Bediüzzaman Said Nursi

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Yörükzade Ahmet Efendi


"Bolvadin'de Nakşi Şeyhi Yörükzade Ahmet Efendi vardı, mübarek bir zattı. Ben onun doktoruydum. Bu zat talebelerine, diğer ziyaretçilerine ve hocalara:



"Biz icazetleri bıraktık, bizden icazet vermek selahiyeti kalktı. Bediüzzaman buraya geldikten sonra, bizden o vazifeyi aldı! Biz onun emrindeyiz...' diyordu.


Bu zat Gümüşhaneli Ziyaeddin Efendi merhumun halifelerindendi. Hem hoca, hem dersiâmdı, Fatih dersiâmlarındandı. Vefat ettiği zaman Üstad talebelerini cenazeye gönderdi, sonra da kendisi ziyarete gidip, tâziye etti.(Tahir Barçın)
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Ömer Nasuhi Bilmen


"Bediüzzaman ile Dar’ül Hikmet-ül İslamiye’de iken tanışmıştım.

Bütün İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmıştı. Ben bizzat birkaç kez sohbetinde bulundum. O dönemde yazdığı bütün makalelerini okudum. Fikirlerinde fevkalade bir tesir vardı.


Telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler isimli eserini mütalaa ettim, harikulade bir eserdi. Doğrusu ilm-i kelamda bir tecdit hareketi yaptı. İmanın bütün rükünlerini kemal-i vuzuhla ortaya koydu.

Cenab-ı Hak bu millet-i İslamiyeyi sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir.

Bediüzzaman da o zatlardan birisidir. O,cebir ve kuvvetin, zulüm ve tahakkümün hüküm ferma olduğu bu devirde gönderilmiştir. ’’ (nakleden: Mehmed Kırkıncı)




Galip Gigin anlatıyor: Sözümüm bitirirken, yine rahmetli, namlı âlimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen Hocamızın, Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri için söylediği şu sözü zikretmek isterim: 'Onun eserleri, ileride İslâm dünyasın da tek mehaz olacak değerdedir' demişti.

______________


Prof. Ali Fuat Başgil


Bir zaman Profesör Ali Fuat Başgil, 'Üstadın ilmine hayranım. Bizim tahsil ettiğimiz ilimle, Üstadın ilmi mukayese edilemez. Üstada Cenab-ı Hak öyle bir ilim nasib etmiş ki; umman gibi, aştıkça kabarıyor. Bir deniz ki içine girdikçe giriliyor. Bundaki ilmin ucu bucağı yoktur. Diğer eserleri, ilimleri müstesna, yalnız Türkiye'de Osmanlı lisanını muhafaza ettiği kâfidir. Çünkü onun eserleri aynı zamanda Osmanlı lisanını muhafaza ediyor' demişti.(Bayram Yüksel)


______________

Osman Nuri Efendi


"Bir gün eski alay müftüsü Osman Nuri Efendi:


"Kardeşlerim! Sizler Üstadı tek taraflı anlıyorsunuz. Üstadı sizin hafızalarınız anlamaz. Üstad acaip bir insan.

Sizler Risale-i Nur'u anlayarak okuyun. Ben eserlerinin hepsini mütalaa edemedim. Fakat çok kitaplarını tetebbu ettim. Hususan işte görüyorsunuz.

Fevzi Çakmak'la her gün beraberiz. Çeşitli mevzuları, hattâ dünya ahvalini görüşüyoruz. Sizin Üstadınızda öyle bir deha, öyle bir kabiliyet var ki, dünyadaki devletlerin siyaseti Üstada verilse hepsini idare edebilecek bir kabiliyet var. Ben öyle görüyorum ve hakikaten de öyledir' demişti.(Bayram Yüksel)


_______________-


Erzurumlu Mustafa Necati Efendi


Mustafa Efendi ‘’Bediüzzaman’ın İşaratü’l İ’caz ismindeki eserini bir zamanlar okuduğunu söyledi ve kalkıp kütüphanesinden bu kitabı getirerek bize gösterdi.


Kur’an’a ait bu tefsirin 1. Cihan Harbi’nde, Pasinler’in dağlarında yazıldığını söyledi.’’Bundaki hakikatler, nükteler, meziyetler ne Keşşaf’ta ne Beyzavi’de ne de başka bir tefsirde yok. Siz tefsir ilmini tahsile başladığınızda bunu size okutacağım’’ dedi.( Mehmed Kırkıncı)

___________


Abdurrahman Efendi

Bir gün Alvarlı Efe’nin Suriye’deki halifelerinden Mehmet Efendi’nin oğlu Abdurrahman Efendi Erzurum’a geldi. Kendisi ulemadan bir zat idi. Osman hoca da onu alıp medresemize getirdi. Orada sohbet ettik ve Lem’alar’dan Kayyum ismini okuduk, ben de izah ettim.


Dersten sonra AbdurrahmanEfendi ayağa kalkarak: Ben hocalık hayatımda birçok kitap okudum. Gerek Suriye’de gerek Anadolu’da birçok âlimle görüştüm. Ancak Kayyum bu şekilde güzel izahına ilk defa şahit oldum’’ dedi (Mehmed Kırkıncı)
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
İlmin izzeti için padişaha bile boyun eğmeyen Bediüzzaman


Sultan Mehmet Reşad ve Bediüzzaman bir merasim sırasında tanıştılar...
Meşrutiyetin imzalanması sebebiyle Saray'da merasim tertiplenince,
Bu tanışıklıktan ötürü Bediüzzaman'ı da devrin alimleriyle beraber davet ettiler...
Fakat padişahın huzuruna çıkanlar, önce padişahın saçağını öpecekler,
Sonra yerlerine oturacaklardı...
Bu kurala herkes uymuştu...
Hatta bazıları saçağı öpmekle kalmamış, padişahın eteklerini bile öpmüştü...


Sonra içeri Bediüzzaman girdi...

Dik ve vakur adımlarla yürüyerek, padişahın önüne kadar geldi...
Fakat eğilmeden, sadece elini göğsüne götürerek:

“Esselamu aleyküm” dedi...

Bu durum padişahın hemen dikkatini çekmişti...

“Kim bu adam acaba? Beni mahalle muhtarı mı zannetti?”
“Niçin böyle selam etti?”diye sordu yanındaki Paşa'ya...

Paşa duruma şaşırmamıştı...

Çünkü padişahın önünde eğilmeyen kişiyi iyi tanıyordu...

“Efendim, bu zat feleğe baş eğmeyen bir zattır.”
“Lakabı Bediüzzaman, ismi de Said'dir” diye durumu toparlamaya çalıştı...

Bu durum dindar olan Sultan Reşad'ın hoşuna gitmişti.
Orada bulunan alimlere şöyle seslendi:

“Ben şimdiye kadar ilmin izzetini muhafaza eden pek az insan gördüm.”

“Hakiki alim, işte böyle ilmin izzetini muhafaza edenlerdir.”(1)
Bediüzzaman padişaha bile boyun eğmemişti...
Bu bir saygısızlık değil, sadece ilmin izzetini muhafaza içindi...


Darağacıyla yapılan tehdide boyun eğmeyen Bediüzzaman 1909


Bediüzzaman tüm yaşamı boyunca her ne çekmişse,
Her nereye gitmişse,
Her nerede olursa olsun,
Kalem ve kağıdı elinden bırakmamıştır...


Risale-i Nur eserlerinin neşrinden önce de bir çok gazete de makaleleri yayımlanan bir yazardı o...
Bunlardan en meşhuru belki de Volkan gazetesidir...
Fakat tabii yine cesurca, korkusuzca yazdığı yazılar,
Bazılarının oyununu bozmaktadır...
Hemen kendilerinden bekleneni tatbik ederler ve Bediüzzaman’ı Divan-ı Harbe verirler...

Suçu “31 Mart hadisesinde tarihçi bir rol oynamak” olarak belirlenir...
On kişinin darağacında asılı durduğu bir gün,
Bediüzzaman’ı asılı duranların göründüğü bir odaya getirirler...
Onların karşısında Bediüzzaman'ı sorgulamaya başlarlar...
Bediüzzaman tehdit edildiğini anlayarak;
“Bu aslanlarla beraber gitmeye hazırım.”
“Beni oraya nefyetmek bana ceza değil...”
“Zaten bana Peygamberime kavuşmak için bir pasaport lazımdı...”
“Bu vesileyle onu bulmuş oldum.”
“Sizin elinizden gelirse beni vicdanen tazip ediniz,
“Ve illa başka suretle azap azap değil...Benim için şandır”
“Bu haydut hükumet zamanı istibdada akla husumet ederdi.”
“Şimdi de hayata adavet ediyor...”
“Eğer hükumet böyle olursa yaşasın cünun, yaşasın mevt!”
“Zalimler için yaşasın Cehennem...”
Ve daha bir çok sözler sarf eden Bediüzzaman bu davadan beraat eder...

Onu tehdit edenlere boyun eğmeyen Üstad,
Beyazıt meydanından, Sultanahmet’e kadar:

“Zalimler için yaşasın cehennem” diye bağırarak ilerler...(2)
Evet biz de seni tasdik ediyoruz ey büyük Üstad!
“Zalimler için yaşasın Cehennem...”
Sana zulmedenler için, “Yaşasın Cehennem...”


Rus kumandanı önünde ayağa kalkmayan Bediüzzaman 1916

Bediüzaman ayağı kırıldığı için esir düştüğünde...
Uzun bir yolculuğun ardından gurbet ellere, Rus diyarına getirilir...
Kosturma vilayetinin Kilogrif kasabasına...
Bir gün Nikola Nikolaviç adında bir komutan, esirlerin yanına gelmiştir...
Bütün esirler ayağa kalkar, el pençe divan dururlar komutanın önünde...
Fakat bir kişi vardır ki,
Bediüzzaman...
Ne el bağlıyor, ne de ayağa kalkıyor...
Komutan hiddetle soruyor tercümana:
“Beni tanımadılar mı?”
Bediüzaman cevap veriyor:
“Evet. Tanıdım. Nikola Nikolaviç’tir. Çarın dayısıdır. Kafkas cephesi baş komutanıdır.”
“O halde niçin hakaret ettiler?” diye soruyor bu defa Nikola Nikolaviç.
“Ben kendilerine hakaret etmiş değilim.”
“Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım” diye cevaplıyor Üstad sakince.
Baş komutan, anlam veremediğinden bir soru daha soruyor Üstada:
“Mukaddesat ne emrediyormuş...?”
Cevap oldukça anlamlı veriliyor...
“Ben müslüman alimiyim.Benim kalbimde iman vardır.”
“Kendisinde iman olan bir şahıs, iman olmayan şahıstan efdaldir.”
“Ben ona kıyam etseydim mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum.”
“Onun için ben kıyam etmedim.”
Nikola Nikolaviç daha çok sinirleniyor:
“Şu halde bana imansız demekle beni,
“Şahsımı, ordumu milletimi ve çarı tahkir etmiş oluyor.”.
“Derhal sorguya çekilsin.” diye emir veriyor...
Zaten Resulullah’a (asm) varmak değil mi tek isteği?
Zaten bir pasaport aramıyor mu ebediyete göçmek için?
Zaten anadan, babadan, candan geçmemiş mi bu arzu uğruna?
İyi ya işte o pasaportu veriyorlar eline...
İdam kararı çıkıyor onun bu haline...
Ve müsaade istiyor infaz için gelenlerden sevinçle...
“Müsaade ediniz. On beş dakika vazifemi ifa edeyim” diyerek,
Hemen koşuyor seccadesine...
İki rekat namaz kılınca...
Başkomutan anlıyor yaptığının yanlışlığını...
“Beni affediniz” diye yalvarıyor...
“Sizin beni tahkir için bunu yaptığınızı zannediyordum.”
“Hakkınızda kanuni muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki,
“Siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz.”
“Ve mukaddesatınızın emirlerini ifa ediyorsunuz.”
“Hükmünüz iptal edilmiş, dini salahiyetinizden dolayı şayanı takdirsiniz.”
“Sizi rahatsız ettim. Tekrar rica ediyorum. Beni affediniz.” diyor... (3)
Bediüzzaman, Rus kumandanına bile dini uğruna boyun eğmiyor...




Namaz için hakime boyun eğmeyen Bediüzzaman 1949


Afyon mahkemesinin son duruşmasında akşam ezanı okunur...
Bunu fark eden Bediüzzaman hemen ayağa kalkarak duruşmayı yarıda keser:
“Ben namaz kılacağım” der... Hakim:
“Kaza edersin” deyince,
“Kaza olmaz, ben namaz kılacağım” diye ısrar eder
Ve kalem odasında namazını eda eder...
Halkın hatırı için, Hakkın hatırını feda etmeyerek vazifesini ifa eder... (4)




Ankara Valisi Tandoğan'a boyun eğmeyen Bediüzzaman 1945

Ankara Valisi Nevzat Tandoğan...
Vilayette Said Nursi ile görüşmek ister.
Memurlar Bediüzzaman'ı valinin yanına getirirler.
Memurlar dışarı çıkarken,
Kapı önünde bekleyen Selahaddin Çelebi içerideki konuşmalara şahit olur...
Çünkü orada çalışanlardan biri içeri girmiş, çıkarken de kapıyı açık bırakmıştır...
Tandoğan'ın isteği Bediüzzaman’ın sarığını çıkarması ve kıyafetini değiştirmesidir...
Bediüzzaman bu...
Hiç boyun eğer mi?
Hiddetle şöyle seslenir:
“Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum.”
“Kıyafet kanunu münzevilere tatbik edilmez.”
“Ben dışarı çıkmıyorum. Beni icbarla siz çıkarıyorsunuz.”
“Bu baş bu sarıkla beraber çıkar, sen de başından bul!”
Bu esnada odacı dışarıdan gelir...
Elinde yirmibeş kuruşluk adi bezden yapılmış eski bir kasket vardır...
Belki de bunu Bediüzzaman’a giydirmektir niyeti...
Valinin odasına girer...
Fakat Bediüzzaman, jandarmalarla beraber hızlıca çıkar Tandoğan'ın odasından...
Onu dinleyen talebesine de:
“Selahattin Korkma…Korkma!...Allahaısmarladık…” diye seslenir...
Polis ve jandarmalarla yürüyüp gider...
Kudretli vali Tandoğan'a ne mi olur?
Bir cinayet olayına adı karıştığı için,
Bir gece kendi silahını başına dayayarak intihar eder,
Ve olayın sabahında evinde ölü bulunur...
Başından bulan Vali, Bediüzzaman’ı otoritesine boyun eğdirememiş,
Fakat kendisi aynı feraseti gösteremeden,
Elleriyle yaptıklarına boyun eğmiştir... (5)




Isparta'da kalmasını emir veren iradeye boyun eğmeyen Bediüzzaman 1960
Son günlerini yaşayan bir biçareyken,
Bir asır, zamanının güzelliğini uğurlamaya hazırlanırken,
Bediüzzaman ismi, bu dünyada silinmeyecek biz iz bırakırken,
Ve asrın dahisi, doksanına merdiven dayamışken,
Hastayken,
Gurbetteyken,
Kimsesizken,
Türlü işkencelerden geçmiş vücudu,
Artık tahammül sınırlarını çoktan aşmışken,
O halinden bile korkuyordu zamanın otoriteleri...
Korksunlardı da,
Değil mi ki o, maneviyat itibarıyla,
Bir Said değil, elli bin asker kuvvetindeydi...
Fakat o bu kuvveti kullanmayı seçmedi..
Ona emredilmişti,
“Isparta veya Emirdağ sınırları içinde yaşaması uygun görülmüştür...”
Fakat o Bediüzzaman...
Feleğe boyun eğmemiş,
Hakime boyun eğmemiş,
Padişaha boyun eğmemiş,
Bu haksız muameleye mi boyun eğecek?
Hemen arabasını hazırlatır...
Urfa yollarına düşer...
Ebedi yolculuğuna çıktığını biliyordu...
Amacı Urfa'ya defnedilmekti...
Ama hal öyle olmasa da o yine özgürlük için,
Kimseye boyun eğmeyecekti...
Zaten bunun ispatını, doksan senelik hayatıyla herkese gösterdi...




Kaynaklar:
1-Necmeddin şahiner Nurs Yolu syf 57
2-Necmeddin Şahiner Bilinmeyen tarafleriyle Bediüzzaman syf 103
3-Necmeddin Şahiner Bilinmeyen taraflariyle Bediüzzaman syf 149
4-Necmeddin Şahiner Son şahitler 1. cilt syf 17
5-Necmeddin Şahiner Birlinmeyen taraflariyle Bediüzzaman
Nurdan Huyut
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
BEDDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN VASİYETİ
VASİYETNAMEMDİR


Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!

Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur'dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten oniki (*) kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû'-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî




(*): Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo'lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih.


ustadvasiyet.gif
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Gönenli Mehmed Efendi ve Bediüzzaman

…Hayatlarını Kur’an’a hizmet veren iki engin aksiyon insanı. Biri 20. yüzyılda, doğrudan doğruya Kur’an’dan ilham alıp, asrın idrakine İslam’ı söyleten bir sahipkıran, diğeri de gerek yetişmesine vesile olduğu binlerce Hafız ile, gerekse bülbül gibi sesi ile Kur’an’ı –unutturulmaya çalışıldığı bir devirde- muhafaza eden devlerden bir dev, bir Reis-ül Kurra…




Kader ikisini birkaç kez bir araya getirdi ve zaten ezelde kaynaştıkları ruhlarının şehadet âleminde de maal cesed taarrüfüne ve meveddetine vesile oldu. Burada kısaca ikisi arasındaki sevgiye şahit olacağız. Cenab-ı Hakk şefaatlerine nail eylesin. Amin.


…Gönenli Mehmed Efendi, Üstad Bediüzzaman’ı merhum Ali Uçar’ın tespitlerine göre ilk defa İstanbul’a tahsil için geldiği zaman (1920’ler)duymuş.

Şöyle anlatıyor bunu; “Bizim eskiden edebiyat-ı Arabiye hocamız İhsan Bey vardı. O zata 'Nasıl bir zattır?' diye Üstadı sormuştum. 'Vallahi kardeşim, benim anlayabildiğim kadarıyla bu zat İbnü'l-vakittir' dedi. Allah şefaatine nail eylesin. Hayatımın kıymetli yâdigârı olarak saklıyorum onunla görüşebildiğim zamanları..”

Daha sonra Denizli hapsinde bu iki hâdim-i Kur’an bir araya gelmişlerdir. Gönenli’nin buraya gelmesine sebep çantasında Risale-i Nurların bulunmasıdır.

…Mahkeme’de gösterdiği cesaret-i medeniye Bediüzzaman’ın çok hoşuna gitmiş ve onun tarafından “Kahraman hoca” iltifatına mahzar olmuştur.

Fatih Uğurlu beyin kendisiyle 1987’de yaptığı röportaja göre mahkemede hâkime şöyle diyor;

“Hâkim bey! Ben Said-i Nursi’yi büyük bir İslam âlimi olarak bilir, sever ve sayarım. Risalelerini okuyup istifade etmek için aldım ve çok da faydalandım. Daha önceleri sadece ismini, resmini ve eserlerini biliyordum. Şimdi burada kendisini de görmüş olmaktan dolayı fevkalade bahtiyarım.”


Bediüzzaman hazretleri Şualardaki bir mektubunda Mehmed Efendi’nin “salâbet-i diniyyesinden” söz etmektedir.


Necmeddin Şahiner’in 1982’de kendiyle yaptığı mülakatta merhum şöyle demektedir:

"Üstad baştan aşağıya fevkalâde bir insandı. Baştan aşağı mükemmel, mine'l-bâb ilel-mihrap. Hareketleri, kıyafeti, garip ve misilsizdi. Eskiden beri bu zata fevkalâde hürmetim vardı. Eserlerini okuyor, vecizelerini ezberlemeye çalışıyordum. Gittikçe iştiyakım artıyordu. Tanıdıklara devamlı olarak soruyordum. 1943'deki Denizli hapsinin arifesinde bir rüya gördüm. İşte polislerin gelmesi bu rüyanın akabinde idi. 'Emir böyle. Fakat yanlış anlamayın. Benim dine karşı saygım var. İki gün size müsaade. Sonra gelip teslim olun' dediler.

Denizli Hapishanesine gidişim böyle oldu.

"Üstadın yanına gidince, bana 'Hoş geldin Muhammed Efendi, hoş geldin. Sen burada lâzımdın. Korkma! Korkma!' dedi.

'Korkum yok efendim' dedim.

"Hapishaneye girenlere sorarlar mı bilmiyorum. Bana 'Neresini istiyorsun?' diye sordular.

'İdamlıklar nerede ise, orasını' diye cevap verdim. Katillerin arasında yaşadık. Üstadla görüştük. Mahkemeye gidip geldik, beraber kelepçelendik. Bazen Üstada Kur'an okudum. İşte böyle, elhamdülillâh, tatlılandık, lezzetlendik

Üstad, onun Kur’an okumasını çok severmiş; “Ben içerdeydim, Üstad ise avludan beni dinlerdi. 'Muhammed Efendi Kur'ân okusun' der, benim Kur'ân okumamı arzu ederdi."

Ali Uçar’ın notlarından öğrendiğimize göre Gönenli Mehmed Efendi mahkeme safahatı sırasında olan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

“Kadın Hâkime önümüzden geçiyordu. Üstad irkilerek birden başını çevirdi. Üstad gözünü sakınıyor. Hocanın birisi Hacca gitmiş. “Namazı Hac’da öğrendim” demiş. Yani Hacdakiler namazı yavaş yavaş tadil-i erkân ile kılıyorlarmış. Biz de Denizli’den ders aldık: “Mümin erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını(apışlarını) korusunlar.” (Nur:30)

Üstad hazretleri gönül bağı kurduğu bu zatı hiç unutmamış, devamlı aracılarla selam göndermiş. 1952’de İstanbul’a teşriflerinde de bizzat ziyaret etmiş, tekrar görüşmüşlerdir. Aşağıda bu konudaki hatıraları bulacaksınız.

*Gönenli anlatıyor: “Aradan yıllar geçti. İstanbul'a geldiğini haber aldım. Fatih Camiine davet ettim. 'Başkalarına haber vermez ve beni halka göstermezse gelirim' demiş. Derhal Hünkâr mahfilini hazırlattım. Sonra camiye geldi. Hünkâr mahfilinde, imamlığında namaz kıldık. Allah'a şükür, arkasında namaz kılmak da nasip oldu”

*Bir husus daha vardı. 'Yâ Rabbi! Bu zâtın bende hiç kısmeti yok mu? diye düşünürdüm. Evime davet ediyordum, gelmiyordu. Devamlı olarak 'Söyleyin Hafız Mehmet’e, Sakın sakın yanıma gelmesin' diye hocalarla haber gönderiyordu.

Bir Kurban bayramındaydı. Sabah namazından sonra kapı çalındı. 'Muhammed kardaşım! Muhammed kardaşım!' diye bir ses çağırıyordu. Kapıya çıktım.

Baktım ki Üstad. Boynuma sarıldı ve 'Sen Kur'ân'a çok hizmet ediyorsun. Benim yanıma gelenleri çok tâciz ediyorlar. Seni tâciz etmemeleri için, benim yanıma gelmesin, diye haber gönderdim' dedi.

Yanında talebeleri de vardı. 'İstanbul'da hiçbir kimsenin evine gitmemeye karar vermiştim' dedi. Yanındaki talebeye işaret etti. 'Ver kabımı, kısmetimi versin' dedi.

Keramete bakınız. Daha önce 'Bu zatın kısmeti yok mu?' demiştim ya. Kısmetini almaya gelmişti. Evde yumurta tatlısı vardı. Ondan verdim.

(Not: Arif Pamuk’a göre bu tatlı helva imiş ve o Üstadın en çok sevdiği tatlının helva olduğunu söylüyor.)

"Orada dedi ki: 'Bir Müslüman bir beldede bulunduğu sırada bayram olsa, oranın din büyüğünü ziyaret etmek ona vâcibdir. Mademki bu kardaşımız Hazret-i Kur'ân'a hizmet için ortaya çıkmış. Ben de onu bu beldenin şeyhülislâmı kabul ederek ziyarete geldim' dedi.

İşte böyle geçti aramızdaki konuşmalar. Elhamdülillâh. Allah şefaatine nail eylesin. Ona çok şey borçluyum. Cesaret ve kuvveti kendisinden aldım.”



*Bediüzzaman’ın talebelerinden Abdülmuhsin Alev Bey anlatıyor:

“İstanbul'da bir bayram günü Üstad, Gönenli Mehmed Efendi’nin evine bayramlaşmaya gitti. Gönenli evinde yoktu. Üstad, kapıdan selâm ve bir not bıraktı.

Gönenli'ye hitaben, "Kardeşim, siz olmasaydınız. Kur'ân hizmetini biz yapacaktık. Biz iman hizmetini yapıyoruz, siz de Kur'ân hizmetini yapıyorsunuz' diyordu.

* Mehmed Fırıncı Bey anlatıyor:

“Bir Cuma günüydü. Hazret-i Üstadın yanına gittiğimde hiç kimse yoktu. Kimsenin olmayışına hayret ettim. Kapısını vurdum.

Beni görünce, 'Çok iyi oldu, geldin' dedi. Ve 'Seninle Cuma'ya gidelim' dedi.

Biz Üstadla tam çıkarken, Salih Özcan'la Osman Köroğlu geldiler. Hazret-i Üstad odanın kapısını kilitleyerek anahtarı bana verdi. 'Sen burada nöbetçi kal' dedi.

Beni nöbetçi olarak bıraktı. Cuma'dan geldikten sonra çay yapmam için emretti. O zaman şimdiki gibi kolaylıklar pek yoktu. Mangal kömürü ile mangalı yakamaya çalışırken Gönenli Mehmed Efendi Hoca geldi. O da bana, 'Sana yardım edeyim' dedi. Beraber çayı hazırladık."Bir müddet sonra Ziya Arun gelince, Gönenli Mehmed Efendi ona, "Bugün bu eller, onun kömürünü yaktı, çayını ısıttı' diye sevincini ve memnuniyetini ifade ediyordu.

*Son olarak merhum Ali Uçar’ın notlarından şu hatırayı nakledelim:

Rahmetli Ali Uçar bey, Gönenli Mehmed Efendi’den naklediyor:

“Hz Üstad, Kastamonu’da vali Mithat Altıok’a; “Ben gidiyorum, yarın gelen var. Kuvvetiniz kâfi geliyorsa, onu da tevkif ediniz, durdurunuz” diyor. Ertesi gün başlıyor Kastamonu sallanmaya; zelzele...

KAYNAKLAR

1- Son Şahitler-Necmeddin Şahiner-(2. ve 4. ciltler) Nesil Yayınları
2- Gönenli Mehmed Efendi-Mustafa Özdamar- Kırk Kandil Yayınları-İst–1997
3- Şualar- Said Nursi- Sözler Yayınevi- İst- 1993
4- Ali Uçar’ın Notları(basılmamış- müsvedde)

Salih Okur

 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Bir Demet Gülle Kapına Geldik Üstadım

Ebedi saadet kapısının son asırdaki bekçisi,
Saadet kapısının anahtarını onun elinden alanlarının teşekkürnamesi,

Çeşit çeşit bahar çiçekleri destesi
Müteşekkir gönüllerin bam teli bestesi

Mazlumiyetlerin, mahrumiyetlerin Osmanlı'nın son karakolunu kasıp kavurduğu, ve imana karşı saldırıların savurduğu bir dönemde..

Barla derelerinde bir yalnız adam..

Adı artık olmuş Bediüzzaman, yıldızlar artık onun ile birlikte konuşur, bulutlar ağlar alem-i İslam'ın melaline o ağladığı zaman.

Bediüzzaman bir yalnız adam, davasında yalnız, çilesinde yalnız ve rüyasında yalnız...

Az yiyor, az içiyor. Üzerinde 70 yamalı bir çuha, sadakayı reddediyor, hediye almıyor. Yemeğini karıncalarla paylaşıyor, “bunlar cumhuriyetçilikte insanlara üstad oldu” diyor.

Örneğimiz Nebilerdir; Onlar ki ümmetlerinden ne ücret istedi ne de dünyalığa boğuldular. “Üstadım bu kama, bu şalvar pek garib” diyor Van Valisi.

“Zamanın gereğince sana bir kıyafet giydirelim” deyince, “Olmaz!” diyor büyük mütefekir.. “Asıl güzellik ilim ve irfandadır, bu kıyafet benliğimdir gerçek gariplik benliğinden utanmandadır!”

Önde yıllanmış çuhası ile Bediüzzaman, fakrı ve şükrü rehber edinmiş; kendine savcı iddia ediyor, güya bu muttaki adam dini alet ediyormuş geçimine, hakim sormakta

“İşi yok, geliri yok.. ne yiyor, ne ile yetinir bu adam?”

Üstad haykırıyor;

“Benim gıdam iktisattır, davası ALLAH olan davası ile yetinir. İnsan sadece ekmekle doymaz, hakikatli bir söz de gıdadır demedi mi Hazreti İsa, semadan inen bıldırcın eti ile doymadı mı kavm-i Musa?”

İlmin izzeti ile çatılmış kaşları, küfrün belini kıran bakışları, yirminci asırda bir sahabi gibi yaşıyor. Dost da düşman da kabul etmiş ki, bu adam Sahibüzzaman.

Pencerede gözüyle değil de basireti ile gören bir adam durmakta. Karşı kız mektebinin bahçesini seyrederken nazarı elli yıl sonrasına bakmakta. Görüyor ki o oynayanların bir kısmı mezarda azap içinde. Bir kısmı da ölümü arzulayan biçareler.. “İşte” diyor, “Vazifemiz ölümün yüzünü güzelleştirmek” dökülüyor kaleminden daha nice vecizeler, “En bahtiyar odur ki, dünya onu terk etmeden o dünyayı terk eder imanına ahiretine sahip çıkar, böylelerin milletin imanına hizmette ne cennet sevdası ne de cehemnem korkusu çıkar. Zaman iman kurtarma zamanı...” demiş, şeytandan Allah'a sığınıyor. “Yaydığım Kuran nurudur, vaktim yok düşmanlığa, alevleri gökleri sarmış bir yangın var. İçinde evladım yanıyor, imanım yanıyor...”

Mahpus damında zehirlenmiş bir Said, ölüm etrafında kol geziyor, o hâlâ davasının peşinde etrafa nurlar saçıyor;

“Ölseydim, kurtulurdum; yaşadım, milyonların imanı kurltuldu!” diye şükrediyor. Değil haklarının peşinde, dudaklarında hayatına kasdedenler için mırıldandığı dua...

“Allah'a havale ediyorum” bildiği tek beddua..

Bediüzzaman, zamanı güzelleştiren adam. Biliyordu bir mezar taşı olmayacağını ki yıllar önce kazıdı ona mezar taşı olacak gönüllerimize. “Yıkılmış bir mezarım ki yığmışlar içine Said'in ömrünün elemlerle dolu her senesini, sonuncusu olmuştur o mezara bir mezar taşı. Beraber ağlıyorlar alem-i İslam'ın hüsranına. Mezar taşım ile birlikte ah u enin ederek gidiyorum yarınımın mahşer meydanına. Yakinen biliyorum ki geleceğin dünyası ve bütün bir Asya kıtası birlikte olacaklar İslam'ın nurlu eline teslim ve gülşene dönücek İslam dünyası...”

Bediüzzaman zamanın ötesine seslenen adam;

“Ey benden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş sessizce nurun sözünü dinleyen ve gaybi bir nazarla bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler... sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız.. “sadakte-doğru söyledin” deyiniz, böyle demek sizlere borç olsun. Şu muassırlarım varsın beni dinlemesinler, tarih denen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin için konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet âsâ bir baharda geleceksiniz, şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açıcaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz; mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız, o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız, kapıcıya tembih edeceğiz, bizi çağırınız, mezarımızdan “henien leküm-helal olsun” sesini işiticeksiniz...”

İşte sana geldik ey koca üstad! Bir demet gülle geldik... Senin ektiğin nur tohumları nice çiçekler bitirdiler. Hani Hafız Ali senin için ve senin namına öldü demiştin, işte sana senin gibi Allah Rasûlünü ve Kur'anın nurunu rehber edinmiş nice muhafız Aliler getirdik. Hani sen kendine “ebu laşey” demiştin, olmayan şeyin babası.. işte sana davan yolunda kendini hiçleyen evlatlar getirdik. Hani sen Beyazıt Camii'nde Kur'anın hakikatlerini şeytana dahi kabul ettirmiştin, işte sana bu münazarayı üniversite koridorlarına taşıyan Hamzalar, Osmanlar, Tahirler getirdik. Hani sen “İslam davası için bir Said değil bin Said feda olsun” demiştin, işte sana dinleri için davaları için kendilerini feda eden binler Saidler getirdik.

Hani sen “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda İslam'ın sedası olacak!” demiştin, işte sana bu sedayı gür sesleriyle haykıran yiğitler getirdik. Hani bizden bir “sadakte-doğru söyedin” ifadesini duymak istemiştin, işte sana varlıklarıyla doğru söylediğini haykıran gençler getirdik.

Mazinin derin derelerinde yaşadığı halde adı istikbalin yüksek kulelerine yazılacak olan koca üstad, bu bize düşmez ama sana bir de geleceğin ufuklarından selam getirdik, şu Horhor medresesinde duyduğumuz “henien leküm” sadana cevaben senin ektiğin nur tohumlarının açtığı çiçekleri koklayan geleceğin ışık ordusunun seslerini duyar gibi oluyoruz.

Onlarla birlikte bizler de sana, ey zamanı güzelleştiren Üstad! Henien leke, henien leke-helal olsun sana, helal olsun sana!” diyoruz.

İşte bir demet gülle sana geliyoruz.

Bedirhan Sulhi Taşcan


konuda bulunsun istedim üstadını seven bir müridin yakarışı sevgisi ..
 

Duha

Profesör
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
794
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Web sitesi
www.risaletalim.com
Rivayete göre Üstad Göneli Efendiye hapsi sırasında şöyle demiş: Bizler Kur'anın manasını hıfz etmek ile sizler lafzını hıfzetmekle mükellefsiniz."

Muhabbetle
 
Üst