Arifler Sultanı Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s) Hazretleri

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
sami%2Befendi%2B2.jpg


Gülşen içre bülbül-i gülzâr olan anlar bizi
Sohbet ü fikrü hayâl-i yâr olan anlar bizi
Cân u baştan geçmeyen basmaz kadem aşk bezmine
Kim bugün mansur gibi berdâr olan anlar bizi



Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s), insanları Hakk'a davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i Âliyye" denilen, büyükler veliler zincirinin otuz üçüncüsüdür.

Asrının gavsi ve müceddidi idi.

Müttakiler imamı, veliler serdarı, arifler sultanı, eşi bulunmaz Hakk incisi, zahir ve batın ilimlerinin denizi, takva ve vera, haya ve edeb sahibi, sözlerinde ve gözlerinde hikmet ve irfan nuru parıldayan Hakk dostu idi.

Hakikat ufkunun batmaz güneşi, tertemiz vücudu ile aleme inen Hakk rahmeti idi.

Gönül iklimini aydınlatan bir Sultan'dı.

O (k.s), iyiliklerin kaynağı, vefanın ocağı, bütün güzelliklerin kendisinde toplandığı bir Veliy-yi Alî-i Kadir idi.

O ki, aleme sultan, veliyy-i alîşandı.
Latif ruhlara rehber, bu ümmete nişandı.
Onda idi tevazu, ahlak edeb ve haya
Benim gücüm elvermez her birini saymaya
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Hakikatte Allah dostlarının insanlar tarafından övülmeye, sena edilmeğe ihtiyaçları yoktur. Çünkü ulu Mevlamız Rabbü'l -alemîn Hazretleri, onları sevmiş, derecelerini ali eylemiş; onları seveni de kendisini seviyor saymış... Bu sevilenlerden birisi de Sultanü'l arifîn Adana'lı Mahmud Sami Ramazanoğlu -kuddise sırruh- hazretleridir.

Her türlü fezail ve kemalatı üzerinde cem'eden bu zat'ta Allah ve Peygamber aşkı o kadar kuvvetli tecellî etmiş idi ki, Rabbımız Teala hazretlerinin izni ile her hal ü hareketleri Kur'an-ı Kerîm ahkamına ve şefiü'l-müznibin olan Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerinin adabına ve sünnet-i seniyyesine uygundu.

Bu bakımdan bu büyük velînin menakıbını abdestli olarak, büyük bir saygı, ta'zim ve itina île okuyan veya dinleyen mü'minlerin ma'nen istifade edecekleri muhakkaktır. Çünkü bu menakıb herhangi düzme bir hikaye veya roman değil, ma 'nevî hakîkatlardandır.

Allah Teala ve Tekaddes hazretleri cümlemizi kendisine layık kul, Fahr-i Kainat efendimiz hazretlerine layık ümmet, güzeran etmiş olan cümle büyüklerimizin şefaatlarına nail eylesin, dünya ve ahiret seadetleri versin. Bilerek, bilmeyerek yapmakta olduğumuz hatalarımızı afveylesin.. Cehennem azabından muhafaza buyursun... Amin...

Sultanü'l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s) Hazretleri

Doğumları, 1892 Adana.

Vefatları, 1984, Şubat 12, Medine-i Münevvere.. 1404. C.evvel 10, Sabaha karşı saat 4.30 da..

Adana'nın Tepebağ mahallesinde dünyaya gelmişlerdir.. Asil bir soya mensûbdurlar. Ramazanoğullarından, şecereleri Nûreddin Şehîd yoluyla Halid îbni Velîd -radıyallahu anh- hazretlerine dayanır.

Babasının ismi Mücteba, dedesinin Abdürrahman, büyük dedeleri İshak ve Hüseyin Efendilerdir.

Şöyle bir menkıbe anlatılır:

Bir gün Hızır aleyhisselam, evlerinin kapısına gelerek, hizmetçi kadın vasıtasıyla muhterem büyük validemizi kapıya çağırır. Her ne kadar validemiz, kızım ne isterse kendilerine ver tenbîhatında bulundular ise de ziyaretçi; hayır muhakkak kendisi ile görüşmem lazımdır diyerek ısrar edince, mecburen kapının arkasına gizlenirler ve aralarında şöyle bir muhavere geçer:

-"Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak, uzun müddet İslamiyete hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol ve ismini de Mahmud Samî koy." müjdesini vermiş ve teberrüken de bir gömlek istemiş ve gömlek getirilinceye kadar kendisi gaib olmuştu.

Az sonra, denildiği gibi, bu büyük zat dünyaya teşrîf etmişler, uzun müddet kaliyle, haliyle, adab ve erkanı ve yüksek fıtrî kabiliyeti ile kendini İslamiyetin şerefli, ulvî yoluna vakfetmiş, hayli değerli insanlar kendisinden istifade ve tefeyyüz etmişlerdir.


Sâdık DÂNÂ (Musa Topbaş Efendi) Hz.leri (k.s)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Asrın Sahibi Olması ve Gavsiyyet Makamının Verilmesi

Peygamberimizin manevi emaneti devir almasını Üveysi veli Ladikli Hacı Ahmet Ağa (k.s.) anlatıyor:

"Veraseti Nebeviyye makamına ait emaneti devir almak için Mahmud Sami Efendimiz Medine-i Münevvere'ye davet edilmişti. Haberi kendilerine tebliğ etmiştim. Birlikte Adana'dan Ravza'yı Mudahhara'ya dört dakikada yetişmiştik. Bütün ricaller, kutublar orada toplanmışlardı... Hocamda (Hızır aleyhisselam) orada idi.

Makam'ı Rasulullah’dan...

'Evladımız Mahmut Sami Efendiyi varisimiz olarak makamımıza tayin ettik!' emri peygamberiyyesi mühürlü olarak, icazetnamesi kendisine verilir.

Toplanan ricaller ve kutuplar kendilerine hemen orada biat ederler... Medine-i Münevvere'deki Şeyh Ziyaeddin Efendi:

-"Hazâ Kutbu'l-Aktab, Gavse'l-Âzam, Evlâd-ı Rasül" diyerek tasdik etmiş ve kendisine biat etmiştir.


Abdülkadir Geylani Hazretleri İle Görüşmeleri ve Kadiri Tarikatının İhyası

Hac dönüşü, Gavs-el Azam Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri ile görüşmüş ve kendilerine:

- Sami Efendi; evlatlarına benim Kadiri dersimi de tarif et ve yolumu ihya et!' diye tavsiye etmiş ve mübarek Sultanım memleketlerine dönünce ihvana Kadiri dersini tarif etmişlerdir.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Duası

Rabbimden Altı Şey İstedim

1.Bana intisab edenlerin çoğunun ilim sahibi olmasını.

2.İhvanımın ölüm anında şeytanın musallat olmaması için başlarında bulunmamı.

3.İhvanımın ihtisab ettiği andan itibaren nefsi galip geldiği zaman vazifesini yapamazsa benim onların vazifesini yapıp ikmal etmemi.

4.İhvenımın intisab ettikten sonra sülûkunu ikmal etmeden ölüm vuku bulursa sülûkunu kabirde ikmal ettirerek Resûlullah (s.a.v)’e öylece teslim etmeyi.

5.Kabirde sual meleklerine cevap vermeye kadir olamazsa bizzat yardımında bulunmayı.

6.İhvanımın kabirde yatan komşu mevtalardan en az 40 kişiye şefaatçi olmalarını.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Cinnîlerin de Mürşidi İdi

Muhterem Üstadım Hazretleri "Muhammedi meşrep" olduklarından, irşadları da Muhammedî üslupta idi.

Rasül-ü Ekrem Hazretleri (sallallahu aleyhi ve sellem), "Rasülü's-Sekaleyn" (insanların ve cinlerin elçisi) olduğu gibi Şeyh Sami Sultanım Hazretleri (k.s) de "Mürşidi's-Sekaleyn" (yani hem insanlara, hem de cinlere mürşid) idi.

Şeyh Tâha-Harirî (k.s) ve Şeyh Muhammed Es'ad Erbili Hazretleri (k.s) 'nin cinnilerden pek çok müridi olduğu gibi "Cüdduh" isminde de, Cinnilere tayin edilen halifeleri vardı. Bu "Cüdduh" ismindeki cinni, aynı zamanda Üstadımız'ın da halifesi idi. Üstadımızın cinnilerden pek çok müridi vardı.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Asrın Sultanı Mahmud Sami Ramazanoğlu Hz.leri kerâmetlere çok önem vermez, kendisi de gizli hâlleri, mânevî durumları izhar etmezdi.

Yalnız son zamanlarda, Abdullah bin Mes’ud -radıyallahu anh-’ın, Veysel Karânî Hazretleri’nin, Hz. İbrahim -aleyhisselam-’ın, Hz. Cebrail -aleyhisselam-’ın kendisini ziyarete geldiklerini söylemiş ve onların durduğu yeri işaret ederek:

“-Beni oraya indirin, namaz kılacağım!..” demişti.

İşaret ettiği yere seccâdesini yaymış, biz de orada namaz kılışını ve uzun uzun dua edişini haşyetle seyretmiştik. Sonra ev halkı olarak bizler de aynı yerde teberrüken namaz kıldık.

İbrahim -aleyhisselâm- teşrif ettiğinde, kendini:

“-Ben Allâh’ın Halîli’yim.” diye takdim etmiş.

Cebrail -aleyhisselâm- da:

“-Ben, Allâh’ın Cibriliyim!” buyurmuş.

Veysel Karânî hazretleri ise:

“-Ben Veysel Karânîyimmm!..” diyerek “mim”i vurgulayarak selamlamış.

Yine son rahatsızlık günleri idi. Dedeme çorba içirecektik. Arkasına yastıklar koyarak onu rahat bir şekilde oturtmak istedik. Her yastık ilavemizde, az daha öne geliyor ve bir türlü yastığa dayanmıyordu. Ben de:

“-Dedeciğim; lütfen dayanın, rahat edin, çorbanızı içirmeye ben yardımcı olacağım.” diye dayanması için ısrar ediyordum. Sonunda gözlerime bakarak:

“-Ben kulum, kul gibi yerim.” dedi.

---

Her yanına girdiğimizde, özellikle de nefsi tezkiye ve kalbi tasfiyenin zarurî gerekliliğini vurgulardı.

Bunun için de:

1- Namazı huşû ve huzur ile kılmalı,

2- Teheccüde kalkmalı,

3- Zikrullâha devam etmeli,

4- Oruç tutmalı ve az yemeli,

5- Sâlihlerle beraber olmalı.

Ancak bu beş şeye devam ile nefsi tezkiye, kalbi tasfiye etmek mümkün olur, nefis kademe atlar buyururlar:

Boşuna yaratıldığınızı mı zannediyorsunuz?!” âyet-i kerîmesini de çok okurlardı.



http://www.sebnemdergisi.com/Print.php?No=d060s003m1
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Cinnîler bir mekâna girmek için izin almaları, kapıyı açmaları vesâire gerekmiyor. Cinnîler istedikleri yere, istedikleri yerden girerler. Ama ihvan olunca onlar da edebe riâyet etmeleri gerekir. İnsan ihvanlara müsâade çıkınca onlar da edebe riâyet ederek insanların arasına karışarak bu nimetten istifâde ettiler. (Allah her hususta hepimizi edepli mü’minlerden eylesin.)

Cinnîlerin ziyarete ne zaman başladığını Efendimiz (k.s.)’un anlatmasına da Yahyalı’dan ziyarete gelen bir ihvan sebep oldu. Ömer Kirazoğlu Ağabey: “Baba bu zat Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’den gelmiş. Selam ve hürmetleri var. Ellerinizden öpüyor” deyince; Hz. Sâmî (k.s.) Efendimiz: “Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’nin babası vardı. Pîr Efendimizin halifesi Mustafa Efendi’nin evinde cinnîler bize intisâb etmişti. Cinnîlerin ziyâreti, cinnîlerin başı, Cünduh’un kendilerine intisâb ettiği zaman başlamıştı." dediler.

Yahyalılı Hacı Hasan Efendi Hazretleri de bu halî şiirlerinde şöyle dile getirirler;

Kalemdâr, köleniz diliyor dilek
Ziyarete geldi cinn ile melek
Bırakma bizleri, kapında ölek
Teveccüh isteriz Sami Efendim...

Ali Ramazan Dinç Hocaefendi de Sami Efendi Hazretleri'nden bahsederken "Gavsü'z-Sakaleyn" tabirini kullanır...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bir seferinde evlatlarından birisi gelmiş, ve vazifelerini yapamadığını haber vermişti. Bu vazifeyi kendisinden almasını rica etmişti. Bunun üzerine evladının vazifesini de kendi üzerine alıp, o evladını da bırakmamıştı. Çok kısa bir süre sonra vefat eden evladının, bu zor ve sıkıntılı halinde de manen yardımcı olmaya çalışmışlardı.

Bir gün, damatları merhum Ömer Kirazoğlu Bey'e:

"-Çoban sürüsünü güzel gütmelidir. Hasta ve cılız koyunları gerekirse sırtlanmalı ve sürüye yetiştirmelidir. Bizler de sürünün koçu olup, öne çıkanlardan, yol açanlardan olmalıyız." buyurmuşlardı.

Bir gün kardeşlerden bir tanesi, kendi kendine "ne kadar boşum!" diye içinden geçiriyor. Mevzuyu bir anda oraya getiren Mahmud Sami Efendi:

"-Bir tren düşünün. Bir yerden bir yere giderken vagonlarının bir kısmı boş, bir ksımı doludur. Ama o trenden kopmayan vagonlar er-geç maksuda erişir." buyururlar.

Bu yolda "terakki" etmenin lüzumuna işaret ederek:

"-Bu yolun basamakları var, biraz ilerleyelim. Elifba'da kalmayalım, Kur'an'ın hakikatine erelim." buyurmuşlardı.

"Kalbin saflaşması" hakkında şöyle misal verirlerdi:

"-Bir sanat eseri, düz zeminde belli olur. Karma karışık bir duvara asılan bir tablo yeteri kadar takdir edilmez. İşte kalb de böyledir. Gillu guştan, fuzuli şeylerden arındırmadıkça onda zikrin nuru görülmez."

"Bir bahçe, ayrık otlarından, dikenlerden temizlenmeden, gübrelenip, çapalanmadan bir şey vermeyeceği gibi kalb de fanilerden, masiyet, maddiyat ve dünya muhabbetinden temizlenmedikçe semere alınmaz."

Bu yolun rehbersiz geçilemeyeceği ile ilgili de:

"-Önünü görmeyen bir ama, buna rağmen bir asa veya kılavuzun yardımına da müracaat etmiyor ve yalnız gitmek için inat ediyorsa, nihayetinde bir merdivenden yuvarlanması, bir çukura düşmesi mukadderdir." buyururlardı.

Nasihat dinlemek istemeyen evlatlarına şu beyitleri okurlarmış:

Sen bu gaflet uykusundan ne acep uyanmadın
Serseri gezdin cihanda, ey deli, uslanmadın
Bunca yıldır ömrünün sermayesini ettin talan
Bir kez olsun bu aşkın şarabına parmağını banmadın

Bazı günler, ellerini açar:

"-Ya Rabbi! Bilmiyorlar da yapmıyorlar, hiçbir evladımdan geçmem! Onları afv et." diye göz yaşı döker, niyazda bulunurlarmış. İşte nebevi ahlak!..

Kalp tasfiyesi için,

1. Daimi zikrullâh hali,
2. İlim meclislerinde bulunmak,
3. Ölümü çokça anmak,
4. Salihlerle, sadıklarla beraber olmayı tavsiye ederlermiş.

Nefis tezkiyesine ulaşmak için de:

-Helale dikkat etmenin,
-Az yemenin,
-Az uyumanın,
-Az konuşmanın,
-Az gezmenin gerekli olduğunu anlatırlarmış.

Bir kişi televizyon hakkında soru sormuş, Sami Efendi ise kısa ve açık olarak şöyle buyurmuşlardır:

"-Kalbi meşgul eder, huzura manidir!"

Baha bey isminde bir doktor vardı. Bir sohbet esnasında ayağa fırlamış ve:

"-Siz zamanın Abdulkadir Geylanisi'siniz." diye bağırmıştı.

Hazret, yanlış söylememek ve tevazuyu korumak üzere, cevap vermemişler ve "bir aşr-ı şerif okuyun" buyurarak mevzuyu değiştirmişlerdir.

Vefatına yakın zamanlarda validemiz odaya girdiklerinde çok güzel kokular hissetmiş ve mübarek yüzleri pür-neşe, şöyle buyurmuşlar:

"-Halil İbrahim -aleyhisselam- ve Cebrail -aleyhisselam- tebşîrât için geldiler." Bu sözden yaklaşık 20 gün sonra dar-ı bekaya irtihal etmişler. 10 Cemaziyelevvel 1404 (12 Şubat 1984) yılında, sabaha karşı 04:30'da Rabbini zikrederek O'na kavuşmuştur.

Ömrünce ayağını uzatarak oturmadığı ve sırtını bir yere dayayarak bir lokma yemek yemediği gibi, vefatından sonra bacaklarını uzatmamış, cenazesi bu halde yıkanmış, kefenlenmiştir. Namazı Ravza'da kılınıp Cennetü'l-Baki'ye gelinceye kadar yine ayaklarını uzatmayan bu mübarek zat, kabre yerleştirenlerin şehadetiyle, ancak kabre konulurken ayaklarını uzatmışlardır.

Allâh rahmet eylesin. Şefaatinden bizleri de hissedâr eylesin.

Ruhuna bir Fatiha-i şerife, üç ihlas-ı şerif okuyalım...


Şebnem Dergisi
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Esad Efendi’nin vefâtından sonra, bu tarîkatte bazı dağılmalar, belirsizlikler olmuştur. Es’ad Efendi, Kelamî Dergâhı’na müntesip kişilerden bazılarına icâzet vermiştir. Sâmî Efendi de bu icazetname verilmiş müntesiplerden idi. İcâzetnâme verilen diğer bir büyük zât ise Ali Yektâ Efendi’dir. Damadı bu icâzetnameyi bulup kendisine hatırlattığında Ali Yektâ Efendi saygı örneği göstererek, “Evladım sen nerden gördün o icâzetnâmeyi; Sâmî Efendi hayatta iken bize o görev düşmez.” demişlerdir.

Es’ad Efendi’nin vefatından 13 sene sonra Karamanlı Hacı Osman Efendi, Sâmî Efendi Hazretlerini, “Efendim icâzetnâmeniz var, ihvân darmadağın oldu, bunları siz ne zaman toparlayacaksınız, mesûliyeti var.” diyerek teşvik etmişlerdir. Sâmî Efendi Hazretlerinin cevabı çok enteresandır: “Osman Efendi, icâzetnâme kâfî değil, hulefâdan en az üç kişinin de tebaiyyet göstermesi gerekir.” Bu sözlerden sonra Osman Efendi “hemen ben tebaiyyet gösteriyorum” demiştir. Bu teşvikten sonra Sâmî Efendi Hazretleri yavaş yavaş irşâda başlamıştır. Asıl hizmet o zor günlerde Sâmî Efendi tarafından icrâ edilmiştir. Kendi ifadesiyle, gece evinin ışıklarının kaç defa yanıp söndürüldüğüne kadar gözaltında bulundurulduğu bilinmektedir. Bu zor zamanlar ve sonrasını anlatan İlhan Efendi’nin yazdığı şu dörtlüğü nakledebiliriz:

Asr-ı irşâdında mahfî kaldı sırlar serteser..
Devr-i Mûsâ ile birden açtı güller serteser..
Gördüğün bünyâd-ı bâlâ mebdein ilk halkası,
Bûy-i Ahmed, rûy-i Sâmî seyr ederler serteser..

***


Sâmî Efendi, önceleri Gümüşhanevî Dergâhına müntesip imişler. Hulûsi Efendi isimli bir zât ( cumhuriyetin ilk dönem Yozgat milletvekillerinden) Kelamî Dergâhı’na müntesip imişler. Bu zât bizzat Sâmî Efendi’yi, “Sizi bir dergâha götüreyim” diyerek Kelamî Dergâhı’na götürmüş. Es’ad Erbilî Hazretlerine, Sâmî Efendi’yi, “Gümüşhanevî Dergâhı’ndan Sâmî Bey” diyerek takdîm etmişler. Buna mukâbil Es’ad Efendi Hazretleri “O bizimdir. O bizimdir, O bizim.” buyurmuşlar.

***

Bir Konya davetine birlikte iştirak etmek için Adana’dan Konya’ya kadar Sâmî Efendi’yle birlikte yolculuk yapan Hacı Mehmet Efendi’nin, Sâmî Efendi’yle ilgili anlattıkları özetle şöyledir: “Sâmî Efendi (k.s) yolculuk boyunca üç gün, üç gece hiç uyumamıştır. Hiç uyumadığı gibi, hiçbir yorgunluk ve uyku hali de görülmemiştir. İnceliğe bakınız ki, Hacı Mehmet Efendi’nin çok yorgun olduğunu görünce Mehmet Efendi’ye; “Siz biraz istirahat edin” buyurmuşlar ve eklemişlerdir:

Vücut eğer zikirle doymuşsa, uykuya ihtiyaç kalmaz. Vücut zikir ile nurlandığı zaman zikir ile dolup taştığı zaman, vücut uyumaya ihtiyaç hissettirmeden, kendi kendini yenileme imkânı bulur.

***

Sâmî Efendi’ye Kelamî Dergâhı’na geldiğinde üç görev verilmiştir. Birinci vazîfesi dervişânın yataklarını yatma zamanı sermek, kalkıldığında toplamak; ikinci vazifesi dergâhın temizliğini yapmak; üçüncü vazifesi ise, Harameyn’in kutbiyyeti üzerinde olan Cide Müftüsü Hüseyin Efendi’ye hasta ve bakıma muhtaç olması sebebiyle hizmet etmek imiş (Dergâhın özelliklerinden birisi de kimsesiz dervişâna dergâhta çok ciddi şekilde bakımının yapılmasıdır).

http://www.ilhanarmutcuoglu.com
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Maneviyat toplantısında bir zat Sami efendiye; 'İsmin ne? diye sormuş.''-Sami!...''demiş hafif sesle. Maneviyat toplantısını yöneten de; ''-Sohbet Sami Sultanındır.''demiş. Ladikli Ahmet Ağa, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in de hazır bulundugu, Risale-i Nur'ların yazılmasının tebliğ edildiği maneviyat toplantısında şöyle anlatıyor: "Bu toplantıda Es'ad Efendi'den sonra Peygamber Efendimiz mürşid-i kamillik vasfını tevci edecekleri zaman öncelikle Cide müftüsü Hüseyin Efendiye yöneldi. Tac-ı şerifi Cide müftüsü Hüseyin Efendiye giydirmek istedi. Önüne vardı. 'Hüseyin Efendi! Dört ay sonra siz vefat edeceksiniz. Ondan sonra birde Sami Efendi için tören yapmayalım dolayısıyla Sami Efendi'ye giydiriyorum''dedi.''Bismillahirrahmanirrahim, Lailahe illallah'' diyerek tacı Sami efendi'nin başına giydirdi.

M.SAMİ RAMAZANOGLU HAZRETLERİ / HASAN TURYAN
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Sami Efendi Hazretlerinin çoook çok sevdiği, muhabbet ettiği gayb ricalinden Lâdikli Ahmed Ağa ile ilgili çok renkli hatıraları derlemeye çalıştığım yıllarda, Konya'da, Hayra Hizmet Vakfında Konya İmam Hatib'den Kuran-ı Kerim Hocam Hasan Hüseyin Varol Hoca'yla Ahmed Ağa'yı konuşurken, söz yumağı dönmüş dolaşmış Sami Efendi Hazretlerine gelmişti.

Sami Efendi Hazretlerinin hiç bilinmeyen bir yönünden kapı aralanmıştı o gün. Konuşmamızın bağlantı bölümünde şunları anlatmıştı. Hasan Hüseyin Varol Hoca:

Yıl 1950-51 filân. Kore Savaşı konuşuluyor her yerde. İşte o günlerde, Ahmed Ağa'ya: Hacı Baba, Kore'deki muhasarada neler oldu? Siz orada mıydınız? diye sordum.

Şunu anlattı bize o zaman; Oradaydık, dedi, tabii oradaydık. Biz emir aldık, gittik. Gece yarısı bekliyoruz, yeni bir emir gelecek, müdahele edeceğiz! Türk tugayını ateş çemberinin içinden çıkaracağız. Bize verilen vazife bu ama, hâdisenin her kademesinde ayrı bir emirle hareket ediyoruz. Biz orada, seher vakti filân işte, müdâhele emrini - hücum konutunu - beklerken, bir baktık ki karanlığı yırtıp gelen bir teveccüh, muhasarayı yardı geçti. Sami Efendi Hazretlerinin teveccühüydü bu... Taaa Türkiye'den oturduğu yerden bir teveccühle tugayımıza yol açtı. Bu zatın kıymetini bilin...


Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi, Mustafa Özdamar, KIRK KANDİL
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
"Hakikatte Allah dostlarının insanlar tarafından övülmeye, sena edilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü ulu Mevlamız Rabbü'l-alemin Hazretleri, onları sevmiş, derecelerini ali eylemiş; onları seveni de kendisini seviyor saymış. Bu sevilenlerden birisi de Sultanü'l-arifin Adana'lı Mahmud sami Ramazanoğlu -kuddise sirruh- hazretleridir.

Her türlü fezail ve kemalatı üzerinde cem'eden bu zat'ta Allah ve Peygamber aşkı o kadar kuvvetli tecelli etmiş idi ki, Rabbımız Teala hazretlerinin izni ile her hal ü hareketleri Kur'an-ı Kerim ahkamına ve şefiü'l-müznibin olan Fahri Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerinin adabına ve sünneti seniyyesine uygundu.

Bu bakımdan bu büyük velinin menakıbını abdestli olarak, büyük bir saygı, ta'zim ve itina ile okuyan veya dinleyen mü'minlerin ma'nen istifade edecekleri muhakkaktır. Çünkü bu menakıb herhangi düzme bir hikaye veya roman değil, manevi hakikatlerdendir.
" (Sadık Dânâ)

Muhterem Üstaz Sami Ramazanoğlu hazretlerini yakından tanımak isteyenlere, O'nun biricik varisi Musa Topbaş hazretlerinin yazmış olduğu "Sultanu'l Ârifin eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoglu" adlı eseri okumalarını tavsiye ederim. Gönenli'nin ifadesiyle, zamanımızın en büyüğü olan bu zat hakkında yazılan bu eser, gönlü Hak yolunda olanların bigane kalamayacağı bir eserdir.

http://www.erkamalisveris.com/mahmud-sami-ramazanoglu-p-33.html
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Gönenli Mehmed Efendi’nin Sami Efendinin bağlılarından Lütfi Eraslan’a söylediği sözler bu özel konumu aydınlatıcı mahiyette:

"Öyle bir zata sahipsiniz ki bütün kafirler bir araya gelse, gökyüzünden onu yere atsalar, yine ayakları üstüne düşer. Hiçbir kafir ona bir şey yapamaz. Zira Cenab-ı Hak tarafından teyid edilen bir vazifesi vardır… Sami Efendi bu ümmetin en büyüğü idi başka ne söylense boştur."

Ali Yakup Cenkçiler Hoca efendi:

Takva babında bütün evsafıyla selef-i salihinin zahid ve abidlerini andıran bu zatın kemalat-ı maneviyesi hakkında söz söylemek bizim gibi naçiz bir abd-i acizin kârı değildir.”

Mahir İz (v.1974)

O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahiden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik."
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Hazreti Sâmi (Mustafa Necati Bursalı)

Kainat bahçesinde açtı dergahı Hami,
Bin vecd ile zikreder Yüce Allah'ı Sami.
İç gözüne Hak nurun sürmesi çekilmiştir,
İşte Kutb-ul Arifin, erenler şahı Sami!...

Her lütfü, her keremi O'na etmiş Erbili,
Kalb-i şerifine aşk, bina etmiş Erbili.
Cennet bağında öten can bülbülüdür Sami,
Mektubatında nice sena etmiş Erbili!...

Can kurban, cihan kurban, Hak Nura ermişlere,
Kalbi, gönlü, ve dili, Allah'a vermişlere..
Peygamber kucak açar, Melekler alkış tutar,
Ömür seccadesini dergaha sermişlere!.


Neden? (Ali Kemal Belviranlı)

Dün yemyeşil baharken, solmuş neden bu bağlar?
Bilmem niçin siyahlar, giymiş dumanlı dağlar?
Sönmüş mü tüm emeller, matemler ufku sarmış?
Batmış mı hep güneşler, gökler neden kararmış?

Bülbüller ötmez olmuş, solmuş o gonca güller?
Hasretle yad ederken, ağlar yanar gönüller.
Zira o ünlü sultan, gülzarı yakdı gitti
Dünyada doldurulmaz, bir yer bırakdı gitti...

Hak kabrini nur etsin, kılsın cinan makamın;
Kurbundadır o zaten, ol Seyyid-i Cihanın!...
Örnekdi hal u kaali, maksud olan kemale
Hayrandı hep gönüller, hazretdeki bu hale

Bir bestedir ki ahım, ahengi şi're sığmaz...
Kabrinde diz çöküp ben, yıllarca ağlasam az...
Tarihe devir açarken, Fatih'lerin hayatı
Arş-ı cihanı sarsdı, üstadımın vefatı...



Can Gazeli (Mustafa İslamoğlu)

Canım öksüz bıraktı göğümden aktı cânım
Ölümsüzlük tacını başına taktı cânım
Şimdi sevdanın tahtı neylesin böyle bomboş
Aşkın zorlu yolunda son bir duraktı cânım

Seni böyle apansız gayrı gel'e koşturan
Bir ömür kavrulduğun sonsuz firaktı cânım
Biricik bakışınla yeşerdi kaç kerbela
Ki sen nazar etmeden içim kuraktı canım

Ölüm senin olmadan sevmemiştim bu kadar
Bir kez sığazlamışsın yüzü ap aktı cânım
Et kemiği bir hoş yele mi savurdun oy
Dost gelmiş diye toprak kınalar yaktı cânım

Bakışınla yıkanmak bir hayal oldu şimdi
Gönüle saplansa da gözden ıraktı cânım
Ateşin bir hükmünün kalmadığı dünyada
Gidişin yeryüzünün külünü yaktı cânım
Yaralı kuşlar artık uçmayı unutacak
Bunca yetim serçeyi kime bıraktı cânım



Kemal Edip Kürkçüoğlu'ndan:

Düstûr-i zaman mefhar-i âl-i Ramazan'dır
Didâr-ı Muhammed ruh-ı pâkinde ayandır
Simâsı bir âyine-i envâr-ı nihandır.
Ey can kulak aç, onda beyan özge beyandır.

Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî

Devletlü Velî Hazret-i Halîd'den el almış
İrşadını mânend-i zıyâ her yana salmış
Efrâd-ı vatan berzah-ı fetrette bunalmış
Ümmid-i rehâ bir nazar-ı feyzine kalmış

Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî

Elbet bırakır öyle bir er, böyle halife
Ashab kadar hâdim olur şer'-i şerîfe
Her sohbeti bir zübde-i ahkâm-ı münîfe
Sorsan kime mazhardır O, der ism-i Lâtife

Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî
Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî

Etmiş ona Hakk pâye-i irfânı emânet
Sermâye-i pür kıymet imânı emânet
Ahmed Ağa etmiş ona yârânı emânet
Kılmaz mı erenler güher-kânı emânet
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
İfrat değil hakikattir ve söz Gönenli Mehmed Efendi hz.lerine aittir. Cemaatten birinin sözü değildir. Sadece Gönenli değil, Hızır aleyhisselamın yardımcısı Ladikli Ahmet Ağa hz.leri, Mehmet Emin Er hz.leri ve daha niceleri bu görüştedir. Bediüzzaman hz.leri de kendisine gelenlerden tarikata istidatı olanları sadece Sami Efendi hz.lerine yönlendirirdi. Burada her iki zatın pirdeş olmalarının da rolü vardır. Halen mânâ aleminde hazrete yönlendirdiğini duyduklarımız vardır. Cemaatin görüşü değil cemaat dışındaki büyüklerin görüşleridir.

Farzı muhal dediklerimiz hakikat olmasa dahi herkes sevdiği zatı "en" bilebilir. Bunda bir beis yoktur. Hatta güzeldir.

Ama bir nokta gözden kaçırılmamalı. Mehdi'dir diyemezseniz. Eğer Mehdi der iseniz, bu sefer başka yolların inkarı gündeme gelir ki tehlikelidir.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
İfrat değil hakikattir ve söz Gönenli Mehmed Efendi hz.lerine aittir. Cemaatten birinin sözü değildir.
...
Farzı muhal dediklerimiz hakikat olmasa dahi herkes sevdiği zatı "en" bilebilir. Bunda bir beis yoktur. Hatta güzeldir.

Ama bir nokta gözden kaçırılmamalı. Mehdi'dir diyemezseniz. Eğer Mehdi der iseniz, bu sefer başka yolların inkarı gündeme gelir ki tehlikelidir.

talib kardeş, sözlerinizde birçok boyuttan itikadi ve mantıki hatalar var. Bir kere, "bu ümmetin en büyüğü" sözü zahir manada ele alınınca ehl-i sünnet itikadına aykırıdır. Bu ümmetin en büyüğü Hz. Ebubekir(ra) ve sonra derecesine göre sahabe diye biliyorum. itikad kitapları böyle nakletmez mi ? Sizin bu söze hakikat demeniz yani "bu ümmetin en büyüğüdür" demeniz, bir mürşidi Mehdi kabul etmekten de büyük bir durum. Bir mürşidi Mehdi kabul eden hiç yoktan diğer ümmetin büyüklerini arka plana atmıyor. yani bu sözü neresinden tutarsanız tutun eğer zahir manada ele alırsan itikadi hatalara yol açar. Ama bu sözü şöyle tevil edebilirsin "bu zamanda ümmetin en büyüğüdür" şeklinde ele alman lazım. yoksa itikadi olarak vahim hatalara sebebiyet verirsin. itikadını kontrol et derim.İmam-ı Rabbani Mektubatta, Geylani hazretlerinin "ayağım bütün evliyanın boynundadır" sözünü de böyle tevil etmiştir. aksi halde senin düştüğün itikadi hataya düşülür.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Ya hu bu zamanı kasterek söylemiştir herhalde hazret. Sen nerelere gittin öyle :) Bir de itikad dersi verdin bize :)

Hem dedik ki biz değil Gönenli Mehmed Efendi hz.lerinin sözüdür. Biz bu zaman için söylenmiş bir söz diye anlıyoruz.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Ya hu bu zamanı kasterek söylemiştir herhalde hazret. Sen nerelere gittin öyle :) Bir de itikad dersi verdin bize :)

Hem dedik ki biz değil Gönenli Mehmed Efendi hz.lerinin sözüdür. Biz bu zaman için söylenmiş bir söz diye anlıyoruz.

zaten başta , sözün zahiri tehlikeli diye belirttim kardeş. çünkü bi açıklama belirtilmiyor,yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilir :) "bu zamanda" vurgusunu yapmak önemlidir itikadi açıdan. Ben de Sami hazretlerini çok severim, bugünlerde tefsir eserlerini felan almak istiyorum bakalım hayırlısı :)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Öyle kardeş. Ashab-ı Kiram hazeratı cümle evliyaullahın fevkindedir. Bu mübarek zatlar sahabe değillerdir ama onlardan ayrı da düşünülmemelidir. Vefatına yakın sahabeden bazı zatlar Sami Efendi hz.lerini ziyarete gelmişlerdir. Tabi hayatı sırasında neler yaşadı, neler gördü, onlar bize kapalı. Kapalı kutudan sızanları ancak biliyoruz.

Sami Efendi silsilesini incelerseniz, hiç bir aşırılığın olmadığını göreceksiniz. Burada gavstan, kutuptan, mehdiden konuşan insana neredeyse denk gelmedim desem yeridir. Efendi hz.lerine bile "hocamız" derler. O kadar. Hakiki mürid odur ki, şeyhini, liderini öven değil, şeyhinin kendisi ile evladım diyerek iftihar edebileceğidir.
 
Üst