BaŞarisizlik Ya Da Yeterİce İyİ Bİrİ Olmamak

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İNSANLARIN KABUL EDİLME VE tanınma ihtiyaçları var. Bilinme, varlığının farkına varılması, hissedilmesi, bunun ifade edilmesi insanın fıtrî bir ihtiyacı olarak görünüyor. Bunları yaşayamayan insan bu gezegende var iken ‘yokluk duygusu’ yaşıyor. Yokluk duygusu da insanda derin acılar uyandırıyor. İnsanın fiziksel olarak şu gezegende var olması yetmiyor. Varlığının tanınması da gerekiyor.

Bu fıtrî ihtiyacın nasıl ve hangi yolla temin edileceği konusunda Avrupa medeniyeti ile Kur’ân medeniyeti arasında belirgin bir farklılık açığa çıkıyor.

Avrupa medeniyetinde kabul görme, tanınma, bilinme ihtiyacı için tek yol toplumsal grup tarafından tanınabilecek ‘birşey olmak,’ yani ‘başarılı biri olmak’ olarak gösteriliyor. Başarılı iseniz kabul göreceksiniz, kabul görünce de var olduğunuzu anlayacaksınız anlayışı her halde empoze ediliyor. Bu yüzden kendiliğin sunumu büyük önem kazanıyor. Bu ihtiyacı doyurmak için çok çalışmak gerekiyor. Ama toplumsal kültür bunun tedavül değerini birden değiştiriyor. ‘İyi birşey’ olabilmeyi başarmak için, iyi ahlâklı, duyarlı, açık bir insan olmak yerine, sert, kapalı ve rekabetçi bir tutuma girmek de gerekiyor.

Avrupa medeniyeti insanlara ‘iyi birşey olmaları,’ yani ‘başarılar elde etmeleri,’ böylelikle de var olmaları için birçok umut vaad ediyor. Ama fırsatlar sınırlı kalıyor. Kişiler sık sık başarısızlık, ‘yeterince iyi biri’ olamama korkusu, yani kendilerine karşı düş kırıklığı yaşıyor. İnsanlara bol bol "Birçok güzel seçenek var ve bunları yakalamak kişinin kendi elindedir" mesajı veriliyor. Ve ekleniyor: "Eğer bunu yapamazsanız, sizde bir hata var. "Ama imkânların sınırlı olduğu; imkânlar sınırsız bile olsa yaşama zamanı sınırlıóölümle sınırlandırılmışóbir gezegende yaşıyoruz. Her türlü başarıyı, her an karşılaşılan yok oluşlar zaten silip süpürüyor. Yeterince kazananlar olduğu sürece, kaybedenler önemsenmiyor. Bu kapitalist pazar ekonomisinin tarzı: Kazananlar ve kaybedenler olacaktır.

Bu medeniyetle yetişen insanların psikolojilerinin büyük özelliklerinden biri de, kendileri ile ilgili bir hükme, değerlendirmeye varırken kendilerini başkalarıyla kıyaslamaları. Başarılı olma, dolayısıyla var olma ölçütü olarak başkalarının başarıları esas alınıyor. "Ben şunun kadar başarılıyım, o halde hayatım anlamlı, ben de bu dünyada bir işe yarıyorum" gibi. Aynı şekilde, "Diğer insanlar kadar başarılı değilim, dolayısıyla varlığımın pek bir anlamı yok" da yaygın bir anlayış olarak beliriyor.

Başarısızlığa tahammülsüzlük, bir başka özellik. Hata yaparsanız, şaşırır veya kolay zedelenirseniz, yahut ağlamak isterseniz bunlar sizi aşağı ve başarısız gösterir anlayışı, tipik bir düşünüş tarzı... İşte o zaman Batı medeniyeti ile yetişen insan yokluk duygusu yaşıyor. İnsan, dünyada var olduğu halde, varlığı bir anlam ifade etmediği için, sanki yok oluyor. Varlık içinde yokluğu yaşıyor. Başarısız kaldıkça varlığı bir anlam ifade etmiyor.

Kendiliğin sunumu önem kazandığından sosyal hayatta gerçeklerle bağdaşmayan bir arz-ı endam ortaya çıkıyor. Bu medeniyetin insanı kendi acizliğini ifade edemeyecektir. Ama insan aciz bile değildir. İnsan mutlak acizdir. Kendisini noksan, hatalı, kusurlu gösteremeyecektir. Ama insan mutlak anlamda noksandır ve kusurludur. Bu haliyle insanlar kendilerini kendi fıtratı ile çelişen, fıtratını zorlayan ve hatta fıtratını değiştirmeye çalışan bir tutum ve davranışlar örüntüsü içinde bulacaktır.

Kur’ân medeniyetinde kişi hayattaki konumunu toplumsal normlara bağlamıyor. Merdivenin üst basamaklarına tırmanma ve başarı/başarısızlık olasılıklarıyla yüzleşme gereği duymuyor. İnsana vaad edilen imkânlar sınırlı değil. Çünkü dil olan Yaratıcının vaad ettiği, ebedî hayattır.

Kur’ânî yaşayış ve düşünüş tarzında insanın değerini belirleyen şey başarı/başarısızlık değil. Dolayısıyla yeterince iyi biri olunup olunmadığını belirleyen de toplumsal normlar değil. Kabul görmeme veya başarısızlık insanı ‘iyi olmayan biri’ yapmaz. Ta başından beri insan mahlukiyet cihetiyle zaten değerlidir. Yaratıcı tarafından, özenle ve sanatla, Kendisine muhatap olacak şekilde yaratılmıştır. İnsan her an O’nun rahmet ve şefkatine mazhar olmaktadır.

Mü’min yeterince iyi biri olmayı dünyevî hedefler elde ederek başarmaya çalışmaz. Çünkü zaten değerli ve anlamlıdır. Ona düşen vazife, böyle olduğunu farketmek; farkederek, bilerek, bilinçli olarak yaşamaktır. Mü’minin kıymetini belirleyen dünyevî başarılar değildir. Gezegendeki yolculuğunu anlamlı kılan da bu değildir. Yaratıcısına kulluk, mü’min için temel var oluş gerekçesidir. O Yaratıcı tarafından her an tanınmakta, bilinmekte; yaptığı dua ve ibadetlere zaten karşılık verilmektedir. Yaptığı her hayır, Yaratıcı adına işlenen her amel ve her fiil kabul görmektedir.

Mü’min başarılı olmayacak mıdır? Olmalıdır da. Ama yeterince iyi biri olmak için değil. Yaratıcısının verdiği, kendisine emanet kıldığı kabiliyetleri en iyi şekilde kullanmaya gayret edecektir. Bu O’nun duası, Rabbine yakarışı olacaktır. Mü’min için kabul edilme ve tanınma fıtrî ihtiyacı Yaratıcısı tarafından her an bilindiği, tanındığı, korunduğu gerçeği ile tatmin edilir. Bunun dışındaki her türlü tatmin yolu sahtedir, yalancıdır ve geçicidir.

Mustafa Ulusoy "nietzche ve babaannem" isimli kitab
 
B

.BeYzA.

Guest
o zaman buna göre düşünürsek bi anlamda kişisel gelişim teknikleri(başarısızlık olsa da olmasa da) sınırlı imkanlar sunuyor diyebilir miyiz?
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Kusura bakma anlayamadım.

Ne söylemek istediğini anlayamadım.Bu yüzden tam cevap veremeyeceğim.Ancak şu kadarını söyleyebilirim.İnsana düşen sebeblere sarılarak başarılı olmak için çaba göstermektir.İnsanın başarılı olmak diye bir görevi yoktur,islami açıdan.Mesala öldüğümüz zaman bize şu savaşı niye kaybettin diye sorulmayacak.Ama kazanmak için niçin çaba göstermediğimiz sorulacak.Çünkü sonucu yaratacak olan Allahu tealadır.
Yani Allahu teala bizi dünyadaki başarılarımıza göre yargılamayacak ahirette.Dolayısıyla insanlarında birbirlerini başarılarına göre yargılamamaları lazım.Başarılı olan insan değil,çaba gösteren insan iyi insandır.Bilmem anlatabildim mi?
O yüzden atalarımız ne diyor:"Boş duranı ne Allah sever ne de kul".Ama atalarımız "başarılı olmayanı allahta sevmez kulda" dememişler.
Bilmem cevabım yetti mi?Selametle kalın.
 
B

.BeYzA.

Guest
Avrupa medeniyetinde kabul görme, tanınma, bilinme ihtiyacı için tek yol toplumsal grup tarafından tanınabilecek ‘birşey olmak,’ yani ‘başarılı biri olmak’ olarak gösteriliyor. Başarılı iseniz kabul göreceksiniz, kabul görünce de var olduğunuzu anlayacaksınız anlayışı her halde empoze ediliyor. Bu yüzden kendiliğin sunumu büyük önem kazanıyor. Bu ihtiyacı doyurmak için çok çalışmak gerekiyor. Ama toplumsal kültür bunun tedavül değerini birden değiştiriyor. ‘İyi birşey’ olabilmeyi başarmak için, iyi ahlâklı, duyarlı, açık bir insan olmak yerine, sert, kapalı ve rekabetçi bir tutuma girmek de gerekiyor.

Bu medeniyetle yetişen insanların psikolojilerinin büyük özelliklerinden biri de, kendileri ile ilgili bir hükme, değerlendirmeye varırken kendilerini başkalarıyla kıyaslamaları. Başarılı olma, dolayısıyla var olma ölçütü olarak başkalarının başarıları esas alınıyor. "Ben şunun kadar başarılıyım, o halde hayatım anlamlı, ben de bu dünyada bir işe yarıyorum" gibi. Aynı şekilde, "Diğer insanlar kadar başarılı değilim, dolayısıyla varlığımın pek bir anlamı yok" da yaygın bir anlayış olarak beliriyor.

bu satırlar için yazmıştım... her neyse anladım ama saolun!
 
Üst