Bir Rüya ve Yavuz Sultan Selim Han Hz.'nin Halifeliği Alması

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Yavuz Sultan Selim'in nedimlerinden Hasan Can, Tacü't-tevarîh adlı meşhur kitabın yazarı olan oğlu Hoca Saadettin Efendi'ye şunları anlatmıştır:

Yavuz Sultan Selim Hazretleri, gecelerini genellikle kitap okuyarak geçirmeyi adet edinmişti; pek az uyurdu. Çoğu zaman bana okutur kendisi dinlerdi. Tarihi baştan sona bilirdi. Bir keresinde, bu şekilde birkaç gece üst üste uykusuz kalmıştım, sonunda yorgunluktan uyuyakaldım. Padişah da gece biraz uyumuş. Sabah namazını kıldıktan sonra hizmetine koştuğumda, bana:

- Bu gece görünmedin, ne yaptın diye sordu.

- Birkaç gece uykusuz kaldığımdan bu gece gaflet galebe edip hizmetinizden mahrum oldum diyerek özür diledim.

- Pekala! Ne rüya gördün? Dedi.

- Öyle hatırda kalacak rüya görmedim diye cevap verdim!

- Bu ne sözdür? Böyle uzun geceleri hem sadece uyku ile geçir, hem de bir rüya görme! Mutlaka görmüşsündür! Söyle! Benden saklama diyerek ısrar etti. Ne kadar düşündüysem de hatırlayamadım.

- Nakli mümkün bir şey görmedim diye yemin ettim.

Mübarek başlarını hayretle iki tarafa sallayıp düşündü. Ben de "Bu ısrarla sualin sebebi nedir?" diye hayrette kaldım. Biraz sonra beni bir iş için kapı ağasının bulunduğu daireye gönderdi.

Gittiğimde Hazinedar Başı Mehmed Ağa, Vekilharç Başı Osman Ağa ve Saray Ağası Hasan Ağa'nın, hepsinin topluca bir arada oturduklarını gördüm. Saray Ağası Hasan Ağa'nın başı önünde ve gam ü kasavet içindeydi. Gerçi salih ve dindar bir kişiydi; ama bu hali, evvelkilerden pek başkaydı. Gözlerinden yaşlar aktığını da görünce, yakınlarından birinin vefat ettiğini zannettim. Kendisine:

- Ağa hazretleri! Kalbiniz kederli, gözünüz yaşlı görünüyor. Hikmeti nedir? dedim.

- Hayır! Hiçbir şey yok dedi, rüyayı benden gizledi, fakat Hazinedar Başı:

- Ağa kardeşimiz bu gece garip bir rüya görmüş, şu anda onun tesirindedir diye açıkladı. Ben:

- Allah Teala hayırlar vere! Bana da söyleyin! Zira Devletli Padişahım; Sen bu gece mutlaka rüya görmüşsündür! Niçin söylemiyorsun? diye beni azarladı. Beni sıkıştırması boşuna değildir. Ne gördünse anlat diyerek Hasan Ağa'ya ısrar etti. Söylemekten sıkılarak dedi ki:

- Benim gibi asi günahkarın, padişah huzurunda söylenmeye layık ne rüyası olabilir ki? Lütfen bana bunu teklif etme!

Biz ısrara devam ettik. Gitgide hayası artıyor ve:

- Kerem edin! Vaz geçin! diye yalvarıyordu.

Sonunda Hazinedar Başı Mehmed Ağa:

- Niçin söylemiyorsun? Daha önce söylemeğe memur olduğunu kendin açıkladın. Şimdi gizlemek hıyanet olmaz mı? deyince sırrını açıklamaya mecbur kaldı:

- Bu gece rüyamda, bu eşiğinde oturduğumuz kapıyı aceleyle vurduklarını duydum. Ne oluyor diye ileri vardım. Baktım ki kapı dışarısı biraz görünecek kadar aralanmış; ama adam sığmaz. Ne var diye baktım. Ellerinde bayraklar vardı ve silahlarını kuşanmışlardı. Harbe hazırdılar. Ellerinde birer sancak olan dört nurani kişi, kapıya yakın duruyordu. Bana: "Niye geldiğimizi bilir misin?" dedi. Ben de: "Buyurun!" dedim. "Bu gördüğün büyük kalabalık Rasulullah'ın ashabıdır. Bizi o gönderdi. Selim Han'a selam etti Hemen kalkıp gelsin, bugünden sonra Haremeyn hizmeti ona verildi" diye ferman buyurdu. Bu gördüğün dört kişi Ebu Bekir Sıddîk, Ömer bin Hattab, Osman Zinnüreyndir. Ben de Ali bin Ebî Talib'im. Git Selim Han'a benim tarafımdan bildir!" dedi ve kayboldu.

Bana dehşet gelip kendimi kaybettim. Sabaha kadar yatıp kalmışım. Hizmetçiler teheccüd zamanı, adetim olduğu halde kalkmamamı hastalığıma hamletmişler. Sabah namazını kaçırmayayım diye gelip beni uyandırmak istediklerinde, terden su içinde yattığımı görmüşler. Değiştirmek için çamaşır getirmişler. Beni ovarak uyandırdılar. Alem bana dar geldi. Aklım başıma gelince aceleyle kalktım. Namazımı kıldım; hatta zor yetiştirdim. Fakat hala benden hayret ve şaşkınlık gitmedi" dedikten sonra tekrar ağlamaya başladı. Ben de padişahın emrettiği işi görüp hemen, döndüm. Padişahın huzuruna çıktığımda o, yine rüyadan söz açıp:

-Böyle uzun gecelerde sabaha kadar uyuyup bir şey görmemen bana acayip geliyor. dedi.

Ben de:

- Padişahım! Eğer rüyayı bu Hasan kulunuz görmediyse Saray Ağası olan Hasan Ağa görmüşlerdir. Şayet emriniz olursa arz edeyim" dedim.

- Söyle! Göreyim! buyurdular.

İşittiklerimi anlatırken mübarek yüzleri kızarmaya başladı ve:

- Biz sana her zaman demez miyiz ki "Bizler bir cihete, vazifeli olmayınca hareket etmemişizdir? Ecdadımız keramet sahibi idi, içlerinde sadece biz (onlara) benzemedik " diyerek tevazu gösterdiler.

Bu rüya olayından sonra sefere çıkan Yavuz Sultan Selim, 1517 yılındaki Mısır Seferi'nden döndükten sonra. Halife III. Mütevekkil Alallah'ın İstanbul'da kendisine bıraktığı halifelik unvanını üzerine almıştır. Bu tarihten itibaren, 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırılıncaya kadar Osmanlı padişahları, dört asır boyunca İslam ümmetinin halifesi olmuşlardır.

Rabbim düştüğümüz yerden kalkmaya bizleri muvaffak etsin.


(Anlatan Merhum Şehid Bayram Ali Öztürk Hoca)
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Hey gidi Yavuz...

Allah seni medyanın kamerasına, diline, ratingin eline düşürmesin....

Kanuni'nin en güzel bir sadaka-i cariyesi de babası için yaptırdığı Yavuz Selim Camii'dir.

Avlusunda Yavuz Selim Han Hz.nin türbesi olan bu camiide kılınan namazlara dikkat edin; yolunuz düşerse...
 
K

Kaçak

Guest
Acaba aynı rüyayı Muaviyede görüp , Hz Aliye isyan bayragını çekmiş olabilirmi diye düşünmeden edemiyorum ....
 
K

Kaçak

Guest
Bir arkadaşın sorusu kafamı kurcalayıp duruyordu ....
Ridaniye muharebesi sonucu Hilafet Memlüklülerden Osmanlılara gecti ...
Olaya bardagın dolu tarafından bakmışız yıllar boyu ...
Birazda boş tarafından bakalım olmamı ...
22 ocak 1517 de kazanıldı bu savaş ...
Şöyle dersek ne mahsuru olabilir acaba ?
Yavuz Sultan Selim 21 ocakda Mevcut halifeye isyan etti ...
50 bin kişinin hayatına mal olan bu isyan neticesinde mevcut halife asılarak idam edildi ....
Bu bagi toplulugun liderliginide Yavuz Sultan Selim yaptı ?
Hoplamadan önce biraz düşünün derim :)
Selamlar ...
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Tarihi kaynaklarda da böyle anlatılıyor.....

Tarihi kaynaklar diyor ki:
1258de, Hülagü Han, Bağdat’ı alıp, Abbasi hilafetini yıkmış, halifeyi de çocukları ile birlikte öldürmüştü.
Üç sene halifesiz kalınmıştı. Bir Abbasi şehzadesi, halife olmuştu. Bundan sonraki halifelerin devlet işleriyle alakaları yoktu. Sadece din reisi idiler.

Kölemen sultanı Kansu-Gavri ile beraber Merci Dabık savaşında bulunan son halife 3. El- Mütevekkil, Osmanlının zaferi üzerine Yavuz’a teslim olmuştur. Yavuz ona gerekli hürmeti gösterip Kahire’ye iade etmişti.
Bu son Abbasi halifesi, birçok ilim, sanatkâr ve söz sahibi şahsiyetlerle İstanbul’a geldi. Mısır ve Osmanlı uleması toplanıp, halifeliğin, Yavuz Sultan Selim Hana devredilmesi kararlaştırılmış, El-Mütevekkil, sırtındaki hilati çıkarıp Yavuza giydirmiştir. (İ.H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi kronolojisi c.2, s.37)
Yavuz, halifeliği devralmayıp zor kullanarak da almış olsaydı, yine sahih olacağı aşağıdaki yazıdan anlaşılmaktadır. Şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri, İzalet-ül hafa kitabında halife seçiminin dört türlü olduğunu bildirip dördüncüsünü şöyle anlatmaktadır:
(Birinin güç kullanarak, halifeliği zorla elde etmesidir. Bu da iki türlü olur:
Halifeliği zorla alan kimse, ya halifeliğe layıktır veya değildir.
Halifeliğe layık olmayanın da dine uygun olan emirlerine uyulur. Abdülmelikin halifeliği böyle idi. Bunlara da beyat edilince meşru halife oldular.) [Redd-ül Muhtar, Hadika]



ALLAHA EMANET OLUN
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Mehmet Kırkıncı Hocaefendi'de böyle yorumlamış Mısır Seferini...

Safevilerle Memluklerin ittifak etmelerinin Osmanlı devleti için büyük bir sıkıntı olacağını çok iyi bilen Yavuz Sultan Selim, akıllı, devlet idaresinde çok tecrübeli bir kişi ve örnek bir lider olan Memluk Sultanı Gavri’ye dostluğunu bildiren nameler yazmış, hâlife ile Memluk beylerine en kıymetli hediyeler göndermiş ve böylece onların Safevilerle ittifak etmelerine bir süre de olsa engel olmuştu. Ancak, daha sonra Kansu Gavri Halep’e gelerek Şah İsmail ile anlaşma yapmış ve Osmanlı devletine karşı ittifak etmişlerdir.
Haberi alan Yavuz Selim, Mısır Sultanına mektup göndererek Şah İsmail’in üzerine gideceğini, kendisinden Hâlep’ten Mısır’a geri dönmesini rica etti ise de Gavri, Yavuz’un bu teklifini reddetti. Zaten Mısır Sultanları eskiden beri Osmanlı devletine karşı düşmanca bir tavır sergiliyorlardı. Cem Sultan meselesi ortaya çıktığında da Papa’ya defalarca müracaat ederek Osmanlılara karşı ittifak teklifinde bulunmuşlardı.
Yavuz, İttihad-ı İslam yolunda kendisine mani olmak isteyen bir İslam hükümdarına karşı ne yapmak lazım geldiğini ulemadan sorar. Başta Zembilli Ali Efendi olmak üzere bütün ulemanın; “Şah İsmail ile hareket ederek peygamber hükmüne ve şeriata düşmanlık eden Memluklar üzerine yürümek farz olmuştur.” fetvasıyla, Sünni bir İslam devleti olan ve aynı zamanda Abbasi hâlifesini himaye eden Memluklara karşı Mısır Seferine çıkmaya karar verir ve hareket için askerin Kayseri’de toplanmasını emreder. Fatih Sultan Mehmed Han da Mısır’a sefer yapmak üzere iken Gebze yakınlarında hastalanıp vefat etmiş ve sefer yapılamamıştı.
Memluk Sultanı, Yavuz’un kardeşi Şehzâde Ahmed’in oğlu Kasım Çelebi’yi kendi tarafına almıştı. Kasım Çelebi, Mercidabık’ta maiyetiyle beraber Memluk ordugahında bulunmuş, Kahire’ye gelerek yeni hükümdar Tomanbay’ın hizmetine girmiş ve daha sonra da Memluklarla beraber Kahire’de bulunan Osmanlı askerlerinin öldürülmesine iştirak etmişti.
Sultan Selim Şam’dan Kudüs-i Şerif’e geldi, şehir sultanın gelişini tes’id için kandillerle donatılmıştı. Mescid-i Aksa’yı ve mübarek makamları ziyaret eden padişah mescitte şükür namazı eda etti ve bu mukaddes beldedeki peygamber kabirlerini ziyaret ederek bu mübarek mekânlarda dua ve niyazlarda bulundu. Buradan Gazze’ye geçen Selim Han orada bulunan ve şehri fetheden vezir-i azam Sinan Paşa tarafından istikbal edildi. Gazze’nin alınmasından dolayı orduyu tebrik eden padişah, çölü geçmek için gereken hazırlıkların yapılmasını ve öncü kuvvetlerin bu geçişte ehemmiyeti olan noktaları tutmasını irade etti. Bir gece birkaç mahremi ile birlikte Hâlilü’r-Rahman’a giderek Hz. İbrahim’in (a.s) kabrini ziyaret etti
İslam'ı tek bir bayrak altında toplamak gayesiyle Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arazide mola verdiğinde Yavuz Sultan Selim'in bütün askerlerin heybelerini arattığını ve hiçbirinde meyve cinsinden bir şey çıkmaması üzerine ellerini ulu dergâha kaldırarak: "Allah’ım, sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lütfettin. Eğer askerimin içinden tek bir kişi, sahibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım Mısır seferinden vazgeçerdim.” der. Sonra Yeniçeri Ağası’na dönerek şöyle der: “Çünkü ağa! Haram yiyen bir ordu ile fetih mümkün olmaz.”
İşte Yavuz Selim’in imanlı, bahtiyar, âlicenap, hamiyetli ve kahraman askerleri… Yavuz Selim, daha tahta çıkmadan evvel, genç ve aydın bir rahip olan ve Katolik Kilisesi aleyhine çalışmalar yürüten Luther’i büyük bir hassasiyetle takip ediyordu. Luther, kiliselerdeki ayinlerin kadim putperestlikten izler taşıdığı ve bunun dine ihanet ve hakaret olduğunu iddia ediyordu. Rahibin bu faaliyetleri uzun vadede Kilisenin bölünmesine sebep olacağından, onun maddi ve manevi yönden desteklenmesini istiyordu.
Memluk Sultanı Kansu Gavri ordusuyla Halep’ten çıkarak Mercidabık’a gelmiş ve karargahını kurmuştu. Kansu, Yavuz Selim’e gönderdiği son mektubunda Halep’e gelmesinin kendi elinde olmayıp ümerasının ısrarıyla olduğunu beyan edip özür diliyordu. Ancak artık çok geçti. Yavuz Selim daha önce de Dulkadiroğlu Beyi Alaüddevle’nin yaklaşık elli yıldan beri devam eden hile ve gaddarlıklarına son vermiş, böylece Türkmen ocaklarının aşına zehir katanları perişan etmişti.
Denizlerin ve karaların hakanı olan padişah, muhabbet ve dostluk iddiasında bulunan, ancak bazı “zındık taifesinin” gerçek dışı haberlerine aldanarak, kendisine başkaldıran Çerkezlerin lideri Sultan Kansu Gavri’nin hükümdarlığına son vermek için sefere çıkmıştı.
24 Ağustos 1516 tarihinde vuku bulan ve Mercidabık muharebesi olarak bilinen savaşta Kansı Gavri’nin ordusu mağlup olmuş ve Abbasi Hâlifesi III. Müvekkil de esir olmuştu. Yavuz Sultan Selim, halifelik makamına vermiş olduğu ehemmiyetten dolayı kendisini mahcup etmemek için, ona, Kansu Gavri’nin yanında harbe niçin iştirak ettiğini sormamış, son derece hürmetkâr davranmış ve kendisini himaye ederek Mısır’a göndermiştir.
III. Mütevekkil’in; “Hilafet Kureyştedir,” hadisini hatırlatması üzerine Yavuz Selim: “Tarihî şartların gerektirdiği durumlarda, hilafete ehil bir Kureyşlinin bulunmadığı zamanlarda, başka milletlerden ehil olan kimselerin, onlara vekaleten hilafeti üstlenebileceklerini” söyler. Halife, Yavuz’un bu fikrine karşı çıkamaz, Hâlifeliği derhâl Yavuz’a devreder ve 29 Ağustos 1516 günü Cuma namazından önce hâlifeliğin Osmanlılara geçtiğini resmen ilan eder. Artık hilafet bayrağı Osmanlılara geçmiştir. Bundan sonra Yavuz Sultan Selim’in bir unvanı da halife-i ruy-ı zemin, yani ‘yeryüzünün halifesi’ olacaktır.




ALLAHA EMANET OLUN
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ashab arasındaki meseleleri, onlara yaklaşım ölçümüzü (Hak olan bakış şeklini) zaten defalarca yazdık. Okumayan ya da okuyup da bildiğini okuyanın kendi bileceği iştir. Elbette kişinin ben Ehli Sünnete uymak istemiyorum deme ve yapma iradesinde serbestlik vardır. Allah Teala o fırsatı, irade serbestiyesini bütün kullarına vermiş zaten. Sonucunda sorumluluk sahibiyiz.

Yavuz Sultan Selim Han'ın hilafeti ve emanetleri devralması bahsinde dahi Ashab-ı Kiramı, olumsuz bir çağrışımla anmanız, ne denli hastalandığınızın ve mahrum kaldığınızın bir işareti olsa gerek. Bu bağlamda Allah şifa versin demekle yetiniyoruz.

Yavuz Sultan Selim Han'ın hilafeti almasına devrinin ve sonraki zamanların ulema ve meşayıhı tabi olup güzel görmüşse; elbette onu Allah ve Resulü de güzel görmüştür. Tersinden de bakabilirsiniz: Allah ve Resulü, Hilafetin Osmanlıya geçmesinden razı olduğundan dolayı, ulema ve meşayıh da severek onlara baş göz üstüne demişlerdir. Biz de ulema ve meşayıhın güzel gördüğünü güzel görüyor; başta Ashab-ı Kiram, Tabiin ve Tebei Tabiin olmak üzere; bütün geçmişlerimize imam ve ulemamıza, Meşayıhımıza, İslam'a ve Müslümanlara hizmet eden bütün ceddimize ve geçmiş bütün Müslümanlara minnettarız ve Allah Teala hepsinden razı olsun diyerek makamlarını sırlarını kudsileştirsin, derecelerini daha da yüce eylesin diye onlar hakkında güzel ifadelerimizi acizane belirtiyoruz.
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Bir arkadaşın sorusu kafamı kurcalayıp duruyordu ....
Ridaniye muharebesi sonucu Hilafet Memlüklülerden Osmanlılara gecti ...
Olaya bardagın dolu tarafından bakmışız yıllar boyu ...
Birazda boş tarafından bakalım olmamı ...
22 ocak 1517 de kazanıldı bu savaş ...
Şöyle dersek ne mahsuru olabilir acaba ?
Yavuz Sultan Selim 21 ocakda Mevcut halifeye isyan etti ...
50 bin kişinin hayatına mal olan bu isyan neticesinde mevcut halife asılarak idam edildi ....
Bu bagi toplulugun liderliginide Yavuz Sultan Selim yaptı ?
Hoplamadan önce biraz düşünün derim :)
Selamlar ...

Abi bakalım da bir şey kafama takılıyor; o devirde halifeliğin durumu nicedir peki?

Yanlış hatırlamıyorsam; halifelik sadece görünürde var o dönemde.

Ve Yavuz Sultan Selim'in halifelikte gözü var mıydı, bunu bilmiyorum ?

Kendisini hadim ilan etmiş bir padişahtan bahsediyoruz.

Ve çıkan savaş ya da oraya yapılan seferlerin amacı "Halifelik" makamına yerleşmek için olamaz.

Belki de şunu araştırmalıyız; tamam Yavuz Sultan Selim dönemin halifesine karşı isyan yaptı; ama neden? O dönemde halifelik ne durumdaydı?
 
K

Kaçak

Guest
Sıkıntı aslında Yavuzun veya bir başkasının hilafeti alıp almaması degil acizane ...
Hilafet dedigimiz şey nedir ki , gidip alınıp gelinir ?
5 sandık kutsal emanetmi ?
Veya pembe incili kaftan ?
Veya çatal agızlı bir kılıncmı ?
Nedir ki , gidip alıp gelebiliyorsun ?
Veya soruyu tersinden soralım ?
Ataturk hilafeti kaldırdı deriz dimi ...
Bir odayamı hapsetti , benzin döküp yaktımı ?
40 parcaya ayırıp , İstanbulun kırk surundan denizemi attı ?
Şunu desek , öyle alınan şey böyle kaldırılır ...
Hilafet nedir yahu ?
Gücü elinde tutanın , gücüne güc katacak bir ünvanmı yoksa ?
Şimdi dönelim soralım bakalım ...
Raşid dedigimiz , yücelttigimiz gercek halife kabul ettigimiz o 4 kişinin hilafeti almasına ?
Nasıldı hilafet , ve nasıl oturulurdu o makama ?
Şİmdi de bakalım ...
Yavuzun , Muaviyenin ve dahi digerlerinin hilafeti almalarını süsleyip , püsleyip sundugumuzda ...
İşin aslı itibariyle kimi küçültüyoruz ?
Birilerine ayıp etmiyormuyuz ?
Yazık etmiyormuyuz ?
Uygulamalarını hiçe saymıyormuyuz ?
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Hilafet deyince beni aklıma, İslam çatısı geliyor...

Her yönüyle, birleştiren, uzlaştıran bir çatı.

Bu çatı ne zamanki sallanmaya başladı, o zaman artık kaldırıldı.

Bu konularda derin bilgilerim yok abi, yüzeysel yorumlar işe yaramaz...

İnşaAllah sorularının cevabını bulursun...

Selamlar...
 
Üst