Ben seni yazmaya mecbur muyum???

  • Konbuyu başlatan VeLeyl
  • Başlangıç tarihi
V

VeLeyl

Guest
Ben seni yazamaya mecbur muyum?
Kalemime taht kuruşunun sebebini izah edecek bir kelâma dahi muhtaç olduğumu
görmüyor musun?
Bahara eren Boğaz’ın erguvanları gibi geçici bir güzellik midir yoksa aşk dediğim?
Ben hiç uslanmayacağım, belli…
Her dem yolculuklara gebe takvimlerin emzirdiği bir bebek olmaktan
kurtulamayacağım!
Sen keyfine keyif katarken yarı ömrünün fevkinde,
her sabah saçımın bir telinin daha beyazladığını seyrettiğim aynalarda, cinnet ötesi dürtülerle kucaklayacağım benim olmayan manzaraları…
Hem sen değil misin, kanatmaktan vazgeçmeyen, içimdeki müzmin yaraları?



Ben seni yazmaya mecbur muyum?
Hasretlerin dokuz boğum olduğu bir mevzuya sürüklenirken fikrimin en gafil ânları,
nice bin şairi kahra yâr etmemiş mi yâr bildiği cânânları?
Sen yâr mısın gerçekten? Şu gönül dediğim virânenin her karışında var mısın?
Yoksa! Yoksa varlığımın yokluğa yeltendiği bu zeminde, özüme set çeken duvar mısın?
Yarım olmanın adına hasret nâmını yakıştırmanın acısıdır belkide beni böyle söyleten! Belki,
belkilerin bile boş laftan ibaret olduğunun ispatıdır her satırım! Anladım!
Kalbim gibi, aşkım gibi, varlığım gibi… Çiğnenip geçilmiş meğer hatırım!


Ben seni yazmaya mecbur muyum?
Hem sen yazmaya değecek bir acıdan başka ne oldun ki bana?
Evcilleştirdiğim acıların huzurunda,
seni semaya kalkan bir semazen gibi döne döne tasvir ediyor olmamın bana ne faydası var?
Bir Berceste uzunluğunda bir âh ile dolaştığım âlemin dar oluşunu,
gözyaşlarımın aşk ikliminde zavallılaşan yüreciğime misilsiz kâr oluşunu,
gülleri ağlatan gülen gülün kem nazar ile soluşunu mu yazarım sanırsın? Sanırsın da…
Aldanırsın ey peri!


Ben seni yazmaya mecbur muyum?
Bu sual perçinlendi dilimin ucuna…
Devrilip giderken hüsran denilen dehlizlerin en korkuncuna,
Şeyh Galip’in yıllar öncesinden yaptığı bir izah şu an ki halimi tasvire yetip de arttı bile…
Bu aşk dedikleri…
Var iken yok olmaya imrenmekmiş bile bile… Sözümün hamlığını,
Şeyh Galip’in terennümüyle kemâle eriştirmek ânı bu ân…



“Kevser-î âteş-nihâdın âdı aşk
Dûzah-ı cennet-nümânın âdı aşk
Bir lûgat gördüm cünûn isminde ben
Anda hep cevr ü cefânın âdı aşk”1



Ben seni yazmaya mecbur muyum?
Gidişinle bir serencâmın keder dolu nihâyeti başlarken göz bebeklerimde,
ağlamaktan daha fazlası gerekiyordu yangın yerine dönen gönlüme…
Aşkın tarifsiz geometrisinde,
bütün açı ortaylarını yitirmiş hayallerimin; buruk tesellilere dokunacak kadar ömrü de yoktu aslında…
Yâr olaydın… Yâr olaydın! Âh deli gönlüm ihtiyâr olaydın da tek bahtiyâr olaydın.
Bir nefes alıp vermede bir saadete ereydin de, sonra ansızın solaydın!

Renklerin gayba uzandığı demlerde,
yok olmak istidâdında ağlayan karanfillerin kızıl arzularında,
bir şal misali döküldü omuzlarımdan hicrânın şûh yükü…
Ümmi satırlarımın yalvarışlarını duymayacak kadar uzakları
mesken tutan huma kuşuna intizarım var benim… İntizardan öte i
tirazım var benim…

Aşk…
Şiirlerimden sürgün ettiğim son imge…
Temalarım tutarsızlaşırken kalemimin ucunda,
ebruları kesafetiyle boğan renk oldun âh…!
Şimdi her heyecanım günah…
Surda gedik açan her gülle,
senin elinden çıktı bilesin… Bilesin eşkıya tasavvuruyla avuçlanan
her goncada sana âh etmekteyim… Sen tükenmeyi ne bilirsin…?
Ben usul usul bitmekteyim…!



Menziller turkuaz kanatlı turnalara yol verir sanma…
Sorma bana…
Söylesem de inanma!
Ben aynalarda seyrettiğim benle,
aynaların billur meçhuliyetine yelken açtım bundan gayrı…
Bil ki kalmadı, hayır isterken yitirdiklerimin hayrı…! Yeter…!
Tırnaklarını çek yüreğimin üzerinden… Dudakların bükülüp durmasın dimağımın köşesinde…
Nefesini katma esen rüzgara…
Dağlara haykırma bana söyleyemediklerini…
Git başımdan heyula ! Destursuz gelme böyle her gece…
Gecenin suskunluğunu kabulden sayma sakın…
Bana senin yokluğun senden daha yakın…
Adı zûl şimdi… Her dem tattığım firâkın…


Ben seni yazmaya mecbur muyum?
Kalem ve kağıt…
Ellerimde dalga dalga kabaran bir ağıt! Ya gel, bu hüznü,
efkâra esir düşmüş şahikalardan dağıt!
Ya da kara toprağın bağrına uzansın bir defa daha bir garip yiğit…
Şiirle düğümlenen sözün, yazıyı da kördüğüm etmesi yadırganmaz.
İşte o düğümün yeridir şimdi:


Yarını düşünmekten bugüne kanmaz oldum!
Bülbüllüğüm rivâyet, güle aldanmaz oldum…

İlkbaharın neşesi sıyrıldı sözlerimden,
Lâlelere darıldım, aşka inanmaz oldum…
 

Güle Sevdalı

Paylaşımcı
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
118
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ormandan :)
Leyl.. kardeş size ait olsun olmasın güzel bir yazı. Edebiyatı çok şahsen çok seviyorum lakin gel görki kurallarını pek bildiğim sayılmaz. Bir kaç şey yazıyım dedim berbat şeyler ortaya çıktı biri hariç onuda bulamıyorum.:)

Azmin sonu başarıdır ben o başarıyı yakalayacağım inş...
 
V

VeLeyl

Guest
Leyl.. kardeş size ait olsun olmasın güzel bir yazı. Edebiyatı çok şahsen çok seviyorum lakin gel görki kurallarını pek bildiğim sayılmaz. Bir kaç şey yazıyım dedim berbat şeyler ortaya çıktı biri hariç onuda bulamıyorum.:)

Azmin sonu başarıdır ben o başarıyı yakalayacağım inş...

Edebiyati bende cok seviyorum, ve bende bi kac biseyler karaliyorum ama kendimce kendime yada ithaf ettigim kisiye, ve bende asla begenmiyorum, ama sonucta yüregimdekileri kaleme döküyorum. Baya bi zaman gectikten sonra okumasi güzel oluyor, tebessüm ediyor insan:)
ilkokul cocuklari gibi yazsamda yaziyorum yinede :)
sende sakin yazdiklarini imha etme, kural bilmene gerek yok, birak yüregini aksin kelimeler gecir onlari kagida ;) ve onlari sakla okursun cok güzel oluyor ;) bizlede paylas ama..
Simdiden yüregine saglik, bilegine kuvvet.
 
Üst