Ata yurdun kandilleri

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
ATA YURDUN KANDİLLERİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Semerkand göz bebeğimizin ötesinde Türkistan’a hayat veren ışık kaynağıdır. Öyle bir ışık kaynağı ki; Timur kapısına varanlar; karşılarında tüm heybetiyle önce Taşkent, daha sonra birçok medeniyetin oluşumuna beşiklik etmiş Semerkand’ın büyüsüne kapılıp geçtiklerini dile getirmişlerdir.
Anlatılan ve yazılanlardan öyle anlaşılıyor ki; Semerkand hislerimizin tercümanı olmak bir yana onu görmekle bile ilmin ne olduğunu idrak etmek demektir. Bu yüzden Timur Semerkand’a değer vermekle kalmamış başkentte yapmıştır. Semerkand tüm ihtişamıyla bugün bile dünyanın ilgi odağı halde. Hele meşhur Registan Meydanına renk katan adından söz ettiren şu üç medrese (bugünkü manada üniversite) var ya, Semerkand’a eşsiz güzellik kazandıran üç şahika eserimiz olarak dikkat çekmekte hala. Malum bu üç şaheserden birine Uluğ Bey adı verilmiş. İyi ki verilmiş, Uluğ Bey kurduğu rasathane ile insanlığa soluk aldırmış bir keremimizdir. Üstelik kurulan bu üç medrese ilerisinde kurulacak Selçuklu Nizamiye Medresesine de ilham olmuş, günümüzde ise Paris, Qxford, Montpelier ve Cambridge gibi birçok üniversitelerin oluşumuna dayanak teşkil etmiştir. Tarih boyunca nice şairlerimiz, nice ulemalarımız ve nice gönül erenleri bu medreselerden geçip hem eğitilmişler, hem de eğitmişlerdir. Derken buralarda yetişip mezun olanlar dünyayı aydınlatan ışık kandilleri olmuşlardır.
Buhara da öyledir. İmam Buhari’nin ismi bile bu şehri tek başına anlatmaya yetiyor. O kadar hoş bir isim ki; her adını duyduğumuzda ruhumuzda esintiler oluşur. Belli ki kelimelerin bile ifade etmede zorlanacağı Buhara’nın kendine has hoş bir tılsımı var. Belki de bu tılsım ora da medfun bulunan Tabiin ve Saadat-ı Kiramın ervahları, ya da İmam Buhari’nin nefesinden kaynaklanan bir hoş sedadır. Dahası bu tılsım yükselişimizde bizi ötelere taşımış, düşüşümüzde ise can evimizden vurulmuşçasına çığlık attırmıştır hep. Nitekim Yavuz Bahadıroğlu bir romanına ‘Elveda Buhara’ demiş, hatta romanında hüzünle Buhara yanıyor diye çığlık atar da. Yine de içimizden ona elveda demek gelmiyor. Nasıl diyelim ki, tarihi süreç içerisinde Moğol kasırgasının tahribatı sonucu, o beldeler defalarca harabelere dönmüş olsa da hele şükür yıkılmadım ayaktayım dercesine gönüllerde hala taptazedir. Bundan dolayı Buhara’sız olamayız. Kaldı ki onu dem bu dem Gavs-ı Bilvanisi'nin Buhara dediği Menzil'e adını yazdık bile.
Nasıl ki Semerkand için Uluğ Bey medresesi nasıl bir anlam ifade ediyorsa Buhara içinde Mir-i Arab medresesi bir başka anlam ifade eder. Zira Mir-i Arab Allah Resulünün on birinci göbekten torunudur. Bir rivayete göre gördüğü rüya üzerine buralara gelip tasavvufla yüzleşmiş, derken onun isteği doğrultusunda birde medrese inşa edilip bu ad verilmiş. İşte tarihte nice hükümdarların inşa edilen külliye içerisinde medfun Mir-i Arab’ın ayakucunda yatmak için can atmaları bunun içindir. Tıpkı bu Timur’un Semerkand’taki hocasının merkatı ayakucunda yattığı duyguya benzeyen bir haleti ruhiyenin bir başka yansımasıdır bu. Kaldı ki Mir-i Arab Arap kökenli olmasına rağmen bugün Özbeklerce en büyük rehber kabul edilen bir zattır. Hatta batılılar böylesine Peygamber torunu zatı bağrında taşıdığından olsa gerek Buhara’ya Müslümanların Roma'sı demişlerdir. Tabii bitmedi, dahası var; Gavs-ı Sani'ye (k.s) gelen şecerede Abdühalik el Gucdevani, Mahmut İnciri Fağnevi, Hoca Ali Ramiteni, Muhammed Babasemmasi, Hace Muhammed Parse, Seyyid Emir Külal, Şah-ı Nakşibendî gibi birçok meşayihi kiram da Buhara’da medfunlar. Malum buralara ziyarete gelenler etrafı çiçeklerle bezenmiş merkatlarına yönelip himmet diliyorlar. Sevenlerin bu yönelişine sevgi seli yetmiyor da. Anlaşılan ata ocağında madde manalaşmış durumda. Böyle giderse Buhara bize taze bir nefes veya fikrimizin gülü olmaya devam edecek gibi.
Peki ya Taşkent, o da İpek yolunun süsü ve can damarı konumunda bir başka göz bebeğimiz. Zerdüştler döneminde Çaçkent, Araplarda Şaşkent, Türkler tarafından ise Bilkent denilmiş olsa da şehrin taştan yapılması hasebiyle günümüze kadar burası Taşkent ismiyle anılmıştır. Buralara kimler gelmemiş ki. Şöyle bir tarihe bakın; Kuteybe İbn Müslim’in Zerdüştlerin saltanatına son veren fütuhatından tutunda Cengiz’in bir savaş esnasında attan düşüp yaralanmasına kadar bir dizi ilginç hadiselerin yaşandığı ve Timur’un altı kez gelip de sonrasında torunu Uluğ Bey’e emanet ettiği birçok hatıralara tanıklık etmiş bir şehirdir Taşkent. Nitekim Uluğ Beyin elinde Taşkent yeni bir veçheye kavuşur da. Anlaşılan bu emanet birçok el değişse de tüm cazibesiyle kendi mecrasında günümüze kadar bir şekilde yoluna devam edebilmiştir. Bugün Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte toparlanıp 4,5 milyon nüfusuyla insanlığa sörf yapması bunu teyit ediyor zaten. Zira 1917 yılında gerçekleşen Bolşevik devrimiyle Lenin heykellerinin izleri kazınıp yerine Emir Timur heykellerinin yerleştirmesinin akabinde yeniden tarihle yüzlenilebilmiştir. Sanki Timur aramıza dönmüşcesine dikilen heykeliyle; işte karşınıza çıkıp, eğilmeden bükülmeden bıraktığım yerden yeni ufuklara doğru yürüyorum diyor adeta. Madem öyle Taşkent Semerkand’tan sonra Özbekistan’a layık ikinci başkent olmayı çoktan hak etti bile. Öyle ki, bugün Taşkent artan nüfusuyla Ankara ile yarışır haldedir.
Taşkent denilince elbette ki sadece taş mimarisi aklımıza gelmez. Ali Şir Nevai hep akla gelir. Bu yüzden Özbekler hemen hemen her alana onun ismini vermişler. Zira onlar bahçeye bağ derler, bununla da yetinmemişler Nevai bağı demişler. Türkçenin mümtaz savunucusu Ali Şir Nevai'ye hürmet bunla da sınırlı kalmayıp onun adına Taşkent’in göbeğinde büyük bir anıtta dikilmiş. Çünkü o, abide bir şahsiyettir. Bakın, Dilde fikirde işte birlik ülküsünü gönüllerimize işleyen bülbülümüz için adına birçok yerde kurulan Navoy Kütüphane, Navoy Opera vs. gibi kuruluşlar gözden kaçmıyor da. Belli ki unutulmamış, unutulmaz da.
Gelelim şimdi Hiva’ya. Bu şehir Allah dostlarının mekân tuttuğu, sevgi ocaklarının yeşerdiği bereket toprağıdır. Dahası İbn-i Batuta, Yakubi, İbni Fadlanlar buralardan geçmişler. Malum Hiva’ya ilk temel taşı Âdem (a.s)'dan sonra ikinci ata Nuh (a.s)'ın üç oğlundan sadece Sam'a nasip olmuştur. Bu yüzden Sam buralarda temel harç olarak bilinir. Peki, bu temelin binası kim derseniz, hiç kuşkusuz Allah Resulünün akrabası Şahı Zinde’den başkası değildir. Zaten bu nübüvvet gülü burada medfundur. Bilmem daha ötesini anlatmaya gerek var mı?
Velhasıl; bu altın şehirleri anlatmaya ne dil, ne kitap, ne bir kelamın gücü yetiyor, ne de onu hakkıyla dile getirecek bir şiirimiz var. Ancak dil bu kadar şadan.
Vesselam.

http://www.bayburtpostasi.com.tr/ata-yurdun-kandilleri-makale,5033.html
 
Üst