Ateizme Karşı Hıristiyanlarla Yahudilerle İş Birliği?

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bediüzzaman ve Risalei Nur 23

Ebubekir Sifil - Milli Gazete, [email protected], 2011-01-30

Sait Nursi'nin ateizme karşı ehli kitapla birlikte hareket etmeliyiz demesi ne kadar tutarlı bir anlayıştır? Bildiğimiz kadarıyla komünizm ve ateizmi de başlatanlar ehli kitaptır. Öyle ise bu konu nasıl değerlendirilmelidir?

Kur'an-ı Kerim'in Ehl-i Kitab'ı birtakım konularda diğer gayrimüslimlerden ayrı tuttuğu malumdur. Müslümanlar için onların iffetli kadınlarıyla evliliğin ve kestiklerini yemenin caiz olması bu durumun somut yansımalarıdır.

Ancak bu "ayrıcalık" durumunun "hukukî" sahayla sınırlı olduğuna dikkat etmek gerekir. Ehl-i Kitap ile Müslümanların, sırf onların Ehl-i Kitap olması dolayısıyla bunun dışında özel bir yakınlık kurması ancak konjonktür gereği olabilir. Bu açıdan bakıldığında Bediüzzaman merhumun Komünizm ve onun tabii bir yansıması gibi algılanan Ateizm tehlikesini milletten uzak tutmak için şu veya bu şekilde bir "Allah inancı" taşıyan Ehl-i Kitap ile işbirliği yapılması yolundaki görüşünü anlamak mümkün. Konjonktür değiştiğinde şer'î maksat ve maslahatları gerçekleştirmeye katkı sağlayacak farklı işbirliklerine de gidilebilir.

Burada önemli olan iki nokta var:

1. Bu ilişki ve işbirliğinin "kalıcı bir tutum" olarak görülmemesi; esnek ve çok boyutlu olarak yürütülmesi. O gün için Komünizm ve Ateizm yaygın ve yakın tehlike idi.

2. Bu tür ilişki ve işbirliklerinin din algımızı ve itikadımızı belirleyen temel faktörler seviyesine çıkarılmaması.

Bediüzzaman merhumun, yaşadığı dönem için tesbit ettiği bir durumun ve ona bağlı olarak geliştirilen hareket tarzının bugünün dünyasında aynen devam ettirilmesi, ancak o durumun devamı halinde söz konusu olabilir. Şartlar ve dengeler değişmiş, yeni durumlara yeni çözümler bulmak gerekli hale gelmişse artık o tutumda ısrar etmenin "geçmişte hapsolmak"tan başka bir anlamı olmayacaktır.

Söz gelimi günümüzde Komünizm bir tehlike olmaktan çıkmış, onun yerini, hayatın farklı boyutlarına farklı yansımaları olan "dünyevileşme" almıştır. Modernizm, küreselleşme, çığırından çıkmış ve artık ideolojileşmiş bulunan teknoloji, onun doğurduğu çevre problemleri ve küresel ısınma, "Üçüncü dünya" denen coğrafyaların ve özellikle de İslam dünyasının ya fiili işgal altında bulunması ya da işgal yahut bölünme-parçalanma tehdidiyle yüz yüze bulunması gibi problemler bunların başında gelmektedir.

İşin ilginç yanı, bu problemlerin kaynağını Ehl-i Kitap ülkeler oluşturmakta, bunlara karşı direnişin simgesi durumundaki küreselleşme karşıtları, yeşil barışçılar gibi yapılanmalarsa genellikle ateistlerden, deistlerden... oluşmakta!

Bu durumda Ehl-i Kitap'la işbirliğini "kalıcı bir tutum" olarak devam ettirdiğimizde kime ve neye hizmet etmiş olacağımıza iyi bakmalıyız.

Dolayısıyla meseleye şöyle bakmanın doğru olacağını düşünüyorum: İslam'ın ve insanlığın maslahatı neredeyse, neyi gerektiriyorsa orada bulunmak ve onu yapmak. Bu, dün A konusunda Ehl-i Kitap'la işbirliğini gerektiriyorken. Bugün B konusunda başkalarıyla işbirliğini gerektirebilir.

Son bir nokta olarak altını çizmemiz gereken husus, Ehl-i Kitap'la işbirliğinin onlarla "yakınlaşma"ya dönüşmemesine dikkat etmek gerekir. Zira işbirliğinin dozu kaçırıldığında "yakınlaşma", bir süre sonra "ortak noktalarımız çok"a, oradan da "ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız"a varıyor; imanla inkâr arasındaki sınır ortadan kalkıyor. Dinlerarası Diyalog süreci başlamadan önce kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir Allah kulunun, Ehl-i Kitab'ın da cennete gideceğini söylediğine şahit olanınız var mı?...

Devam edecek...
 
K

Kaçak

Guest
Yakında adam kalmayacak ...
İhvan Forumdan Kaçak şöyle demişki diye başlayan reddiyeler yazacaklar ...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Müslümanlara , islam dünyasına dehşetli saldırılar, ateizm den değil, Hıristiyan-Siyonist güçlerinden geliyor.Bizde şöylemi desek: Bunlara karşı ateistlerle işbirliği yapılmalı! Safsata ,safsatadır, vesselam.
 

era

Asistan
Katılım
4 Ocak 2011
Mesajlar
487
Tepkime puanı
82
Puanları
0
Birbirimizle müşterek hareket etmediğimizden Müslüman'a en büyük zararı yine Müslüman veriyor. Diğerlerinin zararları muhakkak olmakla birlikte saf sıkı olursa, zarar döner zarar vermek isteyeni bulur.
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Söz gelimi günümüzde Komünizm bir tehlike olmaktan çıkmış, onun yerini, hayatın farklı boyutlarına farklı yansımaları olan "dünyevileşme" almıştır.

Ömrünüzde kaç ateistle muhatap oldunuz.. Sorulacak suallere verecek cevabınız var mı..
 

-Muhammed-

Profesör
Katılım
18 Kas 2010
Mesajlar
1,740
Tepkime puanı
234
Puanları
63
Ateistler kendileri inanmadıklarını açıkça ilan ediyorlar ama Müslümanlara sen niye inanıyorsun deyip vuruyor mu acaba merak ediyorum?


Yahudi ve Hristiyanlar bunu yapıyorlar da..
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Dün dünde kaldı bugün yeni şeyler söylemek lazım.
 
Katılım
19 Ocak 2011
Mesajlar
440
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Yaş
35
Bu sitede ateist bir foruma takılan kardeşimiz var inşaAllah o çok iyi bilir ateistler Hristiyanlara Yahudilere değil Müslümanlara saldırır, benden söylemesi ateistleri Ehl-i Kitap'tan daha çok sevenler var heralde aramızda, dikkat edin derim bir ateistle karşılaşmayın..

Ateist bir kişiyle din konuşursanız işi siyasete çekmeyeceksiniz çünkü ateist hemen siyasete çekecektir onun güçlü silahı o çünkü, eğer olursa kesinlikle fikri mücadeleniz sona erer...
 

era

Asistan
Katılım
4 Ocak 2011
Mesajlar
487
Tepkime puanı
82
Puanları
0
Sizin dediğiniz kim bilemem ama...Yakinen ateist tanıdıklarım ve onlarla konuşmuşluğum olduğu gibi ateistlerin bolca olduğu bir foruma da katılmışlığım var(dı) Şimdi söyleyeceğime diyalog isteklisi gibi bir zan içinde peşin refleks ve şartlanmışlıkla hemen atlamayın ama ateistlerin Müslüman'a bakış açısı ehl-i kitabın bakış açısı gibi değildir. Ehl-i kitap sahibinin inanç ve amelinde tahrif de olsa ortak pek çok nokta bulanabilir. Yaratıcıya inanmak bir kenara, ahlaki kaidelerde hiç olmazsa fikirsel bir uzlaşma yakalamak mümkün. Ateistlerde bu bile ciddi bir sual ve sorundur. Ayrıca ateistlerin ileri sürdükleri bütün argümanlar ile ehl-i kitabın ileri sürdükleri arasında epey mesafe var. Ve din gibi bizatihi hassas olan bir konuda "hangisinin İslam'a daha çok zararı var" gibi bir noktada takılmak bana göre abesle iştigal. Hepsi bir tarafa daha önce söylediğim gibi; bize bizden başka fazlasıyla zarar veren de yok.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bediüzzaman ve Risalei Nur 23

Ebubekir Sifil - Milli Gazete, [email protected],

Sifil hocanın yazı serisi devam ediyor. Sonraki yazılarından birkaç alıntı:

"S-30) Sait Nursi bugün en büyük farz İslam birliğidir derken, batıya karşıyken ve mütevazi bir hayat yaşarken bugün onun bağlıları neden aksi yolda gitmektedir?

Bediüzzaman merhumun "bağlıları" olarak ifade edilen kesimin homojen bir yapı göstermediğini, hepsi de Bediüzzaman'dan ve Risale-i Nur'dan beslendiğini söyleyen birden fazla yapı bulunduğunu daha önce vurgulamıştım. Esasen bu durum, kimsenin gizlisi değil. Bu bakımdan sorunun, belli kesimleri paranteze alarak sorulması ve cevaplanması gerekir.

"Nurculuk" diye ifade edilen yapı içinde mütalaa edilenlerin ekseriyetinin, geçtiğimiz asırda Müslümanlar tarafından "zararlı cereyanlar" arasında zikredilen "Batıcılık" bağlamında bugün farklı bir tavır içinde olduğu, bilhassa siyasî meselelerde Batıcıların tavrını/duruşunu andıran bir tavır/duruş benimsediği dikkat çekiyor. En azından onların Batı'ya Bediüzzaman merhumun baktığı gibi bakmadığı aşikâr.

Bunun, cemaat politikalarının ve faaliyet alanlarının muhafaza ve idamesi gibi bir gaye için benimsenmiş bir tutum olduğunun söylenmesi meselenin izahı için yeterli değil. En azından İslamî ilimlere, dolayısıyla "din anlayışına" taalluk eden kimi hususlarda Bediüzzaman merhumdan hayli farklı düşündükleri, artık ayrıca delillendirmeye ihtiyaç bırakmayacak kadar tebellür etmiş bulunuyor. Bunu tek bir sebebe irca etmek doğru ve açıklayıcı olmaz. Bu, başlıbaşına bir inceleme-araştırma konusu olduğu için şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

***

S–25) Risalelerde bariz hatalardan örnekler var mı? Örnek verebilir misiniz?

Beşer elinden çıkmış her eserde hata bulunması normal, hatta kaçınılmazdır. Dört mezhep imamının bile bizzat talebeleri veya mezheplerine mensup ulema tarafından hatalı olduğu söylenmiş ictihadları vardır. Hatta –hepsine selam olsun– peygamberlerden dahi "zelle" denen küçük sürçmeler sadır olduğu Akaid kitaplarımızda kaydedilen hususlardandır. Şu kadar var ki, onların geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır.

Dolayısıyla tıpkı beşer elinden çıkmış diğer eserler hakkında gibi Risale-i Nur'un da hatadan tamamen salim bir eser olduğunu mutlak olarak söylemek doğru değildir. Özellikle Üstad'ın Risaleler'i dikte ederken hafızasından başka herhangi bir kaynağa başvurmamış olduğu vakıası dikkate alındığında bu nokta daha bir anlaşılır olmaktadır. Bir kısım hadis rivayetlerinin mana ile, daha doğrusu akılda kaldığı kadarıyla nakledilmiş olmasını buna örnek olarak zikredebiliriz.

Ancak bu durumun Risale-i Nur'un temel karakterini ve kaleme alınış maksadını esastan etkileyen bir nakisa olmadığını da belirtmek gerekir. Bu vesileyle belirtmiş olayım ki, bu sözlerimin, "Risale-i Nur'da hatalar varmış, dolayısıyla bu eser okunmamalı" tarzında anlaşılmasına ve yayılmasına rızam yoktur. Ben hasbel kader okuyan-yazan bir insan olarak Risale-i Nur'dan müstağni kalamadığım gibi, başkalarının da ondan istifade etmesini isterim.

***

S–26) Risaleleri okumak ve başka eser okumamak yeterli midir?

Bunun doğru olduğunu söyleyemeyiz. Risaleler'de söylenenlerin izah ve beyanı için dahi olsa insan başka eserlerden istifade etmek mecburiyetindedir. Normal olarak bir insanın Risale-i Nur ile yetinebileceğini, başka eserlere ihtiyaç bulunmadığını söyleyenler varsa şayet, onlara Risale-i Nur ile yetinerek nasıl namaz kılıp oruç tuttuklarını sormak gerekir. Risale-i Nur'un neresinde temel ibadetlerle ilgili –ancak bir ilmihalde bulunabilecek– detaylar vardır? Yahut Efendimiz (s.a.v)'in ve Sahabe'nin hayatını, İslam tarihini ya da Kur'an ayetlerinin tamamını ihtiva eden bir tefsir okumak isteyen bir kimse sadece Risale-i Nur okuyarak bu emeline nasıl nail olabilir?

Açıktır ki, Risale-i Nur bir fıkıh kitabı olmadığı gibi, tefsir, hadis, kelam/akaid, tarih… kitabı da değildir. İçinde bu ilim dallarının her birine taalluk eden bahisler, cüzler bulunmakla birlikte onu, bu ilim dallarından her birinden müstağni kılan bir eser olarak tavsif etmek ilim adına isabetli bir davranış olmaz. Aklı başında hiç kimse de böyle bir iddiada bulunmaz.

***

Üslup ve dil özellikleri dolayısıyla Risale-i Nur'un herkes için kolay anlaşılır bir kitap olduğunu söylemek mümkün değil.

***

"Nurculuk" diye ifade edilen yapı içinde gerek Risale-i Nur'a ve siyasete bakışları, gerekse "hizmet" anlayışları, etkinlik… bakımından birbirinden farklı 40 kadar grubun bulunduğu ifade edilmektedir.

***

Bilindiği gibi hizmet alanlarının genişliği ve etkinlik bakımından Nurcu grupların en önde geleni hiç şüphesiz Fethullah Gülen hocaefendiye bağlı olandır. Nurcu grupların bir kısmını da etki alanı içine aldığı gözlenen bu yapının, Risale-i Nur ve Bediüzzaman vurgusunu devam ettirmekle birlikte, farklı bir yönelim gösterdiği de dikkat çekmektedir. Bilhassa Dinlerarası Diyalog çalışmaları ve Hocaefendi'nin ABD yılları ile birlikte hayli etkin ve yaygın bir "farklılaşma süreci" yaşandığını gözlemliyoruz. Dünyaya açılma, okullaşma, ekonomik ve sosyal hayattaki faaliyetler alışılagelmiş Nurculuk'tan farklı, "modernleşmiş" bir yapının söz konusu olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Buradaki "modernleşmiş" tesbiti hareketin dünyaya bakan yüzüne olduğu kadar, dine bakan, "din telakkisini" ifade eden yüzüne de işaret etmektedir. Dolayısıyla bu oluşuma "Nurculuğun dönüşümü" demenin daha isabetli olacağını söyleyebiliriz.

***

Nur cemaatinin siyaseti "şer" olarak gördüğünü söylemenin doğru olmadığı kolayca anlaşılıyor. "Şer" nitelemesini Bediüzzaman, oy verme noktasında CHP veya DP'den birini tercih bağlamında kullanmıştır. İkisini de "şer" olarak nitelendirdiği bu partilerden birinin (DP) diğerine göre "daha hafif/az şer" olduğunu ifade maksadıyla "ehven-i şerreyn" ıstılahını kullanmıştır.

... Bediüzzaman merhum, Nur şakirtlerini DP iktidarını "fiilen destekleme" istikametine sevk etmiştir. Emirdağ Lahikası-2/sf 22'de yer alan satırlar bu noktada açıklayıcıdır.

Kaynak: http://www.ebubekirsifil.com
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
Müslümanlara , islam dünyasına dehşetli saldırılar, ateizm den değil, Hıristiyan-Siyonist güçlerinden geliyor.Bizde şöylemi desek: Bunlara karşı ateistlerle işbirliği yapılmalı! Safsata ,safsatadır, vesselam.

ama her hristiyan veya yahudi saldirmiyor,belli bir kesim.
Burada kastedilen kesim zalim olanlar degil.
Ehveni ser misali daha az azarlilarla birlikte daha cok zararli olanlara karsi mücadele anlaminda anliyorum ben.
Zamaninda komunistler hristiyanlardan daha zalimdi,o yüzden böyle demisdir bediuzzaman.Simdi komunizim yok baska zalimler ön planda,evangelikler mesela,siyonistler mesela,bunlara karsi daha az zararli olanlarla isbirligi yapmak neden yanlis olsun.
Her kafir islam düsmani degil.aralarinda müslümanlara düsman olmayan zalim olmayanlarda var.Bunlari bulmak ve bunlarla birlikte zulme karsi isbirligi yapmak anlaminda....

Ayrica asagdaki bilgileride dikkate alirsiniz insaAllah:

İmam-ı Birgivi Tarikat Tekmile'sinde:

- Sana zarar verecek kişiyle karşılaşırsan zararından korunacak şekilde muhatap olman haram değil, belki müstehaptır, diyerek 'İnsanları idare ile emir olundum' hadisini hatırlatıyor.

Hafız-ı Şirazi'nin meşhur sözünü de burada nakleden Birgivi şöyle diyor:

- Akıllı insan dostlarına ikram edip, düşmanlarını da idare edendir!

Şu olayı da misal olarak zikretmektedir.

- Efendimiz'in (sas) kapısına gelen bir kişi içeriye girmek için izin istemişti de, gelenin kim olduğunu sorunca, falan aşiretin adamıdır, denmiş: - O şerli kimsedir buyursun gelsin! diyerek, güler yüzle karşılamıştı. Çıkıp gittikten sonra sormuşlardı:

- Hem aşiretin şerli adamıdır buyurdunuz, hem de güler yüzle muhatap oldunuz? Buyurmuştu ki:

- İnsanların şerlisi, şerrinden korunmak için idare edilmelidir!

Demek ki, size zarar vereceğini düşündüğünüz kimselerle iyi münasebet içinde muhatap olup düşmanlık meydana getirecek sözlerden kaçınmakta isabet vardır. Bu ikiyüzlülük de değildir. İlle de iyi münasebeti yok edecek sözler söyleyerek arayı açmak gerekmez.

İmam-ı Birgivi Hazretleri burada, "Acı da olsa hakkı söyle" hadisini izah ederken diyor ki:

- Şayet sana ve başkasına bir zarar gelmeyecekse hakkı söyle! Ama şiddetli bir zarar gelecekse susup idare etmek günah değil, belki bazı yerlerde müstehap bile olabilir.

Birgivi Hazretleri, gelecek zararı anlatırken de misal vermekte ve görevinden seni uzaklaştırmak yahut da bulunduğun beldeden istemediğin bir beldeye sürmek gibi zararlara sebep olacak doğrulardan kaçınmak da caizdir, demektedir.

Efendimiz (SAV) ‘min Mekke döneminde yapmayı çalıştığı , İslam’ın gönüllere girmesinim yanında , işte bu güç dengesinin kurulması ve Müslümanların kendi dinlerini yaşayıp , yaşatmasına imkan sağlanabilme cehdidir. Yoksa , acaba Ebu Cehil’lerin istediği , zulüm karşısında 70-80 Sahabenin habeşistana Hicret etmesi değil , kendilerine “Don Kişat” vari bir saldırı yapıp , Müslümanları öldürmek idi. Efendimiz (SAV) bu oyuna düşmedi , “güç dengesini” kuruncaya kadar , Temsil , Tebliğ ve aktif sabır ile –sebebler planında- Medine dönemini inşa etti.

Müslümanlar ,adete bir köy haline gelen global dünya konjöktüründe , ilmi , medeni , maddi ve askeri bir “Güç Dengesini” kurmadan Fiil’i savaştan kaçınmalıdırlar. Çünkü bu “yılanlarla savaşıp akreblere yer açmaktan”(3) öteye bir menfaat sağlamamaktadır.Evet , güç dengesinin olmadığı bir yerde müslümanları ringe çıkarmak müslümanın kendi dindaşına yapabileceği en büyük zulümdür Güç dengesi kuruluncaya kadar Aktif Hizmet ederek ,dua ve sabırla güçlenmek esas olmalıdır !



Soru
Bir müslüman ülke bir gayrimüslim ülkeyle savaşta ortak düşmana karşı ittifak oluşturabilir mi? Peygamber efendimiizn gayr-i müslimlerle kurduğu ittifaklar var mıdır?

Hz. Peygamber(a.s.m) Mekke fethinden sonra Huneyn ve Evba gazvelerinde müşriklerle beraber hareket etmiş, havazin ve sakif kabilelerine karşı birlikte savaşmıştır.

Müslümanların yararına olduğu takdirde, gayr-ı Müslim bir ülkeyle ortak düşmana karşı birlikte savaşmakta bir sakınca yoktur. Osmanlı devleti, 1.ci cihan harbinde Almanya ile birlikte hareket etmiştir.

Efendimiz (SAV) Hayat-ı seniyyelerinde sürekli İslamı temsil etme ve gönüllere nakşetme gayreti içinde bulunmuş, bunun tesisi içinde zaman zaman gayr-i müslimler ile ittifak ve birliktelikler tesis etmiş, ihtiyaç dahilinde onların himayesine girmekten sakınmamıştır. Efendimiz (SAV) her müşriki, her Hıristiyan’ı , her Yahudiyi aynı statütede değerlendirmemiş, zaman zaman İslam’ın geniş kitlelere ulaşması ve İslamın Temsilinin gösterilmesi adına gayri-müslimlerle ittifak tesis etmiştir.

Müşriklerle kurulan İttifaklar:
1-) Müşrik Huzaa Kabilesi ile Hudeybiyye Antlaşmasında kurulan İttifak :
Hicret’in 6.cı senesinde, Efendimiz (SAV) ‘in ve Sahabeyi Kiramın Mekke‘ye duydukları Hicranı giderme adına , Peygamberimizin (SAV) gördüğü Sahih bir Rüyaya istinaden Umre yapmak üzere yola koyulurlar. Niyetleri savaş yapmak olmadığından , sadece kendilerini koruma amaçlı aldıkları sınırlı silahlanma ile Hudeybiye adlı bir kasabada konaklamışlardır! Hz. Peygamber (SAV) yolculuk öncesi Busr b. Süfyan’ı Kureyşlilerin durumunu öğrenmesi ve onlara Müslümanların savaşmak için değil , Umre etmek amacıyla harekete geçtiklerini anlatması için Mekke’ye göndermiştir. Müslümanların harekete geçtiğini duyan Kureyşliler Müslümanların kesinlikle şehre sokulmaması hususunda karar almışlar ve Halid bin Velid öncülüğünde askerî birlikler oluşturmuşlardır. Hz. Peygamber (SAV) konaklama sırasında çevredeki Arap kabileleri ile görüşmeler yapmış, savaş gibi bir niyetinin olmadığını, amacının yalnızca umre ibadetini yerine getirmek olduğunu bu kabilelere de anlatmıştı. Bu kabilelerden birisi Huzaa kabilesi idi. Hz. Peygamber (asm) bu kabile vasıtasıyla Kureyşliler ile diyalog kurmak istiyordu. Hz. Peygamberin (asm) Kureyşliler ile anlaşma zemini ararken aracı olarak Huzaa kabilesini seçmesi Kureyşlilerin ısrarlı bir şekilde uzlaşmaya yanaşmamalarından kaynaklanıyordu. Huzâa kabilesi, Müşrik bir kabile olmasına rağmen Müslümanlarla bu noktada müttefik oldular. Uzun görüşmeler sonucu varılan Hudeybiye Antlaşmasında , müşrik olan Huzaa kabilesi Müslümanlarla aynı safta yer alırken, Kureyşliler müşrik olan Bekiroğulları kabilesi ile müttefik kurmuş ve Antlaşma bu şekliyle bizzat Efendimiz (SAV) tarafından imzalanmıştı. (1)
2-) Ebu Talib ve Mut’im bin Adiyy‘in himayesine girmesi :
Bilindiği gibi Ebu Talib, çocukluğundan itibaren Efendimiz (SAV) 'min velinimeti olmuş, onun büyümesinde, hayata atılmasında ve bir meslek sahibi olmasında ona her bakımdan yardımcı olmakla kalmamış, aynı zamanda devamlı olarak onu toplum içinde de desteklemiştir. Hatta kendisi onun yeni inancını, Müslümanlığını kabul ettiğini açıklamamasına rağmen, bu yolda ona yöneltilen baskı ve tecavüzlere göğüs germiş ve o sayede Efendimiz (SAV), Mekke'de onun himayesi altında yaşayabilmiştir. İşte onun ölümü müşrikleri, artık Hz. Peygamberi himayeden mahrum kalan biri olarak görmelerine yol açacaktır. (2) Ebu Talib’in ve Hz. Hatice (RA) vefatını müteakiben, kısa bir süre de olsa Ebu Leheb gibi azılı bir islam düşmanının koruması altına girmiş, onun himayesini çekmesiyle birlikte kendisini koruyacak bir güç aramak üzere Mekke dışına çıkmak mecburiyetinde kalmış, bu nedenle Taif’e gitmiştir. Taif’te de istediği desteği alamayan Efendimiz (SAV) , Mekke’ye geri döndüğünde Mekke’ye alınması için bir Kefil istendiğinde, O (SAV) Mutim b. Adiyy’e haber göndererek onun himayesine girmek istediğini belirtti, o da Resulullah’ın teklifini kabul etti. Çocuklarını ve kabilesini toplayarak hepsinin silahlarını kuşanıp Kabenin rükünlerinde bulunmalarını istedi ve onlara Muhammed’i himaye altına aldığını söyledi. Buna göre kendilerinin can güvenliğini sağlayacak mensuplarını himaye edip hürriyetlerini temin edecek cahili kanun ve adetlerden yararlanmak İslam davetçileri için meşru bir hak olmaktaydı .(3) Nihayet Ebu Bekir (RA) gibi büyük bir sahabinin de Habeşistan’a Hicret yerine Müşrik İbnü’d Duğunne’nin himayesi altına girmeyi kabul ettiğini görüyoruz (4)
3-) Mekke Fethinde henüz Müşrik olan Ebu Süfyan’ın evi ile Kabe’yi eşit zikretmiş:
Efendimiz (SAV), Mekke Fethedildiğinde kendisini kendi vatanından çıkaran, kendisine Hayat Hakkı tanımayan ve o dönem müşrik olan Ebu Süfyan ve Mekke’nin ileri gelenlerini, hiçbir şekilde cezalandırmamış, onlara bir itab mahiyetinde bu yaptıkları zulmü onlara hatırlatmamakla beraber, hatta “Kabe’ye sığınan emniyette olduğu gibi, Ebu Süfya’nın evine sığınan da emniyettedir” buyurarak, müşrik Ebu Süfyan’ın evini emniyet ve sığınma bakımından Kabe ile beraber zikretmiştir. (5)
B) Ehl-i Kitab ile kurulan İttifaklar
1-) Medine Vesikası bünyesinde yahudilerle kurulan İttifak :
Elli civarında Maddeden oluşan, Müslümanlar ile Medineli arap ve yahudi kabileleri arasında karşılıklı Hak ve vazifeleri tanzim eden, Medine vesikası adı verdiğimiz, dünyada bir devletin ortaya koyduğu ilk Anayasayı da Allah Resulu yürürlüğe koymuştur. Bu metnin 2. ve 25. maddelerinde, yahudi ve müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmış olduğunu, müslümanlar ile yahudilerin birlikte bir ümmet olduklarını zikredilmiş olması, din hürriyeti açısından bir ilktir. Yahudilere yapılacak bir saldırı aynen Müslümanlara yapılmış gibi kabullenilecektir denmiştir. (6)
2-) Habeşistan Melîki Hıristiyan Necaşi’nin himayesi :
Allah Resulu (SAV) peygamberliğinin 5.senesinde, Mekke müşriklerinin amansız işkenceleri ve tazyikleri karşısında takriben 100 Müslümanın Hıristiyan Melik Necaşi’nin memleketi olan Habeşistan’a hicretlerini arzu etmiş ve bu düşüncesini şu ifadelerle belirtmiştir: “İsterseniz ve elinizden gelirse, Habeşistan’a iltica ediniz. Zira orada hüküm süren Kralın topraklarında kimseye zulüm edilmez. Orası doğru ve emin bir yerdir, Allah asan edinceye kadar orada kalın” demiş, ve bir Hıristiyan Melikin idaresindeki Habeşistan’a kendi Ashabının Hicret etmesini istemiştir (7)
(1) İbn Hişam, Sîre, 3/321-338; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C. 13-14, Şamil Yayınevi, İstanbul 1981, s. 129-137
(2) İbn-i Hişam, Sire, 2/ 57-59
(3) İbn-i Hişam, Sire, 2/ 60-75
(4) İbn Hişâm, es-Sire, 2/ 485 ; Buhâri, Menâkıb, 45
(5) Ebu Davut, Harac 25
(6) İbn-i Hişam, es-Sire, 1/501-504; Hamidullah,el-vesaik ,s.,63-73, Hamidullah, İslam peygamberi, I,206-210
(7) Hamidullah, el-Vesaiku’s – Siyasiye (trcm Vecdi Akyüz) , İstanbul 1997 s.115; Hamidullah, İslam peygamberi, I,297.
Dr. Emin Şimşek
 
Üst