Asıl Olan Gönül Terbiyesi (MERHUM MUSA TOPBAŞ EFENDIDEN)

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
Asıl Olan Gönül Terbiyesi



Bir bayram günü ahbab ziyaretleri arasında Aksaray’daki kardeşimiz Oğuz Aydınol Bey’in pederleri Ali Haydar Aydınol Bey’e uğranıldı.

Misafir odasına girdiğimizde odanın tabandan tavana kadar resimlerle dolu olduğunu gördük.

Bunlar, muhtelif zamanlarda çekilmiş yüzlerce insan sureti idi.

Muhterem Üstazımız-kuddise sirruh– Hazretleri, orada mutad sohbetlerinden birinin açıklamasını yaptılar. Sohbet çok verimli ve huzurlu oldu. Ne duvardaki resimlerden bahsedildi, ne de Muhterem Üstazımızın nurlu yüzlerinde bir neşesizlik, huzursuzluk müşahede edildi.

O muhterem insân-ı kâmil; kalb, gönül mevzuları üzerinde titizlikle dururlardı. Oradan ayrıldıktan sonra devlethaneye dönünceye kadar da, o mevzu ile alâkalı bir kelâm etmediler. O büyük Allah dostu bilirdi ki, kalb-i selime vasıl olan her şeye vasıl olmuştur. Her şeye kavuşan da, Allah’ın izniyle, her hatalı halini kolaylıkla terk eder. Ve her işi Rabbısının izniyle yerli yerinde olur. Nitekim, bir sene sonra aynı şahıs ziyaret edildiğinde, o duvardaki yüzlerce resmin kaldırıldığını ve onların yerinin Beytullah ve Türbe-i Saadet resimleri ile tezyin edildiğini gördük.

Denilirse ki muhterem üstaz hazretleri, şeriata muhalif bu vaziyeti gördüğü halde niçin emr bi’l ma’ruf, nehy ani’l münker yapmadı?

Cevaben deriz ki: Yüksek derecedeki mürşid-i kâmillerde Allah’ın izniyle tasarruf etme selâhiyetleri vardır. Bu, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine bir lütf u ihsanıdır. Onlar, muhatablarının kabiliyetlerini bildikleri için sessizce Cenab-ı Hakk’ın zikrini ilka ederler, yani onunla ihya ederler, diriltirler. Bu sayede sâlik hatasını görür ve tashih etme yoluna gider.

Sultanü’l-Ârifîn Muhterem Üstazımız herhangi bir evlâdına;

– Niçin sakal bırakmadın? Yahud sarık sarmadın? Yahud şu başındaki lengeri niye hâlâ taşıyorsun? Gravat takmanın ne lüzumu var? gibi sualler sormazlardı. Çünkü bilirlerdi ki ihlâslı, çalışkan salikler, manevi derslerini yerine getirdikçe, letâiflerinde inkişaf olur. Görüş ve sezişlerinde değişiklikler görülür. Evvelce çok sevdikleri, ehemmiyet verdikleri şeyler, gözlerinden silinir ve mühim olanları mühim olarak görüp nefislerinde seve seve tatbik ederler. Gururlanarak sakal bırakmazlar, sünnet-i se-niyye olduğunu bilerek, engin bir tevazu ve mahviyet içindedirler. Sakal bırakmayanlara karşı düşmanlık beslemezler.

Hulâsa bilerek yapılanla gâfilâne yapılan bir olur mu?

Fakir, üç beş sene evvel, Mescid-i Nebevî’nin geri saflarında oturuyordum. Bir kaç saf ileriye bir Türk hacısı geldi. Giyimi kuşamı pek güzeldi. Bir ara yanına başka bir şahıs oturdu. Ya Lübnan’lı, veya Filistin’li idi. Sakalsızdı. Onunla musafaha yapmak ve yakınlık göstermek istedi. Ne mümkün? Sarıklı şahıs öfkelenmişdi. Kendi başındaki sarığı ve sakalını eliyle işaret ederek homurdandı ve ona arkasını çevirdi. “Sen ne biçim Müslü-mansın” diye onu ayıbladı. O da cevab vermeyib, edebini muhafaza ederek oradan ayrıldı. Kalbi kırılmışdı, küskündü. Sebebsiz yere kalb kırmak, gönül yıkmak ne kadar mes’uliyetlidir. Halbuki, farzlardan sonra en verimli ibadet mü’min kardeşlerimizin gönüllerine sürür vermekdir. Hazreti Mevlânâ -k.s.– “Gönül Kibriya’nın nazargâhıdır” buyurur. Bu gibi sözlerin emsali çokdur. Böyle çirkin muamele etmekden ise, o sarığı sarmayıb sakal bırakmasa idi daha isabetli olurdu. Çünkü o kisvenin insana tevazu ve vakar vermesi lâzımdı.

Bir insanın yaptığı ibadet ve bulunduğu hal, onu gurura götürüyor ise, bilmelidir ki, o kemal ehli değildir. İslâmî ahlâk ve edebden nasibi yokdur. Avamın tâ kendisidir.

Muhterem Üstazımız kuddise sirruh hazretleri, sâliklerde zuhur eden bazı hususlarla meşgul olmaz ve dinlemezlerdi. Çünkü onun yegâne emeli, onu hakkıyla, kâinatın yaratıcısı olan Halik Teâlâ ve tekaddes hazretlerine bağlamakdı.

Her kalb bir gönül âlemidir. Onun ehemmiyetini idrak edib, kalbe Allah Teâlâ’dan gayrı hiçbir şeyin sevgisini sokmamağa gayretli olunmalıdır ki, lâyıkı veçhile Allah Teâlâ’ya vasıl olunabilsin.

Muhterem Üstazımız, rüya ve kerametlerden ziyade “En büyük keramet, Cenab-ı Hakk’ı görürcesine, ubûdiyyet vazifemizi kemaliyle ifa edebilmekdir” buyururlardı.

(Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-5 s. 49-52)
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
güncelleme olsun,okudum sizlerde okuyun istedim..
 
Üst