Bediüzzaman Hz.leri Siyasete Karşımıydı?

Bediüzzaman hz.leri siyasete karşımıydı?

  • Kararsızım

    Oy: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    13

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Değerli ve kıymettar kardeşim hirahos
Kadir Mısıroğlundan nakille Said Nursi merhumun Sultan Abdulhamid Han Hazretlerinin torunundan özür dilediğini bildirmişssiniz.
Bu belki bir nezaket olabilir ama ne kadar doğru olabilir.Yani hak benim siz benim hakkımı bana vermiyor (Buradaki haktan maksadım miras olaçak haklar değildir.)başkasından benim adıma özür diliyorsunuz,düşündürücü değilmi.Bakınız Teyfik Fikret Özürünü bizzat Sultan Abdulhamid Han Hazretlerinin ruhuna itiraf ederek şiir yazarak özrünü açık seçik beyan eyledi de diğer özür dilemesi gerekenler bir kalemle bunu acıkca itiraf edemediler.
Hem dahi iş işten geçtikten sonra özür dilesen ne olurki.
Atı alan Üsküdarı geçtikten sonra.Koskoca Devleti Ali Osmanlı yıkıldıktan sonra.Ümmeti Muhammed yetim kaldıktan sonra.Değilmi kıymetli kardeşim.

Şahsen benim konum değil ama, öyle zannediyorum ki tarihçiler Osmanlı devletinin yıkılış amillerini bir araya getirsesler sanırım bir veya bir kaç cilt kitap olur diye düşnüyorum. Bu sebeple atalarımız olan Oxsmanlı Develtinin yıkılışını çok daha başka ve çokça olan amilleri görmeden ya da kaale alamdan bir şahsın davrnaışına yüklemye çalışarak onu belki de bilmeden işlemiş olduğu bir hata dolayısıyla eleştirmeye çalışmak ne insafa ve ne de vicdanalra sığan bir davranış değildir . haten insan bile ölüdürlse , buna amden-kasden yapılan katliam gibi asla hüküm verilemez. Bu eleştiri ene kokuyor diye düşünyorum.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Bakınız kardeşlerim Said Nursi Rahmetullahialeyh efendinin kitablarında (Risaleyi nur kulliyatı ve diğer eserleri) gerçekten çok faideli kısımlar var.Akla hitabeden çok mantiki izahlar ve misaller var.Yani faydadan hali değildir.
Bakınız kendi hesabıma durub dururken hiç bir yerde Said Nursi başlığı ile bir konu açıpta bir eleştiri getirmedim.Fakat açılmış konuları okurken rastladığımız olumsuzlukları dele getirdik.
Demek istediğim şudurki nurcu kardeşlerimiz bu konuda hassaslık göstersn ve tenkide açıılaçak konuları açmasınlar.Açtıklarında bu ister istemez tartışmaya sebeb oluyor.
Benim kendi şahsıma şahsi bir garezim yoktur ve olamaz.Kendisini hatalarıyla birlikte seviyor.Rahmetle yadediyorum.Allahü Teala Hazretleri kendisine Rahmet eylesin.Meseleyi burdan öteyede götürmeninde faydasızlığına inandığımdan benim tarafımdan burada son veriyorum.
vesselam.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Her şeyden önce tek kaynaktan edinilen bilgileri insanlara anlatırken dikkat etmek gerekir. Zira insanlar o andaki halet-i ruhiyesi ile konuşulan sözleri farklı bir şekilde anlamış ve ifade etmiş olabilir.

Bir kere Bediüzzaman yanlış bir şey yapmamıştır ki bundan dolayı bir nev'î özür dileyip helâllik dilesin. Kaldı ki helâllik dilemek için kişinin şahsına müracaat etmek gerekir. Niçin torununa gidip helâllik istesin ki?

Şimdi kalkıp “Bediüzzaman helâllik diledi” demek ne anlama geliyor? Her şeyden önce bakalım Abdülhamid helâllik diledi mi? Veya Bediüzzaman hakkını helâl edecek mi? Zira hata eden başta padişah olmak üzere onun yardımcıları ve devleti yönetenlerdir.

Kadir Mısırlıoğlu’nun yanlışları bir tane değil ki. Yanlış yanlış üstüne geliyor. Abdülhamid’i yüceltmek uğruna yaptığı bütün hataları tevil etmeye çalışıyor. Bu da yetmiyormuş gibi “Bediüzzaman’ın Eski Said dönemi var bir de Yeni Said dönemi var” diyerek güya gaye ve amaçlarından vazgeçtiğini, fikir değiştirdiğini ifade ediyor. Bu ne cüret ve ne büyük bir yanılgıdır Ya Rabbim!

Kadir Mısırlıoğlu’na teklifim şudur: “Lütfen bu şekilde ipe sapa gelmez konuşmalar yapmak yerine açın o zatın kitaplarını okuyun, ondan sonra ne söyleyeceksen söyleyin.”

Aksi takdirde söylediklerimiz birer safsata hatta bir iftiradan ibaret kalacaktır, vesselâm…

http://www.ihvanforum.org/showthread.php?t=86701&p=822251#post822251
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Değerli ve kıymettar kardeşim hirahos
Kadir Mısıroğlundan nakille Said Nursi merhumun Sultan Abdulhamid Han Hazretlerinin torunundan özür dilediğini bildirmişssiniz.
Bu belki bir nezaket olabilir ama ne kadar doğru olabilir.Yani hak benim siz benim hakkımı bana vermiyor (Buradaki haktan maksadım miras olaçak haklar değildir.)başkasından benim adıma özür diliyorsunuz,düşündürücü değilmi.Bakınız Teyfik Fikret Özürünü bizzat Sultan Abdulhamid Han Hazretlerinin ruhuna itiraf ederek şiir yazarak özrünü açık seçik beyan eyledi de diğer özür dilemesi gerekenler bir kalemle bunu acıkca itiraf edemediler.
Hem dahi iş işten geçtikten sonra özür dilesen ne olurki.
Atı alan Üsküdarı geçtikten sonra.Koskoca Devleti Ali Osmanlı yıkıldıktan sonra.Ümmeti Muhammed yetim kaldıktan sonra.Değilmi kıymetli kardeşim.


Evvela cümlenizin Cumay-ı Şerifleri mübarek ola.

Sonra, Mısıroğlu neler diyor, lütfen bizzat şu linke bakınız:

http://www.kadirmisiroglu.com/compo...dergi-yazilari/51-sultan-2abdulhamit-han.html

O linkteki yazının 7. dipnotu...

Muhterem sağlıkçı kardeşim,

Dede adına torundan helallik ve özür dileme işi hakikaten tuhaftır. Farkındayız. Bununla birlikte, eğer Damad Prof Osman Turan'ın şahid olduğu ve Kadir Mısıroğlu'na aktardığı hatıra doğruysa, bahsi geçen tuhaflık elbette hadiseyi nakledenlerde değildir. Olay yaşanmışsa tuhaflık, dede adına ısrarla torundan helallik isteyenin hesabınadır. Bu ayrı bir bahis konusu olabilir.

Ancak, bahsi geçen tuhaflıktan yola çıkarak, hatırayı nakledenlere karşı sizde bir şüphe meydana geldiyse biz buna iştirak edemeyiz. Zira biz tanıdığımız kadarıyla Mısıroğlu'nu Müslüman biliyoruz. Müslüman da asla ve kat'a yalan söylemez. Aksini söyleyen onu ortaya koymalıdır. Beraat-ı Zimmet esas olandır.

Tuhaf olan başka bir şey de şu: Yakinen bildiğimiz 8-10 hadise (hatıra/beyan) var. Birbirinden ayrı çeşitli çevrelerden. Ve bunların söyledikleri nurcuların ezberlerine ve piyasaya sürdüklerine uymuyor. Ve hepsi de nurcular tarafından yalancılıkla suçlanmışlardır! Sizce de bu tuhaf değil midir?

Efendim, siz hatasız eser, kusursuz insan, en mükemmel cemaat gibi uçuk söylemlerle ortalıkta dolaşırsanız, birileri de bu uçuk söylemlerinizin aksini ortaya koyacaktır. Etki tepkiyi doğruyor. Uçuk söylemler kullandığınızda karşılık bulacağınızı hesap etmelisiniz; o karşılığa tahammül göstermelisiniz.

Geçen sene bir vesileyle yazdığımız bir yazıya ulaştık onu alıntılayarak bitireyim:

Efendi, siz huy edinmişsiniz. İşinize gelmeyen bir hatıra nakledildi mi hatırayı anlatan yalancı ve iftiracı oluyor. Bu kaçıncıdır?

Üstadımız soru sormazdı, ilmi o şartla verildi, dersiniz, Esad Erbili Hz.lerinin halifesi olan Mahmud Sami efendi ve Musa Topbaş efendilerden başka türlü haber gelir: Said Nursi Hz.leri, Esad Erbili'yi Kelami degahında ziyaret eder, sorular sorardı. Konuşmalardan mağrur olduğu yerde de Esad Erbili hz.leri o sormadan sorularına kerameten cevap verirdi.

Siz ayağa kalkar, hayııırrr külliyen yalan dersiniz. İftira atıyorlar diye karşılık verirsiniz.

Üstadımız, kimseden Tarikat dersi filan almadı dersiniz; yine aynı çevreden Said Nursi Hz.leri, Esad Erbili'den Kadiri dersi almıştı haberi ulaşır. Ya da Said Nursi merhumun "en birinci sınıf talebelerimdensin" dediği Ali Faik Yurtöven Hocaefendi Feyz Dergisi'ne anlatır:

"Bağdat'ta Seyyid Muhammed Yusuf Efendi bana "Şimdi Bediüzzaman ne yapıyor" dedi. "Efendim şimdi Bediüzzaman serbest bırakıldı, eserlerinin, telifi ve dağıtımı ile ilgileniyor" dedim. "Ben Bediüzzaman'ın ilk şeyhiyim" dedi. "Bizim yanımıza 14-15 yaşlarında gelmişti, O'na İlm-i Ledûn bu kapıda nasip oldu" dedi. Üstat Şama gittiğinde Seyyid Muhammed Yusuf Efendi ile tanışmış ve Ehli Beyt'ten olan bu zata intisap etmiş.

Siz ayağa kalkar, hayııırrr külliyen yalan dersiniz. İftira atıyorlar diye karşılık verirsiniz.

Kadir Mısıroğlu, Nemika Sultanın damadından, kendi evinde olan hadiseyi hatıra olarak nakleder. Der ki Said Nursi Hz.leri, Abdulhamid Han'a olan taarruzlarından pişman olmuş, torunu Nemika Sultandan dedesi namına, helallik ve özür dilemiştir.

Siz ayağa kalkar, hayııırrr külliyen yalan dersiniz. İftira atıyorlar diye karşılık verirsiniz.

Şeyh Şerafeddin efendi tarafı anlatır: Eskişehir hapishanesinde, Şerafeddin efendinin Said Nursi'nin talebelerini kendine bağlamaya çalışması diye bir olay yoktur. Şerafeddin efendi, uzun zaman Said Nursi ve talebelerini geri çevirdiği gibi, o hapishanede bulunma amacı da farklıydı. Vedalaşmak ve bir takım emanetleri sahiplerine vermek ve hapistekileri teselli etmek için orada bulunduğunu söylemiştir. Yani konu risalenin iddia ettiği gibi "nurcu" talebe avlaması tarzında geçmemiştir.

Siz ayağa kalkar, hayııırrr külliyen yalan dersiniz. İftira atıyorlar diye karşılık verirsiniz.

Şeyh Said'in torunu, amcasından nakleder: "Şeyh Said'in oğulları Şeyh Selahattin ve amcam Şeyh Ali Rıza Efendi ikisi de 1959'da görüşüyor Said Nursi ile. Ancak bu görüşmeyi Nurcular yazmadı. O görüşmede Said Nursi amcamlara diyor: '1950 yılına kadar şuurum yerinde ben düşüncelerimi kaleme almışım, fikrime güvenirdim. 1950 yılından sonra benden habersiz talebelerim bazı hususları söylemiştir. Ben bu davada yokum. Eğer isterseniz tayin edeceğim bir vekil bu hususları çok güzel anlatır. Altı talebem var. Bunlardan birisini vekil seçmem için kuvvetim yerinde değil. Kolhisara geleceğim hangisini beğenirseniz ben onu vekil tayin edeceğim'

Yine, o görüşmede Nursi merhum demiş ki: “Ben Van’da iken Şeyh Said’in mektubu bana ulaştı. Beni de bu hizmete davet etti. Ben de mektubuna cevaben dedim ki bana görev ver ki ben de bu hizmete buradan katılayım. Mektubun ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Sonra Şeyh Said tutuklandı. Benim mektubumdan dolayı beni de götürürler dedim ama beni götürmediler. Bunun üzerine ağladım sızladım. Sonra istedim ki Şeyh Said oğullarını göreyim. Bugün bana nasip oldu beni kardeş kabul etsinler. Ben bu manevi üzüntüden kurtulayım. Beni manevi evlat kabul etsinler. Ben de manevi evlat olarak huzura çıkayım. Kolhisar’a gelip kalacağım. Altı talebem içinde hangisi uygun görülürse onu vekil tayin edeceğim.' "

Siz ayağa kalkar, hayııırrr külliyen yalan dersiniz. İftira atıyorlar diye karşılık verirsiniz.

Maşallah, cümle alem yalancı ve iftiracı, bir nurcular dürüst ve doğrucu...

Bu kadar farklı insanı, bu kadar birbirinden bağımsız çevreleri yalancılıkla iftiracılıkla suçlayabilmek için gerçekten esaslı bir halet-i ruhiyeye sahip olmak lazım!

Huy olmuş sizde.

İşinize gelmedi mi, yalancı deyin. Zındıkanın ilhadın adamı gösterin. Sizin aleyhinize hatıra anlatan herkes bencil, hodfüruş, enaniyetli, kıskanç, benliğini kırmamamış, Ard niyetli, nuru söndürmeye çalşıyor vs... Maşallah.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Ancak, bahsi geçen tuhaflıktan yola çıkarak, hatırayı nakledenlere karşı sizde bir şüphe meydana geldiyse biz buna iştirak edemeyiz. Zira biz tanıdığımız kadarıyla Mısıroğlu'nu Müslüman biliyoruz. Müslüman da asla ve kat'a yalan söylemez. Aksini söyleyen onu ortaya koymalıdır. Beraat-ı Zimmet esas olandır.

Tuhaf olan başka bir şey de şu: Yakinen bildiğimiz 8-10 hadise (hatıra/beyan) var. Birbirinden ayrı çeşitli çevrelerden. Ve bunların söyledikleri nurcuların ezberlerine ve piyasaya sürdüklerine uymuyor. Ve hepsi de nurcular tarafından yalancılıkla suçlanmışlardır! Sizce de bu tuhaf değil midir?

Efendim, siz hatasız eser, kusursuz insan, en mükemmel cemaat gibi uçuk söylemlerle ortalıkta dolaşırsanız, birileri de bu uçuk söylemlerinizin aksini ortaya koyacaktır. Etki tepkiyi doğruyor. Uçuk söylemler kullandığınızda karşılık bulacağınızı hesap etmelisiniz; o karşılığa tahammül göstermelisiniz.

Her şeyden önce tek kaynaktan edinilen bilgileri insanlara anlatırken dikkat etmek gerekir. Zira insanlar o andaki halet-i ruhiyesi ile konuşulan sözleri farklı bir şekilde anlamış ve ifade etmiş olabilir.

Bir kere Bediüzzaman yanlış bir şey yapmamıştır ki bundan dolayı bir nev'î özür dileyip helâllik dilesin.

Ömrümüz çok mu uzun da, onun en önemli anlarını, tasarlanmış "dedikodu tezgahları'na "ateş"li laflar taşımak için harcıyoruz?
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Konu açılalı neredeyse 3. gün bitecek...Tam 45 mesajdır yazışılıyor. ASncak, boş ve gereksiz bir konu olduğundan bir netice alınacağı da mümkün görünmüyor ! Şöyle ki, Bediüzzamanının siyasete karşı oluşu veya olmayışının tesbiti kimsenin üzerinde bir değişiklik yapmayacaktır. Çünkü, herkes bu dübnyada tabiri caizse tezgâhını kurmuş ve gününü gün ediyor. Bedizüzzamnın siyasetle ilgili görüşü kimsenin kurmuş olduğu hayatı değiştireceğini hiç mi hiç tahmin etmiyorum. Bizim son sözümüz budur.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Muhterem hirahos sizinde Cumanız mübarek olsun.
Kardeşim mesajımda kast ettiğim şudur:
Böyle bir vakanın olması ve bunu muhterem Kadir Mısıroğlu'nun tarihi bir vaka olarak nakletmesi hususunda benim herhangi aksi bir ifade kullanmam söz konusu değildir ve olamaz.
Ben sadece şuna dikkat çekmek istedim.Madem Sultan Abdulhamid Han Hazretlerinden özür dilemek durmundasın ve helallik istemek durumundasın ve bunuda aslen kamuoyunu bilgilendirerek yapman lazım.(Çünkü aşikar yapılan günahın tevbeside aşikar olmalıdır kaidesiyle)Öyleyse kişinin bizzat kendisinden bü özürle birlikte helallik dilersin.Yok buna imkan yoksa (Yani bahs konusu olan zat hayatta değilse bunu komu oyuyla paylaşarak biz bu hususta hata ettik,Hakkını yedik kıymetini bilemedik gibi özür beyanında kelamlarla bunu beyan edersin,değilmi.?
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Bir kere Bediüzzaman yanlış bir şey yapmamıştır ki bundan dolayı bir nev'î özür dileyip helâllik dilesin.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Birde şu menkibeyi aktarayım:
İbrahim aleyhisselamı ateşe atılacağı zaman, yine bir karınca, ağzıyla su taşıyor. Mübarek bir zat diyor ki:
— Sen yaklaşamazsın bile bu ateşin yanına, bu suyla bu ateş söner mi?
— Sönmez elbette, sönmeyeceğini ben de biliyorum.
— Peki, niye taşıyorsun?
— Tarafımı belli ediyorum. Ben ateşi söndürmek tarafındayım.

Diğer tarafta ise yılan devamlı üflüyor. Yılana diyor ki:
— Sen ne yapıyorsun böyle?
— İbrahim yanacak, ateşi büyüsün diye üflüyorum. Ateşi körüklüyorum
— Neden yapıyorsun?
— Tarafımı belli ediyorum, ben bu taraftayım. Zulmedenler, sokanlar tarafındayım.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Bir kere Bediüzzaman yanlış bir şey yapmamıştır ki bundan dolayı bir nev'î özür dileyip helâllik dilesin.
Said Nursi’nin İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile ilişki boyutu Eşref Edip Fergan’ın 23 Mart 1966 tarihli Yeni İstiklal Gazetesinde “Bediüzzaman’ın hürriyet/özgürlük mücadelesindeki celadet ve şehameti o derecede idi ki, herkesin ağzını açmaktan korktuğu, işaretle konuştuğu bir zamanda, onun bu kadar cesaret ve celadet göstermesi, zamanın havsalasına sığmadı” şeklindeki ifadeler ve 1900’lu yılların başında kendinse Kürt aşiretleri tarafından sorulan “özgürlük nedir?” sorusuna, “bu soruya ancak yirmi seneden beri onu, hatta rüyalarında takip eden o sevda ile her şeyini terk eden birisi size güzel cevap verebilir” şeklindeki cevabı ve bunları tamamlayan daha onlarca cümlelerinde anlaşılmaktadır ki Nursi’nin sabitlerinden birisi hürriyet/özgürlüktür. “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” sözü tüm bu iddialarımızı ispatlayan en güzel delil olduğu düşüncesindeyiz.

Nursi bu dönemde yazdığı makalelerde imanla özgürlüğü, İslam’ın ilk dönemleriyle meşruti yönetimler arasında doğrudan bir ilişki kurarak Sultan Abdulhamid’in istibdadına karşı çıkmıştır.

 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
selam iksir kardeşim isabet etmiş. İslam alimleri ekseriyetle hükümetten uzak kalmışlardır hatta bir kısmı hapsedilmiş. Kaldı ki saltanatın olduğu devirlerde hal böyle iken tağuti (demokrasi) yönetimlerde siyasetten ırak kalması gayet doğaldır.



yukarıda yazanlar çok dehşetli bir iddiadır. İspat ister ...Demokratların tek bir kahramanlığı vardır o da " ezanı arabileştirmek" ... Üstadın muradı burada budur. Yoksa demokratlık cihetinde değil. Hem üstad gibi bir zaatı muhteremi demokrat göstermek zulmü azimdir. Şayet üstad demokrat olsa vazife-i asliyesinin bir kıymeti harbiyesi olmaz. vesselam .


Arkadaş benim yazım alıntıdır.Dr.Muhammed Bozdağ'ın araştırma yazısıdır.


DR.MUHAMMED BOZDAĞ KİMDİR ?

http://insansevgisi.blogcu.com/dr-muhammed-bozdag-kimdir/4497131

Dr. Muhammed Bozdağ STV kanalında “Hayat Dersi” adlı programda rol alıyor.

http://www.yetenek.com/articles_detail.asp?id=593

http://www.yetenek.com/

Said Nursi Hz.leri bildiğim kadarıyla Şeriatçıdır.Demokrat değildir. O zamanlar 2 parti vardı.Bir düzenin laik-solcu-din düşmanı olan CHP. Diğeride dindarlara karşı hoşgörülü, liberal,sağcı DP.

Bu iki partiden birini seçip desteklemiştir.

Günümüzde mesela F.Gülen Hoca ve cemaatinin AKP'yi desteklediği söyleniyor.

İsmailağa Cemaatinin, N.Erbakan Hoca'nın partisi Saadet'i desteklediği söyleniyor.

Eskiden Süleymancılar cemaatinin Süleyman Demirel'in partisi A.P'yi desteklediği söyleniyordu.

Yine eskiden Menzil cemaatinin, Anavatan Partisi'ni desteklediği söyleniyordu.
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Said Nursi’nin İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile ilişki boyutu Eşref Edip Fergan’ın 23 Mart 1966 tarihli Yeni İstiklal Gazetesinde “Bediüzzaman’ın hürriyet/özgürlük mücadelesindeki celadet ve şehameti o derecede idi ki, herkesin ağzını açmaktan korktuğu, işaretle konuştuğu bir zamanda, onun bu kadar cesaret ve celadet göstermesi, zamanın havsalasına sığmadı” şeklindeki ifadeler ve 1900’lu yılların başında kendinse Kürt aşiretleri tarafından sorulan “özgürlük nedir?” sorusuna, “bu soruya ancak yirmi seneden beri onu, hatta rüyalarında takip eden o sevda ile her şeyini terk eden birisi size güzel cevap verebilir” şeklindeki cevabı ve bunları tamamlayan daha onlarca cümlelerinde anlaşılmaktadır ki Nursi’nin sabitlerinden birisi hürriyet/özgürlüktür. “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” sözü tüm bu iddialarımızı ispatlayan en güzel delil olduğu düşüncesindeyiz.

Nursi bu dönemde yazdığı makalelerde imanla özgürlüğü, İslam’ın ilk dönemleriyle meşruti yönetimler arasında doğrudan bir ilişki kurarak Sultan Abdulhamid’in istibdadına karşı çıkmıştır.



Sultan Abdülhamid han hazretlerinin istibdatı yoktur.Bu sözler Ermeni Komitacıların,Mason İttihad Terrakicilerin sözleridir.

Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?

Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,
Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.
Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.
Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;
Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,
Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!
gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.

Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar( ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.

Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:
Türk, Musevi, Rum, Ermeni,
Gördük bu rûz-ı rûşeni!
şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.

İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?

İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.

Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.

Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.

Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.

Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.

Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.

Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması... Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?

Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?

Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?

“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.

Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?

Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.

Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?

Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.

Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.

Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

Ve sokmadı da...

Ne diyelim? Durağı cennet olsun...


Sultan Abdülhamit Han dünyada gelmiş geçmiş en büyük hükümdarlardan birisidir. Keşke kıymetini gereği gibi bilebilsek. Muhteşem siyasi dehası sayesinde imparatorluğu 30 küsür sene ayakta tutmayı başarmıştır. Kendisinden sonra ülkeyi yöneten asalak ittihat ve terakkiciler ülkeyi önce Balkan harbinde sonra da Birinci Dünya Savaşı'nda perperişan etmişlerdir. Bu zavallı insanlar böylesine büyük bir sorumluluğun altından gelecek kapasitede değillerdi.



SULTAN II. ABDULHAMİD'İN HİZMETLERİ

Devamı:
http://www.benimblog.com/gercektarih/page2/&thisy=&thism=&thisd=

 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
sayın GENCAKINCI aktarmış olduğun bu yazından dolayı defaatle teşekkürlerimi arz ederim. benim aktardığım yazı nurcu tarafgirliliğinde yazılmış bir yazıdır.Bazıları diyorya Said Nursi Özür dileyeceği bir şey yapmamıştır.Bende bunun için aktardım.Sultan Abdulhamid Han Hazretlerine karşı ittihadcılarla işbirliği yaparak meşruritiyeti savunmuş ve bu yolda mücadele etmiştir.
Bunu doğrulamak için o yazıyı aktardım.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Halk-ı alem dört şeyi etmiş bina,Ben yiyeyim sen yeme, ben iyiyim sen fena !
:)))
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Muhterem hirahos sizinde Cumanız mübarek olsun.
Kardeşim mesajımda kast ettiğim şudur:
Böyle bir vakanın olması ve bunu muhterem Kadir Mısıroğlu'nun tarihi bir vaka olarak nakletmesi hususunda benim herhangi aksi bir ifade kullanmam söz konusu değildir ve olamaz.
Ben sadece şuna dikkat çekmek istedim.Madem Sultan Abdulhamid Han Hazretlerinden özür dilemek durmundasın ve helallik istemek durumundasın ve bunuda aslen kamuoyunu bilgilendirerek yapman lazım.(Çünkü aşikar yapılan günahın tevbeside aşikar olmalıdır kaidesiyle)Öyleyse kişinin bizzat kendisinden bü özürle birlikte helallik dilersin.Yok buna imkan yoksa (Yani bahs konusu olan zat hayatta değilse bunu komu oyuyla paylaşarak biz bu hususta hata ettik,Hakkını yedik kıymetini bilemedik gibi özür beyanında kelamlarla bunu beyan edersin,değilmi.?

Hakkınız var azizim, görüşünüzü paylaşıyoruz; aşikar taksirde aslolan pişmanlığı da aşikar etmektir.

Nursi merhumun vefatından çok kısa bir süre önce olan bir hadise, belki aşikar olmamasının bu kısa zamanla da alakası olabilir.


Allah razı olsun GENCAKINCI... Sultan Abdulhamid Han ceddimizin mekanı cennet olsun, Allah onlara rahmet eylesin. Onlara minnettarız.

Bugün Ehli sünnetin pekçok eseri muhafaza olunmuşsa bunda Abdulhamid Han Hazretlerinin büyük emek ve gayretleri vardır.

Abdulhamid Hana ancak gafiller ve İslam düşmanları taarruz etmiş ve düşman olmuştur. Elbette ona karşı taarruz büyük bir kusurdur.

Hatta Sabetay kökenli muarrızlar dahi Abdulhamid düşmanlığından pişman olmuş, ondan sonra onu mumla aramışlardır.
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Gen ç akıncı Üstadın hayatını bilmedğiniz ortadadır..isterseniz sağlam birkaynaktan okuyalım sonra demokrat partiden dem vuralım..yukarda dednği üzere siyasat=YALAN çarkına hangi alim yada müceddit bilerek alet olup bunuda tasvip edebilrki..


Arkadaş siyaset yani devlet yönetimi bu kadar kötüydüde niye 4 Halife müslümanları yönetti?
Sonra gelen melikler,sultanlar,padişahlar niye müslümanları yönettiler?

Eğer senin mantığınla hareket edecek olursak müslümanların devlet yönetimini bırakıp Hristiyanların,Yahudilerin veya zamane müşriklerinin yönetimi altına girmeleri gerekiyor.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Bediüzzaman'ın siyasete mutlak bir şekilde karşı olduğunu söyleyemeyiz..Siyasetten ne anladığımıza da bağlı bu biraz..Üstad'ın siyasetten ictinab ettiği ve meşhur "siyasetten Allah'a sığınırım" sözünü söylemesi, belki siyaset adına meşru olmayan bir şekilde yapılan uygulamaları gördüğü için ve siyasetin kötü ve dine lakayd kişilerin elinde olduğunu bildiği için olabilir..Fakat Üstad'ın ,halis ve samimi bir şekilde İslamiyete hizmet adına yönetime geçmeye talip ve yönetime geçen siyasileri de desteklediği bilinmektedir..İslam adına büyük hizmetler yapan Menderes için "İslam kahramanı" diyen de Bediüzzamandır..Mutlak olarak siyasete karşı olsa, bir siyasi için "İslam kahramanı" demez herhalde..
yani kısaca siyasete Karşı olduğu tarafları var, İslami hizmet için uygulandığı takdirde de desteklediği bir siyaset anlayışı var..

Üstad hiç bir meseleye ve kişiye toptancı bir şekilde yaklaşmamıştır..Bir kişinin doğruları olsa doğrularını takdir ederken, bir yanlışını görse yanlışını da söyler..Sonuçta kendisi bir İslam alimidir,İslam alimleri emr-i maruf nehyi anil münker'i yapmakla ve bir münker gördüklerinde bunu elleriyle değiştiremezlerse,yazılarıyla,nasihatlarıyla,vaazlarıyla değiştirmeye çalışırlar..
Sultan Abdülhamid'in direk şahsına muarız değildi elbette ,kendi yazılarına baktığımız zaman bunu görebiliriz,"veli,şefkatli" sıfatlarını kullanır.fakat hükümetteki uygulamalarda gördüğü bazı yanlışlıkları nasihat yoluyla,gazete vasıtasıyla bildirmeye çalışmıştır..

"Münhasif Yıldız'ı Darü'l-fünûn et; ta, Süreyya kadar alî olsun. Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine ehl-i hakîkat melaike-i rahmeti yerleştir; ta Cennet gibi olsun. Ve Yıldız'daki milletin sana hediye ettiği servetini milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dînî darü'l-fünunlara sarf ile millete iade et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine îtimat et. Zîra, senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf ahireti düşünmek lazım. Dünya seni terk etmeden evvel, sen dünyayı terk et. Zekatü'l-ömrü, ömer-i sanî yolunda sarf eyle. "

Üstad, Abdülhamid'in idaresinin şahane olduğunu söylemekle beraber ,önemli gördüğü bazı meseleleri dile getirmiş,gördüğü bazı yanlış uygulamaların düzeltilmesini talep etmiştir doğal olarak..her alimin yapacağı gibi..
Tarihte de yönetim başındaki idarecilere,halifelere nasihat eden ,gördüğü yanlışlıkları belirten birçok alim olmuştur..
İttihatçıları da mutlak olarak desteklemez..İttihatçıları da çok yerde sert şekilde eleştirir,içlerinde masonlar olduğunu bahseder..Demiştik ya Üstad ,hiçbir cemiyete veya kişiye toptancı yaklaşmamıştır..desteklenmesi gereken meseleleri desteklemiş,desteklenmemesi gerekli gördüğü yerleri de desteklememiştir..
Olaya böyle bakarsak daha sağlıklı bir değerlendirme yapmış oluruz..
 

ıtri

Üye
Katılım
30 Ağu 2009
Mesajlar
1,235
Tepkime puanı
153
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ankara
Said Nursi’nin İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile ilişki boyutu Eşref Edip Fergan’ın 23 Mart 1966 tarihli Yeni İstiklal Gazetesinde “Bediüzzaman’ın hürriyet/özgürlük mücadelesindeki celadet ve şehameti o derecede idi ki, herkesin ağzını açmaktan korktuğu, işaretle konuştuğu bir zamanda, onun bu kadar cesaret ve celadet göstermesi, zamanın havsalasına sığmadı” şeklindeki ifadeler ve 1900’lu yılların başında kendinse Kürt aşiretleri tarafından sorulan “özgürlük nedir?” sorusuna, “bu soruya ancak yirmi seneden beri onu, hatta rüyalarında takip eden o sevda ile her şeyini terk eden birisi size güzel cevap verebilir” şeklindeki cevabı ve bunları tamamlayan daha onlarca cümlelerinde anlaşılmaktadır ki Nursi’nin sabitlerinden birisi hürriyet/özgürlüktür. “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” sözü tüm bu iddialarımızı ispatlayan en güzel delil olduğu düşüncesindeyiz.

Nursi bu dönemde yazdığı makalelerde imanla özgürlüğü, İslam’ın ilk dönemleriyle meşruti yönetimler arasında doğrudan bir ilişki kurarak Sultan Abdulhamid’in istibdadına karşı çıkmıştır.




Evet
yok diyorlardı tarihi bilmeyen cahiller.
Kendileride kabul etti: İstibdat varmış.

İşin iyice komedi götürür tarafı kalmadı derken bu yazı süperkomik oldu:
Hürriyetsever olmak, istibdada karşı olmak hata gibi anlatıyor arkadaş.
Yahu arkadaş karşındaki islam alimi.
Herhalde ondan daha iyi islamı bildiğini mi iddia edeceksin?
Zaten daha önce de "islam birliğini parçalayan" demişti.

Eeee. ne yapacaksın sanal alem bu
Bilgisayarı eline geçiren yazıyor: Yok şu kafir,yok şu mezhepsiz, yok şu sapık.. vs.vs.
Kafadan sallamak bedava ve cezası da yok nasılsa .. diyorlar ama
MAHŞER VAR MAHŞER.....
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Evet
yok diyorlardı tarihi bilmeyen cahiller.
Kendileride kabul etti: İstibdat varmış.

İşin iyice komedi götürür tarafı kalmadı derken bu yazı süperkomik oldu:
Hürriyetsever olmak, istibdada karşı olmak hata gibi anlatıyor arkadaş.
Yahu arkadaş karşındaki islam alimi.
Herhalde ondan daha iyi islamı bildiğini mi iddia edeceksin?
Zaten daha önce de "islam birliğini parçalayan" demişti.

Eeee. ne yapacaksın sanal alem bu
Bilgisayarı eline geçiren yazıyor: Yok şu kafir,yok şu mezhepsiz, yok şu sapık.. vs.vs.
Kafadan sallamak bedava ve cezası da yok nasılsa .. diyorlar ama
MAHŞER VAR MAHŞER.....

Arkadaş istibdat yok.Nerden çıkarıyorsun.

Bir kere daha yazıyorum.Sultan Abdülhamid han hazretlerinin istibdatı yoktur.Bu sözler Ermeni Komitacıların,Mason İttihad Terrakicilerin sözleridir.

Hürriyet severliği,İttihad ve Terrakiciler savunuyordu.Tabiki kendileri için istiyorlardı.
 
Üst