Aynâ-i Merziyye ve Genç Şehîd

ukubat

Profesör
Katılım
9 May 2007
Mesajlar
1,942
Tepkime puanı
103
Puanları
0
Konum
istanbul,fatih
Web sitesi
www.ismailaga.org.tr
ayna-i-merziyye-ve-genc-sehid.jpeg

Ruhu’l-Beyan’da bu ayet-i celilenin (Tevbe Sûresi: 111) tefsirinde, Şeyh Abdü’l-Vahid İbn-i Zeyd (Kuddise Sirruhu)’nun şöyle anlattığından bahsedilmektedir: “Gazaya çıkmak için hazırlandığımız bir günde arkadaşlar ile bir mecliste toplanmıştık. Aşır okunulsun dedik. İçimizden birisi:
“Allâh yolunda savaşıp (düşmanları) öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, Allâh cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır.” (Tevbe Sûresi: 111) mealindeki ayet-i celileyi okudu.
Aşır bittikten sonra 15 yaşlarında babasından kendisine çok mal kalmış yetim bir genç ayağa kalktı ve: “Ey Abdü’l-Vahid İbn-i Zeyd, Allâh-u Teâlâ müminlerin canları ve mallarını cennet kendilerinin olması karşılığında satın almıştır öyle mi?” dedi. Ben: “Evet! sevgili yavrum” dedim. Bunun üzerine genç: “Seni şahit tutuyorum, ben nefsimi ve malımı cennet karşılığında Allâh-u Teâlâ’ya satıyorum, sizinle gazaya geleceğim.” dedi. Ben: “Oğlum! Sen daha çocuksun, korkarım savaşın şiddetine sabredemez, aciz kalırsın.” dedim. Genç: “Ey Abdü’l-Vahid! Ben bir kez söz verdim, canımı ve malımı Allâh’a sattım” dedi. Bizler gencin bu teslimiyeti karşısında nefislerimizi kusurlu gördük ve: “Bir çocuk akıl ediyor da bizler onun kadar düşünemiyoruz.” dedik. Genç hakikaten söz verdiği gibi yaptı, bütün mallarını tasadduk etti. Sadece kendisine bir at, bir silah ve yetecek kadar az bir nafaka ayırdı. Bir de baktık gazaya çıkılacağı gün toplantı yerine herkesten evvel o gelmiş bizi bekliyor.
Herkes toplandı, savaş mahalline gitmek üzere yola koyulduk. Genç de bizimle idi, gündüz oruç tutuyor, gece namaz kılıyor, bize hizmet ediyor, hayvanlarımıza bakıyor, geceleyin bize bekçilik ediyordu. Yine böyle bir günde genç, “Aynâ-i Merziyye’yi istiyorum, diye bağırmaya başladı. Arkadaşlar: “Herhalde bu genç vesveselendi, aklını yitirdi.” dediler. Ben yanına gittim, “Ey sevgili oğlum! Aynâ-i Merziyye dediğin kimdir?” dedim.
Genç anlatmaya başladı: “Burada oturuyordum, bana bir geçginlik geldi o anda gördüm ki sanki yanıma birisi geldi ve bana: “Aynâ-i Merziyye’ye git!” dedi, beni bir gülistana götürdü ki, hayatımda hiç görmediğim çiçekler, yemyeşil ağaçlar ve bir de tertemiz bir ırmak vardı. Irmağın kenarında vasfedemiyeceğim kadar güzel süslerle süslenmiş hanımlar vardı. Beni gördüklerinde birbirlerine müjde verip: “Aynâ-i Merziyye’nin efendisi geldi.” dediler. Bunun üzerine: “Aynâ-i Merziyye aranızda mı?” dedim. Onlar: “Hayır! O burada değil, biz onun hizmetçileriyiz, sen önüne doğru yürümeye devam et” dediler, ben de devam ettim, bir de baktım bembeyaz süt akan bir nehir, etrafında yine güzel hanımlar vardı.”
Belki de diyeceksiniz: “Yahu hocaefendi hadi su neyse süt ırmağı da mı olurmuş?” İneğin, koyunun karnında sütü yaratan Allâh-u Teâlâ süt ırmağı yaratamaz mı? Sûre-i Muhammed’de şöyle buyurulur:
“Müttekilere vaad edilen cennetin hali (şu): Orada tadı ve kokusu bozulmayan bir sudan ırmaklar var, tadı değişmeyen sütten ırmaklar var, içenlere lezzet veren şaraptan (sarhoşluk vermeyen tatlı içkiden) ırmaklar var; saf süzme baldan ırmaklar var.” (Âyet: 15)
Kıssamıza dönelim: “Süt ırmağının etrafında bulunan hanımlar beni görünce evvelkiler gibi: “Aynâ-i Merziyye’nin efendisi geldi” diyerek birbirlerine müjde verdiler. Ben de: “Aynâ-i Merziyye aranızda mı?” dedim. Onlar: “Hayır o burada değil! biz onun hizmetçileriyiz, sen yoluna devam et” dediler.
Yürümeye devam ettim, bir de baktım şaraptan bir ırmak, evvelkiler gibi bunun etrafındaki hanımlar da beni görünce aynı şekilde sevindiler. Ben yine Aynâ-i Merziyye’yi sordum. Onlar da içlerinde Aynâ-i Merziyye’nin olmadığını, kendilerinin onun hizmetçisi olduklarını onla kavuşabilmem için yoluma devam etmemi söylediler. Ben de devam ettim, bir de baktım saf süzme baldan bir ırmağın önündeyim. Irmağın yanında beyaz inciden yapılmış bir çadır, çadırın kapısında da vasfedemiyeceğim süslerle bezenmiş bir hanım var. Beni görünce çadırın içine: “Ey Aynâ-i Merziyye! İşte efendin geldi” diye seslenerek müjde verdi.
Çadıra yaklaştım içeriye girdim ki, yakut ve incilerle süslenilmiş altın bir köşkte Aynâ-i Merziyye oturuyordu. Güzelliğinden, tazeliğinden titriyordu sanki. Onu görünce âşık oldum, yaklaştım dokunmak istedim, müsaade etmedi: “Henüz dünya eseri var sende, inşallâh akşama bizde iftar edersin.” dedi ve ben uyandım kendime geldim.
Ey Abdü’l-Vahid ona kavuşmak istiyorum, sabredemiyeceğim, dedi. Bir de baktık bir bölük düşman askeri bize saldırmak üzere geliyorlar. Savaş başladı, genç dokuz gavur öldürdükten sonra onuncusunda kendisi şehid oldu. Yanına gittim, baktım vücudundan kanlar akıyor, o ise gülümsüyordu. Aynâ-i Merziyye’sine kavuştuğu belliydi.”
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, 4/243-245.

 
Üst