Avrupa’da İslam Düşmanlığı Temelinde Güçlenen Sağcı Popülizm

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
80'li yılların ortasından itibaren birçok Batı Avrupa ülkesinde yeni partiler ortaya çıktı. Bu partiler bilimsel araştırma dilinde ve medyada kavram olarak “sağcı popülist partiler” olarak adlandırıldı. Bu süreçte, demokrasinin temelinin atıldığı ve filizlenip kemale erdiği Avrupa’da, sağcı popülistlerin faşist, ayrımcı politikaları aydınlanma çağını yaşadı ve bunu bir kültür birikimiyle günümüze kadar taşımayı başardı. Başlangıçta, bu partilerin demokrasinin temel prensiplerini içselleştirmiş Avrupa halkı nezdinde kabul görmeyeceği iyi niyeti, zaman içinde büyük bir yanılgıyı ortaya çıkardı. Avrupa'nın birçok ülkesinde sağcı popülistler girdikleri seçimlerden belki de kendilerinin bile beklemediği başarılı sonuçlar aldılar ve sağcı popülist fenomeni Avrupa'da hızlı bir şekilde yayılmaya başladı.

Popülizm yaldızlı bir kavram olarak, günlük siyasi tartışmalarda, bilim dilinde ve medyada karşımıza sıkça çıksa da, kavramın içeriği her zaman aynı manada değerlendirilmiyor. Popülizm aktüel ve siyasi tartışmalarda, halkın peşinden koştuğu ve gündemini bu siyasi temaya bağladığı bir politikayı ifade ediyor. Burada popülizmin aktörü (popülist), tartışmasını ya da fikrini politikaya özne olan konuyla değil de, halkın hissiyatında karşılığını bulacak anlık reaksiyonların tetikçisi olarak ortaya koyuyor. Bu fiili sergilerken etnik, kültürel, dinî objelerin kullanılması, popülizmin beslenme kaynaklarının heterojenlikten çok homojenliğe yaslandığını gösteriyor. Daha açık bir ifadeyle, popülizmin çokkültürlü yaşamaktan ziyade ulusların yaşamasına, farklı dinlere saygıdan ziyade diğer dinlere ve kutsal saydığı değerlere hakaret etmek olduğu açıkça beyan ediliyor.

Kelimenin bilimsel içeriği, kısmen halkın hislerini galeyana getiren bir hareket ya da politika biçimini ifade etse de, popülizmin ana karakteristiğinin, kendini anti-establishment’a (siyasetteki yerleşik düzene ve elitizmin yönetimine karşın, halk gücünün iktidar olma isteği diyebiliriz) yönlendirmesi olarak görebiliriz. Böyle bir yönlendirmenin taşıyıcıları karşımıza tekil şahıs olarak çıkacağı gibi, bir cemaat, bir parti hatta bir rejim olarak çıkabilir. Örneğin Türkiye'de şu an tartışılan Ergenekon meselesi: “Elit” ve yerleşik bir zümrenin, cumhuriyet rejimini laiklik kisvesi altında kullanarak, halkın iktidarını engellemeye çalışırken, halkın hissiyatına tercüman popülist (bilimsel manasıyla halkçı) muhafazakar bir partiyi (AKP) karşısında bulmasından başka bir şey değil. Avrupa’daki popülist hareketler ise, siyasal çatışma arenasında halkçılıktan daha çok soyut kavramları kullanarak, halk nezdindeki kültür, din, yabancı düşmanlığı gibi hassas konuları politikaya alet ederek seçimlerde zafer elde ediyorlar.

Aşırı sağcı partiler ya da hareketler (örneğin Almanya'daki pro-Köln hareketi) toplumda köklü ve hızlı değişimlerin yaşandığı zamanları ya da siyasetin modernize olduğu dönemleri fırsat kollayarak, siyaset sahnesinde kendilerini gösterirler. Avrupa halkının son çeyrek asır içinde gerçekleşen ekonomik krizlerle alım gücünün azalması, iş hayatındaki statü kayıpları, geleceğe güvenli bakamama ve karamsarlık psikolojisi, genelde ekonomi endeksli argümantasyonlar olsa da, sağcı popülist politikanın gözünde bütün bu problemlerin faili, orada yaşayan azınlık halk, yani Müslüman ülkelerden gelen göçmenlerdir.

Avrupa halkı, işlerini ellerinden alan ve işsizliğe sebebiyet veren Müslüman azınlığı, İslam’ın demokrasiyle uyuşmayan yapısını, Müslümanların sosyal dokuya uyumsuzluğunu (mesela Avrupa halkı, Müslüman ailelerin kız çocuklarını yüzme dersine göndermek istememesini anlayamıyor) referans göstererek, İslam’ı zihinlerine negatif olarak kopyalıyorlar. Aşırı sağcı popülistler, oluşan bu önyargıların sadece sözcülüğünü yaparak ve İslam’ın maalesef dünya kamuoyunda terör dini olarak algılanmasını kullanarak, kendilerine kamuoyu oluştururken, zihinsel bunalım yaşayan halkı arkalarına almakta pek zorlanmıyorlar. Bu bağlamda İsviçre’de minare yapımına çoğunluğun hayır demesinin, korkuların beslemiş olduğu önyargılardan kaynaklandığını görmezden gelemeyiz.

Avrupa'nın göbeğinde, demokrasinin ve liberalizmin temel normlarıyla çelişkiye düşmemek için aşırı sağcı popülistler, Avrupa'da yaşayan Müslüman azınlığa karşı etnik bir ırkçılıktan ziyade kültürel, aynı zamanda da dinî bir ırkçılığa yöneliyorlar. Bu yönüyle Avrupa'da başörtülü kamu alanında çalışma, camii ve minarelerin ibadet amaçlı inşa edilmesi, İslam’ın din dersinde okutulmak istenmesi ya da kız çocuklarının yüzme dersine katılmaması gibi konu ve talepler, liberalizmin hoşgörüsünden mahrum kalırken Müslüman azınlıklar mağdur ediliyor.

Son yıllarda Avrupa'daki aşırı sağcı partiler, bütün politik ajitasyonlarını (tahrik etme, kışkırtma vb.) İslam’a yönlendirmiş durumdalar. 11 Eylül ile radikal İslam’ın politik yansımalarını fikirlerine köprü ederek Avrupa halkı nezdinde İslam’a karşı oluşan mevcut önyargı ve korkudan faydalandılar. Bu faydayı kendi ülke içi politikasında kolayca kullanan sağcı popülistler, özelde Avrupa’daki Müslüman cemaat (halk) ve derneklerin, genelde de İslam’ın sosyal uyumu bozduğunu ve paralel toplum yapısı oluşturduğunu ifade ederek ateşe körükle gitmeyi politik kültür haline getirdiler.

Avrupa`da Müslüman nüfusun artışını ya da Türkiye'nin muhtemel bir Avrupa Birliği üyeliğini, Avrupa'nın İslamlaşması olarak algılayan sağcı popülistler, kültürel kimliklerini ortak Avrupa tarihinde veya Hıristiyanlığın etrafında birleştirme çabasına girerek, İslam’ı Avrupa halkı nezdinde ötekileştiriyorlar.

Avrupa her ne kadar aydınlanma ile kiliseyi (dini) hem toplum hem de devlet dışına attığını söylese de, son yirmi yıl içerisinde Avrupa'da dine dönüşe ve ulusal-sağ kimliğin yükselişine şahit oluyoruz.

Tahrik ve tahrifin kolay olduğunu, halkların korku ve önyargılarının basitçe iç politikaya mobilize edilebileceğini, farklı kimliklerin çatışma potansiyelini iyi bilen aşırı sağcı popülistler, seçimlerde başörtüsünü, İslami “terörün” Avrupa’yı tehdit ettiğini, Avrupa'nın İslamlaştığını dillendirerek iktidara ortak oldular.

Bu olguyu somut örneklerle ifade etmemiz gerekirse, yakın dönemden birkaç örneği yeniden hatırlamakta fayda var. Örneğin Fransa'da Ulusal Cephe lideri Jean Marie Le Pen, 1995 yılında yapılan başkanlık seçimlerinde oyların yüzde 15`ini kazanmıştı. Le Pen, 1997 yılında yapılan ulusal parlamento seçimlerinde de aynı oranda oy alırken, 2002 içinde yapılan başkanlık seçimlerinde Jasques Chirac ile yarışa girmiş ancak bütün Fransız solu Chirac'ı destekleyince Le Pen ancak oyların yüzde 15'ini alabilmişti. Avusturyalı ırkçı Jörg Haider'ın partisi 1999 yılındaki genel seçimlerden ikinci büyük parti olarak çıkıp iktidarı yine sağ bir parti ile paylaşmıştı. Belçika'nın aşırı sağcı Vlaams Belang (Flaman Menfaati) partisinin önde gelen isimlerinden Filip Dewinter, yeni kitabında (İnşallah? Avrupa`nın İslamlaşması, 2009) Avrupa`nın İslamlaşmasını saatli bombaya benzeterek İslam düşmanlığı yapmıştı. Vlaams Belang, son Avrupa Parlamentosu seçimlerinden de başarıyla çıkmıştı. Karikatür krizinin öncüsü Danimarka’nın sağcı Halk Partisi, 2007’deki erken seçimler öncesinde, üzerinde Hz. Muhammed çizimi bulunan propaganda afişleri hazırlatarak oy istemişti. Göç karşıtı olan Danimarkalı Halkın Partisi, 2001'den bu yana liberaller ve muhafazakârların oluşturduğu koalisyon hükümetine de destek vererek iktidara ortak olmuştu. Yapılan anketlerde Hollandalı aşırı sağcı Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders’in (2006 yılında çektiği İslam karşıtı Fitne adlı internet filmi, İslam ile terörü yan yana getirmişti) 2011 Mayıs genel seçimlerinde, Hollanda parlamentosunun en büyük partisi olma ihtimali var. Bu parti son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de etkin bir başarı kazandı.

Tüm bu olup bitene bakınca, Avrupa’da İslam düşmanlığı temelinde gittikçe güçlenen sağcı popülizmin varlığını görmek kaçınılmaz oluyor. Avrupa’daki Müslümanların yaşadıkları sıkıntılardan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinin engellemesine yönelik çalışmalara kadar birçok konuyu, bir de Avrupa sağcı popülizminin yükselişini dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor.


Yavuz Gündoğdu - Mostar Dergisi
 

Asr-i SaadeT

Asistan
Katılım
8 Ara 2006
Mesajlar
370
Tepkime puanı
78
Puanları
0
Konum
Munih
Istediklerinede ulasiyorlar gittikce zorlasiyor,gecen gün bi arastirma okumustum Almanlardan her 3 kisiden 1 i Islam dan korkuyor.
Sasirmamistim cünkü nerdeyse hergün "özellikle"olumsuz bi haber cikiyor müslümanlarla alakali...bu sonuclarda ona göre cikiyor, coguda arastirmiyor...gerisi malum.

Cevremizde elh. öyleleri yok ama forumlarda "islam " diye neler yazilip, cizildigine inanamazsiniz...

Bi yöndende hayr var, cünkü bu sayede "neden böyle oluyor "diye düsünmeye/düzeltmeye/ özelestiriye sevk ediyor Ins.

Tesekkürler yazi icin.
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
her zaman derim sağcılık faşizmdir..milletlerin başına bela olmuştur..
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Zaten sağcılık-solculuk kavramları ilk olarak Fransa'da ortaya çıktığı zaman zenginler-fakirler olarak anlamlandırılırdı, sağcılar; hiç bir dünya meselesinden anlamayan ve doğal olarak da hiç bir dünya meselesine karışmayan aristokrat kesimden, solcular ise açlıktan birbirini öldürürken aynı zamanda dünya düzenine karşı çıkan sefillerden oluşurdu... Sağcılar, onları sürdürdükleri lüks yaşamdan alıkoyabilecek bütün sebepleri gözlerini kırpmadan ortadan kaldırmak için gayret gösterirlerdi, faşizanlıkları da burdan gelmekteydi. Zaten şu "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" habersizliği ve bunun sonucunda gelişen vicdansızlık da tamamen bunun ürünüdür. Komünizm, sosyalizm vb. bütün bu oluşumlar buna göre şekillendiğinden, manası da günümüze gelene kadar farklılıklar kazanmıştır. Bizim anladığımız manada sağcılık muhafazakarlık değil, tamamen çevresinde olup bitenlere karşı bihaberlik, kendiyle ilgili meselelerde ise bencillik ve tutarsızlıktır. Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun sağcı olması da faşistliklerinden ve kendilerinden başkasına düşman gözüyle bakmalarındandır. Haliyle dinlere bakışlarında da bundan farklı bir tutum beklemek hayalperestliktir.
 
Üst