmadı. Onunla bir müddet birlikte olup biraz konuşanlar, ondaki gönül zenginliğini ve güzelliğini, derinliğini hemen fark edeceklerdir. Bu haliyle benim gözümde Bahattin abi, eski tarih zamanlarından çıkıp gelmiş derviş gönüllü bir mücahiddi.
İslam coğrafyasına, Osmanlı coğrafyasına karşı ayrı bir ilgisi vardı. Haritalar elinden düşmezdi. Tarihe meraklıydı. Tarihe ait makaleler, kitaplar okur, onlar hakkında yorumlar yapardı. Düşünce ve fikir üretiminde mahirdi. Bir zamanlar edebiyat okulu olan Mavera ekibine yakın olmuş, onlarla ayrı dostlukları oluşmuştu.. Cahit Zarifoğlu’na karşı farklı muhabbeti vardı. “Onu okumaktan ziyade yakından tanımamak bir kayıptır.” derdi. “O gönül ehli, dostça yaklaşan içten biriydi.” diye anlatırdı. Bahattin abi bizim entellektüel cenaha açılan bir penceremizdi desem, abartmış olmam.
Dostlarına, arkadaşlarına karşı vefalıydı. Arkadaşlarının çocuklarına ise apayrı ilgisi vardı. Onlara okumaları için kitap hediye eder, tuttuğu takımlar üzerine konuşur, ne eder yapar onlarla bir bağ kurardı. İstanbul’a her geldiğinde küçük de olsa çocuklarımıza hediyeler getirirdi. Afrika dönüşüydü sanırım. O mesafeden üç adet muzu taşımıştı çantasında, İstanbul’a kadar. “Cemal” dedi, kendine has tınısıyla: “ Bu Rıdvan’ın, bu Mehmet abinin, bu da senin.” diye muzları paylaştırmıştı. İstanbul’da belki daha iyileri vardı ama Bahattin abinin bizleri hatırlayarak başka bir kıtadan muz getirmesi, diğer seyahatlerinde de bunları tekrarlaması, benim için doğrusu çok farklı duygulardı. Vefatından beş gün önce kendi bahçelerinden bizzat topladığı iri iri eriklerle gelmişti. Son ikramını yapmıştı bizlere.
Dostluk ve vefa ona yakışıyordu. 12 Eylül’le yurt dışına çıkmak zorunda kalan arkadaşının yaşlı annesini bayramlarda ziyarete gider, onun eksikliğini bir nebze olsun kapatmaya çalışırdı. Yine Ödemişli şehid Bilal Yaldızcı’nın ailesini her 29 Ekim’de yalnız bırakmaz, gençlerle birlikte evini şenlendirirdi.
2006 yılında Keşmir deprem bölgesine yardım için gitmişti. İşi bitince eski dostlarını görmek üzere Peşaver’e geçiyor. Orada 1981 yılı Tahran’ında tanıştığı Kunduzlu mücahid İsmail ile tekrar karşılaşıyor.
Kendi kaleminden özetleyelim dostluğu, vefayı: “1981, 27 Nisan’da Tahran’da bir mücahidle tanışmıştım. Bacağının biri alçılıydı. Fakat sesinden neşe saçılıyordu: Kunduzlu İsmail. Bacağındaki alçısı alınınca Herat cephesine gitmişti. Ben de Pakistan üzerine Ningarhar cephesine geçmiştim. Tahran’daki tanışmamızdan birbuçuk yıl sonra Peşaver’deki bir ‘Mücahidîn’ hastanesindeki karşılaşmamız, yaşadığımız müddetçe unutamayacağım hayattan bir kesitti. İsmail’in sol kolu kopmış ve iki gözü de yoktu. Buna rağmen sesimden tanıdı, sarıldık. O yine neşeli davranıyordu, ben ise ağlıyordum.
1 Mayıs 2006’da Keşmir deprem bölgesinden Peşaver’e geçtim. Kunduzlu ziraat mühendisi Emini evine yemeğe davet etmişti. Akşam ezanı okunurken Emini’nin evini buldum. Misafir odasında girdiğimde 24 yıldır görmediğim İsmail de oradaydı. Yer minderinin üzerinde oturuyordu. Uzun bir süre baktım ona. Başı hafifçe öne eğikti, genç yüzü yaşlanmış; Afganistan haritası gibi, Afgan kadersizliği gibi oyuk oyuk olmuştu. Sanki bütün Afgan kırgınlığı o yüzde yansıyordu. Heyecanla selam verip seslendim. Başını sessizce kaldırıp gülümsedi. Ona sarıldım, uzun uzun sarıldım. 24 yılı ve bütün çileli Afganistan’ı sarmış gibiydim. Diz dize oturduk. Sağlam elini ve kopuk kolunu avuç içlerime aldım. On çocuğu olan ablasının onbirinci çocuğu olarak Horasan kampındaki çadırda yaşıyordu. Emini bana bir süpriz olarak 50 km. uzaklıktaki kamptan onu alıp getirmişti. Acılarım arttı. 24 yıldır böyle yaşıyordu. Afganistan içinde ya da artık kalıcı bir şehir haline gelen kamplarda binlerce İsmail vardı. Peki, her İsmail’in ona bakacak bir ablası var mıydı?”
Adem Özköse’nin getirdiği bir resmi, Cihad Günlüğü’nün son sayfalarındaki eski bir resimle karşılaştırdığımda, hikayede geçen Kunduzlu İsmail’i tanımıştım. Coğrafyanın ücra bir köşesinde gazi olmuş mücahid kardeşini uzun zaman sonra bulup muhabbetle kucaklıyor. O an her ikisinin gönlünden, kalbinden neler geçti, birbirine neler aktı, tahmin etmekte zorlanıyorum. Aradan geçen onca zamanının acısını çıkarırcasına özlemle bakışıp konuştuklarını hissediyorum resme baktıkça.
Otuz yıllık gönül beraberliğimiz vardı. Bize ve çocuklarımıza güzel bir örneklik bırakarak veda etti. Evimizde en çok konuşulan isimlerden biriydi. Yine öyle olacağını umuyorum. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
Cemal BALIBEY
30 Haziran
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Allah Teala rahmetiyle muamele etsin.Etkileyiciydi..Rabbimiz ihlasla çalışmayı,şirket koşmamayı nasib etsin.amin.aktaranada teşekkür ederiz.Vesselam
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
1956 Sivas doğumlu. 1975 yılında İzmir İmam Hatip lisesinden mezun oldu. 1975-1980 yılları arasında okuduğu Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesini 1987 yılında Afganistan dönüşünde 2. öğrencilik döneminde bitirdi. Yazıları Mavera, Güldeste, Gurbet dergilerinde, Milli Gazete ve Yeni Devir Gazetesinde yayınlandı.
Abdülhamit Muhaciri mahlas (müstear) ismiyle Milli Gazetede çocuk köşesini hazırladı. Aynı dönemde çıkan Selam Dergisinde de yazıları yayınlandı. İmza Dergisi ve Müslüman Genç Dergisinde çeşitli mahlaslarla birçok yazısı yayınlandı. Bazı internet sitelerinde yazarlık yapıyordu. Gönül Erleri Mail Grubu'muzun da onursal üyesiydi. Savaşan Afganistan, Cihat Günlüğü, Kar Çiçeği, Karda Ayak İzleri, Güllerin Vedası isimli kitapları yayınlandı. Henüz yayınlanmayan birçok çalışmasını ardında emanet olarak bıraktı. Üçü kız ikisi erkek beş çocuğu ve bir torunu var.
Bahattin YILDIZ ağabey, Türkiye’de günümüz İslami Hareketinin filizlendiği 70-80’li yıllarda tarihe silinmeyecek izler bırakmış önemli isimlerden birisi. Osmanlının son döneminden başlayarak 1950’lere kadar devam eden yozlaşma sürecinin etkilerinin silinmesi için çabaların yoğunlaştığı bir zaman dilimini dolu dolu yaşayan bir yiğit.
Henüz lise yıllarında iken MTTB ile tanışan ve bu bünyede hayırlı hizmetlere omuz veren Bahattin YILDIZ ağabey, gerek akranlarına gerekse de kendinden sonra gelen nesillere yaptığı olumlu katkılarla anılacak. İzmir İmam-Hatip Lisesinde hem İslami kimliğini inşa edip hem de sporcu kişiliğiyle öne çıktı. Lisenin güreş takımında yer aldı. Kitleleri etrafında toplayan bir özelliğe sahip olan Bahattin YILDIZ ağabey bu özelliklerinin de etkisiyle sevilen, sayılan ve etrafında toplanılan bir önder kişi olarak ortaya çıktı.

İmam-Hatip yıllarının ardından gelen Erzurum’daki Üniversite yıllarında MTTB ve Akıncılar içerisindeki çalışmaları, Bahattin YILDIZ ağabeyin tam anlamıyla çevresine damgasını vurduğu yıllar olarak kayıtlara geçti. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi sıkıyönetim döneminde Milli Türk Talebe Birliği kapatıldığında baş harfleri MTTB olan “Mahalli Teknik Takımlar Birliği” isminde bir dernek kurarak MTTB isminin yaşatılmasını sağladı. Erzurum’da profesyonel olarak hem atletizm takımı, hem Milli Kayak Takımı içerisinde yer aldı. Özellikle Hicret’in 1400. Yılı sebebiyle 3 arkadaşıyla birlikte Erzurum’dan Kayseri’ye yaptıkları Hicret Koşusu Türkiye İslami Hareketinin önemli dönüm noktaları arasında yerini aldı. Erzurum’daki birinci öğrencilik döneminde İşletme Fakültesi Öğrenci Temsilciliği, Erzurum Atatürk Üniversitesi Yurdu Öğrenci temsilciliği, Telsizler Yurdu Öğrenci Temsilciliğini yürüttü. Akıncılar bünyesinde İzmir İl Başkanlığı ve daha sonra Akıncılar’ın 11 bölgesinden birisi olan İzmir Bölge Başkanlığı görevlerini yürüttü.
1979 yılında Rusların Afganistan’ı işgal etmesi ve Türkiye’deki darbe ve baskı yılları Bahattin YILDIZ ağabey'in önüne yepyeni ufuklar ve farklı bir mücadele alanı açıyordu. Diğer ülkelerden gelen mücahitlerle beraber bir taraftan Afgan Cephesinde fiili cihadın içerisinde yer alırken diğer taraftan da o bölgenin tüm yerel dinamiklerinden ve değerlerinden istifade ediyordu. O, bulunduğu her ortamı bir öğrenim ve aksiyon alanı olarak görüyordu. Cihad süresince Afganistan ve yakın bölgesinin kültürel kodlarını çözümleyen ve bu bilgilerle ümmetin diğer bölgelerini aydınlatan birisi oldu. 1981 yılında Ruslara karşı girişilen en şiddetli çarpışmalarda Gazi’lik şerefine ulaştı. Defalarca ameliyat olmasını gerektiren yaralarına rağmen direncinden bir şey kaybetmedi.
1987 yılında Türkiye’ye dönmesiyle birlikte öğrenciliğinin ikinci döneminde kaldığı yerden çalışmalarına devam eden Bahattin YILDIZ ağabeyimiz, öncelikle yarım kalan okulunu bitirdi. Yetiştirdiği talebelerini ülkenin her tarafına yaymaya başladı. O’nunla bir kez tanışan birisi hayatının bir çok önemli evresinde O’nu yanında buluyordu. Okuldan sonra iş aramasında, evlilik sürecinde eş bulmasında, akademik kariyerinde veya diğer alanlarda. O, daima ilgi alanındaki herkesin derdiyle dertlenmeye gayret eden bir pozisyonda oldu. Dur durak bilmeden 54 yıllık ömrünü adeta 100 yıllık bir ömür gibi yaşadı. Geceleri uyumak yerine yollarda geçirerek, ne zaman ihtiyaç duyulsa orada hazır olmayı kendine şiar edinen bir hayat yaşadı.
İMH - İnsan ve Medeniyet Hareketi' mizin kuruluş sürecinde istişarelere katkılarda bulundu. Bu topraklarda yapılabilecek çalışmaların kodlarını belirlemede tavsiyeleriyle rol aldı. Özellikle Avrupa’da gönüllü olarak Hareketin ve faaliyetlerinin tanıtılması için elinden gelen tüm gayreti gösterdi. Son olarak Avusturya’da düzenlediği kamp programına gençleri de dahil ederek hareketlerin sürekliliğine vurgu yaptı.
Gençliğin eğitimi için sürekli yayınların önemine değinen Bahattin YILDIZ ağabey, etrafındakileri kitap ve dergi yayıncılığı için teşvik ederdi. Gönül Erleri Mail Grubumuzun onursal ağabeyi Cemal Balıbey’le birlikte hayallerini kurdukları Özgün Yayıncılık, bu derdin bir neticesiydi. Etrafındaki öğrencileri çıkardıkları amatör dergilere omuz vererek, teşvik ederek ve yüreklendirerek desteklerdi.

Zorlukları değil, zorlukların nasıl aşılacağını anlatırdı.
Bahattin YILDIZ ağabey, nerede Allah rızası için bir çalışma yapılsa içinde yer almaya gayret etti. İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yurt içi, yurt dışı yardım organizasyonlarında gönüllü olarak hizmet etti. Kurban organizasyonlarında Balkanlar bölgesinde defalarca görev yaptı. Keşmir depremi sonrasında bölgeye ilk ulaşanlardan birisi olarak Keşmir’li Müslümanların yardımına koştu. Daha önceki cihad döneminden bölgeyi iyi tanıması, bölge insanının karakter yapısını ve dilini bilmesi birçok yardım çalışmasının daha kolay ve verimli bir şekilde yapılmasını sağladı.
Balkanlara yaptığı seyahatlerle birlikte özellikle Srebrenitsa Katliamına sessiz kalmamak ve unutturmamak için yapılan yürüyüşlere katıldı. Saraybosna’dan Srebrenitsa’ya yapılan 25 km’lik yürüyüşün en ön safında yer aldı. Binlerce insanla birlikte, farklı etnik yapılardaki köylerden geçerek Avrupa’da tekbir ve tehlil seslerini yankılandırdı.
Bu mücadeleci kişiliğinin yanı sıra, bir insandı Bahattin YIldız ağabey. Adeta bir insan güzeli idi. Tulumunu giyerek yanında çalışan ustalarından bir usta olur, ekmeğini onlarla bölüşüp yer, geceleri öğrenci evlerimizin misafiri olurdu. Dünya malı, ayağının altından geçip giderken eğilip almaya tenezzül etmeyen, mütevazi bir hayat yaşadı.
Tanıştığı herkesle iletişim kurmanın bir yolunu aradı. Gençle genç oldu, çocukla çocuk. Akademisyenlerle müzakereye oturdu. İşadamlarına nasihat etti. En ulaşılmaz, deli dolu delikanlılar, babalarının sözünü dinlemeyen gençler, Bahattin abi dediler amcaları yaşındaki adama. Ve onun nasihatini dinlediler. Gecenin bir vakti telefonla ulaştı onlara, tuttukları takım yenildiğinde damarlarına basmak için aradı. Hangi yolla bu delikanlıya bir mesaj ulaştırırım sorusuna cevap aradı yıllar boyu. Cevabını da buldu. Zaten bu cevapları yüzünden herkesin ağabeyi oldu. İzmir’den Erzurum’a, Malezya’dan Almanya’ya kadar her bölgede şimdi ondan bir iz bir eser kaldı.
Bir babaydı aynı zamanda. Beş çocuklu bir ailenin babasıydı. Bütün yoğunluğuna ve koşturmasına rağmen mesafe koymadı çocuklarıyla arasına. Onların da rahatça konuşup tartışabildiği babaları, öğretmenleri ve arkadaşları oldu.
Ömrünü Allah yolunda ve Allah Rasulü’nün örnekliği çerçevesinde yaşamaya gayret etti. Bir ayağını İzmir gibi şartları zor bir bölgeye sabitleyip, diğer ayağıyla adeta bütün bir dünyayı dolaştı. İzmir’e her yolu düşene ev sahibi oldu. Bilal Yaldızcı ağabeyimizin şehadeti, Bahattin YILDIZ ağabey’in eğitmenliğiyle birlikte adeta bir okul oldu. Her yıl Ödemiş’te Bilal Yaldızcı’nın şehadet yıldönümünde yaptığı programlarla onlarca öğrenciyi ve genci eğitti. Hayatı, bir şehid şuuruyla yaşamayı öğretti hepimize.
Mütevazi hayatının yanı sıra engin kültürel birikimi ve entelektüel seviyesiyle her tanıştığı kişinin hayranlıkla baktığı birisiydi O. Ulusal ve uluslarası olaylara getirdiği tahliller, günlük olayları okuma ve değerlendirmedeki isabetli yorumlarıyla oynanan oyunların görülmesine ve yarınlara daha sıhhatli yön verilmesine katkı sağladı.
Hayatı hep örneklikle geçti. Son noktada yine bir örneklikle tamamladı. Ticari bir kaygı için değil, seyahat etmek, gezmek, tatil yapmak için değil, tamamen Allah rızası için, yetimlere yönelik bir çalışma için çıktığı bir yolculukta, aramızdan ayrıldı.
Tüm gayreti daha adaletli, daha huzurlu ve daha yaşanır bir dünya tesis etmek için oldu. Zulme karşı durmak, mazlumun yanında olmak O’nun şiarındandı. Yeryüzünde insanlığın vicdanı olmak gerektiğini söylerdi. İnsanlığın bağrına saplanan İsrail hançerini çıkarmak için yola çıkacak gemilere yetişmekti arzusu. Bu insanlık dışı ambargonun delinmesi için yola çıkacak ekipte o da yerini alacaktı. Bu sebeple çok sevdiği Afganistan’dan acele dönmeyi planlıyordu. İnsan olmanın özelliklerini bünyesinde toplayıp özellikle yetimler için çalışmayı birinci görevi kabul ederdi. Son projesinin ismi de “Yetim Projesi” oldu. Adeta hepimize ölecekseniz, bu uğurda ölün mesajını bu kadar canlı ve diri verebilirdi. Yine mazlumların işinde koştururken, bir yetimhane inşası için arsa almak üzere gittiği Afganistan’ın Kunduz Bölgesinden Kabil’e dönerken kavuştu herşeyden daha çok sevdiğine.
Bahattin YILDIZ ağabeyimiz; bütün ömrünü, rızasını kazanmak için harcadığı Rabbi’ne doğru yola çıktı. O zaten bütün ömrünü bu yolculuğun hayaliyle yaşamıştı. Kavuşmak hayal etmekle başlar derdi. O hayal etti ve Rabbi’ne kavuştu.
 
Üst