Beyaz GÜvercİnİn ÖykÜsÜ

Ebu Zerr

Üye
Katılım
31 Ara 2006
Mesajlar
75
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Diyar-ı Mevlana = Konya
BEYAZ GÜVERCİNİN ÖYKÜSÜ

Zamanın birinde eski bir binanın terasında yaşayan bir güvercin vardı. Kızıl gözleri sütbeyazı tüylerinin içinde bir elmas parıltısıyla kendini hissettiriyordu. Diğer güvercinlerin kıskanarak baktıkları o parlak tüylere baktıkça üzerinden geçtiği çocukların dikkatini celp ediyor adeta o pamuk yığınına sahip olmanın yolunu arıyorlardı. Fakat güvercinin kuvvetli kanatları onların sapanlarından çıkan taşlarla adeta dalga geçiyordu. En usta avcılar bile ıskalıyordu onu...Nasıl ıskalamasınlar o ihtişamlı kanatlar kolay kaptırır mıydı kendini ellere?..
Yıllarca mavi göklerden süzülürken izlediği taş binalar, yeşil parklar, vızır vızır geçen arabalar gözlerinde yaşardı onun.Ta ki ihtiyarlayıp o eski terasına dönene kadar. Artık dermanı kalmayan kanatlarını ne kıpırdatabiliyordu, ne de kaşıyabiliyordu. Gagasının üstünden itibaren yer yer dökülmüş tüyleri ile Kasım gecelerinin soğuğundan korunamıyor ve titriyor, titriyordu.
Yine bir sonbahar akşamı o emektar yuvasında uyumaya çalışıyordu. Şimşeğin arada bir çakması göz kapaklarını tekrar tekrar aralarken dökülen yaprakları havaya kaldırarak uğuldayan poyraz da kulaklarında uğulduyordu. Unutmuştu o ihtişamlı günleri...Unutmasa da değişen bir şey yoktu zaten. Göklerine kanat vurduğu bu vefasız dünyanın F tipi cezaevine mahkum bir müebbetiydi artık. Yıllarca ona kucak açan şu rüzgarlar bile küsmüştü ona. Hele kollarında nice aşklar yaşadığı, mutluluğu yudum yudum içtiği ulu çınar bile küsmüştü. “ne günlerdi be...” Demeden duramadı... “Oy, ooy ne günlerdi”, diye tekrarladı bir kez daha. Bu kez sesini yükseltmiş olacak ki aşağısındaki odada ders çalışan delikanlı “tık, tık “ diye uyardı onu. O da sustu. Tekrar içine döktü yalnızlığın şerbetini...Kapattı gözlerini ve düşünmeye başladı tekrar.
Dünyaya geldiği yuvayı, ilk defa uçmayı başardığı anı hatırladı bir an. Nasıl da sevinmişti, nasıl da kalkmıştı omuzları diğer güvercinlerin yanında. Hele annesinin “aslan oğlum” deyişi yok muydu?..Gözleri doldu . annesini hatırladı. 2-3 sene olmuştu kaybedeli...O da kendisi gibi yaşlanmış uçamaz olmuştu da bir çocuğun sapanından çıkan taş göğüslerini delmişti. “Hangilerinin kursağına yem oldu kim bilir?”Diye geçirdi içinden. “Keşke” dedi, “keşke o günlere bir kez daha dönebilseydim. Yağmurdan sonra topraktan çıkan o solucanları yuvalarından ayırıp iştahla yer miydim hiç? Yuvasına dikilip tek tek topladığım karıncaların anası bana ne beddualar etmişti de duymak bile istememiştim.Halbuki beş on çavdar tohumu veya balkonlara serptikleri iki-üç parça ekmek neyime yetmezdi?”..Pişmandı...
Ah ülen!..Benden önce uçtu diye kıskanıp da hırpalar mıydım arkadaşımı?..Babam bana kızdı diye “Artık ben de uçabiliyorum, senin kahrını çekemem” deyip de terk eder miydim ailemi. Annemi feryatlara boğar mıydım.”
“Al işte, seni de terk etti yavruların, karın, dostların, ulu çınar hepsi… o vefakar poyraz bile..Ne anılarımız geçmişti oysa…Dalmıştı iyice derinlere…zamanında niye düşünememişti ki böyle derin. “Ama pişmanım, pişmanım, yanılmışım, yaptığım hataydı, ben hata yapamaz mıyım?” Diye haykırıyordu…”Sus be” dedi delikanlı. Yeter…Senin dırdırını mı çekeceğiz. İşimiz gücümüz var.” Bir anda nereden çıkmıştı böyle. Önce korktu, sonra suskunlaştı tekrar. Başını göğsüne çekti ve öylece dikildi. Çelimsiz bacaklarıyla birkaç adım bile atamadan öylece kaldı ortada…
“Al, biraz da karşı balkonda hayal kur” Diyerek bir tekme attı delikanlı ihtiyar güvercine…Güvercin düştü. Yaşlı gözleri kapandı, beyni karıncalandı.
Gözlerini açtığında sıcacık bir avucun içinde kanadı kırık bir vaziyetteydi. Kim onu getirmişti buraya…Daha dikkatli bakmaya çalıştı. “Kendini yorma” dedi küçük kıvırcık saçlı çocuk. “Kendinde değilsin, yaranı sarmam gerekiyor.”
Kafasını zorla da olsa çevirdi. Gülümsüyordu çocuk, tebessüm ediyordu kırmızı dudakları. O ise ağlamak istiyordu ne var ki çapak bağlamış gözlerinden yaş bile gelmiyordu maalesef. Küçük çocuk kırmızı dudaklarını bir anne şefkatiyle güvercinin kelleşmiş başına dokundurdu ve tekrar bu ihtiyara saygı duyarcasına geri çekildi.
“Hayret” dedi…”Nasıl olur.” Yıllardır hasret kaldığı ilgiyi, alakayı küçücük bir çocuk şu perişan halinde veriyordu.
Mahçupluğun ezikliği ile kısılmış bir sesle sordu:
“Yaptıklarımdan pişmanım, anlıyorsun değil mi?” “Anlıyorum” dedi çocuk…”Anlamaz olur muyum hiç…
Artık mutluydu…Kapatabilirdi gözlerini ve kapattı…derin ve sıcacık bir uykuya daldı. Uykunun sıcaklığı arttıkça onun perişan cesedi de gittikçe soğuyordu. Çünkü bu uyku çok derindi. Nitekim bir daha da uyanmadı. Küçük çocuk annesine gösterdi onu, arkadaşlarına…”Benim küçük dostum” diye tanıttı. Sonra da yine bir kasım gecesi iki damla gözyaşıyla uğurladı onu ebedi istirahatgâhına. Arkasından da el sallamayı ihmal etmedi. Acı bir tebessümle kıpırdadı dudakları. Mutluydu artık, onun da çocuklarına anlatacağı bir dostu olmuş ve kısa süreyle de olsa yalnızlıktan kurtulmuştu. Hem de çok şey öğrenmişti ondan. Evet çok şey…
Zamanın birinde eski bir binanın terasında bir ihtiyar adam düşünüyor, düşünüyordu. “Ah eski günler” diye geçirdi. Unutmak elde miydi?...
----------------------------------------SON------------------------------------------------
Hikayeyi dinlediniz. Belki bir şey anlayamadınız, belki “fazla edebiyat parçalamışsın” dediniz. Fakat ne olur siz de beyaz güvercinin unuttuğu gibi unutmayın. Neyi mi? Vefayı, şefkati ve aşkı…Bir şey daha: “Pişmanım” diyebilin beyaz güvercin gibi, ne olur “Daha vakit var” diyerek siz de aldanmayın.Diyeceklerim bu kadar, kusurumuz oldu ise affola…
 
Üst