Babanzade Ahmed Naim

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
ÜNİVERSİTEDEN ATILMIŞTI!
21911.jpg

Galatasaray'da dilde en iyi oydu
Babanzade Ahmed Naim'in kıymetini nasıl öğretebiliriz teknolojinin alıp başını gittiği bir devirde gençlere? Hüseyin Hansu anlatıyor..

01 Aralık 2010 Çarşamba 10:29
Ahmet Naim'in çok iyi derecede Arapça, Farsça ve Fransızca bildiğini biliyoruz. Çok iyi derecede diye tanımladığımız bu lisan bilgisi az buz bir bilgi birikimi değil herhalde hocam? Dil üzerine arkadaşlarıyla konuşmaları oluyor muydu? Ayrıca mütercimliği konusunda neler söylemek istersiniz?
21912.jpg

Lise yıllarından itibaren dil konusuna yatkın olduğunu görüyoruz. Galatasaray Lisesi'nde Fransızcası en iyi olan öğrencidir. Babasının görevi dolayısıyla çocukluğunun bir kısmı Bağdat’ta geçmiştir. Bu yıllarda biraz Arapça öğrendiği söylenebilir. İlmî Arapçayı da Galatasaray’dan hocası olan Hacı Zihni Efendi’den (1845-1913) öğrenmiştir.
Hacı Zihni Efendi’nin Arapça öğretimi konusunda yazdığı kitaplar bugün bile değerini korumaktadır. Yazı hayatına başlarken klasik Arap edebiyatından çevirdiği ve Servet-i Fünun mecmuasında yayınladığı şiirleri Arapça bilgisi hakkında bir fikir vermektedir. Çünkü şiir çevirisi ileri bir dil bilgisini gerektiren bir iştir. Memuriyet hayatına da Dışişleri Bakanlığı Tercüme Odasında başlamıştır. Diğer taraftan mezun olduğu Galatasaray Lisesinde Arapça öğretmenliği de yapmıştır.
Darülfünun hocalığı sırasında meslektaşları Mehmet Akif ve Mehmet Şevket Bey’le birlikte aynı fakültede Arapça müderrisi olan Hersek Müftüsü Ali Fehmi Efendi'den Arapça okumalarına devam etmiştir. Bu üçlünün ders bitiminde Direklerarası’ndaki çay bahçesinde buluşup Muhyiddin-i Arabî ve Müberred gibi âlimlerin eserlerinden edebi ve felsefi metinler okudukları anlatılır. Onun bu dönemde üniversite hocası olduğunu unutmamak gerekir. Ama ömrünün sonuna kadar öğrenme ve öğretme işini kesintisiz sürdürmüştür. Böyle bir çaba sonunda elbette ki iyi bir dil bilgisine sahip olunur.
Resmi ideolojinin, Ahmet Naim gibi önemli bir aydını göz ardı ettiğini, unutulmaya mahkûm ettiğini düşünüyor musunuz?
21913.jpg
Osmanlı’nın son döneminde yaşayan İslamcı aydınların yaşadığı kaderi Ahmet Naim de yaşamıştır. Mehmet Akif, Mustafa Sabri Efendi hangi gerekçeyle vatanlarından ayrılmak zorunda kaldılarsa onların yakın dostu olan Ahmet Naim de aynı gerekçelerle unutulmaya mahkûm edilmiştir.
1933 yılında üniversiteden atılmış, maaş ilmuhaberinden anlaşıldığına göre atıldıktan sonra maaşı da kesilmiş ve emekli maaşı bile bağlanmamıştır. 1934’te vefat ettiğinde cenazesine Üniversitedeki meslektaşları dahi katılmamıştır. Resmi ideolojinin muhalif aydınlardan hazzetmemesi anlaşılabilir bir durumdur. Esasında yadırganması gereken husus, bu âlimleri bizlerin unutmaya terk etmiş olmamızdır. Resmi ideolojinin bunları bize tanıtmasını beklemek yerine onları ve onlar gibi unutulmaya terk edilmiş daha nicelerini bizim ortaya çıkarıp yeni kuşaklara tanıtmamız gerekir. Mesela Nazım Hikmet de resmi ideoloji tarafından benzer bir akıbete uğratılmış ancak sevenleri onun hatırasına sahip çıktılar, onu fikrini beğenen beğenmeyen herkese fazlasıyla tanıtmayı başardılar. Aynı şeyi biz neden yapmayalım?
Ahmet Naim'in ülkemizde asıl tanınması Tecrid-i Sarih Mukaddimesi iledir. Kendisinin hadisçiliği konusunda ne düşünüyorsunuz. Bir felsefecinin hadis konusunda bu denli kaliteli çalışmalar yapmış olması ilginç değil mi?
Ahmet Naim'in hadisçiliğinden, kendisini rivayet ve dirayet çalışmalarına adamış, hadiste belli görüşleri ve yolu olan klasik bir muhaddis tipini anlamamak lazımdır. Onun, klasik hadis anlayışını değiştirecek veya önünü açacak çığır açıcı çalışmalarından da söz edilemez. Bu anlamda oldukça muhafazakârdır. Ona göre hadisçiler bu konuda yeterli çalışmaları yapmışlardır. Bu kabul edilebilir bir düşünce değildir. Her ilim dalı gibi hadis alanında da her dönem yapılacak çalışmalar, katkılar mutlaka vardır.
Ancak Ahmet Naim’i önemli kılan husus, meslekten bir hadisçi olmamasına rağmen Türkiye'de son yüzyılda hadis çalışmalarını yeniden diriltmiş olmasıdır. Bununla birlikte Hadis tercümeleri, Felsefe ve mantıkçılığının da etkisinin görüldüğü metodolojik yaklaşımları ve hadis yorumları tabii ki çok değerlidir. Buhari Muhtasarı ve Kırk Hadis tercümeleri adeta klasik hale gelmiş hadis eserleridir. Batı düşüncesinin İslam toplumlarını etkisi altına aldığı bir dönemde, Ahmet Naim, sünneti, toplumun kurtuluşu için bir reçete olarak sunmuştur. Meslekten bir hadisçi olmamasına rağmen böyle bakış açısına sahip olması oldukça önemlidir. Bir felsefecinin hadise ilgi duyması –bildiğim kadarıyla- bir ilk sayılabilir ama İslam kültür tarihinde asıl mesleği başka olmakla birlikte İslami ilimlerde meşhur olmuş pek çok âlim vardır. Bunun en meşhur örneği İmam Ebu Hanife’dir.
Ahmet Naim'in Mehmed Akif ile olan dostluğuna gelirsek. Siz bir söyleşinizde, Akif'in Ahmet Naim'den çok etkilendiğini hatta dini kişiliğinin oturmasında Naim'in epey etkili olduğunu söylemiştiniz. Bu beni çok şaşırtmıştı. Tanışmaları nasıl olmuştur ve devamında dostlukları?
Mehmet Akif’le Darulfunun’da hocalık yaptığı sıralarda sık sık derslerden sonra bir araya gelip sohbet ettikleri, Arapça okumaları yaptıkları anlatılır. Daha sonra bu dostluk vefatlarına kadar güçlenerek devam etmiştir. Kabirleri de Edirne Kapı mezarlığında yan yana durmaktadır. Akif’in en çok beğendiği şiiri olan “secde1” şiirini ona ithaf ettiği söylenir. Naim Bey’in Akif üzerindeki etkisine gelince bunda şaşılacak bir durum yok. Akif gibi şahsiyetler durup dururken ortaya çıkmaz. Onları yetiştiren bir çevre, etkileyen şahsiyetler, kitaplar mutlaka vardır.
Akif’in düşünce yapısı, şiirleri kadar onun yetişmesinde etkili olan ilmî ortamı ve onu etkileyen şahsiyetleri de tanımak bundan dolayı oldukça önemlidir. Bu yüzden Akif kadar, onu yetiştiren hocaları ve onu etkileyen düşünürleri de önemsemek ve tanımak gerekir. Bu hem arka plandaki bu kahramanlara karşı bir kadirşinaslık olur hem de Akif gibi şahsiyetleri daha iyi tanımamız açısından gereklidir.
21914.jpg

Ben özel olarak Akif’i etkileyen şahısları çalışmadım ancak Ahmet Naim’den bahseden eserlerin mutlaka bu ilişkiye dikkat çektiğini, bu dostluğa değinmeden geçmediğini gördüm. Ahmet Naim’in Akif’in dini görüşleri üzerinde oldukça etkili olduğu, onları tanıyan pek çok kişi tarafından dile getirilmiştir. Mesela her ikisini de yakından tanıyan ve laik görüşleriyle bilinen bir yazar olan M. Emin Erişirgil, Naim Bey’in Akif’in dini düşüncesi üzerindeki etkisinden söz ederken “Keşke hiç tanışmasalardı!” diye başlık atabilmiştir. Zira ona göre Ahmet Naim olmasaydı, Akif daha farklı bir kişilik olabilirdi.
Ahmet Naim'in kendi çağında hâkim olan ırkçılık ve batıcılık konularına sert bir muhalefet içerisinde olduğunu biliyoruz. Bu konuda ne denli başarılı olmuştur?
Ahmed Naim’in siyasi alandaki yazılarının temelini İslam birliği ve kardeşliği oluşturur. Bu çerçevede o dönemde yaygın olan Arapçılık ve Türkçülük akımlarına yazılarıyla karşı çıkmış; ırkçılığın dinî ve siyasî açıdan tehlikeleri ve zararlı sonuçları üzerinde durmuştur. "İslam'da Dava-yı Kavmiyet" başlığı altında ırkçılığın İslam'a aykırı oluşunu ve tehlikeli sonuçlarını uzun uzun açıklamıştır. Dönemin milliyetçi kalemleri Ahmed Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Yahya Kemal Beyatlı gibi isimlerle konuyla ilgili polemikleri olmuştur. Türkçülüğe ve Arapçılığa karşı çıkmasını Kürtlüğüne bağlayanlar varsa da bu doğru değildir. Ahmet Naim çok net bir şekilde İslam kardeşliğini ve ümmetin birliğini savunmuştur. Kendisi Kürt olmasına rağmen Kürtçülük hareketlerinden de uzak durmuştur. İslamî camiada Ahmet Naim, hadisçiliği kadar ırk davasını güdenleri sert bir şekilde eleştirdiği İslam’da Dava-yı Kavmiyet adlı eseriyle de bilinir.
Kendi kitabınızda Ahmet Naim Bey'in şiir de yazdığını belirtmişsiniz. Şiiri neden bıraktı acaba? Kendisi şiir hakkında ne düşünürdü?
Ahmet Naim’in bir aralık şiir denemeleri olmuştur. Fakat daha sonra bu şiirleri kendisi de beğenmeyerek, şairlikten vazgeçmiş ve kendisini ilme vermiştir. Nazmına örnek olarak, Mülkiye’de hocası olan Kuyucaklızade Muhammed Atıf Bey’in vefatı üzerine 7 Ekim 1898’de yazdığı bir mersiye Ali Çankaya’nın Yeni Mülkiye tarihinde bulunmaktadır.
Ancak Arapçadan yaptığı ilk tercümeler, Klasik Arap edebiyatının meşhur şairlerinin şiirlerinden seçmelerdir. Bu şiirleri tercüme etmek ileri derecede bir dil bilgisi gerektirir. Kendisinin şiire olan bu ilgisinin daha sonra devam etmediği anlaşılıyor ancak M. Akif’i şiir yazmaya çok teşvik ettiği anlatılır. Akif’in Servet-i Fünun gazetesinde yazması Naim’in teşviki ve aracılığı ile olmuştur. Akif, şairliğini de bir ölçüde ona borçludur. Zira Akif’in bir ara kendi şairliğini beğenmeyip şiir yazmaktan vazgeçtiği, ancak Akif’e şiirlerini çok beğendiğini ifade eden Naim’in onu tekrar yazmaya ikna ettiği söylenir.
Yahya Kemal'le olan tartışması nasıl olmuştur. Bu tartışmanın sahihliği - en azından Ahmed Naim'in Yahya Kemal'den özür dilemesi konusunda- bazı tereddütler var. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kendisini Türkçü Hoca olarak tanımlayan Yahya Kemal’le Ahmet Naim arasındaki tartışma, Naim’in vefatından 13 sene önce yaşanmıştır. İslam’da Dava-yı Kavmiyet’i yazan Naim’le Türkçüler arasında öteden beri sert polemiklerin yaşandığı ve birbirlerinden hazzetmedikleri bilinmeyen bir durum değildir. Söz konusu tartışmada ise Naim Bey’i rahatsız eden husus Yahya Kemal’in yazılarındaki efsanelerle karışık dini anlatımlardır. Naim Bey’e göre bu şekildeki bir anlatım dine zarar verir. Dünya görüşlerindeki farklılık dolayısıyla tartışma oldukça sert ve kırıcı geçer.
Ancak daha sonraları İstanbul’un medreselerinin, kütüphanelerinin, türbelerinin ve diğer tarihi mekânlarının o günkü şartlardaki perişan ve bakımsız durumu Naim Bey’i konu üzerinde tekrar düşünmeye sevk etmiştir. Bu durum, bu gibi mekânları korumanın, onlara değer vermenin hurafecililik olarak algılanmaması gerektiği konusunda Naim Bey’de bir yumuşama veya fikri gelişmeye sebep olmuş olabilir. Belki Ahmet Naim, bundan dolayı özür dileme ihtiyacı duymuştur. Ya da onun özrü, tartışma esnasında kırıcı davranmış olmasını düşünmesinden de kaynaklanmış olabilir. Zira Naim Bey, Yahya Kemal’in de ifade ettiği gibi hayli manidar konuşan, gülen, gülümseyen ve kibar bir adamdır. Böyle bir insanın yeri geldiğinde özür dilemesini bilmesi tabiidir. Ancak Ahmet Naim’in ırkçılık konusundaki fikirlerinin değiştiğini ve bu yüzden özür dilediğini söylemek mümkün değildir. Zaten tartışma konusu da bu değildi.
21915.jpg
Son olarak Ahmet Naim'i anlamak bizim için neyi ifade eder?

Ahmet Naim kendi dönemine göre iyi bir felsefeci, hadisçi ve mütercimdir. Ancak ne bir filozof ne de bir muhaddisdir. Bence onun esas saygınlığı ve büyüklüğü dürüstlüğünden, samimiyetinden, dik duruşundan ve örnek yaşantısından kaynaklanıyor. En katı muhalifleri bile bundan dolayı ona olan saygılarını itiraf etmekten geri durmamışlardır. Dünya görüşleri tamamen farklı olan öğrencilerinden olan Macit Gökberk ve Niyazi Berkes bile bunu itiraf etmişlerdir.
Gökberk’e göre Cumhuriyet’in en coşkulu günlerinde bile görüşlerinden taviz vermemiştir. Üniversite’de karma eğitime geçme kararı alındığında hiç tereddüt etmeden rektörlükten istifa etmiştir. Diğer bir öğrencisi Niyazi Berkes’in Atatürk ve Devrimler isimli eserinde onunla ilgili naklettiği bir anekdot da oldukça etkileyicidir.
21916.jpg
Harf devrimi ve şapka devriminin yeni yapıldığı bir dönemde Üniversite’de başında takkesi, Osmanlıca bir kitaptan ders okutma cesaretini göstermesi, bu inançsız öğrencisini hayretler içerisinde bırakmıştır. Kendi arkadaşları ise onu sahabe yaşantısına sahip bir insan olarak tarif ederler. Ahmet Naim, meslekten bir din âlimi değildir, ama arkadaşlarını din konusundaki bilgi seviyelerine göre “bilgili” ve “bilgisiz” diye değerlendirecek derecede İslami ilimlere saygı ve hayranlık duyan bir insandır. Ömrünün son yıllarında Buhari’yi tercüme ederken “Keşke bundan önceki hayatımı da hep hadis çalışmalarına adasaydım.” diyebilmiştir.
İslam tarihinde bu örnek şahsiyetlerin sayısı elbette ki çoktur. Bunlar İslam toplumunun rol modelleridir, “yıldız”larıdır. Çünkü bir hadiste âlimler gökteki yıldızlara benzetilmiştir. Bu “yıldız”ların hayatlarının mutlaka araştırılarak yeni nesle tanıtılması, örnek biyografiler olarak okutulması gerektiğini düşünüyorum.


R. Sercan Somuncu söyleşti
 
Üst