HENGAMe
Yeni
- Katılım
- 25 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,386
- Tepkime puanı
- 268
- Puanları
- 0
- Yaş
- 41
Hayvanların genetik programlarına baktığımız zaman kaçmak, kemirmek, uçmak gibi amaçlar için programlandığını görürüz. Bu programa uygun olarak en iyi seviyede yaşamlarını sürdürürler, ancak insanların genetik programlarına baktığımızda eğilimler vardır; amaçlar yoktur. Amaçlar bireyin kendi serbest iradesine bırakılmıştır. Yaşam gayesini kişi kendisi belirleyecektir. Kendisi için en iyi ve doğruyu bulursa sonsuzluk çizgisinde mutlu ve başarılı olacaktır. İnsan için en iyi ve en doğru nedir? En isabetli sonuca götürecek çağdaş yöntemler nelerdir?
Hayatı sorgulamak hayata anlam katar ve diğer canlılardan farkımızı ortaya çıkarır. Bilim, çağdaş yöntemlerden en önemlisidir. Bilimsel metodolojiye göre doğruya götüren dört yol vardır.
Birincisi; pozitif bilim, deney ve gözlem yöntemidir. Ampirik yaklaşımla gerçekler ortaya çıkarılır. Ateşin yakması, arsenikin zehirlemesi gibi.
İkincisi; akıl yürütme yöntemidir. Tüme varım ve tümden gelim gibi mantıksal düşünme yöntemi ile doğru bulunur. Ateşi görmezsiniz ama belirtilerini görürsünüz. Dağın arkasındaki ateşi akıl gözünüzle görmüş olursunuz.
Üçüncü yol; sezgilerdir. Yaratıcı düşünce de denilen yol bu yoldur. Hayal kurulur, amaç belirlenir, zihinsel geviş getirme esnasında kuluçka dönemine yatılır. Ardından ise birdenbire doğum olur. Newton, Mimar Sinan, Arşimet, Mozart gibi bilim ve sanat adamları sembolik ve sanatsal düşünceye bu yöntemle ulaştılar. Yoğun konsantrasyon gerektiren bu özellik özel kişilerde daha iyi sonuç verir.
Dördüncü yol ise; inançlar ve semavi öğretilerdir. Ölüm, ölüm ötesi, ruhsal gerçeklikle ilgili sorularımıza inanç sistemleri cevap verebiliyor ve bizi belirsizlikten kurtarıyor.
Narsistik Çıkarcılık
Modernizm erdemli değil, faydacı insanı; başkasını değil, kendini mutlu etmeye öncelik veren insanı; soyut zevkleri değil, somut zevkleri önemseyen insan tipini teşvik etti.
Ekonomik verimlilik için açgözlü ve bencil olmak gerektiğini söyledi. Hatta ahlak temelli yapının sistemin yetersizliğine işaret ettiğini söyleyerek toplumun ahlak dokusunun değişmesinin gerektiğini vurguladı.
Neo-klasik iktisatçılardan A. Smith, Menger "ahlak ve iktisat birbirine zıttır, insan mekanistik bir varlıktır, motivasyonu çıkardır" tezini savundular.
Kapitalizmin ünlü görüşü "toplum kendi çıkarını güden bireylerden oluşur, niyetlenmemiştir, kendiliğinden doğan bir düzendir. Rasyonellik, yani akli türetme davranışlarının tek belirleyicisidir" diyerek asırların birikimi olan ahlaki öğretileri silip attı.
İnsanı bencil, faydayı rasyonalize eden varlık olarak tanımladığımızda ekonomi avanta ekonomisine kaymaz mıydı? Bu soruyu o günün bilim adamları sormadılar veya düşünmediler.
Ahlak kavramını dışlayan sistem bilimsel olarak sunuldu. Hatta ahlak ekonomide işlem maliyetini artırır tezi savunuldu.
Yardım etmek parayı paylaşmaktır, kişiyi tembelliğe iter denildi.
Yoksul gözetmek doğal ayıklanmaya uymaz.
Hakkını aramayan kendini savunamayana yardım gerekmez.
Varlıkların yaşam kavgası vardır.
Alçak gönüllü olmak yetersizlik işaretidir gibi tezleri Alman filozof Nietzsche dile getirdi.
"Ahlak insan davranışlarını belirlememelidir. İyi niyetten iyi sonuçlar çıkmaz, ahlaka ihtiyacımız yoktur" gibi görüşler iki düşünceyi güçlendirir.
Birincisi; "Sen çalış, ben yiyeyim" düşüncesidir.
Bu düşünce para ile para kazanılan rant ekonomisini doğurdu. İnsanlar, doğal iç güdüleri olan tembelliğe yöneldiler.
Rüşvet yaygınlaştı, başkasının sırtından geçirmeyi marifet bilen insan tipleri çoğalmaya başladı. Piyasada verimlilik düştü, üretmeden tüketen, kaynakları hep kendi çıkarı için kullanan insanların çoğalması sosyal katmanlar arasındaki dengeyi bozmaya başladı.
İkincisi; "Başkası açlıktan ölse bana ne" düşüncesi sosyal sorumlulukları göz ardı ettirdi. Bencilliğe teşvik etti. Bireysel sorumluluk, sosyal sorumlulukları göz ardı ettirdi. Bireysel sorumluluk ve sosyal sorumluluk arasındaki sınır, bireyin faydacı eğilimi nedeniyle toplum aleyhine bozuldu
. Önce benim çıkarım, sonra ailemin, çocuklarımın ve toplumun çıkarı diyen insan tipi kabul gördü. Böylece haklılık dengesi kendini üstün gören insan lehine bozuldu. Zayıf kişilerin ve güçsüzlerin kurban olmasını sonuç veren insan tipinin yüceltilmesi 20. yüzyıl diktatörlerini ortaya çıkardı.
Bilindiği gibi Hitler, Alman ırkını üstün görüyordu. Diğer ırklar üzerine hakimiyet kurma hakkı olduğunu savunuyordu. Hitler Mussolini, Franco gibi çağdaş tiranların temel dünya görüşü "Çatışma ve savaş" kavramlarına olan inançlarıydı. Savaş ve çatışmanın bir milletin gelişmesinde mutlaka gerekli olduğu tezini filozof Friedrich Nietzsche'den almışlardı. Hatta Mussolini "Nietzsche beni ruhsal bir erotizmle dolduruyor" diyerek duygularını ifade etmişti.
Hayatı sorgulamak hayata anlam katar ve diğer canlılardan farkımızı ortaya çıkarır. Bilim, çağdaş yöntemlerden en önemlisidir. Bilimsel metodolojiye göre doğruya götüren dört yol vardır.
Birincisi; pozitif bilim, deney ve gözlem yöntemidir. Ampirik yaklaşımla gerçekler ortaya çıkarılır. Ateşin yakması, arsenikin zehirlemesi gibi.
İkincisi; akıl yürütme yöntemidir. Tüme varım ve tümden gelim gibi mantıksal düşünme yöntemi ile doğru bulunur. Ateşi görmezsiniz ama belirtilerini görürsünüz. Dağın arkasındaki ateşi akıl gözünüzle görmüş olursunuz.
Üçüncü yol; sezgilerdir. Yaratıcı düşünce de denilen yol bu yoldur. Hayal kurulur, amaç belirlenir, zihinsel geviş getirme esnasında kuluçka dönemine yatılır. Ardından ise birdenbire doğum olur. Newton, Mimar Sinan, Arşimet, Mozart gibi bilim ve sanat adamları sembolik ve sanatsal düşünceye bu yöntemle ulaştılar. Yoğun konsantrasyon gerektiren bu özellik özel kişilerde daha iyi sonuç verir.
Dördüncü yol ise; inançlar ve semavi öğretilerdir. Ölüm, ölüm ötesi, ruhsal gerçeklikle ilgili sorularımıza inanç sistemleri cevap verebiliyor ve bizi belirsizlikten kurtarıyor.
Narsistik Çıkarcılık
Modernizm erdemli değil, faydacı insanı; başkasını değil, kendini mutlu etmeye öncelik veren insanı; soyut zevkleri değil, somut zevkleri önemseyen insan tipini teşvik etti.
Ekonomik verimlilik için açgözlü ve bencil olmak gerektiğini söyledi. Hatta ahlak temelli yapının sistemin yetersizliğine işaret ettiğini söyleyerek toplumun ahlak dokusunun değişmesinin gerektiğini vurguladı.
Neo-klasik iktisatçılardan A. Smith, Menger "ahlak ve iktisat birbirine zıttır, insan mekanistik bir varlıktır, motivasyonu çıkardır" tezini savundular.
Kapitalizmin ünlü görüşü "toplum kendi çıkarını güden bireylerden oluşur, niyetlenmemiştir, kendiliğinden doğan bir düzendir. Rasyonellik, yani akli türetme davranışlarının tek belirleyicisidir" diyerek asırların birikimi olan ahlaki öğretileri silip attı.
İnsanı bencil, faydayı rasyonalize eden varlık olarak tanımladığımızda ekonomi avanta ekonomisine kaymaz mıydı? Bu soruyu o günün bilim adamları sormadılar veya düşünmediler.
Ahlak kavramını dışlayan sistem bilimsel olarak sunuldu. Hatta ahlak ekonomide işlem maliyetini artırır tezi savunuldu.
Yardım etmek parayı paylaşmaktır, kişiyi tembelliğe iter denildi.
Yoksul gözetmek doğal ayıklanmaya uymaz.
Hakkını aramayan kendini savunamayana yardım gerekmez.
Varlıkların yaşam kavgası vardır.
Alçak gönüllü olmak yetersizlik işaretidir gibi tezleri Alman filozof Nietzsche dile getirdi.
"Ahlak insan davranışlarını belirlememelidir. İyi niyetten iyi sonuçlar çıkmaz, ahlaka ihtiyacımız yoktur" gibi görüşler iki düşünceyi güçlendirir.
Birincisi; "Sen çalış, ben yiyeyim" düşüncesidir.
Bu düşünce para ile para kazanılan rant ekonomisini doğurdu. İnsanlar, doğal iç güdüleri olan tembelliğe yöneldiler.
Rüşvet yaygınlaştı, başkasının sırtından geçirmeyi marifet bilen insan tipleri çoğalmaya başladı. Piyasada verimlilik düştü, üretmeden tüketen, kaynakları hep kendi çıkarı için kullanan insanların çoğalması sosyal katmanlar arasındaki dengeyi bozmaya başladı.
İkincisi; "Başkası açlıktan ölse bana ne" düşüncesi sosyal sorumlulukları göz ardı ettirdi. Bencilliğe teşvik etti. Bireysel sorumluluk, sosyal sorumlulukları göz ardı ettirdi. Bireysel sorumluluk ve sosyal sorumluluk arasındaki sınır, bireyin faydacı eğilimi nedeniyle toplum aleyhine bozuldu
. Önce benim çıkarım, sonra ailemin, çocuklarımın ve toplumun çıkarı diyen insan tipi kabul gördü. Böylece haklılık dengesi kendini üstün gören insan lehine bozuldu. Zayıf kişilerin ve güçsüzlerin kurban olmasını sonuç veren insan tipinin yüceltilmesi 20. yüzyıl diktatörlerini ortaya çıkardı.
Bilindiği gibi Hitler, Alman ırkını üstün görüyordu. Diğer ırklar üzerine hakimiyet kurma hakkı olduğunu savunuyordu. Hitler Mussolini, Franco gibi çağdaş tiranların temel dünya görüşü "Çatışma ve savaş" kavramlarına olan inançlarıydı. Savaş ve çatışmanın bir milletin gelişmesinde mutlaka gerekli olduğu tezini filozof Friedrich Nietzsche'den almışlardı. Hatta Mussolini "Nietzsche beni ruhsal bir erotizmle dolduruyor" diyerek duygularını ifade etmişti.