gumus_Tesbih
Paylaşımcı
Aşk kutsal mı?
Zehirli bala benziyor aşk. Tadı bir, sancısı bin.
Maşukunu kıskanıyor âşık. "Kan tükürsün adını candan anan dudaklar" diyor, derin acılarla kıvranıyor.
Araya ayrılıklar giriyor, ateşler içinde yanıyor âşık.
Bazen karşılık bulamıyor aşkına, keder uçurumlarına yuvarlanıyor.
Ardından büyük bir boşluk!
Hayat azap oluyor, dünya zindan!
Gözyaşları, içine kapanmalar, 'kendini intihar ederim'ler...
Şiirlerden, şarkılardan acı dolu çığlılar damlıyor hayata.
Aşk karşı cinse duyulan arzunun his ve edebiyat versiyonu gibi geliyor bana.
Onu şiirlerle, şarkılarla, romanlarla, filmlerle 'ulvileştirme' çabası gerçeği perdeliyor.
"Aşk kutsaldır!" yalanını uyduruyorlar.
Bu şiirleri, öyküleri okuyanlar, sinema perdelerine dalıp gidenler, bir an önce aşık olmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar.
"Herkes âşık, ben niye aşık olamıyorum acaba?" diye soruyor insanlar yalnız başlarına kalınca.
Ardından, "Bende bir eksiklik var galiba" diyor, kendilerinden kuşku duyuyorlar.
Âşık olmak için fırsat kolluyorlar âdeta.
Sonra, tanıdık birine duydukları arzuyu yüceltiyor, filmlerde gösterilen rolleri oynamaya başlıyorlar.
Kızlar Leyla, Aslı, Jülyet, Şirin, Zühre ve Türkân oluyor.
Erkekler ise, Mecnun, Kerem, Romeo, Ferhat, Tahir ve Ayhan.
Ve bu trajik oyuna iyice kaptırıyorlar kendilerini!
Zindanlarını kendi elleriyle yapıyor, çıkış kapılarını kilitliyor, anahtarları da fırlatıp atıyorlar, kayıp denizlere taş atar gibi.
Hadi itiraf edelim... Biz biraz da âşık olmak için âşık oluyoruz!
Özellikle, dini içerikli, ya da din kokulu bazı kitaplarda 'mecazî' aşkın yüceltilmesi ve bir kutsal gaye gibi gösterilmesi, önce nefsi harekete geçiriyor, sonra da kalbe tesir ediyor.
Yazar, belki de mecazî aşkı basamak yapıp ilâhî aşka ulaştırmak istiyor okuyucusunu. Ama tehlikeli bir yol bu. Çünkü perdeyi delip ilâhî aşka ulaşanlar pek az.
Şiirsel bir üslupla yazılmış dinî kitaplara, manevi feyizlerle ruhunu beslemek için yöneliyor okuyucu. Fakat önündeki sayfalarda aşkın ulviyetini okuyor, bir fetva almışçasına içi rahat, aşk ateşine atıyor kendisini.
Sonra da roller geliyor ardından; özlemler, beklentiler, acılar, sitemler geliyor.
Nereye kadar? "Artık benimsin diyene kadar".
Her türlü visal öldürüyor bu aşk heyulasını.
Kabuk kırılır kırılmaz, istek ve beklentiler çıkıyor içinden, azgın nefis hayvanı fırlıyor dışarıya.
Bunu, Yusuf Kıssası ne güzel anlatır...
Züleyha, evinde büyüyen güzel gence 'âşık'tır.
Yanar tutuşur Yusuf için.
Onu tanıyanlar hemen sezerler bu durumu. Şehrin sosyetesi dedikodu eder, "Aşkından kalbinin zarı yırtılmış kadının" derler.
Ne yapar Züleyha?
Evde yalnız kalır kalmaz, ilk fırsatta, bütün güzelliği ve cazibesiyle Yusuf'a yönelir, "Hadi gel!" der.
İşte kutsallaştırılan aşkın meyvesi.
Yusuf reddeder onu, ama nafile, kadın bırakmaz peşini.
İffetini yırtamayınca, Yusuf'un gömleğini paralar.
Sonra zindan yılları başlar Yusuf için.
Kıssa sürer gider bu minval üzere.
Biz hisseye bakalım!
Kur'an'ın aşkı anlatışı da budur işte!
Zehirli bala benziyor aşk. Tadı bir, sancısı bin.
Maşukunu kıskanıyor âşık. "Kan tükürsün adını candan anan dudaklar" diyor, derin acılarla kıvranıyor.
Araya ayrılıklar giriyor, ateşler içinde yanıyor âşık.
Bazen karşılık bulamıyor aşkına, keder uçurumlarına yuvarlanıyor.
Ardından büyük bir boşluk!
Hayat azap oluyor, dünya zindan!
Gözyaşları, içine kapanmalar, 'kendini intihar ederim'ler...
Şiirlerden, şarkılardan acı dolu çığlılar damlıyor hayata.
Aşk karşı cinse duyulan arzunun his ve edebiyat versiyonu gibi geliyor bana.
Onu şiirlerle, şarkılarla, romanlarla, filmlerle 'ulvileştirme' çabası gerçeği perdeliyor.
"Aşk kutsaldır!" yalanını uyduruyorlar.
Bu şiirleri, öyküleri okuyanlar, sinema perdelerine dalıp gidenler, bir an önce aşık olmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar.
"Herkes âşık, ben niye aşık olamıyorum acaba?" diye soruyor insanlar yalnız başlarına kalınca.
Ardından, "Bende bir eksiklik var galiba" diyor, kendilerinden kuşku duyuyorlar.
Âşık olmak için fırsat kolluyorlar âdeta.
Sonra, tanıdık birine duydukları arzuyu yüceltiyor, filmlerde gösterilen rolleri oynamaya başlıyorlar.
Kızlar Leyla, Aslı, Jülyet, Şirin, Zühre ve Türkân oluyor.
Erkekler ise, Mecnun, Kerem, Romeo, Ferhat, Tahir ve Ayhan.
Ve bu trajik oyuna iyice kaptırıyorlar kendilerini!
Zindanlarını kendi elleriyle yapıyor, çıkış kapılarını kilitliyor, anahtarları da fırlatıp atıyorlar, kayıp denizlere taş atar gibi.
Hadi itiraf edelim... Biz biraz da âşık olmak için âşık oluyoruz!
Özellikle, dini içerikli, ya da din kokulu bazı kitaplarda 'mecazî' aşkın yüceltilmesi ve bir kutsal gaye gibi gösterilmesi, önce nefsi harekete geçiriyor, sonra da kalbe tesir ediyor.
Yazar, belki de mecazî aşkı basamak yapıp ilâhî aşka ulaştırmak istiyor okuyucusunu. Ama tehlikeli bir yol bu. Çünkü perdeyi delip ilâhî aşka ulaşanlar pek az.
Şiirsel bir üslupla yazılmış dinî kitaplara, manevi feyizlerle ruhunu beslemek için yöneliyor okuyucu. Fakat önündeki sayfalarda aşkın ulviyetini okuyor, bir fetva almışçasına içi rahat, aşk ateşine atıyor kendisini.
Sonra da roller geliyor ardından; özlemler, beklentiler, acılar, sitemler geliyor.
Nereye kadar? "Artık benimsin diyene kadar".
Her türlü visal öldürüyor bu aşk heyulasını.
Kabuk kırılır kırılmaz, istek ve beklentiler çıkıyor içinden, azgın nefis hayvanı fırlıyor dışarıya.
Bunu, Yusuf Kıssası ne güzel anlatır...
Züleyha, evinde büyüyen güzel gence 'âşık'tır.
Yanar tutuşur Yusuf için.
Onu tanıyanlar hemen sezerler bu durumu. Şehrin sosyetesi dedikodu eder, "Aşkından kalbinin zarı yırtılmış kadının" derler.
Ne yapar Züleyha?
Evde yalnız kalır kalmaz, ilk fırsatta, bütün güzelliği ve cazibesiyle Yusuf'a yönelir, "Hadi gel!" der.
İşte kutsallaştırılan aşkın meyvesi.
Yusuf reddeder onu, ama nafile, kadın bırakmaz peşini.
İffetini yırtamayınca, Yusuf'un gömleğini paralar.
Sonra zindan yılları başlar Yusuf için.
Kıssa sürer gider bu minval üzere.
Biz hisseye bakalım!
Kur'an'ın aşkı anlatışı da budur işte!