leylinur
ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Başkanlık Sistemi tartışmasına bir süre ara verip Hilafet Sisteminin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak... Fena mı olur?
kokludegisim.net
Yeni Akit Gazetesi yazarı Sayın Faruk Köse, İngilizlerin desteği ile Laik Kemalist zihniyetin ilga ettiği Hilafet sisteminin tekrar konuşulmasını gündeme getirdi.
İşte Faruk Kösenin Yeni Akit Gazetesinde yer alan o makalesi;
Başkanlık Sistemi yerine Hilafeti konuşsak mı?
Gündemin ana konusu Başkanlık Sistemi. Şimdi herkes bunu tartışacak. Ancak benim için önemli olan, devletin Başkanlık veya Parlamenter olsun, ya da başka bir şey olsun, hangi sistemle yönetildiği değil, nasıl ve hangi rejimle yönetildiğidir. Bu yüzden, Başkanlık Sistemini tartışmaktan ziyade, rejim değişikliğini tartışmak gerektiğini düşünüyorum.
Getirilmek istenen Başkanlık Sistemine dair detaylar basında gündeme geliyor. Buna göre, seçim barajı düşürülerek Tekli Mecliste toplumun tüm kesimlerinin temsili sağlanacakmış. Milletvekili seçilme yaşı 18e inecekmiş. Sorumsuz Cumhurbaşkanı yerine sorumlu Başkan olacakmış. Başkanın yargılanması için Anayasa Mahkemesi üyeleri ile Meclis üyelerinden müteşekkil Güçlendirilmiş Yüce Divan kurulacak ve böylece hukukla siyaset birbirine karıştırılacakmış. Millet tek seçimde hem Başkanını, hem de milletvekillerini seçecekmiş. Başkan için ayrıca güven oylaması olmayacakmış.
Görüldüğü üzere, üzerinde durulan asıl konu, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlıkı birleştirip Cumhurbaşbakanlığı mesabesinde bir Başkanlık Sistemi kurmaktan ibaret. Yani rejime, rejim değişikliğine dair herhangi bir plânlama ya da çalışma yok.
Bu köşede 15.05.2012de Sistem sorunu mu, rejim sorunu mu? başlığı altında esas sorunumuzun ne olduğuna değinmiş 2012nin 05-06 Haziranında ise iki gün üst üste Başkanlık sistemi gelince rejim ne olacak? başlığı altında konuya dair düşüncelerimi yazmıştım. O yüzden burada Başkanlık Sisteminin ayrıntılarına girmeyeceğim. Rejim değişikliğine dair ise şunları söylemek istiyorum:
İhtiyaç duyulan yeni anayasa ile çözülmesi gereken öncelikli esas sorunumuz sistem sorunu değil, rejim sorunudur. Çünkü eğer yeni anayasa rejimi değiştirmeyecek de sadece rejimin işleyiş sistemini değiştirecekse, esas soruna çözüm getirmeyecek demektir. Eğer Kemalist-Laik rejim ile dindar millet arasında baştan beri var olan uyuşmazlık ve anlaşmazlık rejim değişikliğiyle giderilmeyecekse, sistemi değiştirmenin önemi kalmayacaktır. Zira büyük çoğunluğu dindar olan topluma cebren uygulanan Kemalist Laiklik bir sistem sorunu değil, rejim sorunudur. O yüzden, dindar topluma uygulanan Laik-Kemalist rejim değiştirilip toplumun dinine uygun hale getirilmediği sürece, sistemin Parlamenter ya da Başkanlık olmasının hiçbir önemi yoktur. Bu yüzden, meseleye sadece sistem açısından bakarsanız, dindar toplum için değişen hiçbir şey olmayacak demektir.
Esasta/Rejimde bir değişiklik ya da yenilik olmayacaksa, sistem parlamenter değil de başkanlık olsa ne yazar, başkanlık olmasa da parlamenter kalsa ne farkeder? Yani önemli olan, sistemin başkanlık ya da parlamenter oluşundan ziyade, o sistem ile uygulanan rejimin niteliğinin ne olduğu, nasıl bir mahiyette tezahür ettiğidir. Bu yüzden, Başkanlık Sistemi kurgulanmadan önce, o sistemin hangi rejimi yürüteceği belirlenmelidir. Bunun yolu, rejimi değiştirmede radikal davranıp rejimin yerleşik tabularını yıkmaktan geçer. O halde Türkiyede Başkanlık Sisteminin anlamlı olabilmesi için, rejim bakımından nasıl bir değişime ve dönüşüme ihtiyaç olduğuna bakmak gerekecektir.
Başkanlık sistemi, yasama-yürütme-yargı diye tabir edilen klasik güçler ayrılığı üçlemesinde, yürütme gücünün nasıl kullanılacağına dair bir yöntemden öteye bir şey değildir; yani bir yönetme mekanizması olarak güçler ayrılığındaki yürütme erkinin hangi sistemle tatbik edileceğinden ibarettir. Bu bakımdan, birbirine çok zıt kaynaklardan hareket eden ülkeler hükümet etme sistemi itibariyle başkanlıkla idare edilebiliyor. Yani sadece hükümet etme biçimi olarak başkanlık sistemi gelince her şey yoluna girmiyor, hatta rejime dair hiçbir şey değişmeyebiliyor.
O halde Türkiyede yürütme gücünün işleyiş mekanizması değiştirilip parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştürülecekse, bunun ülke ve toplum için anlam taşıyabilmesi, yenilik ve dinamizm oluşturabilmesi, toplumu mutlu edebilmesi için, sadece hükümet etme sistemindeki değişikliğin çok da yararı olacağını düşünmüyorum.
Sistem değişikliğinin herhangi bir yararı olabilmesi için, geçilen yeni sistemin içinde tatbik edileceği rejimin de değiştirilmesi lazım. Bu bakımdan, başkanlık sisteminden önce rejimin konuşulması, önce rejimin değiştirilip toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine mutabık bir rejime geçilmesi; rejim değişikliğine paralel olarak, yeni rejimin yürütme erkinin başkanlık olup olmayacağı üzerinde kafa yorulması yerinde olacaktır. Aksi taktirde, umulan yararları temin etmek mümkün olmayacak, hatta muhtemel yol kazaları durumunda mevcut toplumsal huzursuzluk bütün alanlarda katlanarak devam edecektir.
O halde sistem değişikliğiyle efor tüketileceğine, yeni bir rejim kurmak gibi esas işe yönelmek evlâ olacaktır. Nedir yeni rejim? derseniz, lafı dolandırmadan doğrudan söyleyeyim:
Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!...
Yani, ne kadar ömrü kaldığını bilemeyeceğimiz fanilere odaklanmış sistem kurgusuyla fırsatı kaçırmaktansa, hâlâ imkânlar eldeyken Başkanlık Sistemi tartışmasına bir süre ara verip esas konuya geçsek, Laik-Kemalist Rejim tarafından yıkılan Hilafet Sisteminin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak...
Fena mı olur?
Kaynak: Faruk Köse / Yeni Akit Gazetesi
kokludegisim.net
Yeni Akit Gazetesi yazarı Sayın Faruk Köse, İngilizlerin desteği ile Laik Kemalist zihniyetin ilga ettiği Hilafet sisteminin tekrar konuşulmasını gündeme getirdi.
İşte Faruk Kösenin Yeni Akit Gazetesinde yer alan o makalesi;
Başkanlık Sistemi yerine Hilafeti konuşsak mı?
Gündemin ana konusu Başkanlık Sistemi. Şimdi herkes bunu tartışacak. Ancak benim için önemli olan, devletin Başkanlık veya Parlamenter olsun, ya da başka bir şey olsun, hangi sistemle yönetildiği değil, nasıl ve hangi rejimle yönetildiğidir. Bu yüzden, Başkanlık Sistemini tartışmaktan ziyade, rejim değişikliğini tartışmak gerektiğini düşünüyorum.
Getirilmek istenen Başkanlık Sistemine dair detaylar basında gündeme geliyor. Buna göre, seçim barajı düşürülerek Tekli Mecliste toplumun tüm kesimlerinin temsili sağlanacakmış. Milletvekili seçilme yaşı 18e inecekmiş. Sorumsuz Cumhurbaşkanı yerine sorumlu Başkan olacakmış. Başkanın yargılanması için Anayasa Mahkemesi üyeleri ile Meclis üyelerinden müteşekkil Güçlendirilmiş Yüce Divan kurulacak ve böylece hukukla siyaset birbirine karıştırılacakmış. Millet tek seçimde hem Başkanını, hem de milletvekillerini seçecekmiş. Başkan için ayrıca güven oylaması olmayacakmış.
Görüldüğü üzere, üzerinde durulan asıl konu, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlıkı birleştirip Cumhurbaşbakanlığı mesabesinde bir Başkanlık Sistemi kurmaktan ibaret. Yani rejime, rejim değişikliğine dair herhangi bir plânlama ya da çalışma yok.
Bu köşede 15.05.2012de Sistem sorunu mu, rejim sorunu mu? başlığı altında esas sorunumuzun ne olduğuna değinmiş 2012nin 05-06 Haziranında ise iki gün üst üste Başkanlık sistemi gelince rejim ne olacak? başlığı altında konuya dair düşüncelerimi yazmıştım. O yüzden burada Başkanlık Sisteminin ayrıntılarına girmeyeceğim. Rejim değişikliğine dair ise şunları söylemek istiyorum:
İhtiyaç duyulan yeni anayasa ile çözülmesi gereken öncelikli esas sorunumuz sistem sorunu değil, rejim sorunudur. Çünkü eğer yeni anayasa rejimi değiştirmeyecek de sadece rejimin işleyiş sistemini değiştirecekse, esas soruna çözüm getirmeyecek demektir. Eğer Kemalist-Laik rejim ile dindar millet arasında baştan beri var olan uyuşmazlık ve anlaşmazlık rejim değişikliğiyle giderilmeyecekse, sistemi değiştirmenin önemi kalmayacaktır. Zira büyük çoğunluğu dindar olan topluma cebren uygulanan Kemalist Laiklik bir sistem sorunu değil, rejim sorunudur. O yüzden, dindar topluma uygulanan Laik-Kemalist rejim değiştirilip toplumun dinine uygun hale getirilmediği sürece, sistemin Parlamenter ya da Başkanlık olmasının hiçbir önemi yoktur. Bu yüzden, meseleye sadece sistem açısından bakarsanız, dindar toplum için değişen hiçbir şey olmayacak demektir.
Esasta/Rejimde bir değişiklik ya da yenilik olmayacaksa, sistem parlamenter değil de başkanlık olsa ne yazar, başkanlık olmasa da parlamenter kalsa ne farkeder? Yani önemli olan, sistemin başkanlık ya da parlamenter oluşundan ziyade, o sistem ile uygulanan rejimin niteliğinin ne olduğu, nasıl bir mahiyette tezahür ettiğidir. Bu yüzden, Başkanlık Sistemi kurgulanmadan önce, o sistemin hangi rejimi yürüteceği belirlenmelidir. Bunun yolu, rejimi değiştirmede radikal davranıp rejimin yerleşik tabularını yıkmaktan geçer. O halde Türkiyede Başkanlık Sisteminin anlamlı olabilmesi için, rejim bakımından nasıl bir değişime ve dönüşüme ihtiyaç olduğuna bakmak gerekecektir.
Başkanlık sistemi, yasama-yürütme-yargı diye tabir edilen klasik güçler ayrılığı üçlemesinde, yürütme gücünün nasıl kullanılacağına dair bir yöntemden öteye bir şey değildir; yani bir yönetme mekanizması olarak güçler ayrılığındaki yürütme erkinin hangi sistemle tatbik edileceğinden ibarettir. Bu bakımdan, birbirine çok zıt kaynaklardan hareket eden ülkeler hükümet etme sistemi itibariyle başkanlıkla idare edilebiliyor. Yani sadece hükümet etme biçimi olarak başkanlık sistemi gelince her şey yoluna girmiyor, hatta rejime dair hiçbir şey değişmeyebiliyor.
O halde Türkiyede yürütme gücünün işleyiş mekanizması değiştirilip parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştürülecekse, bunun ülke ve toplum için anlam taşıyabilmesi, yenilik ve dinamizm oluşturabilmesi, toplumu mutlu edebilmesi için, sadece hükümet etme sistemindeki değişikliğin çok da yararı olacağını düşünmüyorum.
Sistem değişikliğinin herhangi bir yararı olabilmesi için, geçilen yeni sistemin içinde tatbik edileceği rejimin de değiştirilmesi lazım. Bu bakımdan, başkanlık sisteminden önce rejimin konuşulması, önce rejimin değiştirilip toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine mutabık bir rejime geçilmesi; rejim değişikliğine paralel olarak, yeni rejimin yürütme erkinin başkanlık olup olmayacağı üzerinde kafa yorulması yerinde olacaktır. Aksi taktirde, umulan yararları temin etmek mümkün olmayacak, hatta muhtemel yol kazaları durumunda mevcut toplumsal huzursuzluk bütün alanlarda katlanarak devam edecektir.
O halde sistem değişikliğiyle efor tüketileceğine, yeni bir rejim kurmak gibi esas işe yönelmek evlâ olacaktır. Nedir yeni rejim? derseniz, lafı dolandırmadan doğrudan söyleyeyim:
Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!...
Yani, ne kadar ömrü kaldığını bilemeyeceğimiz fanilere odaklanmış sistem kurgusuyla fırsatı kaçırmaktansa, hâlâ imkânlar eldeyken Başkanlık Sistemi tartışmasına bir süre ara verip esas konuya geçsek, Laik-Kemalist Rejim tarafından yıkılan Hilafet Sisteminin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak...
Fena mı olur?
Kaynak: Faruk Köse / Yeni Akit Gazetesi