korakademik
Ordinaryus
- Katılım
- 17 Ağu 2009
- Mesajlar
- 2,236
- Tepkime puanı
- 63
- Puanları
- 0
Bediüzzaman'ın hastalıkları
ASRIN DEHASINI AKIL HASTANESİNE GÖNDERDİLER - 1908 İSTANBUL TOPTAŞI
Bediüzzaman bu defa,
Sultan İkinci Abdulhamit'in karşısında...
Sanki Padişahla halk yer değiştirmiş gibi...
Çünkü Üstad kendinden emin, vakur ve cesaretli...
Gelip padişahın önüne bir ağaç gibi dikiliverdi...
Ve sohbet başladı ve sohbet alevlendi...
Üstad elbette Sultan'a gerçekleri söyleyecekti:
“Dinde zorlama yoktur.”
“Bir ferd için karar vermek”
“Ancak safhaları açık ve şeriat adaleti içindeki mahkemelerin hakkıdır.”
Cümleleri ard arda geldi...
Kararsa hemen verildi...
Said Nursi mahkemeye sevk edilmeliydi...
Öyle ya!
Halktan biri, Padişahın karşısında,
Hafiyelik ve jurnalcilik müesseselerini eleştirmişti...
Divan-ı Harbin adı Yıldız Askeri Mahkemesiydi...
Hakim orada şu soruyu dile getirmişti:
“Hangi Kürt aşiretine mensupsun?”
Bediüzzaman'dan karşılık şöyle gelmişti...
“Sen hangi Tatar aşiretine mensupsun?
“Ben Osmanlı'yım. Benim Kürtlüğüm,”
“Doğduğum ve büyüdüğüm yerin halkına verilen isim dolayısıyladır.”
Bediüzzaman, Sultan Hamit yanında da aynı şeylerden bahsetmişti...
Bir de; “Yıldız Sarayı'nı medrese yap” diye fikrini beyan etmişti...
Menfaat derdindekiler, endişelenmişlerdi...
O'nu önce sürgüne yollamayı düşünmüş,
Daha sonra bundan vazgeçmişlerdi...
Hemen bir plan hazır edilmişti...
Bir Rum, bir Ermeni, Bir Türk ve İki Musevi...
Hepsi doktor, hepsi güya Hipokrat yeminli...
Bediüzzaman hakkında sahte bir rapor beyan etmişlerdi...
Ne yazık ki...
Böylece asrın değil, belki asırların dehasını,
Toptaşı Akıl Hastanesine götürebilmişlerdi…
Ne hazin tecelli...
Trajikomik bir hadise belki...
O, kendini muayeneye gelen doktora, bunu şöyle ifade etti:
“Ey tabip efendi!
“Sen dinle ben söyleyeceğim.”
“Cinnetime bir delil daha senin eline vereceğim.”
“O da sual sorulmadan cevaptır.”
“Antika bir divanenin sözünü dinlemeyi şüphesiz arzu edersiniz.”
“Muayenemi muhakeme suretinde istiyorum.
“Senin vicdanın da hakem olsun.”
“Tabibe tıp dersi vermek fuzuliliktir.”
“Ama hastalık teşhisine yardım edecek noktaları anlatmak hastanın vazifesidir.”
“Hem de istikbal sizi yalanlamamak için elbette dinlemeniz lazımdır.”
Doktor Bediüzzaman’ı şaşkınlıkla dinlerken,
Bir yandan da düşünmekteydi...
Akıllıysa diğerleri...
Peki ya nedir şu karşımdaki?
Bu ne yaman bir çelişki...
ASRIN DEHASINI AKIL HASTANESİNE GÖNDERDİLER - 1908 İSTANBUL TOPTAŞI
Bediüzzaman bu defa,
Sultan İkinci Abdulhamit'in karşısında...
Sanki Padişahla halk yer değiştirmiş gibi...
Çünkü Üstad kendinden emin, vakur ve cesaretli...
Gelip padişahın önüne bir ağaç gibi dikiliverdi...
Ve sohbet başladı ve sohbet alevlendi...
Üstad elbette Sultan'a gerçekleri söyleyecekti:
“Dinde zorlama yoktur.”
“Bir ferd için karar vermek”
“Ancak safhaları açık ve şeriat adaleti içindeki mahkemelerin hakkıdır.”
Cümleleri ard arda geldi...
Kararsa hemen verildi...
Said Nursi mahkemeye sevk edilmeliydi...
Öyle ya!
Halktan biri, Padişahın karşısında,
Hafiyelik ve jurnalcilik müesseselerini eleştirmişti...
Divan-ı Harbin adı Yıldız Askeri Mahkemesiydi...
Hakim orada şu soruyu dile getirmişti:
“Hangi Kürt aşiretine mensupsun?”
Bediüzzaman'dan karşılık şöyle gelmişti...
“Sen hangi Tatar aşiretine mensupsun?
“Ben Osmanlı'yım. Benim Kürtlüğüm,”
“Doğduğum ve büyüdüğüm yerin halkına verilen isim dolayısıyladır.”
Bediüzzaman, Sultan Hamit yanında da aynı şeylerden bahsetmişti...
Bir de; “Yıldız Sarayı'nı medrese yap” diye fikrini beyan etmişti...
Menfaat derdindekiler, endişelenmişlerdi...
O'nu önce sürgüne yollamayı düşünmüş,
Daha sonra bundan vazgeçmişlerdi...
Hemen bir plan hazır edilmişti...
Bir Rum, bir Ermeni, Bir Türk ve İki Musevi...
Hepsi doktor, hepsi güya Hipokrat yeminli...
Bediüzzaman hakkında sahte bir rapor beyan etmişlerdi...
Ne yazık ki...
Böylece asrın değil, belki asırların dehasını,
Toptaşı Akıl Hastanesine götürebilmişlerdi…
Ne hazin tecelli...
Trajikomik bir hadise belki...
O, kendini muayeneye gelen doktora, bunu şöyle ifade etti:
“Ey tabip efendi!
“Sen dinle ben söyleyeceğim.”
“Cinnetime bir delil daha senin eline vereceğim.”
“O da sual sorulmadan cevaptır.”
“Antika bir divanenin sözünü dinlemeyi şüphesiz arzu edersiniz.”
“Muayenemi muhakeme suretinde istiyorum.
“Senin vicdanın da hakem olsun.”
“Tabibe tıp dersi vermek fuzuliliktir.”
“Ama hastalık teşhisine yardım edecek noktaları anlatmak hastanın vazifesidir.”
“Hem de istikbal sizi yalanlamamak için elbette dinlemeniz lazımdır.”
Doktor Bediüzzaman’ı şaşkınlıkla dinlerken,
Bir yandan da düşünmekteydi...
Akıllıysa diğerleri...
Peki ya nedir şu karşımdaki?
Bu ne yaman bir çelişki...