BiR MoR MeNeKŞe

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği
iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi
kokarlardı. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever
menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez
yapığını anlatmıştı onlara. Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...
- "Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?"
diye düşündü, durdu Hande...
Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden
farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar
güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli
olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye
başladı.
İlk, kimsenin yanına oturmak ği, "Hacer'in yanına oturmak istiyorum
öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı.
Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer, çok
dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi.
Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı... Öğretmen, pek oturtmak
istemedi önce Hacer'in yanına Hande'yi...
Hande, ısrar ediyordu Hacer'in yanına oturmak istiyordu. Daha sonra
bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande'nin annesini çağırdı. Annesi
eve geldiklerinde Hande'ye sordu:
- "Neden yavrum Hacer'in yanına oturmak istiyorsun?"
Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o
gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi
sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacer'in yanına kimse oturmak
istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.Belki, Hacer de güzeldir,onu fark
etmek istiyorum." dedi.
Hande'nin annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının
olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.
Pazartesi, Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi,
hem Hacer... Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu
Hande'den. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan
fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?
Doktor Cemal bey'in kızı Esin idi en çok alınan...Anne babaları her hafta
sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl
olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi? Çok gururu
kırılmıştı Esin'in... Hande ile konuşmuyordu.
Bir gün, Hande ve ailesi, Esinler'le dağ köylerinden birinde
gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler..
Hande, gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.
İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının
bozulmasına sebeb olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi
iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?
Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı
diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacer'in kimsenin bilmediği güzelliklerini
keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.
Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu.
Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz dolaşmak
için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş
ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande kar'ı çok
seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti...
Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti.
Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım
attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi.
Hande'ye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz
mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun
sobası her yeri ısıtmıştı. "menekşeler" diyebildi
sadece Hande, "bu soğukta???"
Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta
yatan kadını fark etti Hande.
- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben
bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama
tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek
vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o
yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum."
Hande'nin gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş
olmalıydı... Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu... Bir müddet
sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını...
Hacerler'e gidip Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.
Hande, annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlıyarak. "Bir şeyler yapalım
anne"dedi...
O hafta, annesi ve Hande, Hacerler'e gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine
taşıdılar... Hacer, artık Handeler'den okula gidip geliyordu.
Ne dağınıktı, ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu...
Seneler geçti... Hacer ve Hande bir arkadaş değil, bir kızkardeşlerdi
artık...
Mor menekşeler Handey'e Hacer'i armağan etmişti... Hacer'e ise; hem
Hande'yi, hem hayatı...
Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi bir doktor...
Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Hastalarına vicdanı ile
birlikte şifa dağıtıyor...Hande ise; bir öğretmen...Çocuklara farklı olan
şeyleri sevmeyi de öğretiyor... Bir kızı var.
Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande. Hacer Menekşe,
teyzesi Hacer'i çok seviyor ve annesine teyzesi için hegün teşekkür
ediyor...
SEVGİNİZE KESİNLİKLE ÖNYARGI SOKMAYIN. DAİMA KARŞINIZDAKİNİ DİNLEYİN...
GÖRECEKSİNİZ Kİ ÖNYARGISIZ BİR ŞEKİLDE YAKLAŞIRSANIZ,YORUMLARINIZ DAİMA
İSABETLİ OLACAKTIR...
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.... SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP
AYNIDIR...
__._
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
YALNIZ ADAM ve KIRLANGIÇ

Karlı bir kış günüymüş...
Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç,
yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip
gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onun
içeri girmesine müsade etmesini istemiş.

Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam,
git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da
kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla
kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"

Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,
rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı
daha başka düşünceler sarmış,
kırlangıcın arkadaşlığını
geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş...

"Keşke kuşu içeri alsaydım.
Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş
oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır,
cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş.

Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,
etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç
oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.
Ama görememiş zavallı kırlangıcı...

Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...
Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;
yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar
açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.

Onun hevesle havada uçan kuşlara
baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince
hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan
sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunu
bilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş
ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...

***

Dikkatli olun...
Farkında olun...
Kendinize bir sorun...
Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız?

Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar
size sunulan bir dostluğu?

Hayatta bazı fırsatlar vardır ki,
sadece birkez karşımıza çıkar,
değerini bilemezsek kaçıp giderler.
Ve asla geri gelmezler.... :((


bu hikayeyi her okuyuşumda . . . . .
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Gürültü patırtının ortasında sessizce, sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur var. Sakın bunu unutma...

Herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma...

İçten ol, telaşsız anlat... Kısa, açık ve net konuş... Başkalarına kulak ver...Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız yaptığın planların değil, başardıklarının da tadını çıkar...

Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen. Hayattaki dayanağın işindir, unutma. Sevebileceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol... Sevmiyorsan eğer, sever gibi yapma... Çevrene ve tanıdıklarına önerilerde bulun, fakat asla hükmetmeye kalkma...İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın sevgi konusunda yüzyıllardır öğrenebildiği, bir kumsaldaki kum taneciği bile değildir.

Aşka sakın burun kıvırma...Aşk nedir? Çöl ortasında yemyeşil bahçedir. O bahçeye bakmayı hak etmiş bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli ilgiye, yardıma, bakıma, sevgiye ihtiyacı olduğunu unutma.

Hayatta kaybedebilirsin. Kaybetmeyi ahlaksızca bir kazanca tercih et. Birincisinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki; o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.

Yıllar geçiyor, geçecek... Yılların geçmesine öfkelenme...Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremiyorsan, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra kendini tutamayabilirsin. Yüreğini isyana kaptırabilirsin... Fakat unutma, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol...

Annenin seni doğurduğu saatleri hatırlıyor musun?

Sen ağlarken herkes sevinçle gülüyordu.

Öyle bir ömür geçir ki, sen öldüğünde herkes ağlasın...

Sabırlı, sevecen ol, erdemini yitirme...

Önünde sonunda sahip olduğun tek servet yine kendinsin.

Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Kum ve Tas

Bu hikayede iki arkadasin çölde yürüdüğünü anlatır.
Yolculugun bir noktasında bir tartışma olur ve biri diğerine tokat atar.
Tokadi yiyenin canı acır ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar:

"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BENİ TOKATLADI"

Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadi yiyen bataklığa saplanır ve boğulmak üzereyken arkadaşı kurtarır. Yarı boğulmadan kurtulduktan hemen sonra bir taşa şöyle yazar:

"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI"

Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar:

"Canını acıttığımda kuma yazdın , neden şimdi taşa ?

" Diğeri cevaplar: "Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı silebilsin, ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız hiç bir rüzgar silemesin.

ACILARINIZI KUMA VE İYİLİKLERİ TAŞA YAZMAYI ÖĞRENİN

Özel bir kimseyi bulmak bir dakika alır , unutmak ise bir ömür.

Bu mesaji hic unutmayacağınız kimselere gönderin. Bu onları hiç unutmayacağınızı bildiren bir mesajdir. Eğer yollamazsanız bu telas içinde olduğunuzu ve onları unuttugunuzu gosterir.

Yasamak icin zaman ayirin
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
MaSKe

Ne zaman tuvalet masasında makyajını temizleyen bir kadın görsem maskeler üşüşür aklıma... Boyalı çehreyi yalayan her bir pamuk topağının, gün boyu gerçek yüzü saklayan kalın maskeden bir parça kopardığını düşünürüm. Temizlik bittiğinde göz altlarında ince yarıklar halinde nemli kırışıklıklar gülümser; kaşlar silikleşir, kirpikler kısalır. Yüz, maskesinden soyunmuştur artık... sahibinin yaşını, ruhunu ele verir... ta ki ertesi sabah yeniden giyinene kadar...
* * *
Amerika'nin sevilen haber spikeri Leslie Mouton kansere yakalanıp saçları dökülünce ekrana perukla çıkmaya başlamıştı. Geçen cuma, stüdyo öncesi makyaj yaparken "Her şeyden haberdar etmeye söz verdiğim izleyicilerimden kendimi gizlemeye hakkım yok" diye düşündü ve o gece peruğunu takmamaya karar verdi. Kanal yöneticileri seyircinin tepkisinden çekindi önce, ama sonra kabullendiler. Jenerik döndü, yayın başladı ve 36 yaşındaki Mouton bu kez saçsız gülümsedi seyircilerine; "İşte bu benim gerçeğim, ben artık kelim ve bunu kabullenmeye karar verdim" dedi. Yayın bittiğinde kanala çiçek yağıyordu. Hayranlarının, ona güveni bir kat daha artmıştı.
* * *
Zavallı soyumuz, kim bilir kaç nesildir "maskeli balo"da gibi yaşıyor gündelik hayatını... Bedenimizin, aklımızın en yalın hallerinde binbir örtü... Iki yüzlülüğün atölyelerinde kalıba dökülen maskeler, mekana ve ihtiyaca göre seçilip takılıyor. En gülünesi halleri ciddiye almamıza, en saçma konuşmaları alkışlamamıza, sıkça tribünlere oynamamıza yarıyor. Küfretmek istediklerimize iltifat ediyor, kendimizi beğendirmek için rolden role giriyor, bu yorucu oyunun perdesi kapanınca da yatağa girerken maskemizi çıkarıp başucumuza asıyoruz. Kimsenin karşısındakinin gerçek yüzünü bilmediği ya da bilip de bilmezden geldiği bu karnaval nicedir sürüp gidiyor.
* * *
Sosyal antropolog Ahmet Göngören "Kimlik Bulmacası İçin Kılavuz" kitabında (Patika, 1999) "İlkel toplumlarda maske sadece ayinlerde kullanılır, diğer günlerde duvara asılır, gelecek ayine kadar titizlikle saklanırdı" diyor; "Oysa günümüz toplumunda maske sürekli takılıyor, ancak pek özel anlarda çıkarılıyor. Çünkü ayinsel gösteri kesintisiz biçimde sürüyor".

Acaba şimdi, atalarımızın yaptığının tersine, yılın bir günü maskelerimizi çıkarıp duvara asmayı ve gösteriye ara verip çoktan defnedilmiş hakikatın anısına, örtülerinden arınmış bir ayin düzenlemeyi becerebilir miyiz?

Doğruyu yalandan ayırt etmenin tamamen imkansızlaştığı bu gayya kuyusunda, herkesin kendini bütün yalınlığıyla sergilediği, içinden geleni söylediği bir samimiyet karnavalında buluşabilir miyiz?

O gün renkli perukları, şaşaalı nutukları, sembolik urbaları, süsleri, takıları, boyaları, rolleri, tavırları, yalanları 24 saat için bir kenara bırakmayı, en tabii, en samimi, en derbeder halimizle ortaya çıkmayı göze alabilir miyiz?

Tek bir gün için olsun, aşkımızı veya nefretimizi önünü ardını hesaplamadan itiraf edip, ikiyüzlülüğün maskesini düşürebilir miyiz?

Gülen masklar, ağlayan masklar, otoriter masklar, şarlatan masklar duvarlara asıldığında ve ruhların asıl çehreleri ortalığa saçıldığında kaç heykel yıkılır, kaçı sağlam kalırdı acaba?

Peki biz o ebedi maskeli balonun 24 saatlik antraktında, çoktan yitirdiğimiz kendi saflığımızı da bulabilir miydik?
* * *
Ya ertesi gün?..
Öylesi bir yüzleşmenin ertesi günü kaçımız ilişkimizi kaldığımız yerden sürdürebilirdik acaba?.. Kaçımız riyasız yeni bir hayata başlayabilirdik?
Bu gece makyajınızı temizlerken ya da makyajını temizleyen birini gözlerken düşünün bunu...
Aman sabah maskenizi takmayı unutmayın!


Can Dündar

:whistling[1]: :whistling[1]: :confused1[1]: :confused1[1]:
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Müsait Olunca Beni Severmisin.

Kapidan içeri girer girmez neseyle bagirdi: 'Anne biliyormusun bugün yuvada ne oldu? ' 'Görmüyor musun? Telefonla konusuyorum.' Hiç kimsenin sevdigi sey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babasi arabayi seviyordu. Hersey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu oldugunda. Bir de eve misafir gelecek oldumu kendisine hiç yer kalmiyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapatti telefonu. Mutfaktan tencere kasik sesleri geliyordu. Kosarak yanina gitti. 'Sana yardIm edeyim mi? ' dedi en sevimli halini takinarak. Annesi manali manali bakti. 'Hayirdir. Bir yaramazlik filan. Bak bir de seninle ugrasmayayim. Çok yorgunum zaten.' Yorgunluk nasil bir seydi. Bazen elinde oyuncagiyla uykuya daldiginda anneannesi oyuncagi yavasça elinden alir 'Nasil yorulmus yavrucak. Uykunun gül kokulu kollari sarsin seni' diyerek alnina bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eger, ne diye annesi kendisiyle böyle kizgin kizgin konusuyordu. 'Annecigim yoruldugun zaman gül kokulu uykulara dalarsin. Anneannem öyle söylüyor.' 'Uykuya dalayim da gül kokulari kusur kalsin. Yorgunluktan ölüyorum.' Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun oldugumdan. Böyle yorgun yorgunken... 'Annecigim sen yorulma diye...' 'Yemekte konusuruz çocugum. Bankada isler yetismedi.Baban gelene kadar bunlari bitirmem lazim. Hadi sen oyna biraz.' 'Hani siz yoruluyorsunuz ya...' 'Eeee....' 'Ben de oynamaktan yoruluyorum.' 'Ne yapayim? ' 'Bilmem...' Yapilmamasi gerekenleri biliyordu da büyükler, yapilmasi gerekenleri hiç bilmiyorlardi. Isiklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye basladi.'Mum da yok' diye diye karistirdi dolaplari el yordami. Çocuk sirtüstü yatip, anneannesinin köyünü düsündü. Gaz lambasinin isiginda deli tavsan masalini anlatisini. Deli tavsanin duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birlestirip isaret parmaklarini yukari kaldirarak tavsan kafasi yapti. 'bak deli tavsan' diyerek parmaklarini oynatti. Yoldan gecen arabalarin farlari duvardaki tavsana yol açti. Tavsan alabildigine hür dolasti sagda solda. Otlarla kuslarla konustu. Sonra yorgun düstü. Duvardaki görüntü o minik avuçlarin açilmasiyla kayboldu. Kolu yavasça kanepeden asagi sarkti. Neden sonra isiklar geldi. Kadin çocugun hiç konusmadigini akil etti birden. Kanepeye kostu. Küçücük dizlerini karnina dogru çekerek uykuya dalmisti. Masanin üstündeki dosyalara bakti igrenerek. Dindirilmez bir pismanlik doldurdu içini. Uyandirmaktan korka korka küçük alnina bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bu öpücügü bekliyormusçasina 'Isin bitince beni sever misin anne? ' dedi. Kadin, sevilmek için randevu alan çocuguna bakarak sabaha kadar agladi.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
SEDEF ÇİÇEĞİ

Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı.
Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice
çukurlaşmış
gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu
etrafını...Ve
Hakimin
tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına
verdi,
hakim...
"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?"

Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle
ağzını
aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...

"Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."

Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda...
Sessizlik
bu
tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla
bozuldu,
kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...
Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler
diyecekti..Herkes
onu
dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu...Ve devam etti...

"Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim...O bilmez...50
yıl
önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım
bir
yaprağı
tohumlamıştım, öyle büyüttüm..Yavrumuz olmadı, onları yavrum
bildim...Bir
süre sonra çiçek
kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş
açmadan önce
bir
tas suyla suluysam onu diye...İyi gelirmiş dedilerdi...50 yıl oldu,
bu herif
bir
gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayım demedi... Taki
geçen
geceye
kadar...o gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım...Ben böyle bir adamla
50 yıl
geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim...Ondan hiçbir şey
göremedim..Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini
yapmasını
bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim, yaşlı adama dönerek ;

"Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar
suçlanmış
olmanın
utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.

"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım, o
bahçenin
görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de
orada
tanıdım...Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim...O
çiçeklerle doludur bahçesi...Kokusuna taptığım perişan eder
yüreğimi...İlk
Evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime
götürdüm...
Hekim
çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir
dedi..Her
gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek
dinlemedi, bizim
hatun...lafım gedmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek
kurudu...Ben ona
gece
sularsan geçer dedim..Adak dilettim...Her gece onu uyandırdım. Ve onu
seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken
seyrettim...Her gece o çiçek ben oldum...Sanki...Ona bu yüzden
tapabilirdim..."
dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

"Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu
boşalttım...
Sedef
gece sulanmayı sevmez, hakim bey..Geçen gece de... Yaşlılık.. Ben
de
uyanamadım.. Uyandıramadım...Çiçek susuz kalırdı amma , kadınımın
boynu yine
azabilirdi... Suçlandım..Sesimi çıkartamadım..."
O an Mahkeme salonunda her şey sustu
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE

Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.
Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil
politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum.
Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha
değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.
Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona sessiz zamanlar da tanı. Gökyüzündeki kuşların,
güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi
gizemini düşünebileceği.
Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde
dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.
Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü
vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin
eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini
öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini.
Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir
zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer
kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret.
Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun. Bırak cesur olacak kadar
sabrı olsun.
Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece
insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır.
Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım.
O, ne kadar iyi, küçük bir insan.Oğlum.


Abraham Lincoln
 

Hanne

Doçent
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
1,366
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Kardeşim nerden buluyorsun böyle güzel yazıları ...Çok güzeller ya...:D

Emeğine sağlık....
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
SEVGİ

Dünyadaki en güzel şey temiz bir sevgi

Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yordamı ile otobüse binmişti.

Şoför : -Soldan üçüncü sıra boş hanımefendi, dedi.

Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir hava subayı idi.

Bundan birkaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti.

Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti.

Asla karısını yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti.

Günler geçiyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu.

Eşinin bu içine kapanık,karamsar hali kocayı çok üzüyordu.

Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu, karısı günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu.

Bütün gün düşündü koca nasıl yardım edebilirim güzeller güzeli eşime.

Birden aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti.

Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu aştı.

Karısı dehşetle gözlerini aştı. - Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı.

Kocası ona destek olacağını her sabah işe onu kendisinin bırakacağını ve akşam alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi.

Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu.

Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu.

Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi karısı eskisinden biraz daha iyiydi.

Fakat kocası daha fazlasını istiyordu , kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti.

Akşam karısına: - Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi,. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi.

Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.

Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu.

Günler günleri kovaladı hiçbir problem yoktu.

Yine bir gün otobüse binerken, şoför : - Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi.

Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, neden , diye sordu.

Şoför, - Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir hava subayı genç adam otobüse biniyor

ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil

ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor

siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor , dedi.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
ANNEME İTHAFEN
Herkes unutsa da o unutmaz seni: Ölsen de, kalsan da, gitsen de, kaybolsan da. Kimse kalmasa da seni seven, süreklidir onun sevgisi:

Kırsan da, incitsen de.

Herkes sildiğinde bile, kalın ve büyük harflerle yazılıdır ismin onun kalbinde.

Herkes gittiğinde bile, yanındadır, ya bedeni, ya ruhu ile.

Herkes düşmanın olduğunda da savunur seni, herkes dalkavuğun kesildiğinde de vurur yüzüne hatalarını.

Unutsan da unutmaz, gitsen de kalır seninle.

Silsen de ismini, ismin onun gözünde yazılıdır.

Düşman olsan bile, dosttur sana.

Yabancılaştığında herkes ve her şey sana, o en yakınındır. Çaresiz kaldığında, çarendir, sırf varlığı ile. Elin boşta kaldığında elini tutandır, gözlerin yaşardığında ağlayacağın bir omuzdur o.

Cisimleşmiş rahmet, somutlaşmış şefkattir.

Babasının kızıyken ne olursa olsun, senin annenken budur. Annesi olmadığı biri için kim olursa olsun, ne kadar kötü, ne kadar unutkan, ne kadar vefasız, ne kadar nankör olursa olsun, senin annen olarak budur.

Budur, hayatı kolaylaştıran, hayata alıştıran, hayatı sevdiren.

Budur, ayaklarının üstünde 'day day' durduran, ilk adımı attıran, ilk kelimeyi söyleten.

Evi ev yapan, memleketi memleket.

Yanındayken, kıymeti bilinmeyenler listesindedir. İsmini oradan çıkarmak için, önce senin evden çıkman gerek. Önce 'day day' duramayıp düşmen, yaralanman gerek. Önce kaybolman, ağlayarak kucağına varman gerek.

Sonra düşünmen, hissetmen gerek.

O rahmeti, şefkati; o, anneleştiğinde melekleşen insanı tanıman gerek.

Maddeleşmişsen mânâya, anlamsızlaşmışsan anlama, hayvanlaşmışsan insana, yokluğa yakınlaşmışsan varlığa yanaşman gerek.

Hissettikten ve anladıktan sonra söylemen gerek:

Seni seviyorum anneciğim
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
EVİME MEKTUP

Bana, neden susuyorsun, diyorsun anne? Ya ne bekliyorsun? Ben seninle konuştukça varım anne, seninle yaşıyorum. Buralarda, sen yoksun ki yanımda anne! Kiminle konuşayım , kime güveneyim, kime ağlayayım? Kısacası, eskisi gibi konuşmamı bekleme anne ben, oralarda susmaya alıştım, sana ancak yazmaya alıştım!


Seni, babamı, evimi, odamı, balkonumdan izlediğim mehtabı, komşularımı zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız ikindi çaylarını özlüyorum anne.Benim haklı olduğumu bildiğin halde; sırf kendimi savunmayı, tartışma ortamında nasıl konuşmam gerektiğini öğrenebilmem için, muhalefet olup damarıma basmanı özlüyorum anne.


Anne! Hani hep odamda durmak isterdim ve şu teybi, radyoyu hiç kapatmazdım. Sen de bana,
bari sesini kıs, derdin hatırlıyor musun? Nasıl unutursun ki? Ben, müzik nedir, öğrendiğimden beri, senin bu cümleyi söylemekten dilinde tüy bitti. Şaşıracaksın anne ama, şimdilerde o şarkıları, o sesleri duymak dahi istemiyorum. Çünkü sen yoksun anne. Çünkü bana kimse sesini kıs demiyor anne. Sensiz onun bile tadı çıkmıyor anne.


İlk okuldan beri okuldan gelince önlüğümüzü asmamızı isterdin anne. Sonra o cümle, formalarınızı asın, oldu. Yani artık büyümüş forma giyiyordum. Önlük çağını geçmiştim ama hala dağınıktım. Sen görmüyorsun ama, burada öyle topluyum ki, şaşıp kalırsın anne. Neden
mi? Çünkü sen yoksun anne. Ben formamı assam da, asmasam da, sen kapıdan içeri girip ‘’A benim büyümeyen bebeğim, bu gidişle evde kalacaksın’’ demiyorsun. Yani onları da dağıtmanın bir tadı kalmadı anne.


Neden ders çalışmam gerektiğinin idrakına vardığımdan beri, oturup adam akıllı ders çalışmaya başladığımdan beri; sen yine bana destektin anne. Çalışmaktan sıkıldığımı nereden anladığını bilmem ama, artık tam ders başından kalkmayı düşünmeye başladığım an, çayın kokusu burnumda tütmeye başladığı an, sen gelirdin odama elinde her zamanki kocaman fincanımda çay ve bir tabak da çerez ile. Ama en güzeli de neydi biliyor musun; yüzündeki o tatlı gülümseme.


Eeee… diyeceksin, sanki sen oralarda çay içmiyor musun? Doğrusunu istersen içiyorum bir şeyler ama, ne içtiğimi anlamıyorum anne. Güya canım çay çekiyor ders çalışırken. Kalkıp fincanıma çay demliyorum. Önce iki şeker atıyorum. Bir yudum içiyorum, acı geliyor. Herhalde demli olmuş diyorum. İ ki şeker daha daha atıyorum acısı gitsin diye. Yine bir yudum içiyorum. Yine acı geliyor. Derken iki tane daha bir tane daha şeker… Çayın içinde şeker mi, şekerin içinde çay mı, belli olmuyor. Tabii ben her attığım şekerden sonra tadına bakarken, çay bitiyor. Kısacası o bir fincan çay da bana eziyet oluyor. Hepsinin sonunda, senin çayının tadını bulamıyorum anne. Kısacası burada çayların da tadı kaçtı anne.


Çayımı vermek için odama geldiğinde, yerde çalışıyorsam; ‘’Altına minder al kızım, üşüteceksin. ‘’Ya da cam kenarında masamda çalışıyorsam ‘’Omzuna hırka bari koy kızım, tam camın yanındasın, omuzların tutulacak.’’ Demeden çıkmazdın. Ben de sana her defasında ‘’Amaaan! Anne üşümüyorum ki! Bir şey olmaz.’’ Diye yanıt verirdim.Şimdi diyorum ki, ne olurmuş yani altıma uzandığım yerden bir minder alsaymışım ya da omzuma bir şal atsaymışım da senin de gönlünü yapmış olsaydım. Bak anne, şimdi istediğim yerde, istediğim şekilde çalışayım. Hiç karışmıyorsun. Ya da mesafeler buna izin vermiyor. Ama bu sefer de üzüldüğünü hissediyorum anne. Hırkasız, oturamıyorum anne. en sıcak havalarda bir, hırka ya da kalın bir bluz elimde. Çünkü güneşte senin sıcaklığın yok anne…


Buralarda, hafta içi pek olmasa da, hafta sonu dışarı çıkıyorum anne. En azından dershane var işte. Yolda yürürken, ne zaman bir gümüşçü ya da kıyafet vitrininin önünden geçsem, seni düşünüyorum anne. Şöyle bir duraklayıp modellere bakıyorum. Birisi gözüme çarpıyor anne. Ama onu beğenmek içimden gelmiyor, çünkü sen olsaydın yanındakini beğenirdin anne. Sonra aklıma seninle çıkıp çarşıyı dolaştığımız günler geliyor.vitrinlere bakarken aramızda geçen atışmalar. Bir defasında hatırlıyor musun anne, bir çanta gösterip bana: ‘’ Kızım şu model nasıl?’’ demiştin ben de doğal olarak kendimi düşünüp:’’Çok kadınsı ben annecim!’’
‘’E , herhalde! Kendime bakıyorum. Herhalde kalkıp şu köşedeki uçuk kaçık modele bakmayacağım.’’ demiştin. Daha seninle yaşadığım ve yaşamaya doyamadığım, buralarda acayip özlediğim öyle çok şey var ki, anne… Ne saatler yeter onları yazmaya; ne de kağıtlar kalemler… şimdi buraların kurallarına göre; 10 dk sonra etüt salonunda olmam lazım. O yüzden mektubuma sonra devam edeceğim anneciğim ve babacık. Ve işte yine buradayım. Neden son cümlemin son kelimesi, yazının başından beri annemle ilgili yazdığım halde ‘’babacık’’diye düşündünüz mü bilmiyorum. ama ben yine de söylemek istiyorum sebebini. Çünkü hep anneler günleri çok daha coşkuyla kutlanır, babalar günü o kadar ses getirmez. Ve her beraber olduğumuz anneler gününde, babam: ‘’Bana babalar gününde böyle yapmamıştınız ama’’ diye bir nükte yapar ve çocuksu bir tavırla, benim belki de onu en sevdiğim tavrıyla, suratını asardı. Ben de kendimi çok mahcup hissederdim. Çünkü, haklıydı. Her defasında haklıydın canım babacığım. ama bu sefer , mahcup olmaya hiç niyetim yok. Bu sefer sen de buradasın babacım. Senin en çok neyini özlüyorum biliyor musun babacık? Göbeğini… Akşamları sen yere oturup ayağını uzattığında; benim gelip yattığım puffy göbeğini özlüyorum.Bu ara sana babacık dediğime kızmıyorsun ya babacım? şımarma yönümü sen de tatmin ediyorum sanki ‘’babacık’’ diyerek, babacım. Bir defasında bilmem hatırlar mısın babacık, arabadaydık yolda gidiyorduk. Bilirsin ben de biraz da abimden geçme BMW hastalığı vardır o gün de çok Türk Filmi izlemiş olsam gerek, sana; yavaşladığımızda park halindeki bir BMW için; ‘’Babişko, bana şundan alsana. Hadi babişko lütfen!’’ diye şımarık bir kız edasında takılmıştım. Tabii o güne kadar benden öyle bir davranış görmediğin için, afallamıştın resmen. Biz de senin o şaşkın suratına ailece amma gülmüştük ama babacık. Her zamanki gibi, yine yüzümüzden gülücükler saçılmasına sebep olmuştun. Buralarda sesini duyunca rahatlıyorum babacım. Neden mi? Çünkü ne zaman sana ‘’alo’’ desem, öyle bir takvim çıkarıyorsun ki karşıma; sanki aylar olsa da önümde bir hafta sonra okullar kapanacak gibi. Bu nasıl oluyor diyeceksin tabii! Nasıl olacak babacık, ilk haftası geçmişse, bana teselli olsun diye telefonda: ‘’ Kızım stres yapacak ne var, bak bu ay da bitti’’ diyerek. Her ne kadar sana her defasında : ‘’Yahu babacım yine uçtun, daha başındayız bu ayın.’’ desem de, bir türlü ikna edemezdim seni. Bugün ayın ikisi. Mayıs bitti değil mi babacık, stres yapacak bir şey yok. Şunun şurasında bir buçuk ayımız kaldı. Aaaa.. en önemli cümleni söylemeyi unuttum babacık: dar zamanda fedakarlık etmezsen, geniş zamanda rahata eremezsin.Bunları yazdıkça annecim ve babacım; zamanında neyin pardon nelerin kıymetini bilmediğimi anlıyorum. Hatırlıyorum da, henüz özlem-hasret nedir bilmezken, henüz bir aradayken: bir akşam annem hastalanmıştı ve ben onun kolunu kaldıracak hali olmadığı anda, ağzından tarifini kerpetenle alarak un çorbası yapmaya çalışmıştım. Tabii babam, o zaman, bir çorba dahi yapmayı bilmeyen bir kızı olduğunu anladığında, eli ayağına dolaşmıştı. İşte o akşam , o çorbayı yaparken çok pişman olmuştum. Annemin önüne, sıcak bir tas çorba getirmem için; evde neşe-huzur kalmayacak kadar hasta mı olması gerekiyordu? Mutfaktaki bulaşıkları anneme bırakmadan kaldırmam için; annemin tansiyonunun fırlayıp, yatağa mı düşmesi gerekiyordu.Sağlığında sevindirilemez miydi annem? Şimdi, annem ne isterse, canı ne çekerse yaparım. Ama şimdi de uzak düştüm anne sana. Şimdi çay yapamıyorum akşamları baba sana.
Artık eskisi kadar dolaşamıyoruz anne seninle.
Haftanın üç günü sen diyalizdesin zaten.Sonraları
senin yorulmana ben dayanamıyorum.Sırf ben istiyorum diye, iyi gözüküp iyice yorulmanı da
istemiyorum.Çünkü bilirim ben seni, sırf biz sevinelim diye, kendinden nasıl ödün verdiğini.
Hani bazen, senin canın sıkılırdı evde anne. Hava çok güzelken: ‘’Hadi annecim gel biraz hava alalım .Bir tur atar geliriz.’’ derdin. Ben de
düşüncesizce, bencilce; bilgisayar başından canımın istemediğini söylerdim. Çünkü sen hep benimleydin anne, kıymetini bilemezdim. Bu aynen, babam için de geçerli. Nasıl unuturum babamın, beni yorgun gördüğü zaman ‘’Amaan kızım, bu akşam çay içmesek de olur’’ dediğini. Bu yazı böyle gider, uzar sonu gelmez:çünkü size layık olmayan bu hata dolu kızınızın yanlışları bitmez.Şimdi son olarak mektubumun geneline göre sizden özür diliyorum…
 

M_i_r_a_y

Paylaşımcı
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
374
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Austria
Hepsi birbirinden anlamli,paylasim icin cok tesekkurler...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
BEN GEÇ KALMADIM, YA SEN...

Sevgi dolu, ancak sevginin yürekte saklandığı bir ailede yetişmişti genç kız. Sevginin dile vurulması gerektiğini düşünmemişti hiç. Seviyorum demeye ihtiyacı var mıydı? Babası zaten biliyordu, minik kızının kendini sevdiğini. Kendisi de duymamıştı hiç babasından. Sevgisi hep içindeydi, hareketlerindeydi ama dilde değil. Bunun eksikliğini duyduğunda ise çok geç kalmıştı. Utanıyordu artık. İnsan babasına seni seviyorum diyemezdi. SENİ SEVİYORUM; bu aileden olmayan birine, belki de hak etmeyen birine kolayca söylenebilirdi ama insanın babasına söylemesi utanılacak bir şey
diye düşünüyordu. Utanıyordu; ah bir kere deseydi babasına, gerisi gelecekti biliyordu. Seni seviyorum dedikleri tek tek yok olmuştu hayatından. Hak etmemişlerdi bu sevgiyi, hatta seni seviyorum kelimesini. Anlamı bile basitleşmişti bu kelimenin. Oysa hep yanında olan canı gibi sevdiği babasına söyleyememişti. Sırf söyleyememek değildi hırsı. Dokunamıyordu babasına, sarılamıyordu. Sadece bir kere elini tutmuştu babası. Çok acı çekiyordu genç kız, ufak bir operasyon sırasında babasını yanında istemişti. Elini tutmuştu babası, sıkıca. Sanki eli kuvveti olmuştu kızın. Acısını hafifletmişti. Bir kez tutmuştu elini... Her gece dua etti genç kız; Tanrım babamın elini tutmam için, ona sevgimi haykırmam için yardım et. Onun kolunda, gururla yürümek istiyorum.
Kimi zaman unuttuğunda okuyordu bu duayı ama Tanrı biliyordu, ve bir fırsat yaratacaktı onun için. Buna emindi.
Ve bir gece babasının hastalanmasına şahit oldu genç kız. Birden bire değil yavaş yavaş hastalanmasının her anını gördü. Babasının kolunun uyuştuğunu fark etti önce, hastaneye götürene kadar yavaş yavaş gelen felcin her dakikasına şahit oldu. Hıçkırarak ağlarken, babasının koluna girdiğini ve onun elini tuttuğunu hatırlıyordu. Hastaneyi inletircesine ağlamaları engellememişti felci. Neden Tanrım, neden şimdi, neden böyle bir zamanda? Haykırışlarını duyanlar ettiği duayı bilemezlerdi ki. Günler boyu ağlamaları dinmedi. Seni seviyorum demesini duymadı babası belki ama Tanrı duymuştu ve babasını genç kıza bağışlamıştı belli ki. Bundan sonra babasına, hak eden kişiye söyledi genç kız sevdiğini. Utanmadan ,gururla söyledi.

Babam bu duygularımı belki hiç bilmedi .Ama ben herkesten çok hak ediyordum
ona sevgimi söylemeyi.
Ve en çok O hak ediyordu benim sevgimi.

SENİ SEVİYORUM BABACIĞIM SONSUZA KADAR DA YALNIZ SENİ BU KADAR ÇOK SEVECEĞİM.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Gerçek Fakirlik​


Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,
"İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!” "Ne öğrendin peki?" Oğlu yanıt verdi,
"Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız on avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar." Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi, “Teşekkürler, baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!”
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Çöpler, kuşlar ve insan !
Böyle bir fotoğraf sergisini Kasım'da gezmiştim!
Hayatı, hem de en dibinden görebiliyorsunuz!

kuslarcoplerlr6.jpg

156df1.jpg

2vo4.jpg

3qr3.jpg


C. Murat Özcan'a bir fotoğraf sergisi "çöpler, kuşlar ve insanlar" ....

Resimlere bakınca o kadar tezatları içiçe görüyorum ki... Yaşamın tersleri sanki o karede bütünleşmişler....

Düşünebiliyor musunuz; o çöplüğün içinde ( - ki ben kısa bir süre dahi durabileceğimi ve birçok kişininde durabileceğini düşünemiyorum.. ) bir insan ama o çöp yığınları sanki bir çam ormanı, kokladığı koku ise bir parfüm kokusu sanki ....

Kuşlar ise sanki bulunduğu ortamı arkadaşına unutturmak istercesine sesleri ile arkadaşını hayal dünyasına götürüyor.o kuş sesleri sanırım oranın en güzel tarafı,gözlerdeki umut ile birlikte..

Diğer taraftan ise kuşlarda ekmek derdinde, arkadaşına en azından ortak olmak istiyor. Paylaşım yapılmış zaten doğa tarafından... Herkes kendi payına düşen çöpe...

Gözlerinde umut var, sevinç var. Aslında onlarda istemiyorlar orasını, orada bulunmaktan memnun değiller aslında. Çünkü sermaye oraya yığılmış zaten, tek yapacakları ise umutlarını kaybetmeden çalışmak, aramak... Sanki bir arkeolog gibi
veya bir kuyumcu hassasiyeti ile..

Hepsi orada; umut, yaşam, iş, ekmek, cennet... Hepsi orada... Tüm dünyaları orası.........

Gözlerinde ise yeni gelecek olan bir çöp kamyonu bekleyişi... O gelen çöp kamyonunda ise yine diğer insanların kurtulmak istedikleri... Düşünebiliyor musunuz biz atıyoruz, birileri topluyor..

Aklıma sokaktaki çöp kovaları geliyor... Konulmuş oralara "atık kağıt", "atık cam", "atık plastik" vs. vs. içlerinde ne mi var ?

Maalesef bizlerin attıkları ama üzerinde yazılı olanlar hariç.........

Erol Aslan
 
Üst