Âyet'el Kürsi

sabır

Üye
Katılım
1 Kas 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Okunusu:

- Allahu lâ ilâhe illâ hu, elhayyul kayyum, lâ te’huzûhu sinetün velâ nevm, lehu mâ fiys semâvâti ve mâ fiylard, men zelleziy yesfeu indehu illâ biiznih, yâ’lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm, velâ yuhiytune bisey’in min ilmihî illâ bimâ sa’, vesiâ kürsiyyühüs semâvâti vel arda, velâ yeuduhu hifzuhuma, ve huvel âliyyül aziym.’

Anlami:

ALLAH ki, Tanri yoktur ancak O vardir, diridir ve kendi kendine kâimdir; ne uyuklamasi ne de uyumasi sözkonusudur; yerde ve göklerde ne varsa O’nun içindir; O’nun katinda kim sefaat edebilir ki izni olmaksizin; bilir önlerinde ve arkalarinda olanlarin hepsini; izni olmadan ilminden bir seyi kapsamak mümkün degildir; kürsüsü semâlari ve yeri içine almistir; korumasi disinda bir sey kalamaz; yüce ve azamet sahibidir.

Bilgi::

-Bakara sûresi içinde bir âyet vardir ki, O, Kur’ân âyetlerinin reisidir. O, bir evde okundugu zaman, içeride seytan varsa mutlaka çikar. Bu, Ayet-el Kürsî’dir!..’

Buyuruyor bir hadîs-i serîf’te Hazreti Resûl aleyhi’s-selâm.

Gene buyuruyor Hazreti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Her seyin bir zirvesi vardir. Kur’ân’in zirvesi de Bakara sûresidir. Bakara sûresinin içersinde bir âyet vardir ki, o Kur’ân âyetlerinin reisidir. Ayet-el Kürsî!.."

Bir gün Hazreti Resûl aleyhi’s-selâm yaninda bulunan Ebû Münzir’e söyle sordu:

-Yanindaki Allâh’in kitâbinda hangi âyet daha büyüktür biliyormusun?

-Allâhu lâ ilâhe illâ hu el hayyul kayyum. dedi. Rasûlullah:

-Ey Ebû Münzir. Ilim sana kutlu olsun!..’ buyurdu.

Bu hadîs-i serîflerin disinda daha bir çok hadîs-i serîf vardir; Ayet-el Kürsî’nin faziletinden bahseden; bunlarin önemli bir kismi da namazlarin farzlarinin hemen akabinde okunmasini tavsiye eder. Yani, farzi bitirip selâm verdikten hemen sonra!..

Ayrica Ayet-el Kürsî’nin eve girildiginde, evden çikildiginda, önemli bir ise baslanilmasinda, uyumadan önce okunmasinin çok büyük faydalar hasil edecegi hakkinda da pek çok haber ulasmistir.

Günlük çesitli tehlikelerden korunmak için sabahlari, yedi defa okunmasi, altisinin alti yöne üflendikten sonra, yedincisinin yutulmasi da tavsiyeler arasindadir.

Ruhaniyeti son derece güçlendirici bu âyetin kirkbin defa okunmasinin da çok büyük faydalar temin edeceginden bahsedilmistir, bu isin önde gelen tecrübelilerince.
 

sabır

Üye
Katılım
1 Kas 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
HZ. MEHDİ VE HZ. İSA ÖNDERLİĞİNDE İSLAM AHLAKININ YERYÜZÜ HAKİMİYETİ

Rabbimiz Kuran ayetlerinde gelecekte gerçekleşecek olan bazı olayları haber vermiştir. Bu olayların zaman içerisinde gerçekleşmesi, Kuran'ın üstün ilim sahibi olan Allah'ın sözü olduğunu kanıtlayan mucizevi delillerdendir. Rabbimiz’in Kuran ayetlerinde bildirdiği bu haberlerden biri de İslam ahlakının mutlaka yeryüzünde hakim olacağıdır.

"...onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)


Kuran, Rabbimiz’in tüm alemlere öğüt olarak indirdiği ve hükmü kıyamete kadar geçerli olan, eşsiz hikmetlerle dolu Yüce kitabıdır. Allah tüm insanların karanlıklardan nura çıkmaları için her konunun açıklamasını ve çözümünü Kuran'da bildirmiştir. Nahl Suresi'nde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Enam Suresi'nde ise, "...Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır." (Enam Suresi, 38) şeklinde bildirilmiştir. Kuran'da herşey en mükemmel, en hikmetli ve en özlü şekilde açıklanmıştır. Bu, Allah'ın kullarına olan rahmetinin bir tecellisidir. Bu nedenle yaşamlarında sadece Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in sünnetlerini kendilerine ölçü alan insanlar, Allah'ın rahmetine ve hidayete kavuşturulurlar. Kuran'ın bu özelliği bir ayette şöyle haber verilmektedir:

Şüphesiz, bu Kuran, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir. (İsra Suresi, 9)

Rabbimiz Kuran ayetlerinde gelecekte gerçekleşecek olan bazı olayları da haber vermiştir. Bu olayların zaman içerisinde gerçekleşmesi, Kuran'ın üstün ilim sahibi olan Allah'ın sözü olduğunu kanıtlayan mucizevi delillerdendir. Rabbimiz’in Kuran ayetlerinde bildirdiği bu haberlerden biri de İslam ahlakının mutlaka yeryüzünde hakim olacağıdır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)

Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. (Kasas Suresi, 5)

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9)

Ve sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere mirasçı kıldı. Allah, her şeye güç yetirendir. (Ahzab Suresi, 27)

Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele. (Saff Suresi, 13)

Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. Ve Allah, sana 'üstün ve onurlu' bir zaferle yardım etsin. (Fetih Suresi, 1-3)

Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın, katıksızca iman edenlerin yeryüzüne mirasçı kılınacakları da Kuran'ın pek çok ayetinde haber verilen İlahi bir kanundur:

Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)

"Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır)." (peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti. (İbrahim Suresi, 14-15)

Sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e Kuran’ın vahyedilmesinden içinde yaşadığımız bu döneme kadar, ayetlerde belirtildiği şekilde, dünya çapında İslam ahlakı hakim olmamıştır. İslam ahlakı çok geniş topraklara yayılmış, batıda Moritanya’dan doğuda Çin sınırlarına kadar ulaşmış, dünyada İslam dininin ulaşmadığı bir toprak parçası neredeyse kalmamış, ancak yeryüzünün tamamında ayetlerde bildirildiği şekilde bir hakimiyet yaşanmamıştır. Böyle bir durum bugüne kadar gerçekleşmediğine göre, Rabbimiz’in bu vaadinin ilerleyen yıllarda gerçekleşeceği beklenmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in mübarek hadisleri dikkatle incelendiğinde, İslam ahlakının dünya çapında hakim olacağı dönemin ahir zaman olduğu anlaşılmaktadır. Ayetlerde de haber verildiği gibi, İslam ahlakının hakim olması Rabbimiz'in hükmüdür, samimi ve şirk koşmadan iman eden kullarına bir vaadidir. Allah'ın izniyle bu hüküm, ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle gerçekleşecektir. (Hiç şüphesiz en doğrusu Allah bilir.)

İslam Ahlakının Yeryüzü Hakimiyetini Peygamberimiz (sav) de Müjdelemiştir

Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde kıyamete yakın bir zamanda yaşanacak ahir zaman hakkında çok detaylı bilgiler ve işaretler yer almaktadır. Bu bilgilere göre, ahir zamanda birbiri ardınca pek çok önemli olay gerçekleşecektir. Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde ahir zamanın ilk döneminde yaşanacak olan büyük kaos, ahlaki bozulma, savaş, terör, açlık, çatışma, kargaşa ortamından, Rabbimiz’in iman eden kullarını mutlaka kurtaracağı haber verilmektedir.

Allah, güzel ahlaktan uzaklaşan insanları, dejenerasyona uğrayan toplumları doğru yola iletmek için “Mehdi” yani “doğruya götüren” sıfatını taşıyan üstün ahlaklı bir kulunu vesile kılacaktır. Hz. Mehdi öncelikle Allah’ın varlığını kabul etmeyen, dinsiz felsefi sistemlerin fikri olarak çürütülmesini sağlayacaktır. Diğer yandan İslam’ı, Kuran’da ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinde bildirildiği şekilde özüne döndürecektir. İslamiyet’i tüm bozulmalardan, hurafelerden arındırarak gerçek Kuran ahlakının yaşanmasını sağlayacaktır. Ahir zamanın ilk döneminde insanlığın içerisinde bulunduğu tüm karışıklıklara, toplumsal sorunlara, sosyal sıkıntılara çözüm getirecek, tüm yeryüzüne barış, adalet, güvenlik, huzur, mutluluk ve güzel ahlakın hakim olmasına vesile olacaktır. Peygamberimiz (sav) hadislerinde, insanların dünyada ve ahiretteki kurtuluşlarına vesile olacak çok kıymetli bir insan olan Hz. Mehdi'ye tabi olunmasını bildirmiş ve onun döneminde yaşanacak tüm bu hayırlara işaret etmiştir:

... O (Mehdi) arza sahib olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. Sizden O’na kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa gelsin, O’na katılsın. Zira O Mehdi'dir.1

Hz. Mehdi ile aynı dönemde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa ise, özellikle Hıristiyan ve Yahudi dünyasına hitap edecek, onları içine düştükleri hurafelerden sıyrılıp Kuran ahlakını yaşamaya çağıracaktır. Hıristiyanların Hz. İsa'ya uymasıyla birlikte İslam ve Hıristiyan alemi tek bir inançta birleşecek ve dünya “Altınçağ” adı verilen büyük bir barış, güvenlik, mutluluk ve refah dönemi yaşayacaktır.

İnsanların asırlardır özlemini duydukları bu kutlu dönem, hadislerin işaretlerine göre yarım yüzyıldan fazla sürecek ve Peygamberimiz (sav)'in zamanında yaşanan “Asr-ı Saadet” benzeri bir dönem olacaktır. İnsanlar, Hz. Mehdi ve Hz. İsa önderliğinde gerçekleşecek olan bu kutlu dönemde, Allah'ın Kuran'da inanan kullarına müjdelediği güzelliklerin hepsini yaşayabileceklerdir. Allah ayetinde iman eden müminleri dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını şöyle bildirmektedir:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)


Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde ahir zamanın ilk döneminde yaşanacak olan büyük kaos, ahlaki bozulma, savaş, terör, açlık, çatışma, kargaşa ortamından, Rabbimiz’in iman eden kullarını mutlaka kurtaracağı haber verilmektedir.
Kutu yazısı: Kuran'da tarif edilen İslam ahlakı, adil, şefkatli, merhametli, zengin fakir ayrımı yapmadan ihtiyaç içinde olana yardım etmeyi gerektirmektedir.



İslam Ahlakı Yeryüzüne Hakim Olduğunda Yaşanacak Güzellikler Yeryüzü adaletle dolacaktır

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın... (Nisa Suresi, 135)

Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi Allah müminlere her zaman için adaletli olmalarını emretmiştir. İnsanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece haktan ve doğrulardan yana, katıksız bir adalet, Kuran ahlakının bir gereğidir. İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğu zaman da, Kuran’da tarif edilen bu üstün adalet anlayışı tüm dünyayı kaplayacaktır. Tüm insanların her türlü imkandan faydalanması sağlanacak, isteyene istedikleri misliyle verilecek, ihtiyaç içinde olan korunup, gözetilecektir. Bu yüzden de insanlar Kuran ahlakına uymayan davranışlardan kaçınacak, haksızlık ve zulüm tamamen yeryüzünden kalkacaktır.

Kuran'da iman eden kulların, insanlar arasında her zaman için hak ve adaletle hükmetmelerini emreden ayetlerden bazıları şu şekildedir:

Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır. (Araf Suresi, 181)

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor... (Nisa Suresi, 58)

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır... (Maide Suresi, 8)

İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğunda Kuran'daki her ayet çok büyük bir titizlikle uygulanacak, bunun sonucunda da cennet benzeri, huzur, barış ve güzellik dolu bir ortam oluşacaktır. Hiçbir insanın haksızlığa uğramasına, emeğinin karşılığını almamasına, yokluk içinde yaşamasına, geçim sıkıntısı çekmesine izin verilmeyecektir. Hiçbir insandan yapabileceğinden fazlası istenmeyecek, bunun yanında her türlü kolaylık ve imkan da sağlanacaktır.

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi döneminde yaşanacak olan bu adil ortam şöyle haber verilmektedir:

Dünya hayatının bir günü kalsa Allahü Teala o günü uzatır, benim ehli beytimden bir adam gönderir. Onun ismi benim ismim gibidir.

Babasının ismi babamın ismi gibidir. Zulüm ve kötülükle dolmuş dünyayı, adalet ve dürüstlükle dolduracaktır.2

Onun adaleti heryeri kaplayacak ve insanlar arasında Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir.3

Tüm dünya barış ve güvenlikle dolacaktır

Geçtiğimiz yüzyıl, dünya tarihine “savaşlar yüzyılı” olarak geçmiştir. Günümüzde de dünyanın dört bir yanında savaşlar, çatışmalar devam etmektedir. Hiçbir ülke terör saldırılarından yana güvende değildir. Bombalamalar, kundaklamalar, uçak kaçırmalar, rehin almalar, iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar, günlük hayatta karşılaşılan bireysel şiddet olayları da büyük bir hızla devam etmektedir. İnsanlar terörizmle, hiç beklemedikleri bir anda, evlerinde otururken, bir alışveriş merkezinde dolaşırken, otobüste yolculuk ederken ya da işyerinde çalışırken karşılaşmaktadırlar. Bu durum, doğal olarak insanlarda büyük bir korku ve endişeli bir bekleyiş oluşturmaktadır.

Tarih boyunca gönderilen tüm elçiler, yaşadıkları toplumlara barış, huzur ve güvenlik getirmiş, peygamberlerin gelişi ümmetlerin üzerindeki zulmün ve zorbalığın kalkmasına vesile olmuştur. Kuran’da elçilerin bu özelliği şöyle bildirilmektedir:

Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar. (Yunus Suresi, 47)

Hz. Mehdi de yeryüzüne geldiği dönem de bu özelliği taşıyacak ve Allah’ın izniyle tüm yeryüzündeki zulmün, işkencenin zorbaca uygulamaların son bulmasına vesile olacaktır. Hz. Mehdi’nin önderliğinde İslam ahlakının yeryüzünde hakim olmasıyla oluşacak ortam hadislerde şöyle müjdelenmiştir:

… Yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur.4

Allah Kuran'da, güzellik yapan, Kuran ahlakına uyan kullarını daha güzeli ve fazlasıyla nimetlendireceğini şöyle müjdelemektedir:

Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir. Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 25-26)

Ayette bildirilen "güzellik yapan" insanlara vaat edilen "barış yurdu" İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğunda tam anlamıyla yaşanacaktır. Kuran ahlakının yaşanması, “…Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Bakara Suresi, 60) ayeti gereğince, insanların karışıklığa, huzursuzluğa ve sıkıntıya yol açabilecek her türlü tavırdan sakınmalarını sağlayacaktır. Toplumlar, her zaman için Kuran ahlakına uygun huzur ve sükunet dolu, itidalli, hoşgörülü, sorunları akılcı bir şekilde çözme arayışındaki insanlardan oluşacaklardır. Kuran ayetlerindeki üstün ahlak eksiksizce yaşanacak, insanlar her türlü bozgunculuktan, ahlaki bozukluktan uzak duracaklardır. Rabbimiz’in Kuran’da bu konuda bildirdiği hükümlerden bazıları şu şekildedir:

Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)

…Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız. O'na iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın." (Araf Suresi, 85-86)

Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez. (Kasas Suresi, 77)

İşte İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğunda hayat da Kuran'ın tüm bu emirlerine uygun olarak son derece barış ve esenlik dolu olacaktır. Bu ahlaktaki insanların varlığı sayesinde dünyadan anarşi, terör, kargaşa, düşmanlık, şiddet tümüyle kalkacak, insanlar hiç görülmemiş, cennet benzeri bir ortama kavuşacaklardır. Hz. Mehdi döneminde hiç kan dökülmeyeceği, hiçbir karmaşa ve huzursuzluk çıkmayacağı hadislerde de haber verilmektedir:

Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, ne de bir kimsenin burnu kanayacaktır.5

Kuran ahlakının tüm dünyaya hakim olması sonucunda insanlar arasındaki kin, husumet, düşmanlık gibi duygular son bulacak, tüm yeryüzüne barış ve huzur hakim olacaktır. Peygamberimiz (sav) Altınçağ’ın bu önemli özelliğini hadislerinde şöyle müjdelemektedir:

Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir.6

Yeryüzü zulüm ve düşmanlıkla dolduktan sonra, mutlaka benim Ehli Beytim'den birisi çıkar. Ve nasıl daha önce zulüm ve düşmanlıkla doluysa, O dünyayı adaletle doldurur.7

... Yeryüzü emniyetle dolacak ve hatta birkaç kadın yanlarında hiç erkek olmaksızın rahatlıkla hacca gidebilecektir.8
 

sabır

Üye
Katılım
1 Kas 2006
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Sosyal adaletsizlikler ortadan kalkacaktır

Sosyal adaletsizlikler, kendi çıkarlarını düşünme ve yardımlaşma ile dayanışma duygularının yok olması gibi ahlaki bozulmalar ahir zamanın ilk döneminin en temel özellikleridir. Zenginler adaletten daha fazla yararlanmakta, fakirlerden üstün tutulmayı kendilerinde bir hak gibi görmekte, adalet mekanizmalarını kendi menfaatleri için yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Kuran’da bu insanların gösterdiği ahlak şöyle bildirilmektedir:

Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz. (Fecr Suresi, 17-20)

Kuran ahlakında ise “… Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın…” (Nisa Suresi, 135) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah insanlar arasında zengin fakir ayrımı yapmadan adil davranmayı emretmektedir.

Kuran ahlakına göre, insanlar Allah Katında yalnızca imanlarının ve Allah korkularının derinliği ile üstün olabilirler. Dil, ırk, etnik köken gibi özelliklerin İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda hiçbir önemi yoktur. Bu çeşitlilik Allah'ın yaratışındaki bir güzelliktir. Dolayısıyla Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması, yeryüzünde bu anlayış eksikliğine bağlı olarak yaşanan sosyal adaletsizlikleri ortadan kaldıracak en güzel ve tek çözüm yoludur. Kuran'da tarif edilen İslam ahlakı, adil, şefkatli, merhametli, zengin fakir ayrımı yapmadan ihtiyaç içinde olana yardım etmeyi gerektirmektedir. Kuran’a göre gerçek adalet, sadece Allah rızası gözetilerek, Allah'tan korkarak sağlanan bir adalettir. Böyle bir adalet hedeflendiğinde, ne şahsi bir menfaat, ne dostluk, ne düşmanlık, ne de kişinin hayata bakış açısı, dili, ırkı, teninin rengi kararlarında etki edemeyecek, sadece haktan yana karar verilecektir. Allah’ın izniyle İslam ahlakı Hz. Mehdi önderliğinde yeryüzünde hakim olduğunda, gerçek adalet, gerçek huzur ve güven tüm yeryüzüne yerleşecektir. Komşusu açken kimse tok yatmayacak, tek yanlı zenginlik utanç vesilesi haline gelecektir. Egoistlik ve bencillik ortadan kalkacağı için, herkes maddi manevi tüm imkanlarını birbiriyle paylaşacaktır. Güçlü olan haklı olmayacak, haklı olan güçlü olacaktır. Kuran ahlakının hakim olduğu bu dönemde toplumun her kesimindeki insanlar arasında çok büyük bir eşitlik yaşanacak, huzur ve güven dolu bir ortam olacaktır. Bu ortamın bir sonucu olarak insanlar hiçbir sahtekarlığa, kötülüğe ve haram fiillere de yanaşmayacaklardır.

Kuran'da insanlar arasında sosyal adaletin sağlanmasına yönelik tavsiyelerin bulunduğu ayetlerden bazıları şunlardır:

Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Ali İmran Suresi, 92)

Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır. (Bakara Suresi, 267)

Sadakaları açıkta verirseniz ne iyi; fakat gizleyip fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Bakara Suresi, 271)

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Ali İmran Suresi, 134)

(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara Suresi, 273)

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)

İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğu dönem, Rabbimiz’in tüm bu emirlerinin eksiksiz olarak yerine getirildiği, adaletin, fedakarlığın, yardımseverliğin en yoğun olarak yaşandığı, kutlu bir dönem olacaktır. Bu kutlu dönemde malı olan hiçbir sıkıntı duymadan ihtiyacı olana verecek, herkes birbirinin rahatını ve konforunu düşünecektir. Bu paylaşmanın sonunda herkes eşit refah seviyesine ulaşacak, açlık, sefalet gibi pek çok sorun kendiliğinden çözülecektir.

Bolluk ve bereket yaşanacaktır

İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğunda, ürünlerde ve mallarda çok büyük bolluk ve bereket yaşanacaktır. Bu dönemde ihtiyacı olana istediğinden kat kat daha fazlası verilecek, en ufak bir sıkıntı, yokluk, açlık yaşanmayacaktır. Yeryüzündeki tüm zenginlikler ortaya çıkacak, geliştirilen yeni tarım teknolojileri sayesinde topraktan her zamankinden çok daha fazla ürün elde edilecektir.

İman eden, Allah yolunda hizmet eden kişilerin bu uğurda yaptıkları her türlü güzelliğin karşılığı hem dünyada, hem de ahirette kat kat verilecektir. Hayatın her anında yaşanan bolluk ve bereket, İslam ahlakını yaşayan müminlere Allah'ın verdiği bir güzellik olacaktır. Her yaptıkları iş onlara büyük bir zenginlik olarak geri dönecektir.

Allah, bir ayetinde Müslümanların mallarından Kendi rızası için infak ettiklerinde karşılık olarak bulacakları bereketi şu şekilde belirtir:

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Bu dönemde ürünlerde ve mallarda o zamana kadar görülmemiş bir bolluk olacağı, bu ürünlerin Hz. Mehdi tarafından sayılıp, ölçülmeden her isteyene dağıtılacağı pek çok hadis-i şerifte de bildirilmektedir:

Ümmetimden Mehdi çıkacaktır. Allahü Teala Hazretleri, insanları zengin kılmak için onu gönderecektir. O zaman ümmetim nimetlenecek, hayvanlar bolluk içinde ve arzın nebatatı çok fazla olacak, Hz. Mehdi, insanlara eşit şekilde bol bol mal dağıtacaktır.9

İnsanlara malı ve eşyayı dağıtırken, saymadan bol bol verecektir.10

... Mal da o kadar çoğalacaktır ki, hiçbir kimse mal kabul etmeyecektir.11

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, topraktan da her zamankinden çok daha fazla ürün elde edileceği ve bu alanda da benzersiz bir bolluk ve bereketin görüleceği bildirilmektedir:

İnsanlar bir ölçek buğday ektiklerinde karşılığında yedi yüz ölçek bulacak... Onun (Hz. Mehdi’nin) zamanında, insan birkaç avuç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir..12

Yine Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verildiğine göre, İslam ahlakı Hz. Mehdi önderliğinde tüm dünyaya hakim olduğunda, yeryüzünün su kaynaklarında da büyük bir bolluk söz konusu olacak, bu sulama imkanlarının artmasıyla tüm topraklar görülmemiş bir şekilde bereketlenecektir:

... Çok yağmur yağmasına rağmen bir damlası bile boşa gitmeyecek, toprak bir tek tohum istemeden verimli ve bereketli olacaktır.13

Hz. Mehdi döneminde yaşanacak bir başka gelişme de, yeryüzündeki tüm yeraltı zenginliklerinin ortaya çıkarılması ve bunların insanlığın refahı ve konforu için kullanılması olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Altınçağ’ın bu özelliği şöyle haber verilmektedir:

Onun zamanında yeryüzü içindeki hazineleri dışarıya fırlatacaktır.14

… Arz, içerisinde gizlediği bütün zenginliklerini, altından ve gümüşten sütunlar halinde dışarı atacak.15

Çok üstün bir sanat anlayışı hakim olacaktır

İslam ahlakı tüm dünya üzerinde hakim olduğunda, hayatın her anına hakim olan bolluk, zenginlik, güzellik ve ilerleme, sanat alanına da hakim olacaktır. Bu dönemde insanlar hep güzellikle karşılaşacak, ahlakları gibi, yaşadıkları yerler, bahçeleri, evlerinin dekorasyonu, kıyafetleri, dinledikleri müzik, eğlence şekilleri, tiyatroları, resimleri, sohbetleri de güzelleşecektir. İnsanlar, Allah'ın Kuran'da inanan kullarına müjdelediği güzelliklerin hepsini bu dönemde yaşayabileceklerdir. Allah ayetinde iman eden müminleri dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını şöyle bildirmektedir:

Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)

Kuran'da Allah'ın emirlerine uygun olarak yaşanan ortamların bir nevi "barış yurdu"na dönüşeceğine dikkat çekilmiştir. Ve bu ahlaktaki insanların hem dünyada daha fazla güzellikle karşılaşacağı, hem de ahirette sonsuz bir cennet hayatıyla ödüllendirilecekleri müjdelenmiştir:

Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir. Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 25-26)

İslam ahlakı yeryüzüne hakim olduğunda, sanatın İlahi bir güzellik olduğu anlaşılacak ve böylece sanata gereken önem verilecektir. Sanatçılar Allah'ın yarattıklarında gördükleri güzelliklerden aldıkları ilhamla benzersiz eserler ortaya koyabileceklerdir. Kuran ahlakından ve derinliğinden kaynaklanan bu eserlerde, benzersiz bir kabiliyet ve çok zengin bir akıl gücü olacaktır.

Kuran ahlakı hakim olduğunda günlük yaşantının, sanat anlayışının, ekonominin, kısacası sosyal hayatı ilgilendiren her türlü konunun nasıl olabileceğini tahmin etmek mümkündür. Çünkü Kuran'da, hayatın her anını etkileyen bir anlayış tarif edilmektedir. Bunun temelinde ise her konuda, Allah'ın en fazla hoşnut olacağı, en güzel, en doğru ve akılcı olanı uygulamak vardır. İşte bu nedenle Altınçağ’da, Kuran'da tarif edilen bu anlayış ve akıl doğrultusunda, dünya tarihinde görülmemiş üstünlükte bir sanat anlayışı hakim olacaktır.

KURTULUŞ, MÜSLÜMANLARIN BİRBİRİNİN DOSTU VE VELİSİ OLMASIDIR

Allah Kuran'da Müslümanlara birlik içinde olmalarını, şeytanın aralarını açıp bozmaya çalışacağını, bu birliği engellemek için çaba göstereceğini bildirmiştir. Müslümanlar din kardeşleri ile aralarındaki ilişkide, karşı tarafı incitecek bir söz söylemek, öfkelenmek, saygıya uygun olmayan tavırlarda bulunmak gibi birlik ruhunu zedeleyecek her türlü tavırdan sakınmakla yükümlüdürler. Her mümin bir diğerine karşı olabildiğince fedakar olmalı, sabırlı davranmalı, onun iyiliği için çalışmalı, sadık ve vefalı olmalıdır. Bu, tüm müminlerin benimsemesi gereken üstün bir ahlaktır.

Rabbimiz, iman edenlere Kendisi'nin yolunda "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak" (Saff Suresi, 4) mücadele etmelerini emretmektedir. Bu mücadele, inkarcı felsefe ve ideolojilere karşı yürütülmesi gereken fikri bir mücadeledir ve tüm Müslümanların üzerinde önemli bir sorumluluktur. Bu fikri mücadeleyi üstlenip, dünyayı içinde bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkarmak yerine, kendi iç sorunları ile boğuşan, içe kapalı bir anlayış geliştirmek kuşkusuz büyük bir hata ve tarihi bir vebal olabilir.

Şiddetin, terörün, zulmün, sahtekarlığın, dolandırıcılığın, yalancılığın, ahlaksızlığın, çatışmaların, yoksulluğun dünya genelinde yaygın olması, yeryüzünün "fitne" ile dolu olduğunu göstermektedir. Bu durum karşısında, Müslümanların aralarında sorun haline gelmiş pek çok konu önemini yitirmektedir. Tüm bu zulüm ve dejenerasyon, Allah'ın varlığını ve birliğini inkar eden, ahiret gününe inanmayanların kurmuş oldukları batıl sistemlerden güç bulmakta ve gelişip yayılmaktadır. Buna karşılık vicdan sahibi insanların yapması gereken, iyilikte ittifak etmektir.

Allah'ın izni ile bu ittifak, inkarcı ideolojilerin fikren mağlup olmasının en önemli aşamalarından biri olacaktır. Rabbimiz, Kuran'da inkarcıların ittifakına dikkat çekmiş ve iman edenlerin de birbirleriyle dost olmaları ve birbirlerine yardım etmeleri gerektiğini bildirmiştir. Bu, yeryüzünde bozgunculuğun ortadan kaldırılması için gereklidir. Ayette şu şekilde buyurulmaktadır:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Kuran'da birlik içinde olmanın önemi bildirilirken dikkat çekilen bir diğer husus da, çekişmelerin ve birlik ruhunu zedeleyecek tavırların Müslümanların gücünü zayıflatacağıdır. Rabbimiz, şöyle buyurmaktadır:

Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

Geçtiğimiz yıllarda yaşanan Irak-İran savaşı bu duruma çok önemli bir örnektir. Yıllar süren savaş iki Müslüman ülkeye maddi ve manevi çok büyük zararlar vermiş, hayır yolunda kullanılabilecek güç ve imkanlar Müslümanlara yöneltilmiştir. İşte bu nedenlerden ötürü, eğer İslam dünyası, güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin'de, Keşmir'de Doğu Türkistan'da, Moro'da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir.

İslam dünyası, ayrılıkları ve farklılıkları bir kenara bırakıp, tüm Müslümanların "kardeş" olduğu gerçeğini hatırlamalı ve bu manevi kardeşliğin getirdiği güzel ahlak ile tüm dünyaya örnek olmalıdır. İman edenlerin birbirleri ile kardeşliği, Allah'ın bir lütfu ve nimetidir. Samimi Müslümanlar bu nimet için Rabbimiz'e şükretmeli ve Allah'ın "dağılıp-ayrılmayın" emrini unutmamalıdırlar:

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Hiç unutmamak gerekir ki, Kuran ahlakının yeryüzüne hakimiyeti Allah'ın Kuran'da haber verdiği bir vaadidir. Ve kuşkusuz ki Allah vaadinden dönmez. Bu, Allah'ın izniyle ve dilemesiyle zaten gerçekleşecek olan bir sözdür. Hz. Mehdi de, Sevgili Peygamberimiz (sav)'in vaat ettiği tüm hizmetlerini yerine getirecek ve Allah'ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaktır. Bolluğuyla, bereketiyle, insanlara sağlayacağı her türlü konforuyla ve huzur dolu ortamıyla her Müslümanın ulaşmak isteyeceği bir dönem, iman eden insanlar için dünya hayatında çok üstün bir mükafattır. Bu güzel dönemle müjdelenmek de kuşkusuz tüm Müslümanlar için çok büyük bir şereftir. Ancak her Müslüman bu hakimiyete ne kadar vesile olduğunu, ne kadar çaba gösterdiğini ve dua ettiğini samimi olarak, kendisini hiçbir mazeretle kandırmadan düşünm
 

Clit

Asistan
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
271
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Türkiye/İzmir
Ayetül Kürsi

e75.gif
 

Clit

Asistan
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
271
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Türkiye/İzmir
Okunusu:

- Allahu lâ ilâhe illâ hu, elhayyul kayyum, lâ te’huzûhu sinetün velâ nevm, lehu mâ fiys semâvâti ve mâ fiylard, men zelleziy yesfeu indehu illâ biiznih, yâ’lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm, velâ yuhiytune bisey’in min ilmihî illâ bimâ sa’, vesiâ kürsiyyühüs semâvâti vel arda, velâ yeuduhu hifzuhuma, ve huvel âliyyül aziym.’


Anlami:

ALLAH ki, Tanri yoktur ancak O vardir, diridir ve kendi kendine kâimdir; ne uyuklamasi ne de uyumasi sözkonusudur; yerde ve göklerde ne varsa O’nun içindir; O’nun katinda kim sefaat edebilir ki izni olmaksizin; bilir önlerinde ve arkalarinda olanlarin hepsini; izni olmadan ilminden bir seyi kapsamak mümkün degildir; kürsüsü semâlari ve yeri içine almistir; korumasi disinda bir sey kalamaz; yüce ve azamet sahibidir.


Bilgi::

-Bakara sûresi içinde bir âyet vardir ki, O, Kur’ân âyetlerinin reisidir. O, bir evde okundugu zaman, içeride seytan varsa mutlaka çikar. Bu, Ayet-el Kürsî’dir!..’

Buyuruyor bir hadîs-i serîf’te Hazreti Resûl aleyhi’s-selâm.

Gene buyuruyor Hazreti Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Her seyin bir zirvesi vardir. Kur’ân’in zirvesi de Bakara sûresidir. Bakara sûresinin içersinde bir âyet vardir ki, o Kur’ân âyetlerinin reisidir. Ayet-el Kürsî!.."

Bir gün Hazreti Resûl aleyhi’s-selâm yaninda bulunan Ebû Münzir’e söyle sordu:

-Yanindaki Allâh’in kitâbinda hangi âyet daha büyüktür biliyormusun?

-Allâhu lâ ilâhe illâ hu el hayyul kayyum. dedi. Rasûlullah:

-Ey Ebû Münzir. Ilim sana kutlu olsun!..’ buyurdu.

Bu hadîs-i serîflerin disinda daha bir çok hadîs-i serîf vardir; Ayet-el Kürsî’nin faziletinden bahseden; bunlarin önemli bir kismi da namazlarin farzlarinin hemen akabinde okunmasini tavsiye eder. Yani, farzi bitirip selâm verdikten hemen sonra!..

Ayrica Ayet-el Kürsî’nin eve girildiginde, evden çikildiginda, önemli bir ise baslanilmasinda, uyumadan önce okunmasinin çok büyük faydalar hasil edecegi hakkinda da pek çok haber ulasmistir.

Günlük çesitli tehlikelerden korunmak için sabahlari, yedi defa okunmasi, altisinin alti yöne üflendikten sonra, yedincisinin yutulmasi da tavsiyeler arasindadir.

Ruhaniyeti son derece güçlendirici bu âyetin kirkbin defa okunmasinin da çok büyük faydalar temin edeceginden bahsedilmistir, bu isin önde gelen tecrübelilerince
 
Katılım
20 May 2007
Mesajlar
28
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Hayatın anahtarı AYETE'L KÜRSİ!...

Hayatın Anahtarı Ayete'l Kürsi

Kur’an’ı Kerim’in içerisinde bazı ayetlere olan ilgimiz oldukça fazladır. Yasin suresini, Amener Resulü ile başlayan Bakara 285-286. ayetlerini, Ayete’l-Kürsi ismiyle tanıdığımız Bakara 255. ayetini bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Bu ayetlerin, özellikle belli günlerde yüzünden okunması üzerinde çok önemle durulmuş, fakat anlamı, verdiği mesajı öğrenme ve üzerinde düşünme gibi çalışmalar nedense ihmal edilmiştir. Oysa Yasin suresi bir Tevhid suresidir. Amener Resulü diye tanıdığımız ayetler kulun Rabbine yakarışının çok muhteşem bir örneğidir. Ayete’l-Kürsi ise İslam düşüncesinin ana esaslarını içeren, Allah (C.C.)’ın sıfatlarıyla doludur.

Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur :

“Her şeyin bir tepesi vardır. Kur’an’ın tepesi de Bakara suresidir. Ondan baştacı olan bir ayet vardır: “Ayete’l Kürsi” (1)

İnş
icon_question.gif
biz bu yazımızda Ayete’l-Kürsi’nin mesajı üzerinde durmaya çalışacağız.

“Allah. O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz.Göklerde de, yerde de ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Onlar ise Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.” (2)

Bu ayet, yüce Allah’ın tek ve ortaksızlığı, sıfatlarının noksansızlığı, kuşatıcılığı ve kudretinin vurgulanması ile ilgili en kapsamlı, en etkileyici Kur’an ayetlerinden birisidir.

Dilediğini yapma yetkisine sahip olan Allah (C.C.)’ın inanılması gereken tek ilah olduğu, O’nun dışında bir takım insanların kulluk sundukları düzmece ilahların, inkar edilmesi gerektiği gerçeği haykırılmıştır.

Ayet; kesin sözlü bir tek Allah inancını yansıtan, "Allah, O'ndan başka ilâh olmayan...".ifadesi ile başlamaktadır.

Bu kesin sözlü ve katıksız tek Allah inancı, İslâm düşüncesinin dayandığı ve hayatın tümüne ilişkin, İslâm'ın kaynağını oluşturan temel bir esastır. Kulluğu ve ibadet eylemlerini sırf Allah'a yöneltme ilkesi bu düşünceden doğmaktadır. Buna göre hiçbir insan, Allah'tan başka bir kimseye kul olamaz, Allah'tan başka hiçbir mercie ibadete yönelemez, kendisini Allah'tan ve Allah'ın uygun görüp emre bağladığı mercilerden başka hiç kimseye itaat etmekle yükümlü sayamaz. Bütün değer yargılarını, Allah'a dayandırması gerektiği gibi, Allah'ın terazisinde ağırlığı olmayan herhangi bir sosyal değer yargısının da hiçbir önemi olmadığını keşfeder.

Yine bu çarpıcı ifade, Hz.İsa’nın Rab olarak kabul edildiği Teslis(üç ilah) anlayışının savunulmasının da karşısında yer alır.

Bu şekilde yegane Rab ve ilah olarak kabul ettiğimiz Allah (C.C.)’ın, gücü ve kudretinin anlaşılmasında,bize yardımcı olacak sıfatlarının bilinmesi gerekmektedir.İşte ayetin devamı da, bu bilgiye ulaşmamızda bize rehber olmaktadır.

"...diri, yarattıklarını gözetip yöneten..."

Allah'ın sıfatlarından biri olan “Hayy” (hayat sıfatı) O'nun kendinden kaynaklanır, hayatlarını yaratıcılarının bağışına borçlu olan tüm yaratıkların hayatı gibi başka bir kaynaktan gelmez. Aynı zamanda bu hayat ezelî ve ebedîdir, yani ne başladığı ve ne de bittiği bir nokta vardır. Başka bir deyimle bu hayat sıfatı, zaman kavramından bağımsızdır. Bu gerekçe ile bu anlamdaki hayat da sadece Allah'a özgüdür.


Hayy (diri) olan Allah (C.C.) aynı zamanda Kayyum’dur. “Kayyum” yüce Allah'ın bütün varlıkları gözetip yönetmesi, bunun yanısıra her varlığın varoluşunun O'na dayanması anl----- gelmektedir. İnsan, bu hikmete ve tedbire dayalı ve ana hatları çizilmiş kaideler uyarınca yaşar; değer yargılarını bu sistemden alır; bu arada bu değer yargılarını kullanırken yüce Allah'ın sürekli gözetimi (murakabesi) altında bulunur.

Yoksa mesele eski Yunan filozoflarından olan Aristo'nun düşündüğü gibi değildir. Ona göre Allah, yaratıklarından hiçbirini düşünmez; çünkü O, kendi zatından başka hiçbir şey üzerine düşünmeyecek derecede yücedir. Ona göre Allah, yaratıp kendi haline bıraktığı varlık alemi ile ilişkisini kesmiş oluyordu.

Günümüz beşeri ideolojilerinin ortaya çıkması, bu zihniyetin devam ettiğinin bir sonucudur. Çünkü bu fikir akımları referans olarak vahyi almadıkları gibi, vahyin inşa edeceği bir toplumun ortaçağ karanlıklarında boğulacağı hakaretlerini de yapmaktan geri kalmamışlardır. Kendi oluşturdukları toplumlarda, kabul ettikleri ilahın, tabiat ile ilgili işleri düzenlediğini ama işlerimizde müdahale edememe gibi bir konumda olduğunu uygulamaları ile iddia etmişlerdir. Oysaki Allah (C.C.), hem göklerin ve hem yerin Rabbi olarak Kayyum’dur; yani gözetir ve yönetir.

“(O) göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. Şu halde O'na kulluk et; O'na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol. Hiç O'nun bir adaşı (benzeri) olan birini biliyor musun? (Asla benzeri yoktur).” (3)

Bu gözetme ve yönetme, bir an bile uyku ve uyuklamaya tutulmayan Allah’a özgüdür.

Yüce Allah ile hiçbir varlık arasında bir benzerlik asla söz konusu değildir. Allah (C.C.), gizli uyuklamaktan (dalgınlıktan) ya da sürekli uykudan, her ikisinden de kayıtsız şartsız bir kesinlikle münezzehtir.

Şu dehşet verici evrende yer alan sayısız atomun, hücrenin, canlı varlığın, cansız nesnenin, bütün bunları gözetimi ve denetimi altında tutan ve bütün bu varlıkların, Allah'ın tedbirine dayalı olarak ayakta durması çok etkileyici bir gerçektir. Oysa tahrif edilmiş bir kitap olan Kitab-ı Mukaddeste yaratıcı, yaratılanın sıfatlarına benzetilmiş, ve bozuk bir ilah anlayışı ortaya sunulmuştur :

"Ve yedinci gün Allah yaptığı işi bitirdi. Ve yaptığı işlerin hepsini bırakarak yedinci günde dinlendi." (4)

"Rab sanki uykudan uyanır gibi ve güçlü bir adamın şarap nedeniyle nara atması gibi uyandı." (5) Elbette Allah tüm bu zayıflıklardan uzaktır.

"Göklerde ve yeryüzünde ne varsa O'nundur."

Kaydı, şartı, kaybedilme ihtimali ve ortaklığı olmayan bir mülkiyettir bu... Gerçek mülkiyet sırf Allah'a bağlanınca,insanların hiçbir şeye malik olmadığı sonucu ortaya çıkar. Bu durumda insanlar sadece, her şeyin mülkiyeti elinde olan, tek mülk sahibinin vekilleridirler. Bu durumda bu vekillik işlevlerini yerine getirirken onlara yetki veren asıl mülk sahibinin şartlarına uymak zorundadırlar. Asıl mülk sahibi olan Allah (C.C.) bu şartlarını Peygamberler vasıtası ile insanlığa açıkça bildirmiştir. İnsanlar bu şartların dışına çıkamamalı, onları çiğnememelidirler.

Yüce Allah'ın göklerde ve yerde bulunan canlı-cansız herşeyin gerçek maliki olduğu gerçeğinin insan bilincinde kökleşmesi, herşeyin sınırlı süreli bir emanet olduğunu, süresi dolunca bu ödünç emanetin sahibi tarafından geri alınacağını bilmesi, doyumsuzluğun, tamahkârlığın, cimriliğin, ihtirasın ve amansız servet yarışının şiddetini düşürmeye, aşırılığını törpülemeye yeterli bir faktördür. Bu bilinç aynı zamanda kanaat, elde edilen rızka ilişkin hoşnutluk, eldeki imkânlar ölçüsünde özveri ve cömertlik duygularını aşılamanın; insan kalbini varlıkta da yoklukta da güven duygusu ile doldurmanın da teminatıdır. Böylece kaybedilen ya da elden kaçan maddî imkânlar karşısında insanın hayıflanması, yazıklanması, kafasına taktığı ve peşinden koştuğu şeyler uğruna kalbinin yanıp tutuşması önlenmiş olur!



Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah (C.C.)’a aitken "İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçı olabilir?"

Geçmişte, Mekkeli müşrikler taptıkları putlarının kendilerini Allah(C.C.)’a yakınlaştırdığını, söylemekteydiler. Ayrıca Hristiyanlar, Allah (C.C.) için -haşa- oğul edindiğini ya da değişik şekillerde ortağı olduğunu iddia ederek, -haşa- Rab İsa’nın kendileri için şefaatçi olacağına inanmaktadırlar. Yahudiler ise O'nun, yardımını, -haşa- O'nun yakını olduklarından (seçilmiş topluluk) alacaklarını düşünmektedirler. Bu anlayış bazı Müslüman toplumlara sıçramış, kendileri için kurtarıcı olacağı, hesap gününde himayesine girerek sırat’ın kolayca geçileceği kişilerin varlığına ciddi bir şekilde inanılmaya başlanmıştır.

Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah (C.C.)’a aitken "İzni olmadıkça O'nun katında kim şefaatçı olabilir?" vurgusu ise tüm bu bozuk inanışları; peygamberlerin, meleklerin vs. Allah'tan şefaat dileyeceklerini ve O'nu bağışlamaya zorlayacaklarını sanan kimselerin yanlış fikirlerini reddeder. Bu tür kimseler, yaratıklarının hiçbirinin, değil O'nu bağışlamaya zorlamak, O'nun önünde duramayacağı ve şefaat edemeyeceği konusunda uyarılmaktadırlar. Evrenin Hakimi'nin izni olmaksızın hiçbir peygamber, hiçbir melek ve hiçbir kul O'nun önünde bir tek söz bile söyleyemeyecektir.

"İnsanların önünde ve arkalarında bulunan ve olup-biten herşeyi bilir. Onlar O'nun bilgisinin sadece dilediği kadarını kavrayabilirler."

Bu ifade genel olarak Allah'ın bilgisinin yaygınlığını ve herşeyi kapsayan niteliğini anlatan mecazî olmayan yalın bir ifadedir. İnsanlar ise sadece Allah'ın bilmelerine izin verdiği şeyleri bilebilirler. İnsanların bu gerçek üzerinde uzun uzun kafa yormaları gerekmektedir.

Özellikle evrenin ya da hayatın herhangi bir alanında edindikleri bilgi ile hemen şımarıklığa kapıldıkları şu günlerde bu kafa yormaya daha çok ihtiyaçları vardır.

Her şeyi mutlak, kapsamlı ve eksiksiz olarak bilen, sadece yüce Allah (C.C.)'tır. O, kulları tarafından bilgisinin bazı bölümlerinin keşfedilmesine izin verebilir.

Fakat insanlar bu gerçeği unutarak Allah (C.C.)'ın edinmelerine izin vermiş olduğu bilgiler ile şımarmış; kendilerine bu bilgileri bağışlamış olan Allah (C.C.)’a bu nimetlerin karşılığında şükretme yoluna gitmemişlerdir. Tersine pohpohlanmış ve ilâhi bağışa karşı nankörce davranarak asi olmuşlardır.

"O'nun Kürsî'si (egemenliğ
6.gif
gökleri ve yeryüzünü kaplamıştır; Bunları koruyup gözetmek O'na ağır gelmez."

Normal olarak hükümdarlık, egemenlik anlamını içeren Kürsi (koltuk, taht) kelimesi, dilimizde ki kullanılışı gibi iktidar yerine kullanılmaktadır. O halde "Allah'ın Kürsî'si, gökleri ve yeri kaplayınca" O'nun egemenliği de gökleri ve yeryüzünü kaplamış demektir.

Eğer Kur'an'ın kendine özgü üslubunu, ifade biçimini iyi kavrayacak olursak onun içerdiği bu tür ifadeler etrafında yapılan tartışmalara girmek gereğini duymayız, bunun yanısıra bu amaçla Kur'an-ı Kerim'in yalınlığını ve berraklığını büyük oranda bozan Batı kaynaklı yabancı felsefi kavramları ödünç almaya kalkışmayız.

Göklerin ve yeryüzünün egemenliği kendisine ait olan Allah (C.C.)’ya, bu egemenliği koruyup gözetmek asla ağır gelmez.

"Yüce ve büyük olan O'dur."

Burada dikkat etmemiz gereken çok çarpıcı bir mesaj vardır. Ayet "O, yüce ve büyüktür." demiyor. Bunun yerine "Yüce ve büyük olan O'dur" diyerek, bu sıfatların, ortaksız bir biçimde, sadece Allah (C.C.)’a özgü olabileceği gerçeğinin zihinlere kazınması sağlanmaktadır.

Gerçekten yücelik ve ululuk sıfatları sadece Allah'a özgüdür, bu sıfatlarda başka hiçbir ortağı yoktur. Eğer kullardan biri kendisini dev aynasında görerek bu dereceye yükseldiği saplantısına kapılırsa, Allah (C.C.) onu dünyada horluğa ve aşağılığa, Ahirette de azaba ve perişanlığa mahkum edecektir.


"Orası Ahiret yurdudur.Onu, yeryüzünde böbürlenmeyip, bozgunculuk peşinde koşmayanlara veririz. (Güzel) akibet ise takva sahiplerinindir." (6)

Yine yüce Allah, helâk olmanın eşiğindeki Firavun'dan sözederken "O, kendini beğenmiş bir azgın zorba idi" buyurmaktadır..(7)

Artık açıklamasını öğrenen bir kul, Ayete’l-Kürsi’yi okurken, gökleri idaresi altında bulunduran Allah (C.C.)’ın yeryüzünde de tüm işlerine müdahale etme hakkına sahip olduğunun şuuruna varır.

Diri olan ve kendisini hiçbir zaman uyuklama ve yorgunluğun tutmadığı Rabbinin sürekli gözetimi altında olduğunu düşünerek, O’nun belirlediği sınırları aşmamaya çalışır.

Zerre kadar hayr ve şerrin karşılığının alınacağı bir gün olan hesap gününde, dünyada empoze edilen her türlü şatafatlı, varlıklı, şahsiyetlerin, din tüccarlarının peşine gidilmesinin kendisine bir fayda sağlamayacağını, kendisine güvenilip dayanılacak olanın sadece Allah (C.C.) olduğunu bilerek ibadetlerine şirk karıştırmaz.

Namazlarımızdan sonra, yatmadan önce, herhangi bir darlığa düştüğümüzde, ezberimizden sayısız kereler okuduğumuz Ayete’l-Kürsi, işte budur. Bu ayeti, üzerinde tefekkür etmeden, hızlı bir şekilde, birden çok okumakla yetinirsek, yukarıda belirttiğimiz muhteşem mesajına da yazık etmiş oluruz.

 

kasvetli

Asistan
Katılım
9 Kas 2007
Mesajlar
296
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Konum
eski istanbul
Ayetel Kürsi

Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar onun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.

Allahü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm.
Lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm.
Lehû mâ fis-semâvâti vemâ fil erd.
Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznihi.
ya’lemü mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm
velâ yühîtûne bişey’in min ilmihî illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel erd.
Velâ yeûdühü hıfzuhumâ ve hüvel aliyyül azîm.

AYET-EL KÛRSİ’ NİN FAZİLETİ


" K u r ' â n - ı K e r i m 'i n E f e n d i s i "
(Kur'ân-ı Kerim'in Seyyidi ve en büyüğüdür.)

Tevhid ilmiyle alakalı en büyük Ayet-i Kerimedir.

Geceleyin inmiş olan bu Ayet-i Kerimeyi, Efendimiz (SAV), Zeyd'i (RA) çağırarak yazdırmıştır.

Ayet-el Kûrsi indiğinde, dünyadaki bütün putlar ve krallar yere düşmüş ve başlarındaki taçlar yuvarlanmıştır.

Şeytanlar birbirleriyle çarpışarak kaçıp, iblis'in yanına toplanmışlar ve ona bu karışıklığı haber vermişlerdir.

Peygamber Efendimiz'in(SAV) Ayet-el Kûrsi'de bulunan "Yâ Hayyu - Yâ Kayyumu", "Hayy ve Kayyum olan ALLAH'ım Senin Rahmetinle yardım istiyorum" buyurarak (üzüntü ve keder anında) ettiği duadır. İsm-i Azâm olduğu da rivayet edilmekle beraber, Ariflerin Sultanı Beyazıd-ı Bistami (RA) "Bu ismin belli bir tarifi yoktur, lâkin sen kalbini herşeyden boşaltıp, onu ALLAH'ın C.C. Vahdaniyyetine teslim ederek istediğin isimle zikret" buyurmaktadır.

Ayet-el Kûrsi'de bulunan Esma-i İlahiye hiçbir Ayet-i Kerime’de yoktur. Çünkü bu Ayet-i Kerime'de, bazısı açık, bazısı gizli olmak üzere onyedi yerde ALLAH'u Teâlâ'nın ismi geçmektedir.

Yatmadan okuyana ALLAH'u Teâlâ tarafından bir koruma verilir, sabaha kadar hiçbir şeytan yaklaşmaz.

Yâ RasulULLAH (SAV) Kur'ân-ı Kerimin hangi Sûresi(derece bakımından) daha büyüktür? diye soran Sahabe'ye(RA), "İhlâs Sûresi" buyurdu. O Sahabe(RA) "Kur'ân-ı Kerimde hangi Ayet(Fazilet bakımından) daha üstündür." diye sorunca, Peygamber Efendimiz(SAV) "Ayet-el Kûrsi'dir" buyurdu. (Darimi)

Ayet-el Kûrsi'yi okuyan kimse yedi kalenin içine girmiş gibi muhafaza edilir. Ayet-el Kûrsi, Kur'ân-ı Kerimin dörtte biridir.

Efendimiz(SAV) buyurdu ki; "İlim sana olsun ey Eba Münzir, Canım Kabza-i Kudretinde olan ALLAH'a C.C. yemin ederim ki, muhakkak Ayet-el Kûrsi'nin bir dili ve ikide dudağı vardır ki, Arşın direğinin yanında Melik-i (Müteâl olan ALLAH'u Teâlâ Hazretlerini) takdis eder(O'na Tazimde bulunur.)" (Ebû Dâvud, Ahmed İbni Hambel)

Efendimiz(SAV) buyurdu ki; "Her kim, her farz namazın arkasından Ayet-el Kûrsi'yi okursa, Cennete girmekten onu ancak ölüm men eder.Her kim onu yatacağı zaman okursa, ALLAH'u Teâlâ ona kendi evi, komşusunun evi ve etraftaki evler hakkında güvence verir." (Beyhâki)

Efendimiz(SAV) buyurdu ki; "Bakara Sûresinde bir Ayet vardır ki Kur'ân Ayetlerinin Efendisidir. Şeytan olan herhangi bir evde okunursa (Şeytan) o evden çıkar. (O Ayet) Ayet-el Kûrsi'dir." (Beyhâki)

Efendimiz(SAV) buyurdu ki; "Her kim farz namazın arkasında Ayet-el Kûrsi'yi okursa, diğer namaza kadar ALLAH'ın C.C. zimmetinde olur." (Heysemi)

Efendimiz(SAV) buyurdu ki; "Her kim Ayet-el Kûrsi'yi ve Bakara Sûresinin sonunu sıkıntılı (kederli) anında okursa ALLAH C.C. ona yardım eder" (Suyuti, Dürrül Mensûr)

(Şeytan, cinler v.s. şerli yaratıkların şerrinden ve anne yada çocuğuna zarar vermelerinden yada öldürmelerinden korunmaları için) Doğum yapacak kadının, Ayet-el Kûrsi, A'raf 54. Ayeti sonuna kadar, Felâk ve Nâs Sûrelerini okuyarak ALLAH'u Teâlâ'ya sığındırılması gerekir(Hadis-i şerifle bildirilmiştir).

Efendimiz(SAV) buyurdu ki; "Sen Ayet-el Kûrsi'den neredesin? O herhangi bir yemek veya katık üzerine okunursa mutlaka ALLAH C.C. o yemek ve katığın bereketini çoğaltır." (Suyuti)

Efendimiz(SAV) Sûre-i Bakaranın sonunu(Amener Rasûlü) ve Ayet-el Kûrsi'yi okuduğu zaman gülerdi ve "Onlar Arşın altındaki, Rahman'ın (Teâlâ) hazinesindendir." buyururdu. (Suyuti)

Seleme İbni Kays(RA) "ALLAH'u Teâlâ, ne Tevratta, ne İncil'de, nede Zebur'da Ayet'el Kûrsi'den daha büyük bir Ayet indirmedi." (Suyuti)

Ayet-el Kûrsi, cinlere karşı kendisinden yardım alınacak duaların en büyüğüdür. Ayet-el Kûrsi'nin insandan şeytanları kovmakta çok tesirli olduğunu söylemişler, ayrıca saralı kişiye, şeytanın kendisine yardım ettiği sahir(büyücü), kâhin, falcı, nefis ve şehvet ehli, zulüm ve gazab erbabı üzerine sadakatle okunulduğunda onların şeytanlarını etkisiz hale getirmekte de büyük gücü olduğunu denemişlerdir. Ancak sadakatle okunması şartı koşulmuştur.

Herhangi bir muradın hasıl olması için Ayet-el Kûrsi 313 kere okunduğunda, dünya ve Ahiret hakkındaki o istek ALLAH'ın C.C. izniyle hasıl olur(ne bir eksik ve ne bir fazla okunmamalıdır bu sayıların adedi çok önemlidir).

Cin musallat olan çocuğa 18 kere Ayet-el Kûrsi okunursa BİİZNİLLAH şifa bulur.

Yemeğe okunursa yemek bereketlenir.

Devamlı okunursa unutkanlığı giderdiğini Hz Ali (K.V.) buyurmuştur.

Evden çıkarken okuyan her işnde muvaffak olur ve hayırlı işeri başarır. Evine gelince okursan iki Ayet-el Kûrsi arasındaki işerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir.

Bir kimse evinden çıkarken Ayet-el Kûrsi'yi okursa, Hakk Teâlâ yetmiş Meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar ona dua ile istiğfar ederler.

 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Niçin En Büyük Âyet-i Kerime?


Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde en büyük Âyet-i kerime’nin Bakara sûre-i şerif’inde olduğunu haber vermiştir.Çünkü bu Âyet-i kerime Allah-u Teâlâ’nın sıfat-ı ilâhî’sini, hakimiyet-i sübhâniyesini, azamet ve kibriyâsını en beliğ ve en güzel bir şekilde telkin ve tavsif etmektedir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Her şeyin bir şerefesi yani üst noktası vardır. Kur’an’ın üst noktası da Bakara sûresi’dir. Bu sûrede bir âyet vardır ki, o Kur’an âyetlerinin efendisidir. O Âyet-ül kürsî’dir.” (Tirmizi: 2881)

Übey bin Kâb -radiyallahu anh- der ki:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bana:

“Ey Ebu Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu.

Ben “Allah ve Peygamberi daha iyi bilir.” dedim.

Tekrar sordu:

“Ey Ebu Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyetin daha büyük olduğunu biliyor musun?”

Cevap olarak:

“‘Allahu lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül-kayyum’ âyetidir.” dedim.

Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz eliyle göğsüme vurdu ve:

“Vallahi ilim sana mübarek olsun ey Ebu Münzir!” buyurdu.” (Müslim: 810)

Tamamı on cümleden ibaret olan Âyet-ül kürsî’de; Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyeti, O’nun Hayy ve Kayyum olduğu, uyuklama ve dalgınlık gibi beşerî sıfatlardan münezzeh olup kâinatı kendi tasarrufunda bulundurduğu, O’nun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği, hayat sırrı, ilim sırrı, ilminin geçmişi ve geleceği kuşattığı, hâkimiyet sırrı, kudretinin gökleri ve yeri kapladığı ve zâtının çok yüce olduğu bildirilerek Tevhid inancının esasları açık bir şekilde ifade edilmiştir.
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Hayy ve Kayyûm:

Allah-u Teâlâ buyurur ki:

“Allah o Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.” (Bakara: 255)

Âyet-i kerime’de geçen “Hû” maskedir, yarattığı bütün mevcûdat bir maskeden ibarettir. İnsan da böyledir, kâinat da böyledir. Bu maske bütün mevcûdâtı içine alıyor. Var olan O’dur. Herkes maskeyi görüyor, O’nu görmüyor.

“Lâ ilâhe”; O’ndan başka ilâh yoktur, ilâh ancak O’dur. Bu yarattıkları Allah değildir, hepsi de “Lâ”dan ibarettir. Çünkü “Lâ” dediğin zaman “Onlar Allah değil” diyorsun. Bu maske de “Lâ”dan ve “Ol!” emrinden ibarettir. Her yarattığı şeye sadece “Ol!” diyor, o da dilediği şekilde oluveriyor. Ne dilemişse o oluyor. Her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. Herşey O değil, fakat hiçbir şey de O’ndan ayrı değil. Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O’na mahsustur. Her cihetten tektir. Varlığının başlangıcı yoktur. Varlığı daimîdir, nihayete ermez.

Varlığına şahit yine kendi varlığıdır. Her varlık O’nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa O’nunla var olmuştur.

“O Hayy ve Kayyûm’dur.” (Bakara: 255)

Hayy: Ezelî ve ebedî hayat ile berhayattır. Ezelden ebediyete kadar bütün hayat ve ebedîlik O’nun zâtı ile kâimdir.

Kayyûm: Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O’nunla kâimdir.

Allah-u Teâlâ kendi zâtı ile hayattadır, yaratıkları ise O’nun hayat vermesi ile, O’nun kudreti ile yaşamaktadırlar. Her şeye belirli bir zamana kadar ayakta durmak için sebepler ihsan buyurmuştur. Hayy ve Kayyum ancak O’dur. Ancak O var, O yaratıyor, her şey O’nunla kâimdir. İnsanların akılları ve ilimleri bu noktayı kavrayamadığı için yeri görür, göğü görür, amma Hakk’ı göremez. Görmesi de mümkün değildir. Tutulanlar görülüyor da, tutan görülmüyor.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de:

“Açlığa devam et beni görürsün. İnsanlardan uzaklaş bana kavuşursun.” buyuruyor.

Demek ki görülüyormuş.

Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretleri:

“Ben Allah’ımı gördüm, başka bir şey görmedim.” buyurmuştur. Yani “O’ndan başka bir şey yok ki onu göreyim.”

Demek oluyor ki Allah-u Teâlâ dilediği kimseye esrârını bildiriyor.

O’ndan başka varlık yok zaten, hepsi de “Lâ”dan ibarettir. Bu gördüğünüz kâinat ve içindekiler nur malzemelerinden yapılmıştır ve “Ol!” demekle olmuştur.

Maskeyi kaldıran Zât-ı kibriyâ kendi varlığını ortaya koyuyor ve: “Var olan her şeyi ben yaratıyorum, benim kudretimle ayakta duruyor, her şey benimle kâimdir.” diyor.

Görebilen bunu da görebiliyor.

Meselâ bir insan, elinde bulunan şeyi bilir. Allah-u Teâlâ âlemleri öyle tutuyor ve öyle biliyor. Bütün yaratıklarını muhafaza etmesi, tutması, gözetmesi, yaşatması yalnız O’na mahsustur. O tuttuğu için O her şeye hâkimdir, her zerre O’nun varlığı ile kâimdir. O’nun varlığı her şeyi kuşatmıştır, hükmünde hikmet sahibidir.

Dikkat ederseniz bir damla kerih suyu kan pıhtısından cenin haline getiriyor. Fakat o cenin ölüdür. O yaratıyor amma o cenin başlangıçta cansızdır. Sonra ona ruh veriyor ve cenin canlanıyor. Ne oldu şimdi? Hayy ve Kayyum olan Allah onu yarattı, o O’nunla kâim oldu. Bir et parçası idi, cansız ve hareketsizdi. Ona “Ol!” dediği zaman O’nunla hayat buldu, canlandı, mukadderâtı da o anda yazıldı. Âdem Aleyhisselâm da bu şekilde “Ol!” demekle canlanmadı mı? İnsan da böyledir, kâinat da böyledir.

Her zerreyi yaratan, kürreyi de donatan O’dur. O hem yaratıyor, hem de yönetiyor. Zira O Ehad’dır. Yarattıkları hem O’nunla kâimdir, hem de O’na muhtaçtır.

Allah-u Teâlâ hem yaratıyor, hem donatıyor, hem de tutuyor. Bu yaratmayı ve donatmayı yaratıkları yapabilir mi? Hayır yapamaz. O halde vücud O, mevcud O...

Maskenin altındakini gören maskeye itibar etmez. Onlar “Lâ”dan ibarettir, maske ilâh değildir.

Meselâ sen zannediyorsun ki sen sensin. Hayır! Sen “Ol!” emrinden ibaretsin.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Resulüm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki: Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsrâ: 85)

Her şey seni yaratan Rabbinin emrinden ibarettir. Amma sen bilmedin, bilemedin.

Ne güzel yarattı, âzâlarıyla donattı, en güzel bir biçim verdi. Öyle ki bu durum karşısında sen de kendini müstakil zannettin.

Ve fakat ruhunu çekince, verdiğini alınca, hani sen sendin?

Sen de O’nunla kâimsin, bütün yarattıkları da O’nunla kâimdir, amma O görülmüyor. Sen yarattıklarını görüyorsun ve orada kalıyorsun, kendi kendini de aldatmış oluyorsun.

Ve fakat O’nu gören, yani Allah-u Teâlâ’yı gören, O’nun gösterdiği kadar her şeyin hakikatını görür. Bir perdeden, bir kabuktan, bir örtüden ibaret olduğunu görür. Meğer O’nu örten hep bir örtü imiş.

Allah-u Teâlâ bir kulunun kalp kilidini açtığı ve içeride O’nun olduğunu gördüğü zaman; işte o zaman o kul da görür ki gerek kendisi ve gerekse yarattığı bütün âlemler hep O imiş. Her şey bir perdeden, bir kabuktan ibaret imiş, hepsi de “Ol!”emrinden husule gelmiş.

devamı var...
 

kasvetli

Asistan
Katılım
9 Kas 2007
Mesajlar
296
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Konum
eski istanbul
Ve şunu ilave etmek isterim Allah'u Tealanın " Ol " demesi bizim bilemeyeceğimiz ve anlayamayacağımız bir şekildedir.
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Vâhidiyet ve Samediyet:

Allah-u Teâlâ İhlâs sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:


“De ki: Allah bir tektir.” (İhlâs: 1)
Allah-u Teâlâ müstakil bir vücuttur. O’ndan başka hiçbir mevcut yoktur.

“Allah Samed’dir.” (İhlâs: 2)

Ehad O, yarattığı her şey O’nunla kâim olduğu için her şey O’na muhtaçtır. Var olan yalnız O’dur, Ehad yalnız O’dur, başka Ehad yok. Bütün varlıklara “Ol!” demekle bir sûret, bir şekil vermiş, var etmiştir. Yer görülüyor, gök görülüyor, insan görülüyor. Murad ettiği gibi tecelli etmiş, bir sûretle görülüyor. Amma O’ndan başka Ehad yok.

Olanlar da O’nunla var olmuştur. Biz Hazret-i Allah’ı görürüz, yaratılanları öyle görürüz. O’ndan başka hiçbir şey yok.

İnsan Allah-u Teâlâ ile kâim olduğu halde bunu bilmiyor. O varlığını çektiği zaman leş oluyor. Hani sen vardın? Sen de böylesin, bütün varlıklar da böyledir.

“Doğurmamış, doğurulmamıştır.” (İhlâs: 3)

Zira doğma ve doğurma yarattıklarına âittir. O Allah ki vardır, müstakil var olan O’dur, varlıkları yaratan O’dur. O’ndan başka müstakil ne vücud var, ne de mevcud. O, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.

“Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir.” (İhlâs: 4)

Hiçbir dengi ve benzeri olmamak yalnızca O’na mahsustur.

devamı var...
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Hülâsa olarak; Her şey O’nunla kâim, sen de O’nunla kâimsin, zerre de, kürre de, her şey O’nunla kâimdir, O’nunla ayakta duruyor.

Kişi Âyet-ül kürsî’yi okuyor amma, kendinin O’nunla kâim olduğunu ve kâinatın da O’nunla kâim olduğunu bilmiyor.

Bu sebepledir ki, en büyük Âyet-i kerime budur.

Müfessirler bu Âyet-i kerime’yi açıklarken: “Her şey O’nunla kâimdir.” demişler, fakat: “Sen de onunla kâimsin.” dememişlerdir. Çünkü mânevî, bâtınî noktaların da zâhirinde kalmışlardır.

Mârifetullah ehli Allah-u Teâlâ’nın öğrettiğini bilir. O öğrettiği için ve herkese ayrı ayrı tecelli ettiği için o bilgi kimsede bulunmaz.

Her şeyi O’nun yarattığını ve her şeyin O’nunla kâim olduğunu ancak hakikat ehli bilir ve görür. Amma sizin bildiğiniz göz ile değil de, O’nun gösterdiği göz ile hem görülür, hem bilinir. Yoksa bir beşer gözü ile değildir.

İnsan Allah-u Teâlâ’nın yarattığı ve donattığı bütün âlemlerin “Lâ”dan ibaret olduğunu görmedikçe hiçbir zaman “İlâh”ı, yani Allah-u Teâlâ’yı göremez ve lâyık-ı veçhile bilemez. Bilgileri zandan ibarettir, bu böyledir.

Âyet-i kerime’sinde:

“İçinizde... Görmüyor musunuz?” buyuruyor. (Zâriyat: 21)

Bu bir Allah kelâmı değil midir?

Sen bu hakikatı anlamıyorsun diye bu Âyet-i kerime’yi beyan etmeyelim mi? Senin gözün körse güneşin suçu nedir? Hakikat budur, ilâhî hüküm böyledir.

Bu hitâb-ı ilâhî yalnız insana değil, zerreden kürreye kadar yarattığı ve donattığı bütün âlemlere O’nun hitâb-ı ilâhî’sidir.

Gerçek Mürşid-i kâmil O’nu gördüğü zaman, kâinatın bir maske olduğunu görür. Maskeyi de görür, maskeyi kaldıranı da görür.

Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz süflî arza bir ip sarkıtmış olsanız Allah’ın üzerine düşerdi.” (Tirmizi)

Demek ki Allah-u Teâlâ kime gösterirse o görüyor.

O’ndan başka hiçbir şey yok ki düşsün! Ötekiler “Ol!”ve “Öl!”, işte bundan ibarettir. Düşen O’nun üzerine düşer.

O her şeyin takdirini dürmüş, şeklini şemâlini vermiştir, ondan sonra “Böyle ol!” demiştir, o da dilediği şekilde oluvermiştir. O görünenleri öyle murad ettiği için öyle göstermiş. Demek ki O var, O’ndan başka birşey yok, O’nun hükmünden başka birşey yok.

Her şeyi O tutuyor, O yaratıyor, O öldürüyor. Fakat insan tutulanı görüyor da tutanı görmüyor. Yani yaratılmışları görüyor da Yaratan’ı görmüyor.

 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
O Tutuyor, O Yaşatıyor:


Zerreden kürreye kadar yarattığı her şeyi tuttuğuna en belirgin bir misal olmak üzere Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Üzerlerinde kanat çırpıp duran kuşları görmüyorlar mı? Onları havada tutan Rahman’dan başkası değildir.
O her şeyi görmektedir.” (Mülk: 19)

Uçarken kolaylık için kanatlarını açıp örtmeyi ilham eden, uçan her kuşu havada tutan, onları iri cüsselerine rağmen yere düşmekten koruyan, rahmeti bütün kâinatı kaplamış olan yaratıcı Rahman’dan başkası değildir.

Sadece kuşlar değil; insanları da, her şeyi tutan O’dur. Kâinattaki her şey O’nun murakabası altındadır. Kudret elini çektiği zaman düşer kalırlar.


Bu muhteşem kâinat Allah-u Teâlâ’nın izniyle ayakta durmaktadır. Gökleri ve yeri tutup zevalden koruyan, ortaksız olarak takdir ve tedbir eyleyen O’dur.

Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor.” (Fâtır: 41)

Onların belirli vakitlerden önce yok olmalarını istemediği için muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar.

“Andolsun ki eğer nizamları bir bozulacak olursa, onları kendinden başka kim tutabilir?” (Fâtır: 41)

Göklerin ve yerin, oldukları şekilde devamlarını sağlamaya O’ndan başka kimsenin gücü yetmez

“Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmemesi için O tutar.” (Hacc: 65)

Mevcut düzen ilâhî kudretin tezahürüyle kurulduğu gibi, yine o ilâhî kudretin tecellisi ile bozulacaktır.


devamı var...
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Hakk’ı Gören Kendini Görmez, Kendini Gören Hakk’ı Göremez:


Var olan Allah-u Teâlâ’dır. Herkes maskeyi görüyor, O’nu görmüyor. Her görünen şey maskedir, O’na perdedir. İnsan da böyledir, kâinat da böyledir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Hiçbir göz O’na erişemez, ihata ve idrak edemez. Fakat O bütün gözleri ihata eder.” (En’am: 103)

Baş gözü Allah-u Teâlâ’yı göremez. Fakat O, kalp gözünü açtığı zaman, kişi O’nu da görür, O’nun gösterdiklerini de görür.

Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanı ile insanın da kâinatın da bir maske olduğunu açklıyor.

İnsan bir maske takarsa maskeyi görürsün. Fakat o bir kâğıt parçasıdır, çıkardığın zaman aslını görürsün. Bu da böyledir. Eğer Hakk’ı görürsen, kâinatın bir maske olduğunu görürsün, maskeye hiç değer vermezsin. Maskeyi çıkardığın zaman hiçbirinin hükmü kalmaz.

İşte Hazret-i Allah budur.

Gerçek Mürşid-i kâmil O’nu gördüğü zaman, kâinatın bir maske olduğunu görür. Maskeyi de görür, maskeyi kaldırdığını da görür.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Biz ona iki göz vermedik mi?” (Beled: 8)

Allah-u Teâlâ insana bir baş gözü bir de kalp gözü vermiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Her insanın kalbinin iki gözü vardır. O gözlerle gaybı kavrayabilir. Allah bir kuluna hayır murad ederse, gözünün göremediği şeyi görebilmesi için kalbinin gözlerini açar.” buyurmuşlardır.

Siz perdeyi ve perdenin üstündekileri görüp O’nu görmüyorsunuz. Fakat içinde olanı gören ve bilen var. İçinde olanı gören ve bilen, yalnız O’nu görür. Kâinatın da, kendisinin de, perdenin de hükümsüz olduğunu bilir. Fakir bunu bir cümle ile ifade ederiz:

“Allah-u Teâlâ’yı gören kendini görmez, kendini gören Allah-u Teâlâ’yı göremez.”

Bütün esrar işte bu noktadadır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Size Rabbinizden basiret (kalp gözü) gelmiştir. Kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir.” (En’am: 104)

Göze göre “Görme” ne ise, kalbe göre “Basiret” de odur.

Gözlerin görmesine sebep olan görme nuruna göz denildiği gibi, kalbin görmesine sebep olan kalp gözüne de basiret denilir.

Basiret; Allah-u Teâlâ’nın subûtî sıfatlarından biri olan “Basar”ın kullarındaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olanların gözlerinden perde kalkar. İnsanın dış âlemi gören bedendeki iki gözüne karşılık, kalbin de iç âlemi gören gözü vardır ve buna “Mârifet gözü” ve “Kalp gözü” gibi isimler verilmiştir.

Allah-u Teâlâ Haşr sûre-i şerif’inin 2. Âyet-i kerime’sinde bu basiret sahiplerini “Ulül-ebsar” olarak vasıflandırmaktadır.

Basiret Allah-u Teâlâ’nın mümin kulunun kalbine attığı öyle bir nurdur ki, bu nur sayesinde hakikatı kavrar.

İnsanların hakikatı görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an-ı kerim âyetlerine “Basiretler” mânâsına gelen “Besâir” denilmiştir. (A’raf: 203 ve Kasas: 43)

Kalp gözü körleşmiş ve basireti bağlanmış kimseler hakkında da “Körler” gibi tabirler kullanılmaktadır. (Bakara: 18)

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Yalnız gözler kör olmaz, sinelerde olan kalpler de körleşir.” (Hacc: 46)

Asıl körlük göz körlüğü değil kalp körlüğüdür. Bu körlükteki zararın sınırı ve sonu yoktur.

Allah-u Teâlâ “Hakikat”ı apaçık ortaya koyar, duyurmak istediklerinin basiretlerini açar, duyurmak istediğini duyurur, göstermek istediğini gösterir. Diğer taraftan da lâyık olmayan gözlere göstermez, basiretlerini bağlar, körlük ve karanlık içinde bırakır.

Hülâsa olarak arzetmek istediğimiz şu ki; zâhirî ilmi halk öğretir, bâtınî ilmi Hakk öğretir. Zâhirî ilim tahsil edildikçe insanın bilgisi artar, Allah-u Teâlâ öğrettikçe insanın hakikat bilgisi artar.

devamı var...
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Uyuklama Ve Uyku

O öyle bir Hayy ve Kayyum’dur ki, Zât-ı Akdes’ine hiçbir eksiklik ve gaflet ulaşmaz, mahlûkatından aslâ gafil kalmaz. Mükevvenatın her haline dâima vâkıftır.

“O’nu uyuklama da uyku da tutmaz.” (Bakara: 255)

Yarattığı bütün âlemleri tuttuğu için, âlemlerin varlığı O’nunla kâim olduğu için O’nda ne bir uyuklama, ne de uyku aslâ düşünülemez.

Şoför direksiyonda uyursa ne olur? Bütün âlemleri yaratan, yaşatan, ayakta tutan Allah-u Teâlâ uyuklamaz, O’nu uyku da tutmaz. Bir an için uyuklamış olduğu farzedilse, böyle bir durum bütün kâinatın yok olmasına vesile olur.

devamı var...
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
O’nun Ve O’ndandir

Mülk Allah-u Teâlâ’nındır. Mülkünün hem sahibi, hem hükümdarıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hâkimiyetinde, mülkünde hiç kimse O’na ortak değildir.

“Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur.” (Bakara: 255)

O, göklerde ve yerde, ikisi arasında olan her şeyin sahibidir. Melekler, insanlar, cinler, ne varsa hepsi O’nun mülküdür, yarattığı ve yönettiği varlıklardır. Her birisinde yegâne mutasarrıf O’dur. Hepsi O’nun idaresi, gücü ve hâkimiyeti altındadır. Dilediğini var eder, dilediğini yok eder. Ululuğu ile göktekileri yere indirir, inâyet nuru ile yerdekileri göklere çıkarır.

O’nun mülkünde ancak O’nun emirleri ve kudreti hüküm sürer. Takdirine ve tedbirine hiç kimse karşı gelemez. Bu muazzam ve muhteşem nizamın binlerce seneden beri hiç şaşmadan devam edegelmesi, ancak ezelî ve ebedî bir yaratıcının hikmeti mucibince mümkün olmaktadır.

devamı var...
 
Üst