Bediüzzaman ve Risalei Nur23

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bediüzzaman ve Risalei Nur23





Said Nursi'nin ateizme karşı ehli kitapla birlikte hareket etmeliyiz demesi ne kadar tutarlı bir anlayıştır? Bildiğimiz kadarıyla komünizm ve ateizmi de başlatanlar ehli kitaptır. Öyle ise bu konu nasıl değerlendirilmelidir?
Kur'an-ı Kerim'in Ehl-i Kitab'ı birtakım konularda diğer gayrimüslimlerden ayrı tuttuğu malumdur. Müslümanlar için onların iffetli kadınlarıyla evliliğin ve kestiklerini yemenin caiz olması bu durumun somut yansımalarıdır.

Ancak bu "ayrıcalık" durumunun "hukukî" sahayla sınırlı olduğuna dikkat etmek gerekir. Ehl-i Kitap ile Müslümanların, sırf onların Ehl-i Kitap olması dolayısıyla bunun dışında özel bir yakınlık kurması ancak konjonktür gereği olabilir. Bu açıdan bakıldığında Bediüzzaman merhumun Komünizm ve onun tabii bir yansıması gibi algılanan Ateizm tehlikesini milletten uzak tutmak için şu veya bu şekilde bir "Allah inancı" taşıyan Ehl-i Kitap ile işbirliği yapılması yolundaki görüşünü anlamak mümkün. Konjonktür değiştiğinde şer'î maksat ve maslahatları gerçekleştirmeye katkı sağlayacak farklı işbirliklerine de gidilebilir.

Burada önemli olan iki nokta var:
1. Bu ilişki ve işbirliğinin "kalıcı bir tutum" olarak görülmemesi; esnek ve çok boyutlu olarak yürütülmesi. O gün için Komünizm ve Ateizm yaygın ve yakın tehlike idi.
Bugün
2. Bu tür ilişki ve işbirliklerinin din algımızı ve itikadımızı belirleyen temel faktörler seviyesine çıkarılmaması.
Bediüzzaman merhumun, yaşadığı dönem için tesbit ettiği bir durumun ve ona bağlı olarak geliştirilen hareket tarzının bugünün dünyasında aynen devam ettirilmesi, ancak o durumun devamı halinde söz konusu olabilir. Şartlar ve dengeler değişmiş, yeni durumlara yeni çözümler bulmak gerekli hale gelmişse artık o tutumda ısrar etmenin "geçmişte hapsolmak"tan başka bir anlamı olmayacaktır.

Söz gelimi günümüzde Komünizm bir tehlike olmaktan çıkmış, onun yerini, hayatın farklı boyutlarına farklı yansımaları olan "dünyevileşme" almıştır. Modernizm, küreselleşme, çığırından çıkmış ve artık ideolojileşmiş bulunan teknoloji, onun doğurduğu çevre problemleri ve küresel ısınma, "Üçüncü dünya" denen coğrafyaların ve özellikle de İslam dünyasının ya fiili işgal altında bulunması ya da işgal yahut bölünme-parçalanma tehdidiyle yüz yüze bulunması gibi problemler bunların başında gelmektedir.

İşin ilginç yanı, bu problemlerin kaynağını Ehl-i Kitap ülkeler oluşturmakta, bunlara karşı direnişin simgesi durumundaki küreselleşme karşıtları, yeşil barışçılar gibi yapılanmalarsa genellikle ateistlerden, deistlerden... oluşmakta!
Bu durumda Ehl-i Kitap'la işbirliğini "kalıcı bir tutum" olarak devam ettirdiğimizde kime ve neye hizmet etmiş olacağımıza iyi bakmalıyız.

Dolayısıyla meseleye şöyle bakmanın doğru olacağını düşünüyorum: İslam'ın ve insanlığın maslahatı neredeyse, neyi gerektiriyorsa orada bulunmak ve onu yapmak. Bu, dün A konusunda Ehl-i Kitap'la işbirliğini gerektiriyorken. Bugün B konusunda başkalarıyla işbirliğini gerektirebilir.

Son bir nokta olarak altını çizmemiz gereken husus, Ehl-i Kitap'la işbirliğinin onlarla "yakınlaşma"ya dönüşmemesine dikkat etmek gerekir. Zira işbirliğinin dozu kaçırıldığında "yakınlaşma", bir süre sonra "ortak noktalarımız çok"a, oradan da "ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız"a varıyor; imanla inkâr arasındaki sınır ortadan kalkıyor. Dinlerarası Diyalog süreci başlamadan önce kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir Allah kulunun, Ehl-i Kitab'ın da cennete gideceğini söylediğine şahit olanınız var mı?...

Ebubekir Sifil
 
Üst