dedekorkut1
Doçent
ASIL DAVA NEFSİ ISLAH ETMEKTİR
SELİM GÜRBÜZER
Âlemin nizamı manevi kanaldan ‘Kutbu’l Gavsu’l Azam’ vasıtasıyla sağlanırken, dünyevi kanaldan da Müslümanların tasvib ettiği Halife (İmam-başkan-lider) ya da saltanat yoluyla (Sultan veya padişah) yürütülmektedir.
Âlemin nizamı manevi kanaldan ‘Kutbu’l Gavsu’l Azam’ vasıtasıyla sağlanırken, dünyevi kanaldan da Müslümanların tasvib ettiği Halife (İmam-başkan-lider) ya da saltanat yoluyla (Sultan veya padişah) yürütülmektedir.
Evet, kâinat bu iki kanaldan idare ediliyor dersek yeridir. Bunlardan birincisi görünmeyen âlemle alakalı, diğeri de görünen âlemle alakalıdır. Her ne kadar biz görünmeyen âlemin kutbu’l aktabını fark edemesek de böylesi bir manevi önderin varlığı irşad yapıp yapmadığı ölçüsünce anlaşılması mümkündür diyebiliriz. Şayet bir yerde irşat yoksa anlayın ki orada şarlatanlar kol geziyordur, irşat varsa anlayın ki orada mürşidi kâmillerin feyzi ve bereketi vardır. Zaten Mevlana Hz.leri, Hacı Bayramı Veli Hz.leri ve Akşemseddin Hz.leri gibi irşat edici zatlar bunun en bariz göstergesi. Nitekim onlar bugün bile beşeriyetin ilgi odağı olmaya devam ediyor da. Şu bir gerçek; dünyevi liderliğe gelmiş bir insanda Resulullah’ın ruhani ve manevi yönüne halef olma özelliğinin bulunması istisnai bir durumdur. Bu durum ancak tarihi süreç içerisinde sadece Sultan Abdülhamit Han'da görülmüştür. Bilhassa o; bir yandan liyakat ve kabiliyetiyle diplomatik deha sahibi bir şahsiyet örneği sergilerken, öte yandan da halim ve selim tabiatı gereği düşmanlarının idam cezasını bile sürgüne çevirecek kadar merhamet timsali bir Ulu Hakan Velidir. Nitekim Seyyid Abdülhakim el Hüseyni'nin (k.s) “Sohbetler” adlı kitabında Şeyh Abdurrahman Tâhî (k.s)’in Ulu Hakan için sarf ettiği sözleri şöyle aktarır; ''Müceddidlik bize geldiğinde kabul etmedim. Çünkü biz ancak birkaç köye etkili olurduk. Bu nedenle müceddidliği Abdülhamit’e tebdil ettik.'' Ki; Şeyh Abdurrahman Tâhî (k.s) çok büyük bir zattı. Hatta Said Nursi Hazretleri o'nu şöyle över: ''Ben Seydayı Tahi'yi dokuz yaşımda tanıdım. O velilere makam aldıran zattır.'' Düşünebiliyor musunuz, velilere makam aldıran zat, kim bilir kendi makamı nedir? Besbelli ki veliliğin ötesini aşan bir makam söz konusudur. Bakınız Molla Derviş şöyle bir hatırayı dile getirir: “Bediüzzaman Hz.leri henüz küçük bir talebi iken Nurşin köyüne birkaç kez geldiği gibi bir defasında yine Nurşin’e gelmekte iken Seyda Hz.lerinin dergâhından aniden kalkarak Nurşin köprüsüne doğru yürüdüğünü görürler. Bazı halifeleri de Seyda’nın arkasına düşerler Görürler ki uzaktan çocuk geliyor. Seyda Hz.leri o küçük çocuğa doğru yürüdüğünü görürler. Sonra Seyda o çocuğun yanına gidip elinden tutup köye getirir. Beraber divana gelirler. Ve Seyda emreder: ”Divanda kimse kalmasın.” Seyda Hz.leri küçük Said ile uzun müddet yalnız kalırlar. Bazıları anahtar deliğinden bakmaya cesaret eder, görürler ki; Seyda Hz.leri diz çökmüş, gözleri yumuk, murakabe halinde… Küçük Said ise ayakta sapsarı kesilmiş elpençe durur vaziyettedir. Sonra Seyda Hz.leri kapıları açar, talebeler divana gelirler. Seyda Hz.leri cemaate der ki; Merak ettiğinizi biliyorum Meseleyi anlatayım: Cenabı Hak bu çocuğa ilim merhalelerini tayyettirdiği gibi maneviyatı da öyle tayy buyurmuştur” der (Bkz.Abdulkadir Badıllı’nın Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman makalesi). Kaldı ki Yazar, bu hatırayı Hazret namıyla ma’ruf Şeyh Abrrahmanı Taği’nin oğlu Muhammed Ziyauddin Efendinin yeğeni Şeyh Masum’dan da işitmiş biridir. .Zira İsmail Çetin Hoca Özleşme Yolu adlı eserinde ”İşte Seyda-i Taği’nin hizmeti ve sadakatı sayesinde Cenab-ı Hak Teâlâ Cella celaluhu birçok insanları dalaletten çıkarıp hidayete erdirmiştir. Hamdolsun şimdide Türkiye’de bulunan ulema onun zamanında yetişenlerin semeresidir. Ez cümle Bediüzzzman o medresenin nisbetinin örneğidir” diyerek hakkını teslim etmiştir.
Resulullah (s.a.v.) ''Allah bu ümmet için her yüzyılın başında dini ihtiyaç için müceddid gönderir'' diye beyan buyurmuştur. Hz. Mevlana’da: ''Her asırda bir söz söyleyici, halkı irşad edici vardır. Fakat evvelkilerinin sözü o zata yardım eder. Kendisinden önceki kâmil insanların sözü nebilerde olabilir, velilerde olabilir. O kâmil zatın (insanın) zatına yardım eder'' der.
SELİM GÜRBÜZER
Âlemin nizamı manevi kanaldan ‘Kutbu’l Gavsu’l Azam’ vasıtasıyla sağlanırken, dünyevi kanaldan da Müslümanların tasvib ettiği Halife (İmam-başkan-lider) ya da saltanat yoluyla (Sultan veya padişah) yürütülmektedir.
Âlemin nizamı manevi kanaldan ‘Kutbu’l Gavsu’l Azam’ vasıtasıyla sağlanırken, dünyevi kanaldan da Müslümanların tasvib ettiği Halife (İmam-başkan-lider) ya da saltanat yoluyla (Sultan veya padişah) yürütülmektedir.
Evet, kâinat bu iki kanaldan idare ediliyor dersek yeridir. Bunlardan birincisi görünmeyen âlemle alakalı, diğeri de görünen âlemle alakalıdır. Her ne kadar biz görünmeyen âlemin kutbu’l aktabını fark edemesek de böylesi bir manevi önderin varlığı irşad yapıp yapmadığı ölçüsünce anlaşılması mümkündür diyebiliriz. Şayet bir yerde irşat yoksa anlayın ki orada şarlatanlar kol geziyordur, irşat varsa anlayın ki orada mürşidi kâmillerin feyzi ve bereketi vardır. Zaten Mevlana Hz.leri, Hacı Bayramı Veli Hz.leri ve Akşemseddin Hz.leri gibi irşat edici zatlar bunun en bariz göstergesi. Nitekim onlar bugün bile beşeriyetin ilgi odağı olmaya devam ediyor da. Şu bir gerçek; dünyevi liderliğe gelmiş bir insanda Resulullah’ın ruhani ve manevi yönüne halef olma özelliğinin bulunması istisnai bir durumdur. Bu durum ancak tarihi süreç içerisinde sadece Sultan Abdülhamit Han'da görülmüştür. Bilhassa o; bir yandan liyakat ve kabiliyetiyle diplomatik deha sahibi bir şahsiyet örneği sergilerken, öte yandan da halim ve selim tabiatı gereği düşmanlarının idam cezasını bile sürgüne çevirecek kadar merhamet timsali bir Ulu Hakan Velidir. Nitekim Seyyid Abdülhakim el Hüseyni'nin (k.s) “Sohbetler” adlı kitabında Şeyh Abdurrahman Tâhî (k.s)’in Ulu Hakan için sarf ettiği sözleri şöyle aktarır; ''Müceddidlik bize geldiğinde kabul etmedim. Çünkü biz ancak birkaç köye etkili olurduk. Bu nedenle müceddidliği Abdülhamit’e tebdil ettik.'' Ki; Şeyh Abdurrahman Tâhî (k.s) çok büyük bir zattı. Hatta Said Nursi Hazretleri o'nu şöyle över: ''Ben Seydayı Tahi'yi dokuz yaşımda tanıdım. O velilere makam aldıran zattır.'' Düşünebiliyor musunuz, velilere makam aldıran zat, kim bilir kendi makamı nedir? Besbelli ki veliliğin ötesini aşan bir makam söz konusudur. Bakınız Molla Derviş şöyle bir hatırayı dile getirir: “Bediüzzaman Hz.leri henüz küçük bir talebi iken Nurşin köyüne birkaç kez geldiği gibi bir defasında yine Nurşin’e gelmekte iken Seyda Hz.lerinin dergâhından aniden kalkarak Nurşin köprüsüne doğru yürüdüğünü görürler. Bazı halifeleri de Seyda’nın arkasına düşerler Görürler ki uzaktan çocuk geliyor. Seyda Hz.leri o küçük çocuğa doğru yürüdüğünü görürler. Sonra Seyda o çocuğun yanına gidip elinden tutup köye getirir. Beraber divana gelirler. Ve Seyda emreder: ”Divanda kimse kalmasın.” Seyda Hz.leri küçük Said ile uzun müddet yalnız kalırlar. Bazıları anahtar deliğinden bakmaya cesaret eder, görürler ki; Seyda Hz.leri diz çökmüş, gözleri yumuk, murakabe halinde… Küçük Said ise ayakta sapsarı kesilmiş elpençe durur vaziyettedir. Sonra Seyda Hz.leri kapıları açar, talebeler divana gelirler. Seyda Hz.leri cemaate der ki; Merak ettiğinizi biliyorum Meseleyi anlatayım: Cenabı Hak bu çocuğa ilim merhalelerini tayyettirdiği gibi maneviyatı da öyle tayy buyurmuştur” der (Bkz.Abdulkadir Badıllı’nın Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman makalesi). Kaldı ki Yazar, bu hatırayı Hazret namıyla ma’ruf Şeyh Abrrahmanı Taği’nin oğlu Muhammed Ziyauddin Efendinin yeğeni Şeyh Masum’dan da işitmiş biridir. .Zira İsmail Çetin Hoca Özleşme Yolu adlı eserinde ”İşte Seyda-i Taği’nin hizmeti ve sadakatı sayesinde Cenab-ı Hak Teâlâ Cella celaluhu birçok insanları dalaletten çıkarıp hidayete erdirmiştir. Hamdolsun şimdide Türkiye’de bulunan ulema onun zamanında yetişenlerin semeresidir. Ez cümle Bediüzzzman o medresenin nisbetinin örneğidir” diyerek hakkını teslim etmiştir.
Resulullah (s.a.v.) ''Allah bu ümmet için her yüzyılın başında dini ihtiyaç için müceddid gönderir'' diye beyan buyurmuştur. Hz. Mevlana’da: ''Her asırda bir söz söyleyici, halkı irşad edici vardır. Fakat evvelkilerinin sözü o zata yardım eder. Kendisinden önceki kâmil insanların sözü nebilerde olabilir, velilerde olabilir. O kâmil zatın (insanın) zatına yardım eder'' der.