beni çok şaşırttın abdul aziz hocam..kader anlayışı değişiyor.

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
Allahü Teala her şeyi bilir amanne...

Lakin, tayin etme noktasında, aklımız ve irademiz (cüz'i irademiz) gündemdedir...

Allah'ın tayini bizim sorumsuzluğumuzu mübah kılar aksi takdirde... Benim bildiğim böyledir...


Meftun kardeşim,

Ben de şöyle düşünüyorum.. Acaba yanlış mı..??

Yüce Allah önceden bazı konularda kararlar ve hükümler vererek bir insanı yaratır.....
Nedir bu önceden verilmiş hükümler:

Bir insanın hangi ülkede doğacağı...
Bir insanın hangi ülkenin,hangi şehrinde, hangi ana babadan doğacağı.
Bir insanın ne şekilde doğacağı ( Sağlam,kör,topal v.s ...çok akıllı,deli. dengeli,dengesiz gibi )
Bir insanın yaşam süresi ,ne zaman nasıl öleceği....

Yüce Allah öncesinden bunları tayin ve tesbit eder ve insanı yaratır...
Sonrasında ise insanı yaratmış olduğu coğrafyada, yaşamında serbest bırakır....

İnsanı yaşamında serbest bıraktığı içindir ki...
İnsana gönderdiği MESAJ ( Kur'an ) ile şunları,şunları yapma, beni inkar etme, bana dua et, gibi öğüt ve nasihatlarda bulunur....
Şunları şunları yaparsan yaşam sonu, yolun cehenneme çıkar diye ihtar yapar....

Doğru mu düşünüyorum nilmiyorum.
Çünkü islami literatürde kader konusu yüzyıllarca tartışılmış yüzlerce farklı görüşler ortaya atılmıştır....

Selam
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Kader, insanların yapacakları işlerin, önceden bilinmesi demektir. Kaderle bizim seçimimiz, ayrı değildir. Seçince, o kaderimiz oluyor, ne işlemişsek, kiminle evlenmişsek o kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bildiği için, bizim ne yapacağımızı da bilir. İşte kader, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle, kendi irademizle yapacağımız işleri bilmesi demektir, zorla yaptırması demek değildir.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
boyunuzdan büyük meseleleleri akıl dürbünü ile tartışmaya kalkmayın. zarar görürüsünüz.

akıl ile şeriat kesilmez.

ilim sahiplerinden iktibas yapmanız hem sizi kurtaracak, hem muhatabınıza faydanız olacaktır. muvaffakiyet Allah (cc) tandır. vazifeniz sadece tebliğdir.
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
her fırsatta risale i nurlara ve bediuzzaman a laf atmayı onları basite almayı meslek edinen arkadaşlar buyursunlar bu suallere cevap versinler.. ama nerede.. sizin tek bildiğiniz sıcak çayınızı yudumlarken mücahid edası ile klavye delikanlılığı yapmak..
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
Yunan mitlerinden alıntı bazı görüşler, Helen'e Müslümanların ilgisinin arttığı bir dönemde Latince'den Arapça'ya çevrildi. Yunan'da kader konusu çok ilginçtir. Zeus, geleceği bilir; fakat engelleyemez v.s.

Konuya bakınca aklıma geldi.

Allah'ın sıfatlarından İlim Kudret ve İrade'yi dışarı bıraktığımızda bu sözlerin oturduğu bir zemin olabilir. İlim, Kudret ve İrade Allah'ın sıfatları olarak var oldukça, bu düşünceler Yunan mitlerinden alıntı kader inanışının makyajlanmış magazinsel görüntüleri olarak ancak bazı maceraperest aksiyon severin ilgisini çekecektir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İMAM EBU HANİFE’NİN 'KADER' HAKKINDAKİ SÖZLERİ:

Adamın birisi Ebu Hanife'ye gelip onunla kader hakkında tartışmaya başladı. Ebu Hanife adama:

1- "Kadere çok dalan tıpkı güneşin içine baktıkça hayreti artan bir adam gibi olduğunu bilir misin?" dedi. (29)

2- "ALLAH, daha olmadan önce var olacak şeyleri biliyordu." (30)

3- "ALLAH, olmayan şeyi olmadığı zaman da bilir. Onu var ettiğinde de onun nasıl olacağını bilir. ALLAH var olan şeyi varlığı halinde bildiği gibi, onun nasıl yok olacağını da bilir." (31)

4- "Kader: "Levh"de mahfuzdur." (yazılmıştır) (32)

5- "ALLAH'ın kaleme yazmasını emrettiğini ikrar (kabul) ederiz. ALLAH, kaleme 'Yaz' demiş, kalem de: 'Ne yazayım ya Rabbi?' diye sormuştur. ALLAH da 'Kıyamet gününe kadar olacak olanları yaz' demiştir. " "Yaptıkları her şey kitaptadır (Levh-i Mahfuzdadır). Küçük büyük her şey yazılmıştır." el-Kamer, 52-53 (33)

6- "Dünyada ve ahirette her şey O'nun 'meşiyeti' (dilemesi) ile olur." (34)

7-"ALLAH, eşyayı yoktan var etmiştir." (35)

8- "ALLAH yaratmadan önce de yaratıcı idi." (Hiç yaratmasa dahi yaratma sıfatına sahiptir) (36)

9- "Kulun ameli, ikrarı ve bilgisiyle 'mahluk' (yaratılmış) olduğunu ikrar ederiz. Fail (yani kul) mahluk olunca, fiilleri de mahluk (yaratılmış) olacaktır." (37)

10- "Kulun hareket ve duruşları (yaptıkları ya da yapmadıkları) onun kesbidir (kazancıdır). Hareket ve duruşlarını yaratan ALLAH'dır. Hepsi ALLAH'ın meşiyeti, ilmi, kazası ve kaderi iledir." (38)

11- "İtaat sayılan amellerin hepsi ALLAH'ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi ve meşiyeti iledir. Günahlar ise O'nun ilmi, kazası, takdiri ve meşiyeti ile olup, sevgisi, rızası ve emretmesi ile değildir. (Yani kulun iyi ve kötü bütün amellerini Allah Teala yaratır. İyilerinden razı olur. Kötülerinden razı olmaz. İyilerini sever, kötülerini sevmez.) (39)

12- "ALLAH Teala, insanları küfürden ve imandan salim (fıtrat üzere) yarattı. Sonra onlara hitap ederek emredeceğini emretti, yasaklayacağını da yasakladı. Kafir olan kendi fiili ile hakkı reddedip inkar etmiş ve küfre girmiştir. Böylece ALLAH onu hüsrana uğratmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı ve ALLAH'ın yardımı ile iman etmiştir." (40)

13- "ALLAH, insanları Adem As.'ın sulbünden "Zer" suretinde çıkarmıştır. Sonra onlara akıl vermiş ve kendilerine hitap ederek onlara imanı teklif etmiştir. Küfre girmelerini yasaklamış, onlar da ALLAH'ın Rububiyetini (İlahlığını ve Rabliğini) ikrarla kabul etmişlerdir. Bu onların ALLAH'a olan imanları idi. Onlar bu şekilde fıtrat üzere doğarlar. Kim küfre saparsa, kendi fiiliyle sapmıştır. Zira bu kimse verdiği sözü değiştirmiştir. Kim iman edip tasdik etmişse, bunun üzerine ölür." (41)

14- "Eşyayı takdir edip onlara birer ölçü tayin eden ALLAH'tır. Dünyada ve ahirette olan her şey ancak O'nun dilemesi ile vardır. Bunu meşiyeti, kaza, kaderi ve ilmi ile Levh-i Mahfuz'da yazmıştır." (42)

15- "Kullarından hiçbirini, ne küfre ne de imana zorlamıştır. Küfür ve iman insanların kendi fiilleridir. ALLAH, küfre girenin küfre girdiği anda kafir olduğunu bilir. Eğer bundan sonra iman ederse, onun iman üzere olmasını sever. Bu esnada ALLAH'ın bilmesinde hiçbir değişiklik olmaz." (43)

Dipnotlar
(29) Kalaidu Ukudi'l-İkyan, K-77 (B)
(30) el-Fıkhu'l Ekber, sh: 302, 303
(31) A.g.e.: 302, 303
(32) A.g.e.: 302.
(33) Vasiyet şerhi, sh: 21.
(34) el-Fıkhu'l Ekber, sh: 302.
(35) A.g.e, sh: 302.
(36) A.g.e, sh: 302.
(37) Vasiyet şerhi, sh: 14
(38) el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 303.
(39) el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 303.
(40) A.g.e: 302,303.
(41) el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 302.
(42) A.g.e, sh: 302.
(43) A.g.e, sh: 303.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Kader konusunda kıyamete kadar olacak her şeyin Levhi Mahfuz'da yazıldığına dair sahabeler ve onlara bağlı olan ehli sünnet ve hadis alimleri icma etmişlerdir.

Ebu Deylemi dedi ki:

Ubeyy İbnu Ka'b'a geldim ve dedim ki: "Kader konusunda nefsime bir şüphe (tereddüt) düştü. Bu konuda bana bir şey anlat ki Allah kalbimden bunu gidersin."

Ubey İbnu Ka'b dedi ki:

"Allah bütün göklerde ve yerde olanlara azab ederse onlara zulmetmeden azab etmiş olur. Onlara rahmet ederse onun rahmeti yaptıkları amellerden daha hayırlıdır. Uhud bağı kadar altının olsa da Allah yolunda harcasan kadere iman etmeden ve sana isabet eden şeyin muhakkak sana isabet edeceğine iman etmeden Allah harcadığın şeyleri kabul etmez ve bu hal üzere ölürsen cehenneme girersin."

Sonra İbn Mesud'a aynı soruları sordum, aynı cevabı verdi. Huzeyfe de aynı cevabı verdi. Zeyd b. Sabit de aynı şeyleri söyledi ve bunun Rasulullah'tan olduğunu söylediler.

Ubade b. Samid ölmeden önce çocuğuna şöyle dedi:

"Sana isabet eden hayrın tesadüf olduğuna inanma. Şerrin de başkasına geleceği halde sana geldiğini zannetme. Böyle yapmazsan imanın tatlılığını tadamazsın. Rasululluh'ın şöyle dediğini duydum:

"Allah ilk olarak kalemi yarattı ve şöyle dedi: 'Yaz!' Kalem: 'Ne yazayım' dedi. Allah: 'Kıyamete kadar olacak herşeyi yaz' dedi. 'Ey oğlum! Ben Rasulullah'ı: 'Buna iman etmeden ölen bizden değildir' derken duydum."

(alıntıdır)
 

CENGİZHAN

Yasaklı
Katılım
15 Ara 2011
Mesajlar
4,261
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Konum
Ankara
İMAM EBU HANİFE’NİN 'KADER' HAKKINDAKİ SÖZLERİ:


6- "Dünyada ve ahirette her şey O'nun 'meşiyeti' (dilemesi) ile olur." (34)

7-"ALLAH, eşyayı yoktan var etmiştir." (35)

8- "ALLAH yaratmadan önce de yaratıcı idi." (Hiç yaratmasa dahi yaratma sıfatına sahiptir) (36)

9- "Kulun ameli, ikrarı ve bilgisiyle 'mahluk' (yaratılmış) olduğunu ikrar ederiz. Fail (yani kul) mahluk olunca, fiilleri de mahluk (yaratılmış) olacaktır." (37)

10- "Kulun hareket ve duruşları (yaptıkları ya da yapmadıkları) onun kesbidir (kazancıdır). Hareket ve duruşlarını yaratan ALLAH'dır. Hepsi ALLAH'ın meşiyeti, ilmi, kazası ve kaderi iledir." (38)

11- "İtaat sayılan amellerin hepsi ALLAH'ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi ve meşiyeti iledir. Günahlar ise O'nun ilmi, kazası, takdiri ve meşiyeti ile olup, sevgisi, rızası ve emretmesi ile değildir. (Yani kulun iyi ve kötü bütün amellerini Allah Teala yaratır. İyilerinden razı olur. Kötülerinden razı olmaz. İyilerini sever, kötülerini sevmez.) (39)





11- "İtaat sayılan amellerin hepsi ALLAH'ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi ve meşiyeti iledir. Günahlar ise O'nun ilmi, kazası, takdiri ve meşiyeti ile olup, sevgisi, rızası ve emretmesi ile değildir. (Yani kulun iyi ve kötü bütün amellerini Allah Teala yaratır. İyilerinden razı olur. Kötülerinden razı olmaz. İyilerini sever, kötülerini sevmez.)


Ben bu cümleden hiçbir şey anlamadım....

Nasıl oluyor yani...

Günahlar ise O'nun ilmi, kazası, takdiri ve meşiyeti ile olup,

Yani bir insan bir gühahıi mesela bir cinayeti ALLAHIN İLMİ,KAZASI,TAKDİRİ VE İSTEMESİ ile
işliyor.....

Buna benim inanmam mümkün değildir.

Eğer bir kişi bie cinayeti Allahın takdiri ve istemesi,arzu etmesi ile işleeydi...
Kişinin işlediği o cinayet suç olmazdı, günah da olmazdı...

Kur'an böyle söylemiyor, cinayetin suç ve günah olduğunu kein olarak bildiriyor.

Demekki yukarıdaki anlatım doğru değildir...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Kısaca,

1- Kulun hayırlı ya da şerli (iyi kötü) bütün amelleri dahil, olmuş ve olacak her şeyi Allah Teala BİLİR.

2- Kulun hayırlı ya da şerli (iyi kötü) bütün amelleri dahil, olmuş ve olacak her şeyi Allah Teala YARATIR.

3- Allah Teala kimseyi küfre ya da şerli işlere zorlamaz. Gönderdiği şeriatı, Peygamberleriyle; Peygamberleri anlayan alimler ve salihleriyle, verdiği akıl kuvvetiyle ve seçme özgürlüğüyle (irade serbestliğiyle) beraber Kulu serbest bırakmıştır. Kul hayra yönelirse hayrı, şerre yönelirse şerri, Allah onun için bu ikisinden birini yaratır. Kulun yaratma kuvveti yoktur. Kulun isteme yani yönelme kuvveti vardır.

Hayra yönelenden razı olur. Şerre yönelenden razı olmaz. Her durumda yaratan ancak ve ancak Allah Teala'dır. Hayrın neticesi olarak mükafat verir, şerrin neticesi olarak cezalandırabilir ya da affedebilir. Ceza ya da mükafat, asla adaletsizlik yapmaz. Merhamet sahibidir.

4- Allah Teala'nın kulun yapacağı her şeyi bilmesi, yapacağı her şeye kulu zorladığı manasına gelmez. Allah Teala'nın her şeyi yaratması, kulun yaptığı her şeye onları zorladığı (mecburen yaptırdığı) anlamına gelmez.

5- Kulun dilemesi ve yönelmesi (iradesi) dışında başına gelen her şey Allah'ın takdiriyledir. Kader eseridir. Mesela doğumu, yeri, zamanı, annesi, babası, evlenmesi, başına gelen bir kaza, kendisine isabet eden bir iyilik, ölmesi, yeri, zamanı, rızkı, işi, geçimi, fakirliği, zenginliği, maddi kârı, zararı vs.. bunlar gibi hepsi Allah'ın takdir buyurmasıyladır.

Misal, biri dese ki içki içip zina ettim; bu kaderim, Allah diledi. Allah Teala'ya en büyük bir iftiradır. Böyle bir inanç sapkınlıktır. Fakat aynı kişi dese ki filanca yerde başıma bir felaket geldi, ayağıma taş düştü, filancayla evlendim, filanca yerde doğdum, filanca hediye verdi vs. ; bunlar hepsi Allah'ın dilemesiyle ve kaderiyledir. Tam doğrusunu söylemiş ve inanmış olur.

Öyleyse ölçü Şeriatın emir ve yasaklarını iradeniz ile işlersiniz. Mükafat ve ceza almada sorumlusunuzdur. Bunun haricinde iradeniz dahil olsun olmasın bütün hayatınızda Allah'ın kaderiyle yaşarsınız.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0


Yani bir insan bir gühahıi mesela bir cinayeti ALLAHIN İLMİ,KAZASI,TAKDİRİ VE İSTEMESİ ile
işliyor.....

Buna benim inanmam mümkün değildir.

Eğer bir kişi bie cinayeti Allahın takdiri ve istemesi,arzu etmesi ile işleeydi...
Kişinin işlediği o cinayet suç olmazdı, günah da olmazdı...

Kur'an böyle söylemiyor, cinayetin suç ve günah olduğunu kein olarak bildiriyor.

Demekki yukarıdaki anlatım doğru değildir...
birşeyin Allahın ilmi ile olması onun günah olmasıyla çelişmez.
şarabı domuzu yaratan Allahtır.
onları günah kılan da Allahtır.
birisi bu haram olan domuzu yerken ona yeme ve sindirme kuvvetini veren yine Allahtır.

eğer ilmi yok dersen zaten küfre girersin. acizlik isnad edersin.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
" Teşbihte hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omzuna alsan, onu muhayyer bırakıp, "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette, "Sen istedin" diyerek itâb edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdi yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder. " Kader Risalesi
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Arkadaşlar, hiç birimiz Allahü Teala'nın bilgisini/bilmesini tartışmıyoruz.

Çünkü müslümanlar olarak cem'an iman ediyoruz ki, Allahü Teala her şeyi bilir ve her şeye vakıftır.

Onun bilemeyeceği ve haberdar olamayacağı hiç bir şey yoktur. O semanın ve yeryüzünün derinliklerine vakıftır.

O bugünü de bilir yarını da bilir. Amanne.

Kader hakkında sorun burada değil.

Mesela Allahü Teala Kur'an'ın'da bizleri çok şeylerle mükellef tutmuş. Önce iman ve imandan sonra salih ameller.

Dolayısıyla iman ihtiyari midir, imandan sonra salih amellerimiz ihtiyari midir yani aklımızı kullanarak hürr iradelerimizle mi iman ediyoruz ve iman ettikten sonra yine ihtiyarimiz ve hürr iradelerimizle mi salih amelde bulunuyoruz yoksa Allahü Teala'nın yönlendirmesiyle mi iman ediyor salih amelde bulunuyoruz.

Kader noktasında karıştırdığımız husus budur.

Bizim aklımızın ve iradelerimizin ötesinde ve üzerinde olanlar kader,

Bizim aklımızın ve iradelerimizin ötesinde ve üzerinde olmayanlar ise bizim hürr iradelerimizin bir neticesidir.

Mesela iman etmek. Mesela namaz kılmak, ya da kumar oynamak ya da iyilik yapmak ya da kötülük yapmak. vs...

Yağmur, kar, depremler, sel felaketleri gibi hususlar ise kader şeklinde ifade edilebilir.

Allahü Teala hiç bir şekilde yarattıklarına binlerce kez haşa ne torpil yapar ne de zulmeder.

Allah adildir.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Dolayısıyla iman ihtiyari midir, imandan sonra salih amellerimiz ihtiyari midir yani aklımızı kullanarak hürr iradelerimizle mi iman ediyoruz ve iman ettikten sonra yine ihtiyarimiz ve hürr iradelerimizle mi salih amelde bulunuyoruz yoksa Allahü Teala'nın yönlendirmesiyle mi iman ediyor salih amelde bulunuyoruz.

Allahü Teala Hazretleri dilediğine ihsan eder.İhsan ederek o kulun kalbini ve gönlünü islama açar.İbadet ve taatleri ona sevdirir ve kolaylaştırır.
İhsan etmediğine adalet etmiş olur.
İnsandaki irade tam hür olmadığı gibi tam bir cebirde değildir.

 

yusufsaid

Profesör
Katılım
17 Şub 2011
Mesajlar
873
Tepkime puanı
407
Puanları
0
Konum
Ankara
Bilir ama müdahale etmez nece bi söylem?
Allah ın bilmesi ile yaratmasını nasıl bu kadar kolay kesip ayırabildik?
Allah için düşünmek ve eyleme geçmek diye bir ayrım, bir kayıtlılık mı var?
O nun bilmesi ile dilemesi arasındaki fark ne?
Biliyor olduğunu zaten dilemiş olmuyor mu?
İnsan, fiiliyle niyeti ayrı olandır. Düşünüp, isteyip kimi zaman gerçekleştirebilen kimi zamansa gerçekleştiremeyen insandır.

O nun müdahalesi olmayan!!! "öz iradelerimizi" kim yarattı? Kim forma soktu?
Yok, yaratmış, sonra müdahil olmadığı bir alana salıvermiş!!
Forma sokmamış, özgür bırakmış.
Bu özgürce çiçek ektiğimiz özgürlük bahçesi kimin?
Onun, ama...Ahh o amalar yok mu..ama..ama...
Sadece biliyor...Amaaaa.. Müdahale etmiyor.
Hem yarattı hem ne yapacağımı bildi, ama zaten bunlar müdahale olmadı.
Zamana kayıtlı düşüncelerimizle Zamandan Kayıtsız Olanı kirletmesek!!
Yani, önceleri, taaa eskiden biliodu, euuueueu..
Ama şimdi ben yapıyorum, O sadece eskiden biliyorduydu, o kadar...
Peki bu müdahale etmediği alanı ben mi yaratıyorum? Kim bunun sahibi?
Eylemlerim bana aitse ben -haşa- yaratıcı mıyım?
"Eylemler Allah izin vermezse olmaz"
eeee. Ben eyleme dönüşmeyen düşüncelerimden sorumlu değilsem
ve eylemler de O nun iznine/iradesine tabii ise, tabi sence...
Nasıl izinle eyleme dönüşen şeye "benim" derim?
Hangi özgürlük alanı! O nun dahli dışında, mülkü dışında?
Hacimsel, zaman algısı bulaşmış ve gayet insani düşünceler bunlar, doğal.
Ama Gaibe bilgiçlik taslamamalı!!!

Bilmiyor mu? Ya bi yürü git:)
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
YORUMLARINIZI OKUDUM ..FAKAT BU YORUMLAR,KADER KAZA,MİZAN ,GAYB 'I TAM OLARAK ORTAYA KOYUP NET BİR AÇIKLAME GETİREMİYOR..ABDULAZİZ HOCANIN,ALLA.CC ACZE DÜŞÜRERECEK BİR GÖRÜŞÜ DESDEKLEDİĞİNİ HALA DAHA ANLAMIŞ DEĞİLİM.
EHLİ SUNNETDEN ZİYADE MUTEZİLENİN ,İNSAN SORUMLUĞUNU DAHA İYİ AÇIKLAYAN 1İNSAN FİLLERİNİN HALİKIDIR"İFADESİNİN ETKİSİYLE BÖYLE BİR AÇIKLAMA YAPMIŞ OLABİLİR..SULEYMANİYE VAKFINA BU DURUM SORULDU ,FAKAT CEVAB ALINAMADI..
KONUYA DÖNECEK OLARSAK KURANI ERİM NUH A.S DUASINA BAKALIM;

*"Nûh dedi ki: "Yeryüzünde kafirlerden bir tek kişi bırakma."

*"Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar."

(Nuh, 26-27),



NUHA.AS DA BİZDEN FARKLI DÜŞÜNMEMİŞ..KAFİR OLANDAN ÇOK YÜKSEK BİR OLASLILKLA KAFİR NESİL DOĞACAĞINI İFADE ETMİŞ.ALLAH CC.'DA BU DÜŞÜNCEYE BİR İTİRAZ GÖSTERMEMİŞ VE DOLAYISIYLA ELÇİSİNİ UYARMAMIŞ VE DUASINI KABUL ETMİŞ..
ŞİMDİ DÜŞÜNÜRSEK ,ATASI KAFİR BİR NESLİN SUÇU NE?
ATASI HRSTİYAN BİR NESLİN SUÇU NE ?
ATASI YAHUDİ MÜŞRİK BİR NESİL SUÇU NE?
TAM TERSİNE DÜŞÜNÜRSEK MÜSLÜMAN BİR AİLEDEN DOĞAN BİR NESLE ,BU TORPİL NEDEN? BUNLAR İNSAN İRADESİNE AÇIK BİR DURUMDA ARZ ETMİYOR.YANİ BİR İNSANIN BU DURUMU SEÇİP SEÇMEME YETKİSİDE YOK..
ACABA HANGİ KELAMCI BU SORULARA NET BİR CEVAB VEREBİLMİŞ,YOKSA KENDİNİMİ KANDIRMIŞ?
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Ben Kader konusunun tartışılmasına oldum olası karşı gelmişimdir. Bu tarz konular bizi meşgul etmemelidir kardeşler. Allah’ı razı edecek davranışlara yönelmeliyiz. Ancak yine de belki faydalı olur düşüncesiyle kendi kanaatimi de söyleyeyim.

Meseleyi kısaca şöyle anlarsak sorun da kalmayacaktır. Meselenin iki yönü var;

1- kendi hakimiyetimiz altında bulunan filer (insanın hükmü altında)
2- hakimiyeti altında bulunduğumuz fiiller (insana hükmeden)

Mesela Sünnetullah hakimiyeti altında bulunduğumuz türdendir. Güneş, ay, dünya’ya gelişimiz, gözümüzü rengi vs. Yani bunlara herhangi tasavvurumuz müdahelemiz söz konusu değildir. Bizim dışımızda cereyan eder.

Trafik kazası, deprem, uçağın düşmesi, afetler de Sünnetullah’ın kapsamındadır.

Bunun dışında;

Allah insanlara O’nun emirlerine uygun veya aykırı işler yapabileceği bir takım kabiliyetler vermiştir. Mesela susama, acıkma, cinsel istek, geçimini temin etme vs gibi. İnsana verilen fıtri olan bu gibi özellikler sayesinde insanlar bunları ya Allah’ın emirlerine uygun şekilde yapacaklardır ya da tersi yani O’nun emirlerine karşı gelmek suretiyle.

Mesela acıktığında yemek yeme ihtiyacı fıtridir. İnsana verilen özellik ise bunu giderebilmesinin yollarına sahip olmasıdır. Kişi bunu yani açlığını giderme işini meşru ve izin verilen dairede yerine getirebileceği gibi bunu gayr-i meşru yollarla da yapabilir. Meşru olan çalışarak, kazanarak bunu yerine getirmek iken gayr-i meşru olan ise haksız kazançla bunu yapmaktır. Kısaca yapılan fiil Allah’ın emrine uygun ise onda hayır, aykırı ise şer vardır.

Kişi dilerse iman eder dilemezse iman etmez, dilerse zina eder dilerse evlenmek suretiyle meşru yoldan bu ihtiyacını giderir, dilerse hırsızlık yapar dilerse çalışarak meşru yoldan geçimini temin eder. Allah’ım emrine aykırı hareket ederse cezasını çeker emrini yerine getirirse de sevap alır ve her iki şekilde de karşılığını görecektir.

Yani Allah her insana aynı kabiliyet ve özellikler vermiştir. Bunu hangi yönde kullanacağı kişinin kendisine bağlıdır. İşte insanın sorumluluğu da burada başlar. Bundan sonra konuyu gereksiz tartışmalara boğmanın hiçbir anlamı yok. Allah nelerin yasak nelerin de caiz olduğunu bize açıklamıştır. Bizlere düşen bunlara riayet etmek ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Acizane benim düşüncelerim budur.
 

Bîdâr

Aktifleşmemiş
Katılım
31 Tem 2007
Mesajlar
5,222
Tepkime puanı
207
Puanları
0
Kader Risalesi, Bediüzzaman Hazretleri’nin asrımız Müslümanlarına, ALLAH’IN(CC) yardımı ile sunduğu en güzel hediyelerinden biridir

“Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir(1)

Evvelâ bundan önceki îman hakikatlerini tam öğrenip sindirmeden, islâmiyet ve îmanın son sınırı olan kader konusunu yeterince anlamakta zorlanırız Meselâ, Rabbimizin mutlak olan sıfatlarını yeterince bilmeyen, O’ nun ilmini kavrayamayan bu eksikliğini gidermeye çalışmalıdır. Hâlî ve vicdanî bir îmanın cüzlerinden oldukları için , îlmi ve nazarî metotlarla kavranamazlar

“ KADER; ilim nevindendir İlm-i Îlâhî’nin bir nev’idir”(2)

“ CÜZ-İ İHTİYARÎ; Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevap ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-ü ihtiyarî vermiştir” “herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder, o ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul İşte, şu cüz-ü ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir Her şey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez”(3)

Bu iki kavramı böylece tarif eden Üstadımız “ kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler”(4) diyerek îman meseleleri arasına niçin girdiklerini de açıklamaktadır.

“ Mânen terakkî etmeyen avam içinde, kaderin câ-yı istimâli var. Fakat, o da mâziyat ve mesâibdedir ki, ye'sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atâlete sebep olsun. Demek, kader meselesi, teklif ve mes'uliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imana girmiş. Cüz-ü ihtiyarî, seyyiâta merci olmak içindir ki, akideye dahil olmuş; yoksa mehâsine masdar olarak tefer'un etmek için değildir” diyerek bir yanlış anlamayı da düzeltmektedir.(5)

Bediüzzaman Hazretleri ,olmuş ve olacak herşeyi bilen İLM-İ EZELÎ’ yi de harika bir misal ile (ayna misali ile) bize anlatıyor. Böylece zavallı insanların kendi ilimleri ile Ezelî ilmi karşılaştırıp hata yapmalarını önlüyor: “ Senin elinde bir ayna bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o ayna yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertiple tutar, çoğunu tutamaz. O ayna ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o ayna ile yükseğe çıktıkça, o aynanın mukabil dairesi genişlenir. Git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte, şu ayna, şu vaziyette, onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez.

İşte, kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki, mazi mesafesinde bir ayna tarzında olsun.(6)

Elbette bizi ve her şeyi yaratan HALIKIMIZ ezelî ilmiyle her şeyi bilir. İşte bu noktada, küçük akılları karışan aciz insanların bir sorusuyla karşılaşırız, derler;

ALLAH(CC) her şeyi bilirse, bizim irademizin ne hükmü var, niçin işlediğimiz günahlardan dolayı suçlanalım?

Yirmi Altıncı Söz’de bu sorunun cevabı da ezberlememiz gereken bir güzellikte verilir;

“Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder.”(7)

İnsanlar sınırlı ilimleriyle ay ve güneş tutulmalarının zamanını bilip takvime yazarlar. Vakti gelince tutulmalar gerçekleşir. Elbetteki bilip takvime yazdığımız için tutulmalar olmaz. Olacağı için biz takvime yazarız. Kaderimiz de böyledir.

Bu arada altın kıymetinde bir cümle daha gelir; “ Kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir”(8) Şerrin işlenmesi şer olup, yaratılması şer değildir. Nasıl mı? Buyurun birlikte okuyalım;

“Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiat, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenâtı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.

Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.

İşte, şu sırdandır ki: Kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, "Yağmur rahmet değil."(9)

Bazıları, bu yaratma ve icaddaki küçük zararlar niçin terk edilmez? derlerse;

Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir.”(10) diyerek cevap verir.

Bediüzzaman hazretleri, kader-i İlâhî ve icad-ı İlâhi’nin ne kadar güzel ve adil olduğunu da şu satırlarla açıklar;

“ Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibarıyla şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de, illet ve sebep itibarıyla dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünkü, kader hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin ayn-ı adaletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte, şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlâhînin adaleti ve insan kisbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve icad-ı İlâhî, mebde ve müntehâ, asıl ve fer', illet ve neticeler itibarıyla şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.”(11)

Kader konusunda tarih boyunca çok ciddi tartışmalar yaşanmıştır. İtikad konusunda farklı düşünceler oluşmuştur. Kader Risalesi’nde bu konular da incelenmiş ve ehl-i sünnet ve cemaatin yolu çok veciz şekilde açıklanmıştır. Şimdi de bu satırları okuyoruz;

“Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, "Şu müsebbep, şu sebeple vukua gelecek." Öyleyse, denilmesin ki, "Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-ü ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı yine ölecekti."

Sual: Niçin denilmesin?

Elcevap: Çünkü kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini neyle hükmedeceksin? Yalnız, Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen; veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin.

Öyleyse, biz ehl-i hak deriz ki: "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul." Cebrî der: "Atmasaydı yine ölecekti." Mutezile der: "Atmasaydı ölmeyecekti."(12)

Cebir ve itizal mesleğini nasıl barıştırdığını da görelim;

“Maziye, mesâibe kader nazarıyla ve müstakbele, meâsîye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebir ve İtizal, burada barışırlar.”

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi –Kırk Testi – isimli eserinin 331.sayfasında; “sebeplere riayette hiç kusur etmemek ve her işin neticesini ALLAH(CC)’dan beklemek O’ na vermek.”gerektiğini belirterek bu satırları açıklamaktadır.

Said Nursi Hazretleri cüz-i ihtiyarinin bizi sorumlu hale getirdiğini yaramaz fakat güçsüz bir çocuk misaliyle anlatır;

“ İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyleyse mes'uliyet sana aittir."(13)

Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.”(14)

Bu arada çok önemli bir tavsiyesine uymak için, aşağıda yazılı satırları da dikkatle okumalıyız;

“ Ey insan! Senin elinde gayet zaif, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenâtın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.

Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.”(15)
 

Bîdâr

Aktifleşmemiş
Katılım
31 Tem 2007
Mesajlar
5,222
Tepkime puanı
207
Puanları
0
Konumuzun daha iyi anlaşılabilmesi için Otuzuncu söz’ün ikinci maksadı’nın haşiyesindeki bazı terimleri de iyi anlamamız gerekiyor:

“ H A Ş İ Y E Kur'ân-ı Hakîmde İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin mükerrer yerlerde zikredilmiştir. Ehl-i tefsir "İkisi birdir"; bir kısmı "Ayrı ayrıdır" demişler. Hakikatlerine dair beyanatları muhteliftir. Hülâsa, "İlm-i İlâhînin ünvanlarıdır"demişler Fakat Kur'ân'ın feyziyle şöyle kanaatim gelmiş ki:

İmam-ı Mübin, ilim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor Yani, zaman-ı halden ziyade, mazi ve müstakbele nazar eder Yani, herşeyin vücud-u zâhirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar Kader-i İlâhînin bir defteridir Şu defterin vücudu, Yirmi Altıncı Sözde, hem Onuncu Sözün haşiyesinde ispat edilmiştir Evet, şu İmam-ı Mübin, bir nevi ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvanıdır Yani, eşyanın mebâdileri ve kökleri ve asılları, kemâl-i intizamla eşyanın vücutlarını gayet san'atkârâne intaç etmesi cihetiyle, elbette desâtir-i ilm-i İlâhînin bir defteriyle tanzim edildiğini gösteriyor Ve eşyanın neticeleri, nesilleri, tohumları, ileride gelecek mevcudatın programlarını, fihristelerini tazammun ettiklerinden, elbette evâmir-i İlâhiyenin bir küçük mecmuası olduğunu bildiriyorlar Meselâ, bir çekirdek, bütün ağacın teşkilâtını tanzim edecek olan programları ve fihristeleri ve o fihriste ve programları tayin eden o evâmir-i tekvîniyenin küçücük bir mücessemi hükmünde denilebilir Elhasıl, İmam-ı Mübin, kader-i İlâhînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir O desâtirin imlâsıyla ve hükmüyle, zerrat, vücud-u eşyadaki hidemâtına ve harekâtına sevk edilir

Kitab-ı Mübin ise, âlem-i gaybdan ziyade âlem-i şehadete bakar Yani, mazi ve müstakbelden ziyade zaman-ı hazıra nazar eder Ve ilim ve emirden ziyade kudret ve irade-i İlâhiyenin bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır İmam-ı Mübin kader defteri ise, Kitab-ı Mübin kudret defteridir Yani, herşey vücudunda, mahiyetinde ve sıfât ve şuûnâtında kemâl-i san'at ve intizamları gösteriyor ki, bir kudret-i kâmilenin desâtiriyle ve bir irade-i nâfizenin kavâniniyle vücut giydiriliyor; suretleri tayin, teşhis edilip birer miktar-ı muayyen, birer şekl-i mahsus veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mecmua-i kavânini, bir defter-i ekberi vardır ki, herbir şeyin hususî vücutları ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir İşte şu defterin vücudu, İmam-ı Mübin gibi, kader ve cüz-ü ihtiyarî mesâilinde ispat edilmiştir

Ehl-i gaflet ve dalâlet ve felsefenin ahmaklığına bak ki, kudret-i fâtıranın o Levh-i Mahfuzunu ve hikmet ve irade-i Rabbâniyenin o basîrâne kitabının eşyadaki cilvesini, aksini, misalini hissetmişler; hâşâ, "tabiat" namıyla tesmiye etmişler, körletmişler İşte, İmam-ı Mübin'in imlâsıyla, yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla, kudret-i İlâhiye, icad-ı eşyada herbiri birer âyet olan silsile-i mevcudatı, "Levh-i Mahv, İsbat" denilen zamanın sahife-i misaliyesinde yazıyor, icad ediyor, zerrâtı tahrik ediyor Demek, harekât-ı zerrat, o kitabetten, o istinsahtan, mevcudat âlem-i gaybdan âlem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde olan bir ihtizazdır, bir harekâttır

Levh-i Mahv, İsbat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Âzam'ın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücut ve fenâya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-i zaman odur Evet, herşeyin bir hakikati olduğu gibi,

zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi, Levh-i Mahv, İsbat'taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir. Lâ ya'lemu'l-ğaybe illâllah(16)

Rabbimizin konumuzu daha iyi anlamamıza yardımcı olan bazı kanunları vardır ki, iyi anlayıp düşünmemiz, kadere îmanımızı ve O’na inancımızı kuvvetlendiriyor On altıncı sözün - Küçük bir zeyli gerçekten iyi okunmalıdır

“1-Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi;

2- şuzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin harikalarıyla, tagayyürat-ı sûriye ile, teşahhusatın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini(isteğini), iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe'nde, her şeyinde Ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu ilâm etmekle gafleti dağıtıp ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü'l-Esbâba çevirir Kur'ân'ın beyanatı şu esasa bakıyor

Meselâ, ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir Yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir Öbür sene, bütün esbab-ı zahiriye hazırken, meyveyi alıp vermiyor”(17)

Diğer kanunları da –Mesnevi-i Nuriye’den takip etmeliyiz “İ’lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ı Hakkın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da, kaderi bozar

3-Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir

4- O kararın infazı, kazâ demektir

5- O kararın iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir

Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kazâ kanununun kat'iyetini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarını deler Demek, atânın kazâya nisbeti, kazânın kadere nisbeti gibidir Atâ, kazâ kanununun şümulünden ihraçtır. Kazâ da kader kanununun külliyetinden ihracıdır. Bu hakikate vakıf olan ârif, "Yâ İlâhî! Hasenatım senin atândandır Seyyiatım da senin kazândandır Eğer atân olmasaydı helâk olurdum" der”(18)

Rumuzat-ı Semaniye Risalesinde bu kanun daha da geniş açıklanıyor;

“Çünkü, meşiet-i İlâhiye hâkim-i mutlaktır, o mahkûm olamaz Her hadisenin gizli bazı şeraiti bulunabilir Levh-i mahfuz’un hadisat-ı zamaniye dairesinde bir nüshası olan Levh-i Mahv İsbat namındaki bir sahifey-i Kaderiye kabil-i tebdildir, değiştirilebilir Hadis-i sahihde vardır ki: Bazen belâ nazil olur karşısına sadaka gibi bir şey çıkar, mukabele eder. Bazıların ecel-i mübremden ayrı olan ecel-i muallakı geldiği halde bir vesile ile teehhür ettiğini ehl-i tahkik hükmetmişler. Hatta Levh-i Mahfuzda Kader-i ezeli ile ecel-i mübrem dahi, gayet kutsî bir zâtın meşiet-i ilâhiyeden istimdat ve niyazı ile tebdil edildiği kuvvetle ihbar edilmiştir.”(19)

Bediüzzaman hazretleri Mesnevî-i Nuriye isimli eserinde de aşağıda belirtilen ikazlarını yapmaktadır:

“ İ'lem eyyühe'l-aziz! Nefis daima ıztıraplar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü kadere razı olmuyor. Halbuki, şemsin tulû ve gurubu muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû ve gurubu ve sair mukadderat, kalem-i kaderle cephesinde yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin-fakat başı kırılır, yazılara birşey olmaz ha!

Ve illâ muhakkak bilsin ki: Semâvat ve arzın haricine kaçıp kurtulamayan insan, Hâlık-ı Külli Şeyin rububiyetine muhabbetle rızâdâde olmalıdır.” Hülâsa: Arının dimağını, mikrobun gözünü tanzim eden Zat, senin ef'âl ve a'mâlini mühmel, başıboş, hesapsız, kitapsız bırakmayarak İmâm-ı Mübînde yazar. Ona göre muhaseben olacaktır.”(20)

Büyük üstad bu safhadan sonra müthiş bir soruya daha cevap verererek gönüllerimizi fethediyor;

Eğer dese: Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selb etmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?

Elcevap: Kat'a ve asla! Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve ravh ve reyhânı veren ve emn ü emânı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünkü, insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz'î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde dünya kadar ağır bir yükü, biçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünkü insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metâlibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı ne kadar müthiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte, kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemâl-i rahatla, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmârenin cüz'î hürriyetini selb eder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar.

Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız şu temsille o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

İki adam bir padişahın pâyitahtına giderler. O padişahın mahall-i garaip olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez, o yerlerde gasıbâne, sârıkane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve varidat; ve makinelerini işlettirmek ve garip hayvânâtın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ıztırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşeye acıyor, idare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız, edepsiz adam, tedip suretiyle hapse atılır.

İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemâl-i suhuletle işlediğini itikad eder. Zahmet ve külfetleri padişahın kanununa bırakıp, kemâl-i safâ ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip, padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşeyi hoş görür, kemâl-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. (22)

Haddim olmayarak kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, gerek bu metinleri gerekse orijinal metinleri samimi birkaç arkadaş okuyup anlamaya çalışırlarsa istifadeli olacağını ümit ediyorum. Kainatta cebrî kaderin hakim olduğu da unutulmamalıdır. Dualarınızı niyaz ediyorum.

KADERLE İLGİLİ AYETLERE DE BAKMALIYIZ

1-"Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Herşeyi Biz belirli bir miktarla indiririz." Hicr Sûresi, 15:21.

2-"Biz herşeyi İmam-ı Mübinde tek tek sayıp yazdık." Yâsin Sûresi, 36:12.

3-"İnkâr edenler, 'Kıyamet başımıza gelmez' dediler. Sen de ki: Evet, gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki başınıza gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar birşey Ondan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır." Sebe' Sûresi, 34:3.

4-"Yaş ve kuru ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır." En'âm Sûresi, 6:59.ayet, 5 )Nisa-79.ayet,6)Yasin-12.ayet, ,7)Ra’d -39. ayet,8) İsra-13.ayet

ÖZET CÜMLELER;

1- “Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî

ve nazarî değillerdir

2-“ KADER; ilim nevindendir. İlm-i Îlâhî’nin bir nev’İdir.”

3-“ kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler.”

4”- Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil.”

5-” Kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.”

6-“ Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur.”

7-“ Maziye, mesâibe kader nazarıyla; ve müstakbele,meâsîye teklif noktasında bakmak lâzımdır.”

8-“ Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır.”

9-“ Cenab-ı Hakkın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da, kaderi bozar.”

10-“Çünkü , meşiet-i İlâhiye hâkim-i mutlaktır, o mahkûm olamaz.”

11-“ Hadis-i sahihde vardır ki: Bazen belâ nazil olur karşısına sadaka gibi bir şey çıkar, mukabele eder.”

12-“Hülâsa: Arının dimağını, mikrobun gözünü tanzim eden Zat, senin ef'âl ve a'mâlini mühmel, başıboş, hesapsız, kitapsız bırakmayarak İmâm-ı Mübînde yazar. Ona göre muhaseben olacaktır.”

ANAHTAR KELİMELER; Kader, Cüz-i İrade, İrade-i Külliye, Şuzûzât-ı kanuniye, Meşiet-i ilâhiye, atâ, kaza, Levh-i mahfuz, imam -ı mübin, kitab-ı mübin, levh-i mahv isbat, ecel-i mübrem, ecel-i muallak.



Dipnotlar

(1)26. söz sf; 488

(2)26. söz sf; 491

(3)26.söz sf ; 491

(4) 26. söz sf ; 488

(5)26. söz sf ; 489

(6)26.söz sf; 492

(7)26.söz sf; 492

(8)26.söz sf; 489

(9)26.söz sf; 489

(10)26.söz sf; 489

(11)26. söz sf;489

(12)26.söz sf; 492-493

(13)Mektubat 465 Hakıkat Çekirdekleri-45

(14)26.söz sf; 494

(15)26.söz sf;494

(16)30.Söz sf;581-582

(17)16.söz sf; 209

(18)Mesnevi-i Nuriye sf;1351 Nesil, iki cildlik.

(19)Rumuzat-ı Semaniye sf;221

(20)-Mesnevi-i Nuriye sf;1351 iki cildlik Nesil

(21)-Rumuzat-ı Semaniye sf;221

(22)-26.söz sf;497
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
boyunuzdan büyük konulara girmeyin...

boyunuzdan büyük meseleleleri akıl dürbünü ile tartışmaya kalkmayın. zarar görürüsünüz.

akıl ile şeriat kesilmez.

ilim sahiplerinden iktibas yapmanız hem sizi kurtaracak, hem muhatabınıza faydanız olacaktır. muvaffakiyet Allah (cc) tandır. vazifeniz sadece tebliğdir.
 
Üst