Beşir Ayvazoğlu / Gel Söyleşelim Cümle Geçen Demleri

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Yaşam Öyküsü

Beşir Ayvazoğlu, 11 Şubat 1953 tarihinde Sivas'ın Zara ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta, yüksek öğrenimini Bursa'da tamamladı.
1976 yılından itibaren çeşitli liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. TRT'de uzman olarak görev yaptı. Askerlik dönüşü gazeteciliğe başladı.

Hergün,... Tercüman, Türkiye, Zaman ve Yeni Ufuk gazeteleriyle haftalık Aksiyon dergisinde köşe yazarı ve yönetici olarak çalıştı. Bir ara Kültür Bakanlığı danışmanı olarak görev yaptı.
AKDTYK Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu ve TDV İslâm Ansiklopedisi Türk Dili ve Edebiyatı Merkez İlim ve Redaksiyon Kurulu üyeliklerinde bulundu. Ayrıca CNN Türk'te Hilmi Yavuz'la birlikte iki yıl Gökkubbemiz adlı kültür programını hazırladı. Kasım 2001-Temmuz 2005 tarihleri arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyesi olarak görev yaptı.
Halen Türk Edebiyatı dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor ve TRT 2'de "Bir Tepeden" adlı bir televizyon programı hazırlıyor. Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM, Çocuk Vakfı ve Sezer Tansuğ Kültür ve Sanat Vakfı'nın kurucu üyeleri arasında yer alan ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Beşir Ayvazoğlu, 1982 yılında yayımlanan Aşk Estetiği adlı ilk eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği'nin Fikir Dalında Yılın Yazarı ödülüne lâyık görüldü. Muradiye: Ölüm ve Gül adlı belgesel metniyle TMKV Türk Milli Kültürüne Hizmet Ödülü'nü 1986 yılında, Güller Kitabı adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Dalında Yılın Yazarı Ödülü'nü 1992 yılında, Yahya Kemal: Eve Dönen Adam adlı eseriyle de Avrasya-Bir Vakfı Ödülü'nü 1998 yılında aldı. Beşir Ayvazoğlu 1999 yılında da Kombassan Vakfı tarafından Mevlana Edebiyat Büyük Ödülü'ne layık görüldü.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45


Evet, benim şiirim, kayıp bir şiirdi; eski şiirlerimin hepsini yeniden ele alıp bütün molozlarından ayıklayarak asıl şiirime ulaşmayı deneyebilirdim. Bu tecrübeyi bana biraz da Almanların şiir karşılığı olarak kullandıkları dichtung kelimesinin ilham ettiğini söyleyebilirim. Dichtung, sıkıştırmak, sızmaz hâle getirmek anlamına geliyormuş. Şiir tam da böyle bir şey; dile o kadar hâkim olmalı ve fikirlerinizi, duygularınızı öylesine kesif hâle getirmelisiniz ki, tek kelimeyi bile yerinden kımıldatmak mümkün olmasın
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
gelenegin-direnisi-besir-ayvazoglu-r42844-sz380.jpg


Gelenekçiliğin imkanları bu kitapta!
ayvazoglu-1.jpg

Beşir Ayvazoğlu’nun bir ‘kültür atlası’ hamlesi olarak yayınladığı eserine bir göz atalım.

Gelenek ve direniş arasında ‘Geleneğin Direnişi’
‘Gelenek’ ve ‘direniş’ arasında sıkışmış gizli özne olarak ‘toplum’ sözcüğünün altını hemen çiziverelim. Mesafesi gittikçe uzayan sosyal ilişkiler bağlamında Müslüman toplumların varlığı, dünyanın yeniden şekillendiği yirmibirinci yüzyılda bir artı değer ifade etmiyorsa, bu durum, çözüm odaklı düşünülmediğinin de göstergesidir. Bir doku, kalıtsal doku olarak gelenek, sadece insan varlığının temayüzü değil, çoğunlukla deşifre edilmiş gizli kültürel kodlarımızın da perdelenen halini oluşturmaktadır. Bu perdeleniş dolayısıyla ortaya konulan kültürel birikimler, yalın bir soruyu da taşımaktadır bünyesinde; toplum olarak geleneğe biçilen rol ne anlam taşımaktadır?
Gelenek nasıl dirensin?
Görülen bir akışkanlığın devinimi yoktur gelenekte. Tam tersine durağan, sabırla örülen ve varlığı kanıksanan sosyolojik bir ayrıntı sunmaktadır topluma. Emeğin, çoğu zaman bütün hali ile perdelendiği gelenek, değerini yitirmiş asırlık bir muska hüviyetine bürünmüştür. Yazıları okunmaz; ancak, maneviyatından mahrem yardımlar dilenmek hususunda tezcanlı bir toplum haritası vardır karşımızda. Yüreklerde taşınmaz; fakat, korkusu içimizde duran gizli hazineler sandığıdır korumaya çalıştığımız her ne ise…
Oysa direniş öyle değildir. Dinamik yapısıyla diyalektiğe göz kırpan, her an kitleleri harekete getiren reel bir kaynaşma toplamıdır. Direniş, özünde insan varlığını geniş manasıyla deformasyondan koruyan bir tercih de sunduğu gibi aksi istikamette de tezahüre açık bir yaygı gösterebilmektedir. Özellikle azgelişmiş toplumların, batıl inançlarını ve buna bağlı olarak birtakım kültürel değerlerini orjin tutarak çıkarımlarda bulunan gelenek, direniş karşısında umulmadık bir amentünün hamiliğine soyunabilmektedir.
Geçmişteki sınırsızlığı bul
capture.JPG

Unutulan bir kitabın, daha doğrusu gözden kaçırılmış çaplı bir eserin hikayesi de bunu anlatmaktadır aslında. Beşir Ayvazoğlu’nun yıllar önce (1996) yayınlanan eseri, ‘Geleneğin Direnişi’, kültür üzerinden yol alarak geleneğe kayıtlı bir düşüncenin direniş karşısındaki asil tutumunu anlatmaktadır. Öyle ki, bir yazar olarak, görevinin bilincinde bir kalem ehlinin, “Geçmişin hal içinde varlığını hissetmek kadar, ebediyeti, sınırsızı, sınırlı olanda, yani bugünde bulmak, bu beraberliği hissedebilmek yazarı gelenekçi yapar. Aynı zamanda bir yazarın içinde yaşadığı zaman ve mekânın, yani çağdaşlığının keskin bir şekilde şuurunda olmasını sağlayan şey de budur.” diyen T.S. Eliot kadar cesur olması gerekmektedir. Geçmişi bir kurmaca olarak gören, hayal perdelerine efsunlu üfleyişlerle sokulan dudaklardan sadır olacak kelam nasıl olsa kalbe yakın durmayacaktır. Oysa kalbe yakın duran kelam için dudaklar nazır beklemektedir.
Son yüzyılın kültür atlası
Ayvazoğlu’nun bir ‘kültür atlası’ hamlesi olarak yayınladığını düşündüğüm ‘Geleneğin Direnişi’, Türk’ün makus talihini değiştireceği zamanın en derin kuytusundan günümüze değin bir silsile halinde devam edegelen periyotlar bütünlüğü halinde sunulur okuyucuya. Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak varlığına dikkat çektiği doğu-batı karmaşasını eserler ve isimler üzerinden anlatırken geleneğin dokusunu kültür haritası olarak gözler önüne sermektedir. Bu noktada, özellikle Batı’nın Doğu misyonunu anlamlandırdığını düşünen Lord Byron’un sonu ilgi çekicidir. İngiltere’den kalkarak Yunanların safında Osmanlı’ya karşı savaşmak için gelen ve sözümona ‘medeni’ Yunanları ‘barbar’ Türkler’in elinden kurtarmak isteyen romantik, sevdalı şair savaşırken sıtmaya yakalanarak ölür. Oysa barbarlığın ve medeniliğin kültür havzası Lord Byron’un sefaletinde ecel bekleyen tipik Katolik inadından beslenmektedir.

Gelenek ve direniş arasında seyreden blok insanlık, kültürel birikimini topyekün gelenek karşısında direnerek korumak zorundadır. Günümüzün muhafazakâr düşüncesi, teslimiyetin pençesinde ve fakat rahatlığın saflığında bir gelenek oluşturmaktan çok uzak bir görüntüdedir. Özellikle matbu kaynaklar açısından bu böyledir. Geçmişin gölgesinde, ilk dönem divan eserlerinin varlığıyla hayat bulan kültür dünyamız, kopardığı geçmişin bağları üzerinden eserler verme uğraşısındadır. Resim, hat, minyatür, ebru, mimari, musıkî ve edebiyat; yok olan bir medeniyet telakkisi üzerinde yeniden bir çıkış yolu aramaktadır. Batı sanatı karşısında dolaylı da olsa geleneği dışlayan ilk dönem Tanzimat sanatçılarının günümüze kadar uzanan hempaları için bu durum, direniş karşısında gerileyen gelenekçi tutumdan bir çeşit özür olarak değerlendirilir olmuştur.

Edebiyat eseri üzerinden yeni bir dünyaya uyanan modernist sanatçı için kaçınılmaz olan bir başka handikap ise insanın merkezden kovulduğu kapitalist üretim biçimleri arasında esaslı bir seçime zorlanmış olmasıdır. Evet, geleneğin varlığını eserlerinde inkâr yoluyla aşacaklarını düşünen Cumhuriyet’in ilk dönem ‘toplumcu’ları teğet geçtikleri gerçeği adeta yeniden keşfetmektedirler. Divan edebiyatı, resim, hat, ebru, mimari yeniden, hep yeniden keşfedilmiştir sanki. Bir çeşit budalalık alıp yürümüştür aslında. Geleneğe sırtını dönmüş bir düşüncenin nasıllığına dair merak içinde olanların Batı sanatçısını izlemeleri artık elzem bir hal almıştır.
Kökü dışlandığı için, hayatiyet hakkı yeni olanın hatırına gasp edilmiş gusülsüz bir medeniyet acaba gerçekten bize mi aittir?
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bir kitabın adı bu kadar mı güzel olur?

Gel Söyleşelim Cümle Geçen Demleri

Beşir Ayvazoğlu, yıllar içinde kültürümüzün farklı sahalarında emek vermiş usta isimlerle yaptığı söyleşileri kitaplaştırdı: Gel Söyleşelim Cümle Geçen Demleri..


9786050801224.jpg


Ah insan ah… Pek çoğumuz önce yapar, sonra da düşünürüz yaptıklarımızı. Ardından üzüntüler, pişmanlıklar alır yerini. Ah insan ah yine… Önce düşünse, sonra yapsa ama ne mümkün. İlla tersine akacak bir mizaca meyilli. Sonra günler günleri, aylar ayları, yıllar yılların kovalar da ömür denilen sermaye tükenmeye başlayınca insan kendini fark etmeye başlar. İşte o zaman eskiler gündeme gelir. Gel der de kimse gelmez olur. Cümle geçen demlerden sohbet açan bulunmaz. Ah insan ah… Etme, eyleme; gel beraber bir gölgelik mesabesinde kaldığımız bu âleme ve âlemde bize sunulan ya da emanet edilen şey’lere kıymet vermeden yaşayalım. Ömür dediğin nedir ki, bir bakmışsın varsın bir bakmışsın ki yoksun. Ah insan ah.. İnsan eskisiyle yaşar. Sen de ben de böyle yaşıyoruz. Çünkü meylimiz bu. Gel de huzurla analım o demleri, kırgınlıkları görmeden, kırgınlıklar bizi kırmadan. Ayvazoğlu’nun yeni kitabı ve özellikle kitabına, az tanınan bir divan şairi Sâmî’nin “gel söyleşelim cümle geçen demleri cânâ” beyitinden alarak koyduğu ismi beni bu düşüncelere sevk etti.
Röportaj literatürümüze önemli bir katkı
Beşir Ayvazoğlu Türk edebiyatına farklı katkıları olan bir yazar. Her şeyden evvel velut bir yazar. Meslekten sayıldığı için mesleğinin hakkını eserlerle vermeye gayret edenlerden. Yine bir birikimiyle karşımızda Ayvazoğlu: Gel Söyleşelim Cümle Geçen Demleri.
Röportaj türü, Türk edebiyatı açısından fazla gelişmiş bir saha değil. Elbette röportaj yapılıyor ama bunun kitaplaşma süreci bizde biraz zayıf. (İş Bankası Kültür Yayınları’nın “nehir kitap” çalışmalarını görmüyor değilim.) Ayvazoğlu’nun Timaş’tan çıkan Gel Söyleşelim kitabı da 15 röportajdan oluşuyor. İlk söyleşi Akif merhumun dostu Hafız Asım Şakir’e ait. Kitapta yer alan son iki röportaj Türk dünyasından iki isimle yapılmış: Azeri şair Bahtiyar Vahapzade ve Cengiz Aytmatov. Röportajlar içinde Nuri Arlasez, Erol Akyavaş, Çelik Gülersoy, Erol Üyepazarcı ve Cemal Kafadar söyleşileri dikkatimizi çekti.
Nuri Arlasez: Asgari maddi imkânla manevi imkâna kapı aralamak
Devrinin ünlü avukatlarından birinin oğlu Nuri Bey. Mücerrede bir hayat sürmüş. Bu durumu, hayat felsefesi haline getirmiş olduğu “asgari maddi imkânla geçinme” düşüncesine bağlıyor ve diyor ki “Hangi kadın böyle bir hayatı kabul eder ki?” Türkçede Hint kültürü ve edebiyatı denilince akla gelen ilk isim Cemil Meriç olsa gerek. Ama Nuri Bey bu konuda sessiz kalanlardan biri olarak sırlarıyla göçenlerden biri olmuş anlaşılan. Onunla yapılan röportajda Toynbee’yi, sahaf Raif Yelkenci’yi, Süleymaniyeli Yakup Efendi’yi bulmak mümkün.
Erol Akyavaş: Geleneği yeniden ihya çabası
Türkçe literatür içinde kendi kaynaklarına dönerek o kaynakların yeniden üretilmesi için çalışan isimlerden biri ressam Erol Akyavaş. Eserleri arasında Kerbela, Fihi Mafih, Miraçnameler, Kimya-yı Saadet yer aldı. Türkiye’deki değişimin resim üzerinden nasıl gerçekleştiğini okumak için güzel bir röportaj Akyavaş röportajı.
Çelik Gülersoy: Şehirler imar etmek onu işi
Bugün İstanbul’da Çamlıca Tepesi, Malta Köşkü, Hidiv Kasrı, Emirgan Korusu’ndaki Sarı ve Beyaz köşklerin ihyası onun eliyle gerçekleşmiş. Değerler manzumesi ve şehir inşası, insan bencilliği ve teknoloji, kültürdeki istikrar ve devamlılık şuuru, bina ve insan ilişkisi röportajın ana damarları.
Eyüp Üyepazarcı: Sahaf Müteferrika’ya kimin yolu düşerse…
Kültür çevrelerinde nadir kitap ve belge koleksiyoncusu olarak bilinir Üyepazarcı. Sadece koleksiyoner değil, velut bir yazar da. Osmanlı tarihi, kültürü, astronomi ve polisiye roman meraklısı bir mizaç Üyepazarcı. Güzel bir balık söyleşisi olmuş: Lüferi, Palamut ailesini, merhum ve mağfur uskumruyu, orkinosu Üyepazarcı’dan dinlemek ayrı bir lezzet.
Cemal Kafadar: Cins bir beyin, itidalli bir okuma, dik bir tavır
Cemal Kafadar Türkçe tarih literatürü konusunda yetkin isimlerden biri. Türkçe tarih literatürünün değerlendirilmesi konusunda, hem oryantalizm hem de Edward Said sonrası için farklı gözlerden biri Kafadar. Amerika’daki Türkoloji çalışmaları hakkında da bilgi alabileceğimiz bir söyleşi olmuş.
Kitaptan, Beşir Ayvazoğlu’nun Turgut Cansever’le yaptığı söyleşilerin, muhtemelen Beşir Bey’ce genişletilerek, müstakil bir kitap olarak basılacağı müjdesini de aldık.

Zeki Dursun “söyleşmek için susmak gerek” dedi
 
Üst