Ateş, çevresindekileri aydınlatınca Allah, nurlarını gideriverip kendilerini karanlıklar içinde bırakır.(Bakara, 2/17) mealindeki ayeti bazı mealler "

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Ateş, çevresindekileri aydınlatınca Allah, nurlarını gideriverip kendilerini karanlıklar içinde bırakır.(Bakara, 2/17) mealindeki ayeti bazı mealler "nurlarını", bazı mealler ise "ışıklarını" diye aktarıyor...

Ateş, çevresindekileri aydınlatınca Allah, nurlarını gideriverip kendilerini karanlıklar içinde bırakır.(Bakara, 2/17) mealindeki ayeti bazı mealler "nurlarını", bazı mealler ise "ışıklarını" diye aktarıyor...


Yazar: Sorularla İslamiyet, 08-7-2010
Ateş, çevresindekileri aydınlatınca Allah, nurlarını gideriverip kendilerini karanlıklar içinde bırakır.(Bakara, 2/17) mealindeki ayeti bazı mealler "nurlarını", bazı mealler ise "ışıklarını" diye aktarıyor... bazı mealler ise "ışıklarını" diye aktarıyor. Farklılık nedendir?

"Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir."(Bakara Suresi, 17, Diyanet Meali)

Elmalılı Hamdi Hazretlerinin ayete verdiği mana ise şöyledir:

"Bunların meseli şunun meseline benzer ki bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler."

Nar ile Nur, aynı kökten gelmektedir. Nur, zulmetin karşıtıdır. Türkçemizde "aydınlık" ve "ışık" ile ifâde edilir.

İnandıklarını açıkladıkları halde küfrü içlerinde gizleyen münafıklar, tıpkı aydınlanmak için ateş yakan birisi gibidir ki, o ışık kendilerini aydınlatınca et*raflarını göremez, ışıktan çok az bir şekilde yararlanırlar. Çünkü Allah onların ışıklarını gidermiş ve onları karanlıklar içine terketmiştir. Onlar artık hiç bir şey göremiyorlar. Bunun sebebi: Onlar göstermelik olan imanları sayesinde canlarını, mallarını, çoluk-çocuklarını geçici bir süre için korumuşlardır. Ancak gizledikleri küfürlerinden dolayı öldüklerinde tamamen iflas etmişlerdir. Her şeylerini kaybetmişler ve hatta kendi nefislerini dahi ebedi azaba sokmuşlardır.

Benzetmeler yaparak, misaller vererek, ilgili hikâyeler ve geçmiş va*kalardan istifade ederek anlatma usulü, çok eski zamanlardan beri bütün milletler*de olduğu gibi İslâm'ın ilk muhatabı olan Araplar'da da kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm de bu usul ve üslûba sık sık başvurmuş, eğitim öğretimde sesli ve görüntü*lü yayınlardan istifade edercesine bunlardan yararlanmıştır. Münafıkların durumu*nu misallerle tasvir eden bu âyetleri tefsir edenler çeşitli yorumlar yapmışlar; ışı*ğı İslâm'ın nuru, karanlığı imansızlık, yağmuru rahmet, ganimet vb., gök gürültü*sünü ve şimşeği inkarcıları tehdit eden âyetler olarak açıklamışlardır.

Bu ayetlerdeki ışığı ve aydınlığı "güdüler, duyu organları, akıl" gibi beşerî bilgi kaynak*ları ve araçları; karanlık, yağmur, gök gürültüsü, yıldırım, şimşek ve bunlar ara*sında ilerlemeye, yol almaya çalışmayı da "bütün iniş ve çıkışlarıyla, maddî ve manevî meseleleriyle insanın dünya hayatı" olarak anlamak da mümkündür.

İnsanoğlu dünya*da problemleriyle başa çıkmaya çalışırken ya sadece beşerî güç ve imkânlarıyla yetinir veya bunlara ilâhî yardım ve irşadı da ekler, Kur'an'ın ve Sünnet'in reh*berliğinden faydalanır. İnkarcılar dini hayatlarının dışına attıkları için akıl, duyu*lar ve tecrübelerle -daha çok ve kısmen- maddî problemlerini çözüyorlar, bu alan*da hayatlarını düzene koyabiliyorlar. Beşerî bilgilerin yeterli olmadığı ilişkiler, varlıklar, olaylar ve oluşlar alanına gelince karanlıklar içinde kalıyor, meçhuller arasında bocalıyorlar. Bu alana karşı idrak kanallarını kapatmak, görmezlikten gelmek, düşünmemeye çalışmak, yok saymak fayda vermiyor. Şuur altının derin*liklerinde fırtınalar kopuyor, şuurda huzursuzluklar su yüzüne çıkar gibi oluyor, bunları bastırmak, madde ötesini ve beşerî gücün çözümden âciz kaldığı problem*leri unutmak için başvurulan tedbirler (zevku safa âlemleri, iş, sanat, spor vb. alan*lardaki faaliyetler, içki, uyuşturucu...) fayda vermiyor, faydası şimşek hızıyla gelip geçiyor. Bunlar insanı bir müddet oyalasa bile kaçınılmaz sonla karşı karşıya gelindiğinde gerçek anlaşılıyor, fakat artık çok geç oluyor, iş işten geçmiş bulunu*yor.

Allah Teâlâ'nın kullarına verdiği beşerî bilgi araçları, hem geçerli ve yeterli oldukları alanlarda kullanılmaları hem de insanın içindeki ve dışındaki işaretleri (âyetler) okuyarak Rabbini bulması, O'nun irşadına kulak vermesi içindir. Bunları yerli yerinde ve amacına uygun olarak kullanmayan insan, bunlardan mahrum bu*lunan yaratıkların seviyesine inmiş olur. Ancak her nimetin bir hesabı olacağı için, o yaratıklardan farklı olarak insan sorumlu bulunuyor, emanetten hesaba çekiliyor.

Münafıklar da bir yandan akılları, diğer yandan zahiren uyum gösterdikleri Müslümanların dinden gelen bilgileri sayesinde dünya hayatlarını kısmen düzgün götürebiliyorlar. Fakat sıra iç dünyalarına, madde ve ölüm ötesi âleme ve ilişkilere gelince karanlıklar ve ıstıraplar içinde kalıyor, bocalıyor ve çıkmaza saplanıyorlar. Kesintisiz ilâhî irşad ve ışıkla desteklenmediğinde bir yakımlık ateşin, bir kibritin, bir şimşeğin ışığı kadar kısa ve yetersiz olan akıl ve beşerî bilgiler, onları bu çık*mazdan kurtaramıyor. (bk. Kur'an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsiri)

İlave bilgi için tıkalyınız:

Bakara Suresi 19. ayette geçen gökteki karanlıklar nedir, karanlıklarla ve verilen örneklerle ne anlatılmak isteniyor? Münafıkların dilsiz, sağır ve kör olmaları ne demektir?
 
Üst