Beyaz Sinema'nın isim babası konuştu

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Beyaz Sinema kavramının babası Abdurrahman Şen, bu kavramla neyi kastettiğini, kavramın bugün içinin nasıl dolduğıurulduğu konusunda çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Geçen ay İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde sinema yazarı Ali Murat Güven 'Beyaz Sinema'nın 40 Yılı' başlıklı bir etkinlik düzenledi. Nasıl değerlendiriyorsunuz toplantıyı?

Ben sadece açılış günü dinleyici olarak katılabildim Nurettin Özel'in programına. Genel anlamda sen beni tanıyorsun yapılan her türlü etkinliğe, faaliyete teşekkür ederim, kültürümüze bir katkısı olmuştur. İnşallah hayırlara vesile olur böyle bir toplantı. İnsanların düşünmesine vesile olur. Benim üzüldüğüm; düşünmeden konuşan, düşünmeden hareket eden bir kitle çıktı ortaya. Son derece bilinçsiz, düşüncesiz, fevri veya öykünmeli tavırlarla yapılan işler var. Eldeki malzemeden dolayı her ne kadar ümidim olmasa da bu toplantının olumlu sonuçlar doğurmasını canı gönülden ümit ediyorum. Özellikle genç arkadaşlardan araştırma, planlı, programlı hareket etme tavrı gelir inşallah diye bekliyorum.
Bugün baktığınızda Beyaz Sinema tanımının doğru anlaşılabildiğini düşünüyor musunuz? Çünkü bu etkinlik sizin murad ettiğinizi tam da karşılamıyordu yanılmıyorsam...

Beyaz Sinema'nın 40 yılı ifadesi kullanılıyor. Kapanış toplantısından medyaya yansıdığına göre yanlış hatırlamıyorsam Mustafa Ağabey (Miyasoğlu) Beyaz Sinema anlayışının 40 yıla da hapsedilemeyeceğini, sinemanın başlangıcından itibaren daha geniş bir kategori konulabileceğini ifade etmiş. Bu, Beyaz Sinema'dan Abdurrahman Şen'in ne demek istediğinin Mustafa Abi tarafından anlaşıldığını gösteren önemli bir işaret. Yeter ki biz anlamaya niyet edelim.
Beyaz Sinema ifadesi kılıf değildi

Anlamak bir yana uzunca bir dönem reddedilen, rahatsız olunan bir tabirdi bazı sinemacılar için, öyle değil mi?

Burada seninle de sıkça konuştuğumuz bir şeyin altını çizmek lazım zannediyorum bu vesileyle. İlk günden itibaren benim ortaya koyduğum Beyaz Sinema, Beyaz Sanat tanımı hakkında siyasi ortamının da etkisiyle zannediyorum başta uygulayıcı sinemacılar ve o günün ortamı içinde karşı düşüncede gibi görünenler arasında hiç kimse Abdurrahman Şen'in maksadı ne? Bu ifadeleri neden kullanıyor diye bakmadılar. Hazır bir kalıpçılıkla sanki İslami sinema, İslamcı sinema, Müslüman sinemacılar gibi tanımlar Abdurrahman Şen'i utandırıyordu, 'Bize İslamcı demesinler, Müslüman falan demesinler biz buna bir kılıf bulalım dedi. Abdurrahman 'Beyaz' diye bir kılıf buldu' şeklinde bir düşünce içindeydiler. Kimisi o dönemde 'Beyaz kirlenir' dedi. 'Alo beyazı mı?' diye İslami dergilerde dalga geçmeye kalkan arkadaşlar oldu.
Daha sonrasında da İslami sinema eşittir beyaz sinema gibi yanılgı da oldu.

Evet, bütün sinema literatüründe ister istemez 'Adına ister İslami deyin ister Milli deyin ister Beyaz deyin' şeklinde bir kalıp oluşturdular. Tek başına Beyaz Sinema ya da Milli demen de bir anlam ifade etmiyor. İslamcı, İslami veya Müslüman duyarlılığıyla film yapan yönetmenler gibi tanımlar da ardı ardına geldi. Ne demek istediğini, kimi kastettiğini anlatmak isteyenler bu kavramların hepsini peş peşe ifade etmeye kalktılar. Bu, benim Beyaz Sinema tanımıyla neyi kastettiğimi, neye dikkat çektiğimi tamamen kapatan, örten, Beyaz Sinema adını da amacına ulaşmaktan uzaklaştıran bir şey oldu. Ben de kişilik olarak 'Bir dakika siz anlamadınız' diye ortaya çıkıp da toplantılar düzenlemedim.
Ama ısrarla belli isimler ve filmlerle sınırlandırıldı...

Evet. Bana bu filmlerin en revaçta olduğu günlerde bir gazete veya dergide yapılan söyleşide 'Sizce Beyaz Sinemanın en iyi örneği hangisidir?' diye sorulduğunda o günlerde gösterimde olduğu için hiç tereddütsüz Halit Refiğ'nin Hanım filmi dedim. Hatta bu sözüm rahmetli Halit ağabeyin kulağına gidince konuşmuştuk ve 'Hay sen çok yaşa e mi' diye bana takılmıştı. Orada bile insanlar 'Minyeli Abdullah'la Hanım'ın ne alakası var. Sen ne demek istiyorsun?' demediler. Ben de bu sorulmadığı zaman karşımdaki benim ne demek istediğimi anladı zannediyorum. Bu konuyla ilgili açıklama lüzumu hissettiğimde gazetelerde, internet sitelerinde yazdığım yazılarım oldu. Ya okunmadılar ya da aynı peşin önyargıyla okundular. Onun için hiçbir anlamı olmadı. Yazdıklarımın tamamının görülmesi halinde muradımın anlaşılacağını zannediyorum. Ki, 28 Şubat ortamında da 'Benim Beyaz Sinema ile neyi murad ettiğimi siyasi İslam'ın çöküşüyle daha iyi anlamamız lazım' şeklinde bir yazı yazdığımı hatırlıyorum. Orada bile bu meramımızı anlatamamışız.
Ehil insanlarla yürümezse olmaz

En azından eskisi kadar kesin bir reddediş yok Beyaz Sinema'yı...

Bu tanımın ortaya çıkışından itibaren 'Benim yaptığım filmleri Beyaz Sinema'ya katmayın, ben Beyaz Sinemacı değilim, kategorilere girmek istemiyorum' diyen hatta 'Ne siyahı beyazı yahu ben filmler yapıyorum' deyip kendisini yabancı yönetmenlerle kıyaslayan kimi arkadaşlarımız, ağabeylerimiz, kardeşlerimizin Beyaz Sinema ismi altında toplanıp filmlerinin gösterilmesine izin vermeleri bir aşama mıdır, günah çıkarma mıdır, bir itiraf mıdır, bir gerçeği anlamaya doğru bir adım atma mıdır? Olumlu düşüneceğiz. Hiçbir yönetmenimiz bugüne kadar 'ya Abdurrahman sen ne diye Beyaz'ı attın ortaya?' diye konuşmadı. Medyanın sorularına zaman zaman kimisi Yücel (Çakmaklı) abi ve İsmail Güneş gibi anlayışlı ve mantıklı yorumlar getirdiler ama onun dışındaki dostlar ya yuvarladılar ya bizi içine katmayın dediler. Ama geçtiğimiz hafta hep beraber Beyaz Sinemacı olarak ortaya çıktılar.
Hatta itiraflar oldu...

Samimiyetine inandığımız bir arkadaşımız olarak Nurettin Özel önemli bir şey söyledi orada. Ama tabi medyada kenarda kaldı. Medya demişken burada çok önemli bir olay daha var. Bu güzel, gecikmiş ve bir başlangıç olmasını umduğumuz etkinliği Ali Murat Güven kardeşimiz başlattı. Bu olay sanki sadece Yeni Şafak mensubu Ali Murat'ın bir hevesi, çabası, ümidi, gayreti olarak kişisel kaldı. Yani Ali Murat yalnız bırakıldı. O zaman medyada böyle bir destek bulmayan aynı düşüncedeki gruplar arasında bir destek bulmayan bir hareketin nereye gitmesini bekleyebilirsiniz ki?
Sinemayı çok fazla dert edinen çok zaten medyada öyle değil mi?

Yücel ağabeyin vefatının ardından heyecanlanıp birkaç kişi bir bayrak gitti bundan sonrası ne olacak gibi yazılar yazdı. Ama hiçbir kimse oturup da enine boyuna 'Biz bütün insanlığa hitap edecek Beyaz Sinema tanımının özünü oluşturan bir sinema ve sanat anlayışını nasıl hayata geçiririz?' sorusunu sormuyor. Bu konuda hiçbirimizin bir telaşı bir düşüncesi bir tasavvuru yok maalesef. Kendi kendine konuşurken belki var ama bir araya geldiğimiz zaman bizi bu güne kadar batıran ne kadar dini ve siyasi klişe varsa onlarla muhabbet etmeyi, onlarla vakit öldürmeyi marifet zannediyoruz. Realite ve gerçek yok.
Yapılan hatalar üzerine konuşulmadı şimdiye kadar. Mesela bu filmlere sermaye sağlayan şirketlerin bambaşka hesapları olduğu biliniyor...

Ben de zamanında uygun bir biçimde bunu ifade etmiştim. Bugün o holdingler sıkıntıda olduğu için üzerlerine gitmenin de çok bir anlamı yok ama o holdinglerin bu filmler sayesinde yurtdışında üye sayılarını ne kadar arttırdıklarını, kaç misline katladıklarını daha sonra kendileri sağda solda söylediler. Mademki böyle bir şey oldu, maddi getirisi de fazla böyle bir işin, bunun hatırına bari bu işleri baltalamayın. Bu başladığınız yolda planlı, programlı adım atın. O güne kadar hayatında sinemaya gitmemiş, sinemanın günah olduğuna inanan kişileri sinema şirketlerinin başına getirdi bu insanlar. Nerede kaldı Peygamberimizin işi ehline verin uyarısı? O zaman da sinemaya hiç gitmemiş adamların yönlendirdiği biçimde filmler yapıldı. Yönetmenlerin de imkânları sınırlıydı Yücel Ağabey de öyle Mesut Uçakan da öyle. Bunlar da kendilerine bir proje teklif edildiği zaman ya da kendileri bir projeyle gittiği zaman bu çerçeve içinde değerlendirildi bütün işler. O zaman ortaya planlı, programlı bir şey çıkmasını beklemek de abesti. Plansız, programsız ani hedeflerle yola çıkınca bir yere kadar gidilebildi. O günlerde siyasi ortamın bu holdingleri ve grupları dışlamaya çalışması, dışlıyor olması bunları 'Bak biz sanata da yatırım yapıyoruz'a getirdi ama sanattaki anlayışları önlerini açmak için birer araçtan başka bir şey değildi. Bugün bunu daha rahat söylüyoruz geriye bakıp gördüğümüzde. Çünkü hiçbir işlerini ehil insanlarla yürütmek istemediler.
Sinema gibi bir kaygıları da yoktu esasen...

Öyle görünüyordu. Tebliğ derken de en temel tartışılması gereken şeylerden biri bu. Espriyle karışık dile getirdiğimiz bir gerçek var; 'Bizim İslamcıların günleri ve ömürleri Müslümanlara Müslümanlığı öğretme kavgasıyla geçti'. 'Ya eyyühennas' hitabını dikkate alan bütün insanlığa evrensel mesajın inceliklerini, insani yönlerini anlatacak çaba, vizyon, misyon içinde olamadılar. Bugün Beyaz Sinema'nın 40. yılı etkinliği vesilesiyle hiçbir sınır getirmeden ilgili her sinemacıyla, sinema hakkında düşünen, yazan herkesle bir an önce tartışıp, konuşmaya başlamamız gereken asıl mesele bu. Ben asla 'Beyaz sinema tabiri çok önemli bir tabirdir aman bunu hepimiz kullanalım' gibi bir şey de söylemedim. Sadece 'Kendinizi İslam çerçevesindeki şekilci kalıplardan, kelimelerden kurtarın. İşin sinemaysa sanat ve estetik boyutunu öne alıp onun gereğini yerine getirin' ifadelerini kullandım. Bunun nasıl olacağına dair sorulan sorulardan birisine İsmail Güneş'in güzel bir cevabı vardı; 'Bu tip konulara kafanızı takmayın' demişti İsmail. 'Bir insan ne kadar dindarsa o mutlaka sanatına yansıyacaktır. Onun algılama ve anlatma biçimi sanatına da yansıyacaktır. Bir şekle şemale bağlamanın, böyle bir gayrette bulunmanın anlamı yok. Bu bizi iyi film üretmekten alıkoyuyor.'
Bu toprakların kültüründen beslenen bir sinema anlayışını savunuyoruz

Bu tabiri ortaya attığınız yıllarda doğan ve bugün sinemayla ilgilenen pek çok gencin haberi yok Beyaz sinema tanımından ve bu fikir pratiğinden...

Duymayan sinema yazarı arkadaşlar var. Sinema yazıyorlar ama Beyaz Sinema tabirini hiç duymamışlar.
Öyleyse bihaber olanların da düşünmesi için sorsak, bugün olması gereken noktada Beyaz Sinema nedir?

Bir defa işin aslı neyi gerektiriyorsa yani konumuz sinemaysa sinemanın gerektirdiği ne varsa hepsinin harfiyen yerine getirilmesi lazım. İlk ifademizde kullandığımız her türlü -cı, -ci, -cü ve izm Beyaz Sinema'yla ilişkilendirilemez. Sıkça tekrar ettiğim bir ifade olmasına rağmen İslamcı sinema= beyaz sinema denildi, dost tarafından da dost olmayan insanlar tarafından da. Benim buradaki amacım bu toprakların kültüründen beslenen bir sinema anlayışına dikkat çekmekti. Bu topraklardaki kültürümüz hâlâ dünyaya nizamat verecek bir kültürdür. Biz bu kültürün bütün ayaklarını, bütün unsurlarını eli ayağı düzgün bir şekilde, sanatsal estetikle değerlendirip sunamadıktan sonra şekil ve kalıplarla bugüne kadar olduğu gibi boğulmaya devam ederiz.
Şekil ve kalıplara takılmanın yanında bir de sürekli 'imkansızlık'lar yolu kesti galiba.

Ömürlerine baktığımız zaman yönetmenler ortalama beş yılda bir bile zor film çekmişler.. Böyle bir tecrübe ve birikimle neleri deneyip de neleri ortaya koyacaklar? Bu bir deneyim meselesi. Bir de kendini ister istemez bir çerçeveye, kategoriye sokup ülkede yerleşik olan sinema dilinin ve mevcut sinema atmosferinin de dışında bir şeyler yapacağım diye sınırlandırınca, bunun üstüne bir de tebliğ mevzusunu yanlış anlayınca o zaman ortaya sanat ve estetik açısından herkesin olumlayamayacağı, söz kalabalığının fazla, görselliğin az olduğu işler ortaya çıktı. Bizde sinemanın ruhu olan görsel etkiyi bir kenara bırakan filmler çekildi.
O halde bunlara Beyaz Sinema demek ne derece doğru?

Bu filmleri Beyaz Sinema'ya gidecek yolun hazırlık taşları, o yolu açacak olan denemeler olarak, çalışmalar, gayretler olarak görmek lazım. Bugün de bu fikrim çok değişmiş değil. Dahili ve harici çeşitli sebeplerle bu işler tıkandı ve bugün o arkadaşlar film yapamıyor artık. Bu, Beyaz sinemanın bittiği anlamına gelmiyor. Son örneklere baktığımız zaman özellikle belli bir yaş kuşağı sinemacılarımızın bu toprakların kültüründen hareketle ortaya koydukları birbirinden güzel beyaz sinema örnekleri var.
Mesela...

O kadar güzel örnekler var ki. Takva filmine de o noktada haksızlık yapıldı. Eğer takva İslam'da son derece önemliyse o zaman kendisini bu kategoriye sokan yönetmenlerin çok iyi bir takva filmi çekip örnek vermesi ve Takva filminin çekilmesinin önünü kapatması lazımdı. Ama takva üzerine bir film yapabilmen için detay düşünmen ve yerine göre de özeleştiri yapman lazım. Sen hiç bunları düşünme, bu konularda film yapma, ondan sonra da sen yapamazsın de. Takva'nın senaristi 'Ben Marksistim, ateistim' dedi. Ama bence çoktan Mesut Uçakan'ın rahmetli Yücel ağabeyin çekmesi gereken bir filmi bu sinemacılar çektiler. Rüya sahnelerini göstermiş. Göstersin. Sen elinde bir makasla milletin üstüne gittiğin zaman o sahne olmaz bu sahne olmaz diye o da senin bütün filmini bunun sinemada yeri yoktur diye sinema literatürüne almayabiliyor.
Ama 1990'lar sonrası ilk filmini çekmeye başlayan pek çok genç yönetmen Yeşilçam kuşağı kadar tutucu bakmıyor dine, hayatın içinde dini olguların varlığına. Solcu bir yönetmen namaz kılan bir anne sahnesi koyabiliyor filmine...

Hem de daha mantıklı ve hayatın içine oturtarak... O zaman yine en baştaki ifadeye dönersek bu toplantı vesilesiyle ben beklerdim ki bu toplantıdan da önce umuma açık bu konular tartışılsın. Şu anda ortaya çıkan filmlere de bakıyorum son derece sağlıklı, ufak tefek kusurları olan işler. İyi niyetli düzgün yorumlar ve düzgün yönlendirmeler yapılsa o kusurlarını da her çalışmada bertaraf edeceğine inandığım adımlar atılıyor. Genel anlamıyla baktığımız zaman Türk sinemasında Beyaz Sinema belli isimler etrafında tıkanınca ne demek istediğimiz anlaşılmıyor. Beyaz Sinema Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan, İsmail Güneş, Metin Çamurcu, Nurettin Özel, Mehmet Tanrısever'den ibaret değil. Ki bunlar içinde kesin bu tanımın içinde olmadığını ifade edip Beyaz Sinema günlerine katılanlar vardı. Ama Beyaz Sinema'dan neyi murat ettiğimizi belki Beyaz Sinema tanımını bilmediği halde uygulayan, hayata geçiren ve çok iyi filmler yapan 30'lu yaşlarında çok iyi bir yönetmen kuşağı var. Bu isimleri en az beş kişi olarak ifade etmek mümkün belki daha fazla. Kişinin özel hayatı, başka konulardaki düşünceleri onlar hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren ortaya koyduğu şey. Hz. Ali'nin bir ifadesi var, Akif merhum da her fırsatta bunu söylüyor. Bir sözü kim söyledi diye bakarsanız o sözden istifade edemezsiniz. Sözü kimin söylediği değil ne söylediği önemlidir. Son derece İslami, insanları Müslümanlığa götürecek mesajı olan çok güzel bir film çekmiş. Ve estetik kaygıyla çekmiş. Sinema tanımı içerisinde çekmiş.
Bırakın tanımlamaları, sinema ve sanatımızın gücünü görelim!

Milli Sinema oturumları yapıldığında sinemamızın sorunları alt başlıklar halinde tartışılmıştı. Beyaz Sinema'nın 40. yılı denildiğinde de böyle bir beklenti oluşmuştu sizde olduğu gibi...

Sadece dindar bilinen insanların ya da kendini o kalıba sokan insanların bir araya gelip de konuşmasının da çok fazla anlamı yok. Hele bir de 'Bugüne kadar ben şöyle böyle yaptım şimdi bir imkân olsa da daha iyisini yaparım' diye ısrar edenlerin yeni bir şeyler söyleyebileceğini ümit edemiyorum. Benzer şeyler konuşuluyor. Bu anlamda zor. Şu anda olması gereken bu konuda bilgisi, görgüsü olan herkesin bolca yazması. Genel anlamda beyaz sinema da dahil tüm tanımlamaları bir kenara bırakarak sinemamızın ve sanatımızın gücünün ne olduğunu görebilmemiz lazım. Bence bu daha önemli. Niye önemli? Son ürünlerden de görüyoruz ki özellikle lokomotif olan Hollywood sineması bile tıkanmış durumda. Son 10 yıl içerisinde Hollywood'da ya konu tekrarları yapılıyor ya da Uzakdoğu hikâyeleri yaldızlanıp batıya uyarlanıp onlar sunuluyor. Amerika'da bir yıl içersinde 2 milyon Mesnevi'nin satıldığını ve bu Mesnevileri okuyanların bu düşünceye büyük merak duyduğunu görüyoruz. Buradan hareket ettiğimiz zaman masallarımızdan, hikâyelerimizden, destanlarımızdan, mesneviden ve mesnevi tarzındaki diğer kitaplarımızdan ve en önemlisi Kur'an-ı Kerim'den o kadar çok evrensel olarak anlatılacak hikâye ve mesajımız var ki...
Genç kuşak sinemacılar filmin hikâyesine uygun olan bir ayeti alıp afişe de çekebiliyor son yıllarda. Bu biraz da ticari bir yaklaşım değil mi? Sizin söylediklerinizle örtüşüyor mu bu tür bir kullanım?

İlgili, ilgisiz bir ayeti afişe çekip filmi o afişle duyurmaya çalışmak -kişinin niyetini bilemiyoruz ama- suistimal de kokabilir. Benim demek istediğim Kur'an-ı Kerim'de geçen kıssalar var. Bu kıssalar birebir çekilebilir ya da buradan yola çıkarak güncellenebilir, üzerinde bir çok çalışma yapılabilir. Rahmetli Ömer Lütfi Mete ağabeyle bu konuda bir panelde de konuşmuştuk. 'Ben rahatlıkla 20 tane çıkar diye düşünüyorum' demişti, ki hafızdır rahmetli Ömer ağabey. Demek ki Kur'an-ı Kerim'in üzerinde büyük bir senaryo hazinesi var. Mesnevi'de belki abartı ama yüz tane hikâye çıkabilir. Leyla ile Mecnunlarımız, Tahir ile Zühremiz gibi Romeo Jülyet'in karşısına koyabileceğimiz onlarca destanımız var. Biyografilere döndüğümüz, tarihin içine girdiğiniz zaman inanılmaz bir hazinemiz var. Fakat biz bütün bunların hepsini bir kenara koyup toplumun, özellikle sinema seyircisi olarak az bir bölümünü ilgilendiren konuları anlatmaya kalkıyoruz. O zaman Müslüman'a Müslümanlığı öğretme mücadelesi oluyor. Bunu kendi aramızda 1970'li yıllarda tiyatro yaptığımız zaman tartışıyorduk. Ama bizim o yıllarda konuştuklarımız 2010 yılında konuşulmayan, üzerinde düşünülmeyen bir noktada. Otuz yıl gerideyiz daha. Kapatmamız gereken ve önce ülke sinemasının genel atmosferine sonra dünya sinemasının atmosferine yetişebilmek için bu grubun 30 yıllık açığı kapatacak bir performans göstermesi lazım. Böyle bir şey için ümit var mı? Akif'in İbni Sina neye yok, nerede Gazali, görelim. Hani Seyyid Kutub gibi, Razi gibi üç beş âlim? 'Bu kuru dava ile olmaz, ilim ister, ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster" bir asır evvel söylediği bugün de geçerli.
(Milli Gazete - Film Arası'ndan alıntı)
 
Üst