Bindirilmiş kıtalar ile eylem yapıyorlar....Aynı oyun....

ukubat

Profesör
Katılım
9 May 2007
Mesajlar
1,942
Tepkime puanı
103
Puanları
0
Konum
istanbul,fatih
Web sitesi
www.ismailaga.org.tr
İki yerde de aynı öğrenci



Geçtiğimiz Cumartesi günü göre; Anadolu'nun çeşitli illerindeki üniversitelerde eğitim gören öğrenciler, Başbakan Erdoğan'ın rektörlerle bir araya geldiği toplantıyı protesto etmek için İstanbul'a gitmek istemişlerdi. Ankara'dan gelen otobüslerİstanbulgirişinde gişelere geldiğinde polis tarafından durdurulmuş ve kimlik kontrolü yapılmıştı. Burada çıkan tartışmada polisle tartışan bir öğrenci bugün deAnkaraÜniversitesi Siyasal bilgiler Fakültesi'nde yaşanan yumurtalı protestoda ortaya çıktı. Cumartesi günü İstanbul'daki eylemde bulunan öğrenci,CHPSözcüsü Süheyl Batum'un protesto edildiği, AK Partili Burhan Kuzu'nun ise yumurtalı saldırıya uğradığı salonda bulunanlar arasındaydı.
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Jitemin uyuşturcu ve fuhuş çetesinden nemalanan maaşlı kıtalar yollara düştü amma velakin sonları hüsran olacak. Cumhuriyet mitinkçilerine bakıp ders alabilirlerse kurtulurlar.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
DİKKAT!

Yeni bir "post modern" darbe girişimine şu günler şahid oluyoruz. İstihbarat düğmeye basıldı diyor!

Tuzak büyük haberiniz olsun, Şamil Tayyar

Sanki sihirli bir el değmiş gibi bir süredir üniversiteler hareketli. Darbe ve ara rejim tecrübesine sahip bir ülke olarak cehenneme giden yolların iyi niyet taşlarıyla döşendiğini çok iyi biliyoruz.

Aynı bildik senaryo...

Eylem sırası, dün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeydi. CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum ve AK Partili Burhan Kuzu, bu eylemlerden nasibini aldı. İlginçtir, o ana kadar öğrenci eylemlerine kol kanat geren ve bir gün öncesinde onları meclis koridorlarına taşıyan CHP’nin sözcüsü, eylemci öğrencilere “faşist” diye bağırdı, eylemi “faşizm” olarak nitelendirdi.

İktidar partisine yönelik saldırıları “demokratik refleks” olarak hoşgörüyle karşılayıp alkışlayan irade, öğrenci okları kendi gövdelerine saplanınca “faşist” naralarıyla taarruza kalktılar.

Demokrasi havariliği de 24 saat sürmedi. Asıl mevzu bu değil, cevap aradığımız soru, üniversitelerin neden birden bire kaynamaya başladığıdır.

Çok uzağa gitmeden yakın tarihi mercek altına aldığımızda, daha doğrusu AK Partili yıllara şöyle bir zum yaptığımızda, öğrenci hareketlerinin belirli dönemlerde yoğunlaştığını görüyoruz.

Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven gibi darbe senaryolarının pişirildiği 2003-2004 arasında hem öğrencilerin hem akademisyenlerin hem de rektörlerin nasıl galeyana getirilmek istendiği aşikar.

2007 ve 2009 darbe planları öncesinde de ara rejim aktivistleri üniversite gençliğinin heyecanını darbeye tahvil etme gayreti içine girdiler.

İstanbul, Ankara, İzmir, Muğla, Aydın, Manisa, Denizli, Afyon gibi birçok ilde 30’a yakın üniversitede karşıt görüşler arasında çatışmalar çıktı, protesto eylemleri düzenlendi, kimi zaman kan aktı.

Bu hareketliliğin görünen aktörleri TKP, Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, Ekim Gençliği, Gençlik Federasyonu gibi radikal sol hareketlerin üniversite örgütleridir. Ayrıca DHKP-C, MLKP, TİKKO gibi birçok yasa dışı sol örgütün üniversitelerde etkin hale gelme çabaları biliniyor.

Çünkü bu örgütlerin en önemli yaşam alanları şehir merkezlerindeki üniversitelerdir. Kırsal kesimdeki etkinliklerini tümden yitirdiler. PKK, onlara hayat hakkı tanımadı. Sadece PKK’nın çatısı altında olmayı kabul etmeleri halinde kırsalda var oldukları sınırlı bölgeler var.

Bu örgütlerin “protest” pozisyonunu “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla güçlendirmek isteyen “derin el”, yine sahnede. Her türlü “karşıtlık” enstrümanını kullanabiliyorlar.

Yıldız’da “türban”, Afyon’da “PKK”, İTÜ’de “AK Parti”, Ankara’da “sivil polis” argümanı gibi...

Ancak Ülkücüler ve PKK’nın üniversitelerdeki gençlik kolu, henüz bu sarmalın içinde dönmeye başlamadı. Asıl tehlikeli olanı, çatışma alanının bunları da içine alacak şekilde genişlemesidir.

Ergenekon ve Balyoz’a kör medyanın, polisin orantısız güç kullanımı üzerinden “masumiyet” ambalajına sarıp kutsadığı bu eylemlere atfettiği önem, eylemlerin giderek yayılması ve canlı şova dönüşmesine yol açtı.

Elbette, devlet erkini kullanan polisin orantısız güç kullanımı kabul edilemez. Hukuk dışına çıkanların mutlaka hesabını vermesi gerekir. Ancak, herkesin oynanan oyunun artık farkına varması gerekir.

Farkına varılmaz ve tuzağa düşülürse, bu eylemler seçime kadar artarak sürdürülecek, cumhuriyet mitingleri gibi iktidar karşıtı büyük sokak gösterilerine dönüştürülecek. MİT ve Emniyet istihbaratta bu yönde önemli bilgiler var.

Bu durum teşne medya için bulunmaz bir fırsattır. Ama siyasi iktidarın, eylemciler karşısındaki güvenlik birimlerinin provokasyona gelmeden sağduyuyla davranması çok önemlidir. Doğu’da taş atan çocuklara karşı “cana gelen cama gelsin” denilerek nasıl tansiyon düşürüldüyse üniversitelerde de copları kınında tutmayı başarmak gerekir.

Öğrenciler de heyecanlarını ve taleplerini ara rejim senaryoları veya iktidar oyununa lojistik destek yapmak isteyen derin oyun kurucuların tuzağına düşmemelidir. Üniversitelerde sivil polislere tepki gösterirken radarlarını içlerindeki ajanlara da çevirmelidir.

Tuzak büyük, haberiniz olsun
 

real.ist

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
500
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Sadece eylemcilerin patolojisi değil...

Bu bir patoloji ve sadece hafta sonu Beşiktaş'ta şiddet gösteren ve şiddete maruz kalan göstericilerle sınırlı değil. 'Öğrenciler sadece demokratik haklarını kullandılar' diyerek bu eylem tarzını onaylayan ve destekleyen eski tüfeklerin de ruh dünyasına eğilmek lâzım. Nostaljileri azmış olmalı.

Şiddeti bir siyasal ifade aracı olarak kullanmak sadece patolojidir. Siz içinizdeki öfkeyi kusarsınız. Başkaları bu öfkeden siyasî sonuçlar devşirir. Kitlesel şiddeti ancak politik psikolojinin otoriteryen kişilik yapılarını çözümleyen kuramları ışığında açıklayabilirsiniz. Neden? Çünkü gösterilen şiddetle ifade edilen siyasî amaçlar arasında bir sebep-sonuç ilişkisi yoktur. Yani gençlerin siyasî talep diye sıraladıklarının şiddet yöntemleri ile elde edildiğine dair yaşanmış tek örnek bulamazsınız. Çünkü demokratik toplumlar şiddet yöntemleri ile hak elde etme yollarını kapatırlar. Niye? Şiddeti yaygınlaştırmamak için.

Kimse duygu sömürüsü yapmasın. Bebeğini kaybeden genç hanım, polis dayağına maruz kalan gençler bizim çocuklarımız. Laf anlatamadığımız, söz dinletemediğimiz evlatlarımız. Zaten bu yüzden hadiseye bir patoloji olarak yaklaşmanız, sabırlı ve şefkatli davranmanız gerekiyor. Şiddet, vandalizm şeklinde sadistçe karşınıza çıktığı zaman sizi korkuya sevk edebilir. Veya mazoşizm şeklinde tezahür edip acıma duygularınızı harekete geçirebilir. Akıl sahiplerine düşen görev, o gençlerin yediği dayaktan sonra kimlerinin zafer duygusu yaşadığını ve benzer dramları tezgâhladığını fark etmek. Bu feraseti herhalde Cüneyt Özdemir'den bekleyemeyiz.

Siyasal şiddet, siyasî reklamın bir türüdür. Kendinizi tanıtmak, gücünüzü kanıtlamak, dikkat çekmek ve böylece bir kesime korku salıp diğer kesimin desteğini kazanarak hedefinize varmak için adam öldürüp, kalabalık yerlerde bomba patlatırsınız. Veya sokaklara çıkar polisle çatışır, ortalığı yakar yıkar, bu arada sempatizanlarınızı, tüfek sesine av köpeğinin kulağını alıştırır gibi şiddetle tanıştırmış olursunuz. Bütün bu eylemler reklâm için yapılır. Bu reklâm işini de Radikal'in köşe yazarlarından bazıları gibi üstlenenler mutlaka çıkar. Bu siyasî reklam tekniğinin özü 'silahlı propaganda' adı verilen teoriye dayanır. Che Guevara'yı sembol olarak benimseyen bütün örgütler, bu teoriye bir dervişin şeyhine bağlı olduğu gibi bağlanır. 'Masum öğrenci eylemleri'ne destek çıkanların, kamuoyunu düşürdükleri tuzağı anlamaları için altını çiziyorum. Şiddet şiddettir. Ha elinizdeki silahla sağa sola ateş etmişsiniz, ha bir genç hanımın bebeğini kaybetmesine vesile olmuşsunuz. Yeterli reklam yapıldı mı? Hepsi şiddete dayanan siyasî reklamın gücü hesaplanırken aynı haneye artı olarak yazılır.

O kitlesel şiddet görüntülerine bakıp nostaljisi azanların haklı olduğu bir nokta var. Sadece manzaralar değil, bu gençlerin ağzından çıkanlar da 30-40 yıl öncesine ait. Dolmabahçe'de gençlerin polis kordonunu geçip vermeye çalıştıkları protesto metnini okuyanlar, kendilerini zaman tünelinde bulacaklardır. Bugünün dünyasında en küçük bir karşılığı olmayan aforizmalar ve her biri bir önceki ile çelişen cümleler. Marjinallik zaten başlı başına bir patolojidir. Cemaatiniz -örgütünüz- küçük olduğu için sizi sıkıca sarıp sarmalar. Biraz büyüyünce, marjinal sol örgütlerin amip gibi bölünerek çoğalması bu yüzdendir. 'Safları sıklaştırın, yalnız kalmayın...' fısıltılarını duyarsınız.

Patoloji hükmüm, sadece otuz yıl öncesine ait tecrübelerime dayanmıyor. Bu gençlerin şiddet yüklü protesto eylemine bir üniversitede verdiğim konferansta ben de maruz kaldım. Benim konuşmamı kesip korsan bildiri sunan gence, rahat konuşması için elimdeki mikrofonu uzatmıştım. Hiç aldırmadı. Şiddet gösterip şiddete maruz kalmak ve sonra da gördükleri şiddetin edebiyatını yapmak gibi çok eski bir yöntemi kullanıyorlar. Ya fikir? Beş dakika konuştuktan sonra teyp hemen başa sarıyor. Yapacağınız hiçbir şey yok; üzülüp acımaktan başka.

'İlk kim vurdu, polis mi gençler mi?' tartışmasına dalan eski tüfekleri, bu patolojiden uzaklaşmaya ve şiddetin her türünü sistematik olarak reddetmeye çağırıyorum. Gençlerin benzer gösterilerde eziyet görmesini başka türlü engellemek mümkün değil. Dün Siyasal Bilgiler'de Süheyl Batum'un başına gelenler kendi tabiri ile şiddet içeren bir faşizm değil miydi?


MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE
ZAMAN
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Eylem için 17 Üniversite pilot bölge seçilmiş, polis hangi üniversiteler olduğunu tesbitt etti. Canı dayak isteyen buyursun.
 
Üst