Bilal Yavuz Şiirleri

Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
MELANKOLİ

Evet, oldu işte ama yine de evet
Bugün kendime oy veriyorum başkasına gerek yok!
Acıtıyor belki gizli öznelerim, kırıyor onursal yalakaları
Ama evet haykıracağım topluma, dünyayı mikrofon yaparak
Altın kaplamalı dişlerin sahibinin hoşuna gitmemiş gibi
Sırıtınca kusturuyor kendi halinde olan halkımın nefretini
Ne garip ne garip ama evet
İnsanın içinde saklı kalp insan kalbinin içinde
Suikastınızı daha sakin bir yerde yapmak istiyorsunuz
Bari mezarda rahat bırakın onları evet
Birçok şey kırılıyor içimde aşk kadehi düşünce yeryüzüme
Estetik ameliyatlardan yer kalmıyor hastanelerde tedavime
Kırmızı başlıklı bir balon patlatmalıyım üstüne
İpotek altına alınan hayalleri kurtarmalıyım belki
Bana göre -günlüğüm olmadı ve fakat olsaydı-
Altından, elmastan ve döviz kurundan daha pahalıydı bugün
Aklımı yaslarken Sultan Ahmet Caminin öksüz duvarına
Ayasofya yalnız hissetmemeliydi kendini
Kalabalık soğukkanlı ediyor belki tuğlaları
Kuru, kupkuru, fön makinesinden çıkan bir kalabalık

Evet, avucum epey yoruldu ama ölümüne evet
Ales sınavlarında bir devrimin manifestosu bir destan
Çatlıyor orta yerinden soğan kafalılar ve kadavra!
Sanatın zorluğuna hayran bir toplum
Çıkarına uymayan, hesabına gelmeyen her olayda
Kolayına kaçıyor sanatkârca ve kaypakça
Konserlerde kelle sallayana bir çift sözüm olmalı
Bulunmalı birkaç şiirsel tenkit çalışma masamda
Balla sokmalıyım yapmacık tavırlar kölesini
Evet, bu karanlık horultuya su sesiyle durmalıyım
Klişe kurşunlar sıkmalıyım ara sıra lügat şarjöründen
Akvaryum almalıyım yerlilerin toprağında pinekleyene
Salkım salkım yaşamalıyım çilemi bir başıma bir yüreğime
Dolunay gömülüyor toprağa ve izlemeliyim evet
Toprağa gömülmekten korkmamalıyım adım çamur
Sözcükleri sıkıp portakal suyu çıkaracağım çocuklara
Tatlı içip acı olgunlaşmalar adına biraz ve bariz
Tekere saklanan çomağı bulamazsam çabucacık
Belki geç kalacağım son istasyona durdurmak için dünyayı

Kalemimde bir demet çığlık saklıyorum yaklaş ve dinle
Kamil Eşfâk ustanın serçelerinde tutuşmalısın evvela
Biraz daha yaklaş ve yeniden diril ufukta anlam göründü
Kavramların milimetrik aralığında kaybolmak bana göre değil
Özgürlük heykelinin adını değiştiriyorum kim karşı çıkabilir?
O artık tutsaklık metnidir her kirpiğin ateşten kıvrımında
Tuz basılmış yaraya biraz keççap daha sık ve biraz kezzap
Yakında kantinlere taşınır çocuklar sakın şaşırma
Kalbin yağ bağlaması bir başkadır kararmasından buna inanmalıyız
Zamane ihtiyaçlar başlığı altında bunca haksızlık
Marka oluyor dikkat the drink coco cola
Yahut mc donal’s demeliyim aynı sinsiyetin perdesinden

Kelimeleri ipten alıyorum evet şimdi tam zamanı
Yumruklamalıyım işlevini kaybetmiş inançsız bir statüyü
Çöp kutusuna buruşturup attım zaten sakın kimseye söyleme
Şiirin kulağı vardır aman dikkat
Dinle, taze bir ikindi hâli bende bu sesi kısık sırlar
Lamelifin boynundan tutup kaldırmalıyım bayrak gibi dimdik
Güçlü olmak bu zamanda karşı durmakla doğru orantılı
Titrekliğin üzerinde bir tetik olmak her şairin harcı değil
Tüllerden yeni bir pertev icadı, zırhı, yarası ve gülü
Onurumun değişmez hassasiyetlerinden olmalı evet olmalı
Tek tipleşen insanlar, apartmanlar vesaire vesaire
Hayat kimine bayat kimine rahat kimine heyhat
Putları kıracak bir zanaat okuyorum öğrenmek isteyenler
Şiirde saklanan numaramdan yüreğime ulaşabilirler
Birçok öğretmen gördüm geçirdim ve gördüm geçirildim
Şimdi mezunum yüzümde o ifade o şaşkınlık
Evet, belki biraz kırgınlık

Aslında şu an yirmi yıl öncesinde olabilirim
Diyarbakır cezaevinde bir lağım birikintisi var hâlâ taze
Tıkayabilirim belki zalim komutanların boğazına
Kinci değilim zira bu yakışmaz bana on numara küçük
Büyük işlerin adamı olmalıyım memleketlim gibi
Üstadım Sezai Karakoç’a bir selam yolluyorum buradan
Şiirde selamı ilk defa icat eden ben olmalıyım ah ne mutlu
Yetimlere kucak dolusu kelam ve lisan ile tutuşmalıyım
Çocuklara ney dinletin sonra çok geç olabilir aşka
Faturalardan ve borsadan ve kurdan bıkan adamların
Kravatını gevşettiği işte tam o an gel demeliyim
Ne olursan ol kravatını ve hatalarını bırak öyle gel

İşte antik surlar üzerinde bir ekim akşamı kalp ve sır
Baş başa düşünüyorum ne kadar okul gezisinde uğrasam dâhi
Çok geç değil aşka, hayata, yeniden doğmaya
Her gün tekrar ediyor güneş dağların tesettürlü eteğinden
Beni bekliyor olmalı Sultan Mihrimah
Bayezid yangın kulesinde bir gölge fotoğrafım olması şartıyla
Sonra Truva atına binmeliyim şakaklarımda derin mazimle
Peri bacalarında bir sigara tüttürmeliyim pasif içici olarak
Bakırcılar çarşısından kapalı çarşıya yol olmalıyım
Üstümden geçenler matemimden bir katre hissetmeli evet
On gözlü köprüyü Boğaz köprüsüne bağlamalıyım çelikten kollarımla
Bu benim ana yurdum demeliyim günde yetmiş üç milyon defa
Evet, kurtarmalıyım bebekleri firavun ellerden Rabbın adıyla
Dünyaya bir başörtüsü bulmam gerek artık büyük çapta
İnsanın insanı ilah etmesine bir son verin artık hey sizler
Evet evet evet
Bebek kalan boğulur çünkü dünya bir küvet
Yüzmeyi bilmiyorsam koşmalıyım tonlarca sevgiyle
Ah sevmek ne ağır ne ağır
Biraz daha bağır
Seni Allah duyacak başkası duyamaz içinin göklerinden

Yedi İklim ~ Sayı 249

YASAK BÖLGE

Koşamıyorum çıkmaz sokak
Aynalar sarıyor topraktan gövdemi verasetle
Uçamıyorum duvar örülü yedi gök
Uçamıyorum yerçekimi kanunu
Dünyadan uzaya bıraksam kendimi bir güvercin ahengiyle
Düşünsem ve uçsam
Koşamıyorum, uçamıyorum anlamıyorlar beni
Bağnazlar bağlayamazlar sesim sert ve gür
Saniyede milyon kilometreyle kulak zarına
Haykırmak üzereyim
Kırık imgelerimden toparlanıp
Gitmek üzereyim valizim yok
Yüküm ağır mı ağır
Medyatik mermilere siper olan şiir
Nicedir kime parya
Orada bir Çeçenya var ırakta
Tutmak istiyorum tutamıyorum kamçılanan nefreti
Eşelemek, irdelemek, bağırmak istiyorum
Duymuyorlar içimi
Fırtınalar içimde kopuyor benim
Tükenmez kalemin mürekkebiyle pıhtılaşan tufanda
Kopan benim fırtınalar içinde kâğıda
Kalem de tükenir
Belirli kaideler içinde bir zaman
Daha tükenmedim
Koşamıyorum çıkmaz ayın son çarşambası
Susamıyorum tutamazlar nefretimi
Riyâ sergisi, the magazine, cemiyet hayatı
Mehmet Akif’in cemiyeti
Hayır, bu değil

Arıyorum insanlıktan kalmışsa bir meziyet
Eziyet
Her çapta
Kulvarda ve boyda
Vuramıyorum mavzerim kırık dökük
Duramıyorum ama yıkamıyorum
Balyozcuları kaşeleyecek
Güneşten balyozlar lâzım bana

2
Vasiyetin
Vesikalaştığı karanlıktan bu yana
Sükûtun çarmıhına geriliyor nice çığlık
Nice insan
Asıyor kalbini - dilinin idamlık ipiyle
Asıyor ve işte canlı yayın
Asıyor, haber ajansları, propagandalar, teehhül izlencesi
Gönenen kalpazan kumpanyası
Benim sevgilim Filistin / vatan toprağından büyük nebze
Benim sevgilim ölümsüz davadan derlenen her deste
Her beste
Sevgimin bir müzakeresi
Her defne
Tökezleyen planların acizleştiği oylum
Enleminden boylamına sosyete salatası
Denkleminden barometresine savsaklanan düş güdümü
Koşamıyorum koşamıyorum yasak
Kalbimin Afgan bölgesinde milyarlarca vir’gülle
Bağırıyorum artık
Rabden lütuf nefesle

DİPNOT:
(Şeytan
Darwin’in kucağındaydı kimi zaman
kimi zaman Lenin’le aynı yastıkta
Marx’ın fırıldak dişleri
kana bürünüyordu Mao’nun ağzında kimi zaman
Binlerce dünya savaşında Müslüman
-Hâlâ Müslüman / hâlâ imtihan-
Bu süreç belki ele verecek belki koparacak elini zulmün
Belki kıyametle belki Mesihle bir zaman
Bir gölge başka gölgenin koynundayken
Başka bir gölge yine yasta
Duvardan gelen kademli mısra
Dinle şairi / dinle ki burada )
Ayraca alınca biter mi şiir
Biter mi hayat şiir bitince
Şiir biter mi hayat bitince
Tarihin örseleyemediği duvardan
İnanıyorum sökeceğiz hiyerarşiyi
Tırnağı etinden koparan kesafetle
Benim hicvim
Hödükleredir dünyam döndüğünden beri
Egzotik egzoz boruları
Bir gün iflas edecek inanıyorum
3
Küresel ısınmadan krize
Atlatacak mıyız sahi
Atlatacağız ölümle
Geride kalan her mesafeyi
Akort edilmiyor gibi birçok bağ
Şımartılan çocukluğuyla bana bakan
Her şehvete bir ihtar!ım var
Çocukluktan kalan her şarkı
Artık birer skandal

Koşamıyorum muamma çelişkilerle dolu yaşam
Bir tarafta
Mevzi yerine dönemeyen nice onurlu hayat
Diğer yanda yedi yıldızlı oteller ve barlar ve
Kervansız saraylarda yitirilen iffet
Diyorum ki
Harflerinden doğan su molekülüyle
Tahlili isabetli yüzlerin karartısına
Tükürmek güzeldir bazen
Evet güzeldir tükürmek bazen
Ârâf’ta güzeldir unutma
Cehennemlik bir ucube olmaktansa
Koşamıyorum
Ayağımda ne varsa

Yedi İklim ~256

İZDÜŞÜM

Maymundan insana dediler: evrim
İnsan maymunluğunda âzamî devrim!
Palavra ahmağa muhtaç zift zemin
Bak şu zamparaya bir de etmez mi yemin!
Zımparala beynini, tuğla eksilsin!

Balyoz mu lâzım general amca?
Ölüm bile celladından titrerken
İşte yandı yeşil ışık pasaparola
Diplomasi işlemez mahşerde kanka!
Göğsümün mahşerinde büyük diaspoara
Ünlü bir aptal sarışın der ki: beni ara
Nefsinden akan bu kaçıncı salya

Havyar kalmadı elimizde bay hıyar!
Seyyar kalbe inen kepenkti zar
Âh azizim ömrümüz beklemekte karar
Saç yolar kendini kara karar
Kara para zan kendini haklar!
Mevt hangi bacadan sürpriz yumurta?

Çocuk dolar gibi yükselmez aşk kurunda
Faizsiz bir eylemdir ölüme kafa tutma
Skolastik beyinler ne anlar anlamdan
Alıngan genler ne anlarsa algıdan
Hırka yamalarından oyun yamalarına
Eh be tekno ne etekler giydirdin
Kendini kaybeden maktul ruhlara

Yedi İklim ~258


SOSYOLOJİK TRAVMA

adımı tersten oku! anlayacaksın
sokağım lâl; işlek kaldırımına

avuçlarım göğüs kafesinde sürgün
uzak bir sinyal gibi düş kapsama alanıma

mahşerden evvel toprağından fışkırsın
sularında susayan suskun cesedim

sıkışan moleküllerime sırılsıklam sıkılan
bir merminin yarıçapında yolun başındasın

uyuştum eklemlerinde esrâr gibi
geçen biz miyiz? yol mu bizden geçiyor?

uzaklaştıkça yaşlanıyor çocukluk
yaşlanan ellerin midir uzanırken suya?

şeritlerden kıvrım kıvrım kıvrılan
karanbolde kendimi şutladım kaleye

direkten dönen bir ışın değil miyiz biraz da?
usanılmayan tekrar… bir paradigma…

Yedi İklim~ 261


TİPSİZ TİPİ

kurşun bir kalem gibi kırılsana
gülün boşluğu gibi kinayelisin

elini uzat dünyamın öbür ucundan
her insan bir uyduysa; sen kimsin?

öfkenin çevresinde anafor çember
ateş böcekleri ve ateşten köpekler

toroslar sahil ayini / Akdeniz kara!
iklim tipin çok banal; bir tutam bayat

göklerinse senin bile bilmediğin
koleksiyonun en nadide parçası

bakma bir elma gibi çürüdüğüme
öyle bir sonum ki sonum bile sonsuzluk

ama sahillerimi kimse anlamıyor
kalçalardan kustuğunu denizlerimin
Yedi İklim ~ 261



TARİFSİZ

Yaşamak ne garip sahi ne zarif
Üzerinden sular akması değirmenin
Kayalıklardan intihar eylemi şelalenin
Kâinatın bütün vergilerinden muaf
Ey yaşam ak
Bütün kötü niyetleri cehennem taşlarında
Poker masalarında bırakarak
Kirli banknotlar yakmak üstüne
Yaşamak rüzgârla çevirisi sahifelerin
Ve sevişmesi bütün hücrelerinin
Tensiz erişimi yıldızlı yüreklerin
Gök kadar mavi, gün gibi akça, kanca kırmızı
Rafyaların takılması morarmış yakamıza
Yaşamak çekicin çiviyle dansı ahşap evlerde
Bin kapı gıcırtısı bir ökçe sesi
Gizemli hazneler yatakaltlarında
Bileklerde büyüyen arterlerin
Gerilmiş tüylerin büyük keşfi
İlk çıkan sivilcenin sivil tahribi
İnsanları adımlarından tanımak
Her adım kasvet her adım
Bir önceki ıssızlığa onaylı
Külde tanıksal cinnet
Her Kızıldeniz bir firavun boğar elbet
Bebeğe -ilk sütten ücra- gelen şahadet
Çocuk dediğin doğar aşka selamet
Ve panzehriyle büyür her hıyanet
Aşksa âlemlere sığmayan iffet
Aşkı sokaklara sığdırmaksa cinayet
Gazap tufanla buluşunca seyret
Hüsran, hüsran ne ağır kasvet
Âh cezir sürgündeyse nasıldır med
Yaşamak dediğin buysa ya ebed

Yedi İklim ~Sayı 258


DİRENİŞ

Ufuklardan bir ses gelir
Gül yaprakları kımıldar
Ben şimdi burada

Ateşten gömlekler düğümlenir
Bir sevdâ yağmurunda
Düşlerim ıslanır ve saçlarım
Dalgalanır direniş rüzgârında

Silâhlar feryat eder,zalim ellerde
Tanklar, bombalar ve her şey
Boyun eğmiştir Hakk'a
Kuşlar teselli eder
Ümit gözlü çocukları
Ve konar hüzünle
Balkonlarından balkonlarımıza
Her yerde kuş sesi fakat
İnsanlık dinlemiyor gibi artık
Barış türküleri kuşlardan

Bir de damarlarımdan gelir
Damarlarda dolaşan ses
Nefeslere karşı nefes
Hayat kumarlarında

Yakınlardan bir 'ölü' gelir
Adı vicdan
Vicdansızda kaybolan

Ve ben şimdi çilekeş
Sömürülmüş bir çağda
Kan emicilere direnişim

Haydi Yankılansın uydulardan
Duyulsun fezâda bir söz

Sızıntı Dergisi ~ Sayı 378


YAĞMUR

Bulutlardan damlar derin bir yağmur
Sağdan sola düşer aynı ritimde
Düşünce doluyum, yüreğim mağdur,
Dünya benle ağlar bir raks içinde
Bulutlardan damlar derin bir yağmur

Bahçelerde güller ne güzel parlar!
Bu yağmur sabahı bak rahmet kokar!
Gelip geçen yolcular, seni hatırlar
Yollara kıvrım kıvrım uzanırlar
Bahçelerde güller ne güzel parlar!

Dün gece kâbusta karanlıktaydım!
Yaradanın adıyla aydınlıktayım!
An anı olmadan yol almaktayım,
Kalbi hâsretinle ısıtmaktayım!
Dün gece kâbusta karanlıktaydım!
Kapkara gölgeler, fitneyle çöker!

Zamanın, mekânın son nefesinde!
Demirden zincirler şiire benzer!
Halka halka bağlı, fikir içinde!
Kapkara gölgeler, fitneyle çöker!
Düşünce, bakışlar hangi açıda?

Bakışlar, dalışta göre bilir mi?
Ruhun ki; teninden cevher konumda!
O zaman nedendir şu batıl seli?
Düşünce, bakışlar hangi açıda?

Dua, eller açılır; gökler avuçta!
Firuze yakarış, inler nağmesi!
Güvercin süzülür bir an boşlukta!
Ruhumu okşuyor ezanın sesi,
Dua, eller açılır; gökler avuçta!
Gözyaşları kâğıtları parçalar!

Mürekkebi kan dolu bir kalemden,
Dökülür ta içimdeki yaralar,
Sessizce izlerim pencerelerden,
Gözyaşları kâğıtları parçalar!

Bu hâsret bitmeli ve gitmem gerek!
Ne vakit gün biter, ecel gelirse,
Sayfalar çöllerdir, kalemler değnek!
Kalemde ayrılır, vakti gelince,
Bu hâsret bitmeli ve gitmem gerek!


Bilal Yavuz / Bizim Mahalle Dergisi ~ Sayı 3/4

Hernefe Dergisi ~ Güz sayısı 2010

sitesinden alıntıdır..
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
bilal yavuz şiirleri

MELANKOLİ

Evet, oldu işte ama yine de evet
Bugün kendime oy veriyorum başkasına gerek yok!
Acıtıyor belki gizli öznelerim, kırıyor onursal yalakaları
Ama evet haykıracağım topluma, dünyayı mikrofon yaparak
Altın kaplamalı dişlerin sahibinin hoşuna gitmemiş gibi
Sırıtınca kusturuyor kendi halinde olan halkımın nefretini
Ne garip ne garip ama evet
İnsanın içinde saklı kalp insan kalbinin içinde
Suikastınızı daha sakin bir yerde yapmak istiyorsunuz
Bari mezarda rahat bırakın onları evet
Birçok şey kırılıyor içimde aşk kadehi düşünce yeryüzüme
Estetik ameliyatlardan yer kalmıyor hastanelerde tedavime
Kırmızı başlıklı bir balon patlatmalıyım üstüne
İpotek altına alınan hayalleri kurtarmalıyım belki
Bana göre -günlüğüm olmadı ve fakat olsaydı-
Altından, elmastan ve döviz kurundan daha pahalıydı bugün
Aklımı yaslarken Sultan Ahmet Caminin öksüz duvarına
Ayasofya yalnız hissetmemeliydi kendini
Kalabalık soğukkanlı ediyor belki tuğlaları
Kuru, kupkuru, fön makinesinden çıkan bir kalabalık

Evet, avucum epey yoruldu ama ölümüne evet
Ales sınavlarında bir devrimin manifestosu bir destan
Çatlıyor orta yerinden soğan kafalılar ve kadavra!
Sanatın zorluğuna hayran bir toplum
Çıkarına uymayan, hesabına gelmeyen her olayda
Kolayına kaçıyor sanatkârca ve kaypakça
Konserlerde kelle sallayana bir çift sözüm olmalı
Bulunmalı birkaç şiirsel tenkit çalışma masamda
Balla sokmalıyım yapmacık tavırlar kölesini
Evet, bu karanlık horultuya su sesiyle durmalıyım
Klişe kurşunlar sıkmalıyım ara sıra lügat şarjöründen
Akvaryum almalıyım yerlilerin toprağında pinekleyene
Salkım salkım yaşamalıyım çilemi bir başıma bir yüreğime
Dolunay gömülüyor toprağa ve izlemeliyim evet
Toprağa gömülmekten korkmamalıyım adım çamur
Sözcükleri sıkıp portakal suyu çıkaracağım çocuklara
Tatlı içip acı olgunlaşmalar adına biraz ve bariz
Tekere saklanan çomağı bulamazsam çabucacık
Belki geç kalacağım son istasyona durdurmak için dünyayı

Kalemimde bir demet çığlık saklıyorum yaklaş ve dinle
Kamil Eşfâk ustanın serçelerinde tutuşmalısın evvela
Biraz daha yaklaş ve yeniden diril ufukta anlam göründü
Kavramların milimetrik aralığında kaybolmak bana göre değil
Özgürlük heykelinin adını değiştiriyorum kim karşı çıkabilir?
O artık tutsaklık metnidir her kirpiğin ateşten kıvrımında
Tuz basılmış yaraya biraz keççap daha sık ve biraz kezzap
Yakında kantinlere taşınır çocuklar sakın şaşırma
Kalbin yağ bağlaması bir başkadır kararmasından buna inanmalıyız
Zamane ihtiyaçlar başlığı altında bunca haksızlık
Marka oluyor dikkat the drink coco cola
Yahut mc donal’s demeliyim aynı sinsiyetin perdesinden

Kelimeleri ipten alıyorum evet şimdi tam zamanı
Yumruklamalıyım işlevini kaybetmiş inançsız bir statüyü
Çöp kutusuna buruşturup attım zaten sakın kimseye söyleme
Şiirin kulağı vardır aman dikkat
Dinle, taze bir ikindi hâli bende bu sesi kısık sırlar
Lamelifin boynundan tutup kaldırmalıyım bayrak gibi dimdik
Güçlü olmak bu zamanda karşı durmakla doğru orantılı
Titrekliğin üzerinde bir tetik olmak her şairin harcı değil
Tüllerden yeni bir pertev icadı, zırhı, yarası ve gülü
Onurumun değişmez hassasiyetlerinden olmalı evet olmalı
Tek tipleşen insanlar, apartmanlar vesaire vesaire
Hayat kimine bayat kimine rahat kimine heyhat
Putları kıracak bir zanaat okuyorum öğrenmek isteyenler
Şiirde saklanan numaramdan yüreğime ulaşabilirler
Birçok öğretmen gördüm geçirdim ve gördüm geçirildim
Şimdi mezunum yüzümde o ifade o şaşkınlık
Evet, belki biraz kırgınlık

Aslında şu an yirmi yıl öncesinde olabilirim
Diyarbakır cezaevinde bir lağım birikintisi var hâlâ taze
Tıkayabilirim belki zalim komutanların boğazına
Kinci değilim zira bu yakışmaz bana on numara küçük
Büyük işlerin adamı olmalıyım memleketlim gibi
Üstadım Sezai Karakoç’a bir selam yolluyorum buradan
Şiirde selamı ilk defa icat eden ben olmalıyım ah ne mutlu
Yetimlere kucak dolusu kelam ve lisan ile tutuşmalıyım
Çocuklara ney dinletin sonra çok geç olabilir aşka
Faturalardan ve borsadan ve kurdan bıkan adamların
Kravatını gevşettiği işte tam o an gel demeliyim
Ne olursan ol kravatını ve hatalarını bırak öyle gel

İşte antik surlar üzerinde bir ekim akşamı kalp ve sır
Baş başa düşünüyorum ne kadar okul gezisinde uğrasam dâhi
Çok geç değil aşka, hayata, yeniden doğmaya
Her gün tekrar ediyor güneş dağların tesettürlü eteğinden
Beni bekliyor olmalı Sultan Mihrimah
Bayezid yangın kulesinde bir gölge fotoğrafım olması şartıyla
Sonra Truva atına binmeliyim şakaklarımda derin mazimle
Peri bacalarında bir sigara tüttürmeliyim pasif içici olarak
Bakırcılar çarşısından kapalı çarşıya yol olmalıyım
Üstümden geçenler matemimden bir katre hissetmeli evet
On gözlü köprüyü Boğaz köprüsüne bağlamalıyım çelikten kollarımla
Bu benim ana yurdum demeliyim günde yetmiş üç milyon defa
Evet, kurtarmalıyım bebekleri firavun ellerden Rabbın adıyla
Dünyaya bir başörtüsü bulmam gerek artık büyük çapta
İnsanın insanı ilah etmesine bir son verin artık hey sizler
Evet evet evet
Bebek kalan boğulur çünkü dünya bir küvet
Yüzmeyi bilmiyorsam koşmalıyım tonlarca sevgiyle
Ah sevmek ne ağır ne ağır
Biraz daha bağır
Seni Allah duyacak başkası duyamaz içinin göklerinden

Yedi İklim ~ Sayı 249
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
TARİFSİZ

Yaşamak ne garip sahi ne zarif
Üzerinden sular akması değirmenin
Kayalıklardan intihar eylemi şelalenin
Kâinatın bütün vergilerinden muaf
Ey yaşam ak
Bütün kötü niyetleri cehennem taşlarında
Poker masalarında bırakarak
Kirli banknotlar yakmak üstüne
Yaşamak rüzgârla çevirisi sahifelerin
Ve sevişmesi bütün hücrelerinin
Tensiz erişimi yıldızlı yüreklerin
Gök kadar mavi, gün gibi akça, kanca kırmızı
Rafyaların takılması morarmış yakamıza
Yaşamak çekicin çiviyle dansı ahşap evlerde
Bin kapı gıcırtısı bir ökçe sesi
Gizemli hazneler yatakaltlarında
Bileklerde büyüyen arterlerin
Gerilmiş tüylerin büyük keşfi
İlk çıkan sivilcenin sivil tahribi
İnsanları adımlarından tanımak
Her adım kasvet her adım
Bir önceki ıssızlığa onaylı
Külde tanıksal cinnet
Her Kızıldeniz bir firavun boğar elbet
Bebeğe -ilk sütten ücra- gelen şahadet
Çocuk dediğin doğar aşka selamet
Ve panzehriyle büyür her hıyanet
Aşksa âlemlere sığmayan iffet
Aşkı sokaklara sığdırmaksa cinayet
Gazap tufanla buluşunca seyret
Hüsran, hüsran ne ağır kasvet
Âh cezir sürgündeyse nasıldır med
Yaşamak dediğin buysa ya ebed

Yedi İklim ~ Sayı 258



İZDÜŞÜM

Maymundan insana dediler: evrim
İnsan maymunluğunda âzamî devrim!
Palavra ahmağa muhtaç zift zemin
Bak şu zamparaya bir de etmez mi yemin!
Zımparala beynini, tuğla eksilsin!
Balyoz mu lâzım general amca?
Ölüm bile celladından titrerken
İşte yandı yeşil ışık pasaparola
Diplomasi işlemez mahşerde kanka!
Göğsümün mahşerinde büyük diaspoara
Ünlü bir aptal sarışın der ki: beni ara
Nefsinden akan bu kaçıncı salya
Havyar kalmadı elimizde bay hıyar!
Seyyar kalbe inen kepenkti zar
Âh azizim ömrümüz beklemekte karar
Saç yolar kendini kara karar
Kara para zan kendini haklar!
Mevt hangi bacadan sürpriz yumurta?
Çocuk dolar gibi yükselmez aşk kurunda
Faizsiz bir eylemdir ölüme kafa tutma
Skolastik beyinler ne anlar anlamdan
Alıngan genler ne anlarsa algıdan
Hırka yamalarından oyun yamalarına
Eh be tekno ne etekler giydirdin
Kendini kaybeden maktul ruhlara

Yedi İklim ~ 258
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
SOSYOLOJİK TRAVMA

adımı tersten oku! anlayacaksın
sokağım lâl; işlek kaldırımına
avuçlarım göğüs kafesinde sürgün
uzak bir sinyal gibi düş kapsama alanıma
mahşerden evvel toprağından fışkırsın
sularında susayan suskun cesedim
sıkışan moleküllerime sırılsıklam sıkılan
bir merminin yarıçapında yolun başındasın
uyuştum eklemlerinde esrâr gibi
geçen biz miyiz? yol mu bizden geçiyor?
uzaklaştıkça yaşlanıyor çocukluk
yaşlanan ellerin midir uzanırken suya?
şeritlerden kıvrım kıvrım kıvrılan
karanbolde kendimi şutladım kaleye
direkten dönen bir ışın değil miyiz biraz da?
usanılmayan tekrar… bir paradigma…

Yedi İklim ~ 261






TİPSİZ TİPİ

kurşun bir kalem gibi kırılsana
gülün boşluğu gibi kinayelisin
elini uzat dünyamın öbür ucundan
her insan bir uyduysa; sen kimsin?
öfkenin çevresinde anafor çember
ateş böcekleri ve ateşten köpekler
toroslar sahil ayini / Akdeniz kara!
iklim tipin çok banal; bir tutam bayat
göklerinse senin bile bilmediğin
koleksiyonun en nadide parçası
bakma bir elma gibi çürüdüğüme
öyle bir sonum ki sonum bile sonsuzluk
ama sahillerimi kimse anlamıyor
kalçalardan kustuğunu denizlerimin..

Yedi İklim ~ 261
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
YAĞMUR

Bulutlardan damlar derin bir yağmur.
Sağdan sola düşer aynı ritimde.
Düşünce doluyum, yüreğim mağdur,
Dünya benle ağlar bir raks içinde.
Bulutlardan damlar derin bir yağmur.

Bahçelerde güller ne güzel parlar!
Bu yağmur sabahı bak rahmet kokar!
Gelip geçen yolcular, seni hatırlar.
Yollara kıvrım kıvrım uzanırlar.
Bahçelerde güller ne güzel parlar!

Dün gece kâbusta karanlıktaydım!
Yaradanın adıyla aydınlıktayım!
An anı olmadan yol almaktayım,
Kalbi hâsretinle ısıtmaktayım!
Dün gece kâbusta karanlıktaydım!
Kapkara gölgeler, fitneyle çöker!

Zamanın, mekânın son nefesinde!
Demirden zincirler şiire benzer!
Halka halka bağlı, fikir içinde!
Kapkara gölgeler, fitneyle çöker!
Düşünce, bakışlar hangi açıda?

Bakışlar, dalışta göre bilir mi?
Ruhun ki; teninden cevher konumda!
O zaman nedendir şu batıl seli?
Düşünce, bakışlar hangi açıda?

Dua, eller açılır; gökler avuçta!
Firuze yakarış, inler nağmesi!
Güvercin süzülür bir an boşlukta!
Ruhumu okşuyor ezanın sesi,
Dua, eller açılır; gökler avuçta!
Gözyaşları kâğıtları parçalar!

Mürekkebi kan dolu bir kalemden,
Dökülür ta içimdeki yaralar,
Sessizce izlerim pencerelerden,
Gözyaşları kâğıtları parçalar!

Bu hâsret bitmeli ve gitmem gerek!
Ne vakit gün biter, ecel gelirse,
Sayfalar çöllerdir, kalemler değnek!
Kalemde ayrılır, vakti gelince,
Bu hâsret bitmeli ve gitmem gerek!


Bilal Yavuz / Bizim Mahalle Dergisi ~ Sayı 3/4

Hernefe Dergisi ~ Güz sayısı 2010






YÜREK MEKTUBU

Hasretim tüter ayrılık vapurunda
Bırakma !
Ellerim ellerine alışmış
Beni tanırsa duraklar tanır
Dilim yüreğime dolanır

Şoförler hatırlar belki adımı
Her gece üç sularında
Aynı dertle direksiyon başında
Bir o yana / bir bu yana

Ahh beni derdinle bırakma !
En zayıf noktamdan kaldır !
Yürek mektubumdur sana
Hediyem olsun ayrılığına

Oysa en güzel anımızdı
Acıyla yoğrulan bir lokma
Bir bardak su
Bitmeyen b'akışmalar

Sen bana b'akardın ağlardım
Ben sana b'akardım ağlardın
Ve gitmelerin
Tuz basılmış ayrılıklar

Hasretim, hasretim tüter
Gözlerim yere düşer
Kıyamam b'akmaya
Ayrılık zor/ yangınım kor

Alnımda taşların soğuğu
Aşkın teri a'kar turnalardan
Gitme, gitme sakın içimden

Beni böyle bırakma!


Bilal Yavuz / Kavil Dergi ~ Sayı 5






00.00 VEDA BUSESİ

Evet, alnımdan öptü gibi bir rüzgâr
İçim ayrı dışım ayrı esiyor/ alev tadında
Hesapta oluşan bu açıkla başlamalıyım ilk
Sonra perde inmeli duyarsız ve son
Ve bütün senaryolarımın itirafını ediyorum
Boyut değişene kadar / ben: kayıp adam
Geçiyorum (v)edaların batış aralığından
Evet, biraz melankolik olacak belki ama evet
Bana bakan bu adam samimi
Her gece bir sandık patlatma alışkanlığım
Şaşırtıyor beni herkes gibi

.
.
.

Üç nokta düşüyor şiirimin imgeli kulesinden
Kucaklamak için koşuyorum bütün gücümle
Yetişmek
Nereye yetişiyor / neden acelecidir insan
Yine o soru işareti
Hâlbuki mezarlık kentin en işlek meydanı
Bir hastalık şu unutmak
Ve saat çift sıfır
Şimdi ben de şaşırıyorum herkes gibi
Soru işaretlerimi kabzama alarak
Gidiyorum
Vakit: veda busesi

Bilal Yavuz / Akatalpa 131 ~ Kasım 2010

Şehrengiz Dergi 6 ~ Ekim - Kasım Sayısı 2010






SONBAHAR

Mâzi dolu misketler; elimizden kayınca,
Gençliği kovalarcasına geldi sonbahar!
Biraz daha ölüm bedene yaklaşınca,
Sonsuzu gösterircesine geçti sonbahar…

Çığ düşer çığlıklarla, soğuk tenli iklim de,
Bambaşka fırtınalar; kopar yüreğimiz de,
Karanlık aydınlanır gelen seher vaktin de,
Hasrete hasret katar, ibret dolu sonbahar…

Bir tarafta yalanlar, bir tarafta kananlar,
Neyi anlatayım ki; az kalmış sevdalılar,
Yapraklar gibi bir bir doğruluktan kayanlar,
Bilseler yapmazlardı hey gidi hey sonbahar…


Sesim kısık mı geldi; bak, gafiller duymuyor!
Gafiller duyamaz ki; gönülleri sağırdır!
Mevla’ya boyun eğmek; bu kadar ağır mıdır?
Ağır değildir, hayır! Geçicisin sonbahar…

Bilal Yavuz / Kardelen Dergisi ~ Sayı 64






ACILAR PORTALI

1.

Kalemle çakılan bir avuç çivi
Acıtıyor yüreğimin güney doğusunu
İçimde görünmez coğrafyalar
Ve yaşama(ş)k
Yeniden yorumluyor kalesiz kentlerimi
……………………………………..

2.

# orada bir köy var uzakta
. içimizi acıtan ve damardan
, bir | | şehir doğuyor
* ve | | uzak mı uzak
; çok uzaklarımızda bir şehir
Şimdi bu şiir
O araba oluyor O sesten
harften soluktan
………………………………..
……………………………......

3.

ve acılara biniyoruz
tek k e l i m e y l e
n e eksik ne f a z l a
t a m takım acımız
netten / comdan
ç o k uz ak t a
portalımız
......
...

Bilal Yavuz / Akatalpa Dergi - Sayı 130






MELANKOLİ

Botanik haykırışlar ''buradayım'' diyor
Deniz kabuklarından dinle
Belleğinde saklanan lalelerin inceliğinde
İtiraf ediyorum tüm suçum yaşamak
Sakin insanların arasında
Öyle güzel / öyle gazel ki buralar

Surların da bir sırrı vardır kendinden gizlediği
Notaları sessizlikten şarkılar
Hayatımız sonsuza uzatılan birer film emsali
Artık başrol bile değiliz

Ve gözlerin sevmelere ayarlı
Bana bakınca bir saat gibisin
Ben de sana çektim bu meslekte
Sevdiğim / orta doğuda makaslanan gelinlik

Sana olan sevgimin bir müzakeresi
Bu mühür mürekkepsiz düşüncelerimden
İsli lambaları verimleştiren
/ içimdeki deniz
Dışımdakilerden farklı boyutlarda
Kan kızılı çizgiler / kırılgan şafaklarda
Sürmeler çekilir asfaltlara
Milyonlarca araba yüzünden bu kadar yol
Dünyanın her yerinden derlenilen bir demet

Bir acılar çelengi
Cenazesine bile yetişemedi kahramanların
Melankolik insanlar görüyorum sevdiğim
Güvene güven kalmamış bu zihinlerde
Üst üste konulan sahil taşları düşmüş yere
Bu yüzden dökülen matem katreleri
Keşke en büyük intikam ağlamak olsaydı
Olmuyor ama sevdiğim

Hiddetsel sancılarla doğuyor heyelanlar
Toprak topraktan kayıp gidiyor
Depremlerle yer açılmıyor mezarlık için
Uyarılar birçok şekilde arazlaşıyor
Kimileri kararıyor karamsarlıkların altında
Kimileri şükrediyor umut tohumlarıyla
Menzillere kanadını ısırtan çekim
İşte fark bu sevdiğim


Bilal Yavuz / Temrin Dergi Sayı 31 ~ Kasım 2010






ANADOLUM

Doğudan batıya dönüyor dünya,
Hak yolundan dönme sen Anadolu'm!
İnsan bir kez gelir bu sır rüyaya,
Sakın zulme susma; ey Anadolu'm!

Ana dolu için, bağrından sesin.
Çıplaklık çağını kaldırmaz kalbin.
Konuş mu? Unut mu? Ağlar gözlerin.
Ağlayan gözlerle bak; Anadolu'm!

Yağmura şemsiye, yaşına mendil…
İçinde merhamet, sevgindir delil.
Evlât özleminle, fezaya seril!
Çok üzüldün yeter; gül Anadolu'm!

Sana Allah dost, kelâmı yoldaş.
Müminler kardeş, ilim arkadaş.
Ağlamakla dinmez, bitmez gözde yaş!
Sil gözyaşlarını, kalk Anadolu'm!

İlim kılıcıyla mücahidin çok,
Sana bakıldıkça sînelerde şok,
Göğsünde imanla zalime yer yok,
İslam'dan bahçesin, gül Anadolu'm!

Batmasın ne güneş ne de bu hilâl!
Türk, Kürt şehit kanı; üzerinde âl!
Haydi, tevhidi yaz; bayrağa celâl!
Yeterdir bekledin, doğ Anadolu'm!..

Bilal Yavuz / Kardelen Dergisi - Kasım 2010






SIR DÖKÜMÜ


Her yumurta sanki bir dünyadır

Her yumurtada bir can saklıdır

Fezada dünya yumurta gibi

Yumurtaya ise anne fezadır…



Bilal Yavuz / Poyraz Dergi ~ Sayı 16






IŞIK

Uzaklarda bir ışık; yanıp sönen…
Bu gecenin koyu karanlığında,
Ve paslı raylardan geçiyor tren.
İçimdeki en derin anlamıyla.

Ne ilk yolculuk bu ne son olacak.
Her gün yorulmuş sesiyle geçip de,
Büyük umutlarla hep yol alacak,
Ta ki kıyametin vakti gelince…

Perdenin ardında bekleyen rüzgâr,
Estirir kalplere binlerce huzur,
Bir bahar olabilir ya da bir kar,
İnsanın geçtiği yollar pusludur.

İçimdeki en derin anlamıyla.
Ve paslı raylardan geçiyor tren.
Bu gecenin koyu karanlığında,
Uzaklarda bir ışık; yanıp sönen…


Bilal Yavuz / Güney Dergi ~ Eylül-Ekim-Aralık 2010




LAMBALAR

Bir lamba vurunca balkon mermerlerine
Güneşin denize vurgunluğuna benzer
Nokta nokta kızıllık sarar çehresini
Gözlerim hissedince bu ateşten ışığı
Yüreğim ışıldamak ister
Bir kandil, bir yıldız, bir güneş gibi

Saat dört sularında gecenin ciddi bakışları vardır
Tahta bir bankta oturan yıkılmış adamlar
Sokakların soğuk taşları sarar etrafını
Dev gölgeler içinde saklanan hayalleri bir zaman
İçinde jilet kadar keskin acılardır şimdi

Okyanuslara dalmak, havada uçmak herkes ister
Deniz ejderleri gibi ya da bir kartal
Keskin bakışları olmalı hayata insanın
Bazende kısık
Gerçek yasakları aşmamak için
Demirden halkalar takmalı boynuna gecenin
Çünkü gece güneşten nazlıdır
Yutabilir insanı derin bir nefes kadar

Gecenin en karanlığında ışıldamak
Ateşinden ateşlerin tutuşması
Bir mum gibi
Parıldamak tam zamanında ışıksız sahnelerin

Loş ve hoş ışık
Boş kalmış mumların cereyanında
Işık olarak kalabilmek
Bir lamba kadar yalnız
Bir lamba kadar paylaşımcı

Bilal Yavuz / TÛti Dergi - Sayı 6
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
AMED


Bir çocuğun masum gülüşü
Su kenarında
Amed böyledir Leyli
Barışın gülleri yetişir
Dicle nehrinin tam ortasında
Surlar susunca akşamları
Sırlar konuşur
Rüzgârın sesi gelir
Hani sanılanın aksinedir
‘‘Cahillik markada değil’’
Güneş elveda ettiği vakit
Lambalar ışıldar
Burçlar yıldızlara benzer
Sessiz bir şarkıyı dillendirir
Güneş renkli başaklar
Ve lüks kentler açıldıkça
Amed içine kapanır
İşte böyledir Leyli
Âşık gönüller yetişir
Amed’in tam ortasında

Bilal Yavuz / Şehrengiz Dergi ~ Sayı: 5






SUYA GİDEN YOL

Ayaklarım suya eriyor işte ve yüreğim
sevda sılasına her ufuk
suya gidiyor adımlarım
tutamıyorum
kuğular dans ediyor bütün ahengiyle
huzura doğru
gün saydım hicret ettim
önden giden atlıların
cesur ve onurlu izlerinde

suya giden yol
üç karış beş arşın
ne kadar uzak
beyin ölümlerine
sessizce yaklaşıyor örümcek
ağında santimlik dram
kısas
hayata esas
gömülüyor kırığa çıkık

suya giren en derin adımı
atıyorum
bu hayatta bu çölde
izim kalmıyor


Bilal Yavuz / Ihlamur Dergisi - Bahar


SOĞUK NOSTALJİ 2




yedinci bâb
esmer tenli bir şiir
ruhunun sokağında sis ve mit satan çocuğa
simit…
ister doyur karnını ekmekçe
istersen dal okyanusa geçirerek bel küreğine
yeter ki sömürme!
şimdi bir çok şiir asimile

adın umrumda bile değil beyaz m’adam
dolunay değil midir yarı ben ve yarı sen
milyonlarca yıl tek parça aydınlanan
aşk kadar sıcak güneşinden ışıyan



ah, rüzgâr senin işin karizma
beraber essek bir gün alsan beni yanına
hissediyorum daha çok şaşıracağım Musa’dan
ama sen Hızır gibi değilsin
haydi vakit erken
göçmeli sahralardan

*

önce güneşe gitmeliyiz baş okşama adına
kutup yıldızına dokunmadan geçmekse asla!
dokunmak ve dokunmak
neden bu kadar ihtiyaçça?

uzaktan yaşanılmaz mı bir sev da?

Şehrengiz 8 – Bilal Yavuz


AYNALAR ALEMİ

Aynalar, ruhuma kırık aynalar
kafa taslarından büyük melodi
çıldırmış kutudan şehvet bestesi
bir dev gibi büyür ruhta aynalar.

sanki kâbustayım renk renk cehennem
sarmış etrafımı altı köşemden
bir an benliğimi uçan seccadem
alır ve götürür kara gövdemden

aynalar ses gibi saklı samanlar
bilinç binasından sürpriz şadırvan
düşer yağmur gibi soğuk vebalar
ve içer kanını âhir kuyudan

bizden geçen gelecekten rüküş mü
sokak insan insan tekrar sokaklar
aklım uçuşlarla dünyadan düştü
artık ne âleme ne tene sığar!

aynalar duvarsız saydam ve ıssız
parıldar gözlerden göklere kadar
bir çivi saklar ki hüzne çakışsız
Rabbın tecellisi herşey aynalar…

Kardelen 68 – Bilal Yavuz



MAVİ ŞERİT

Sabahın erken tüten ocağında
kümbetlerin serin sütunları
şark aydınlandıkça ısınır

bir inilti düşer tarihe
ve gölge düşer kutlu yüze
Hacer'in tevekkülüyle…

sır yapılarıyla çölde
ağlar İsmail Aleyhisselâmı
Rab duyar duyulardan öte!

Kutlu eller, kutlu eller
sînemi kebap eyler
medet ile dua ile.

başlar uyanış toparlanış vakti
büyür Peygamber
zemzem çoğalır, çoğalır ocaklar

Mekke'de akvâsi'l-kuzâh
Yesrib ve hicret tohumu
güneşten gül doğumu

yetişir ümmetine sâdık Nebi
büyür ümmet yaşlanır dünya
hızlanır rüya

o eller ki merhametin timsali
bebeklerin saç hücreleri
sırada gibi

ellerinde çizgiler ki
ahir zaman ümmetine
yol işareti

kutlu eller, kutlu eller
mavi göklere benzer
nur ile sâdâ ile.

Kardelen 68 – Bilal Yavuz
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
E S R İ K

küller güle döner güller gülleye
kül gül bülbül ve ıslak duman
erir birbirinde eşlik eden kar
buz tutar kirpiklerinde gecemin
yatsı ırkçı ülkelerde barınan
bir zencinin ferah vaktidir

esridik esir düşen bütün zamanlara
esirdik esrik dönen dergâhlarda
esirlik ne albeni özgür sen ucunda
güneşlerin ağzında payitaht dil
özgün bir repliktir damağında

esersek patlardı düşünce
soğurdu kül gül düşünce dikene
soğurdu gül kül düşünce üstüne
and olsun düşünceye dikene ve üstüne

Üçincü Mevki 2
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
"etinde inzivaya çekilmiş kemiğin ağlayıp sızlamadan
soyunduğun tarihten soylanıp gururlanmadan
yaşananlar üstüne çürük bir limon gibi sıkılmadan
dinamik güç dengesi yüksek basınca karışmadan
Çoruh vadisinde aşka yetişmeden Anamur küf tutmadan
Erzurum'un kurbanlık koyunlarına gerdanlık takılmadan
top taça atılmadan ve irfan henüz kafalardan kovulmadan
edeb Everest tepesinde ender bir dağ çiçeği gibi solmadan
nur doğdu üzerimize Barla tepelerinden kıyılarından
yeni bir bahar kürsüsünde portakal kokuları katışırken nefese
karanlığın göğsünden fışkırınca gün; nur doğdu üzerimize"

uzlet şiirinden . .
 

ali99

Üye
Katılım
19 Nis 2012
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
K a m b u r

K A M B U R

I

zaman ihtiyarlatmadan büyütür yaşananı
aşk barikatleri yedikçe boy atar
tohum ölür ağaç olmakla
esâreti cesâret söker cehâlet duvarından
cümle yağmurlarıyla döner
insan denizinden fışkıran buhar
ve tanıdıklarımızla sâdece
tanıdığımız zânnı var aramızda
zehri atmak için deşer yarayı
sözün bittiği yerde utanç
dezenformasyona uğrar dezenfekte edilmiş muştular
zıvanadan çıkar peşkeş çekilmiş tanımlamalar
sensizliğin ağız kokusunu çekerken ciğerim
akar sular durur kurak yanaklarımda
alaşağı edilmiş bir damar
çatlar alnında ıslak köklerin
ayyuka çıkar beklentiler
başına buyruktur aldanışlar

II

eksik olma ayrılık
kabir kemiklerini sıkar maktulün
ense yapan firari hüzünler
fırsat kollayan hançerlerde yontulur
göz hapsi tırmalar zerdali saflıkları

toprağı bol olsun aşkın
hayat dostum daha fazlası makamından
en güzel üçlükken çekirdek bir aile
çıtlanır gardiyan ağzında iblislerin
haşyet âvazı çıktığı kadar susar

II I

anlamın anlaşılmazla
anlaştığı dramada
mekân kum tanesiyken
çölünde mekânsızlığın
zamanın gözbebeği
zamansızlığın kuyusuyken
kalbi beton bariyerlere
çarparken gurbetin gözyaşları
ter atmış makroekonomik acılar
nasır tutar yoğrulmaktan
sürgünler acıyken lezzetlenir

bir fon ezgisi eşliğinde bombeli insanlar
patlar kendi havasında / ki sonunda
cehennemin elastik potasına çakılır
cânsızlık suyunda batarken cân
cân atar asitli bir kayboluş mevsiminde hazân
buzdan eller kırmızı kesilir sıcak bir duşla
vejeteryan sokak çocukları kuytularda
ilkel hevesleri ağlaşır


II I I

soluma tükürdüğüm seanslarda
terapilerin esrârkeşi sosyal medya
mezarıma ilk toprağı sen at
çünkü istinat duvarları kambur
daralan şeritlerde / çünküler
nedensiz bir gerekçe kaydı


Bilâl Yavuz


Üçüncü Mevki 3
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kamer

Biz cesediz cânımız sensindir hem
Gölgende ferah bulur aslımız hem

Aşk suyun da ruhudur ateşin de
Aşka rağbet nedendir kalb içinde

Ayrılık mahzeninde dağlandı cân
Dağlanışlar içinde dağ oldu cân

Ey şeksiz yağmur da sen okyanus da
İdrâkler ihyâ olur hem yâdınla

Sûretler benzeriyle¸ aynıdır hâl
Bir sırlı denizde susuzla hemhâl

Diriltir ölüleri yokken de dost
Birden uçar cân kalır toprakta post

Kamer sensin karanlığın göğsünde
Gece bizim nurumuz âh ilinde

Somuncu Baba 141
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
VEDA TEPESİ

Kudüs'ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir'in gözlerinden akar
Tunus'un yanaklarından sızan
Kahire'nin koyu kanıdır
Şam'ın sonbahar saçları
Dökülür derisinden Yemen'in
Medine tüter Mekke'nin burnunda
Düğümlenir boğazı İstanbul'un
Vedâ tepesinden uyanış doğar

SomuncuBaba 140
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
HÂR
137-18har.jpg
[SIZE=+0]Divânında bir kerecik olsun bulunanlar
Zülfünün büklümüne kayıtsız vurulurlar

Cidarın eşiğinde çürüyen parçacıklar
Elmastan daha elmas ruhuna fedâdırlar

Ey bahalardan bahar gel kıştan bizi kurtar
Kar örtülü sîneler karadan karanlıklar

Kum saçsın hunhâr göze hicretlerde seyyahlar
Ahlakını anlatsın kaplanlara ceylanlar

Ey denizlerden deniz sular bile susamışlar
Yokluğuna şehrengiz her hatta üryan bir nâr

http://somuncubaba.net/detay.asp?HID=2660&k=20
[/SIZE]
 
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
AĞLIYOR
136-5agliyor.jpg
Izdırab azığımdır¸ yüklüyüm Kaf dağından
Tur dağı¸ Kaf dağıma heyhât¸ deyip ağlıyor

‘Ekmeksiz yaşarım¸ hürriyetsiz yaşayamam'
Hürriyet göz kırparak gayret deyip ağlıyor

Kederle gönül rebab¸ inlerim¸ yutkunamam!
Neyle mey dolar içim; mahzun feryat ağlıyor

Âşığım sandım¸ amma kendimi kandıramam!
Şu cefâkâr yüreğim çekip hasret ağlıyor

Çile yok¸ saflar yıkık¸ âh¸ hangisine yansam!
Mâbedimde nâmaharem¸ bağ-ı cennet ağlıyor

Derdime çare için cananıma sarılsam!
Hangi tuzu bastırsam; yaram bin dert ağlıyor

Gözlerim kan yaş döker firkatten sırılsıklam
Her damla umman olup bulut bulut ağlıyor

Bir kere Allah desem koparcasına cândan
Kucaklaşsam yâr ile bütün millet ağlıyor

| -
 
Üst