Araplar Osmanlı'yı arkadan vurdu mu?

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Araplar Osmanlı'yı arkadan vurdu mu?


Türklere 80 yıldır anlatılan bir masalı tekrar ediyorlar. Bu masal, "Araplar ve diğer 'Müslüman kardeşleriniz' I. Dünya Savaşı'nda sizi sattı" diye başlar ve "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" diye de noktalanır. Türk'ün özellikle de Müslüman dostu yoktur...

Masal budur. Peki gerçek nedir?

Gerçek şudur: Osmanlı'nın çöküş döneminde Türk olmayan Müslüman unsurlar arasında gerçekten isyanlar başgöstermişse de, bu unsurların bir bütün olarak "ihanet ettikleri" kesinlikle söylenemez. Hatta Araplar sözkonusu olduğunda, Osmanlı'ya isyan edenlerin küçük bir azınlık olduğunu, buna karşılık Arap kabilelerinin çoğunun Osmanlılık ve Müslümanlık bağıyla İstanbul'a sadakat gösterdiklerini söyleyebiliriz.

Kürtler ise, daha da belirgin bir sadakatle önce Osmanlı İmparatorluğu'nu ardından da Milli Mücadele'yi desteklemişler ve Müslümanlık bağının getirdiği "kardeşlik"ten asla taviz vermemişlerdir. Ankara'nın kendisi bundan taviz verene kadar...

Önümüzdeki Ocak veya Şubat ayında Doğan Kitap tarafından yayınlanacak olan "Kürtler Nereye? Türkiye'nin Kürt Sorununun Geçmişi, Bugünü ve Geleceği" isimli kitabımda, bu konuyu detaylı olarak inceliyorum. Burada, o kitabın ilgili bölümünden kısa bir pasaj aktarmakta yarar gördüm.

Evet, gerçek, Murat Bardakçı'nın gösterdiği gibi değil. Aşağıdaki gibi...


"Araplar" Osmanlı'yı Arkadan Vurdu mu?

Her Türk genci "Araplar'ın I. Dünya Savaşı'nda bize ihanet ettiğini" öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen doğrudur. I. Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı'ya isyan ettiği ve ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin'in "Araplar"ın tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Ortadoğu uzmanı tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar, "Arapların ihaneti" söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor:

"Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicaz'da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun 'askeri açıdan' tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği 'bağımsızlık vaadi' ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani 'asıl cephenin gerisi'nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur.
'Asıl cephe', önce Şüveyş Kanalı ve Kanal Harbi'nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin'de kurulmuştur. Filistin'de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da Türk kuvvetlerini 'arkadan vuran' herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır... Arabistan Yarımadası'nın Hicaz bölümünden Akabe'ye kadar olan 'cephe gerisi' dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur."(1)


Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanıyor:

"O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı'nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George'un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. [Osmanlı İmparatorluğu'na isyan eden] Faysal'ın Arabistan'daki taraftarları, bir istisnaydı."
Araplar'ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Dr. Zekeriya Kurşun'un ifadesiyle, "I. Dünya Savaşı'nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir." (2)


Arap Milliyetçiliğinin Öncüsü Hıristiyan Araplardı

Üstteki hakikati teslim etmekle birlikte, Arap milliyetçiliğinin Osmanlı'da Türk milliyetçiliğinden daha önce geliştiğini belirtmek gerekir. Arap milliyetçiliği, 1860'larda, Suriyeli Arap entellektüeller arasında doğmuştu. Osmanlı İmparatorluğu'na ve yönetimindeki "Türklere" karşı ciddi bir antipati besleyen bu entellektüellerin dikkat çekici bir yönü ise, çoğunun Hıristiyan oluşuydu. Butros El-Bustani, Faris Şadyak, Nakkaş, Corci Zeydan gibi Hıristiyan Arapların öncülüğünde başlayan bu harekete katılan Müslüman Araplar ise, çoğunlukla Batılı fikirleri benimsemiş seküler aydınlardı. Arap milliyetçiliğini geliştirirken "Arapların İslam öncesi tarihlerine" ilgi duymaları, bundan kaynaklanıyordu.

Buna karşılık muhafazakar Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı'ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta sadece Sünni Araplar değil, Irak ve Suriye'deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı'ya ve Hilafet'e bağlılık duygusu vardı. (3) Bu konuda büyük bir otorite olan Prof. Kemal Karpat, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Arap milliyetçiliğinin, Hıristiyan Araplarınki hariç, aslında en son noktaya kadar "ayrılıkçı" olmadığına dikkat çekerek şöyle demektedir:

“Görülüyor ki Arapların 'milli' hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin modern bir versiyonunu yaratmaya çalışanlar Müslüman değil Hıristiyan Araplardı.(4)

....../.....

Kısacası yakın tarihimiz, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" anlayışını doğrulayacak şekilde gelişmedi.



1) Cengiz Çandar, "Sharon'cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları", Yeni Şafak, 5 Nisan 2002
2) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İstanbul. 1992, s. 153
3) Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 379
4) Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, s. 594

Yazan: Mustafa Akyol
 

Güle Sevdalı

Paylaşımcı
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
118
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Ormandan :)
Maalesef Türkiye'de bu gerçek bilinmiyor. Milliyetçiyim diye geçinen insanlar ağızlarında hikayeden öteye geçmeyen saçma sapan iftiralarla kin güdüyorlar araplara. Ama şunu bilmiyorlar ki arap ülkelerine gittikleri zaman kendilerine gösterdikleri hürmeti başkalarına göstermezler.

Şu gerçeğide görmemiz lazım ki bu kadar milliyetçilik ayaklarına kapılanlar neden sadece arapları arkalarında vurduklarını iddia ediyorlarda bir Amerika'nın, İngiltere'nin,Fransa'nın... daha nice batı ülkelerinin yaptıkları ihanetlerini söylemiyorlar. Neden batı hayranlığı içerisine giriyorlar?
 

siyah_nur

Üye
Katılım
30 Kas 2006
Mesajlar
19
Tepkime puanı
0
Puanları
0
bu konuyu çok merak ediyordum ve arapların böyle bişey yapacağına ihtimal vermek istemiyordum
çok sağol bu konuyu açtığın için
 

Ebu Zerr

Üye
Katılım
31 Ara 2006
Mesajlar
75
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Diyar-ı Mevlana = Konya
Sayın Nurfer!! Çok önemli bir konuya temas etmişsiniz..Sizi gerçekten tebrik ederim..Çok faydalandık..Kaynaklarını vererek aktarmanızsa ayrı bir güzellik..

Bu konu es geçilmemeli..Her Müslüman Türk ve Kürt genci Arap kardeşlerinin kendilerini sevdiğini bilmeli ve buna tüm kalbiyle inanmalıdır...

Şunu unutmayalım ki başta Müslüman Arap dünyası olmak üzere tüm İslam Alemi Anadolu'nun Müslüman Türk ve Kürt evlatlarından İslam Birliğine önderlik etmelerini beklemektedir...


Evet..Düşünce ve beklentiler Anadolu üzerinde yoğunlaşmaktadır...Çünkü Anadolu gerek tarihi misyonu gerekse bütün baskı ve dayatmalara rağmen İslami şuurun yeniden filizlendiği büyük bir toprak parçasıdır...Cemaat ve tarikatlerin bu denli yoğunlaştığı,hali hazırdaki bozuk durumda bile Mürşid-i Kamillerin, Allah dostlarının, Müfessir , Muhaddis ve Fakihlerin bu denli fazla olduğu başka bir İslam diyarı olduğunu zannetmiyorum...


Gerçekten de tüm dünyayı zulümlerin aldığı, masumların kanlara boyandığı şu bahtsız zaman diliminde Anadolu'nun Mücahid insanlarının omuzlarında büyük bir manevi yük vardır..Bu yük tesbih taneleri misali dağılmış İslam ümmetini tekrar tek çatı altında birleştirip sadece Müslümanların değil tüm mazlum insanların haklarını ellerine verme, Dünyayı idare ettiğini sanan Gizli Dünya Devleti'ine karşı büyük mücadelesini etme görevidir....BU görevin en başında Anadolu insanı vardır...


Ama ne acıdır ki böyle büyük bir görevi omuzlarında taşıyan Müslüman Türk ve Kürt Anadolu halkı parçalara ayrılmaya çalışılmakta;


Müslüman Mücahid Kürt halkı Güneydoğuda ayaklandırılarak Komünist bir devlet oluşturulmaya çalışılmakta, Siyonist güçlere maşa yapılmaya çalışılmakta ve bir kısmı dağlarda kafire maşa yapılmak istenmektedir..


Ve yine Müslüman ve Mücahid Türk halkı siyonistler tarafından ortaya atılan ırkçılık rüzgarıyla çalkalanmakta, yanlış milliyetçilik akımları ile öz kardeşi olan Kürtlerden kopartılarak ve Avrupa Birliği ve ABD gibi güçlere yaklaştırılmaya, onlara maşa yapılmaya çalışılmaktadır....


Milli ve Manevi duygularından soyutlanarak maddeye bağımlı, dolar kölesi;
üç beş kağıt parçası için babasının katilliğini , anasının satıcılığını, vatanının işportacılığını yapabilecek alçak ve ateist bir nesil yetiştirilmeye çalışılmaktadır...


Ey Müslüman Türk evladı... sen ki yüzyıllarıdr bu topraklarda Haçlı zihniyete karşı vücudunu siper yaptın..İslam aleminin cesaret abidesi, şehadet sevdalısı Muhafız Milleti idin...


Ey Müslüman Kürt evladı... Sen ki yüzyıllardır bu vatanın manevi bekçiliğini yaptın, Allah dostları yetiştirdin, Selahaddinler çıkardın...İslam milletlerinin sadakatta ve vefada timsali olan Muallim Milleti idin...


Ey Müslüman Arap evladı... sen ki yüzyıllardır Allah Resulü'nün (sav) davasının savunuculuğunu yaptın...Tüm İslam alemine İslam'ı ilk götürme şerefine nail oldun...İçinden Tarık Bin Ziyadlar çıkardın...İçinden Halid Bin Velidler çıkardın...
Seyyidler , Şeriflerle bu ümmetin Manevi Sorumluluğunu yüklenen İslam'ın Aziz Milleti idin...


Haydi bırakın bu siyonist tuzaklarına kanmayı...Bırakın şucu bucu olmayı..Hep birden Muhammedi (sav) olun..Aynı İslamın ilk zamanlarındaki gibi....

Kolkola verip pederiniz olan Yüce İslam'ın bayrağını göklere çıkarın..
Kandan gözyaşları döken bu bebeklerin yaşlarını silmek için....
Yüreği parça parça olan anaların sinesine merhem sürmek için....
Namusları tehlikede olan bacıların yardım çığlıkları için....
Ne olur haydi..Kurun artık şu İslam Birliğini....Yeter artık şucu bucu olmak...

Yok mu , kalmadı mı benim önderim Hazreti Muhammed (sav) diyenler..Nerdesiniz hani, beni daha fazla bağırtmayın gösterin kendinizi....:confused1[1]:


Not: Daha fazla yazamayacağım...Diyeceğim çok şey vardı ama gerisini siz anlayın artık.....Bazı şeyleri de kendiniz çıkarın...Daha açık konuşamıyorum çünkü...Siz anlarsınız beni...


..
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
her kim arapları severse beni sevdiği için sever, her kim onlara buğz ederse bana buğz ettiği için, bana karşı olan düşmanlığı için buğz eder...

Bu sözden sonra denilecek birşeyin kalmaması gerekir...
 

EHLİ-SUNNET

Paylaşımcı
Katılım
10 Eki 2006
Mesajlar
384
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Dünya
Web sitesi
www.islamlehrer.de
Esselamualeykum..arkadaŞlar BaŞlikta Araplar Bİzİ Arkadan Vurdu Denİyor.araplar Arasinda 4 Tane Peygamber Var Bu Peygamberlerde Bu BaŞliĞin İÇİne Gİrermİ???
 

gumus_Tesbih

Paylaşımcı
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Konum
van
-Araplarla Müslüman Türkler Arasına Sokulmak İstenen Nifak Tohumları

-Araplarla Müslüman Türkler Arasına Sokulmak İstenen Nifak Tohumları

İslamın iki bahâdır kahraman milleti olan Araplar ve Türkler arasında, sun‘î bir ihtilâf çıkararak İslam zaferlerini gölgeleme gayretleri, Avrupalılar tarafından XVII. asırdan beri sürdürülegelen fesâd faaliyetlerinin başında gelmektedir. Maalesef bu fesâd faaliyetlerinin acı meyveleri, I. Dünya Harbi'nde görülmüş ve bir çok müslüman millet, kahraman ağabeyi olan Türkleri arkadan vurmuşlardır. Gerçekten Hindistanlılar, paralı veya parasız İngiliz askerleri olarak ve düşman zannederek, gerçekte manevî pederi olan Türkleri öldürmüşler; şimdi başında oturmuş ağlıyorlar; zira babasız kaldıkları her hallerinden belli oluyor. İşte Araplar, yanlışlıkla ve düşmanın tahrikleriyle kahraman kardeşi Türkleri arkadan vurarak öldürüp hayretlerinden ağlamayı da bilmiyorlar. İşte Afrikalı bir kısım müslümanlar, tanımadan kurşun sıktıkları birâderlerinin başında şimdi vâveylâ ediyorlar. Kısaca âlem-i islam, İslamın bin yıllık bayraktarı olan oğlunu gafletle bilmeyerek öldürülmesine yardım etti. Şimdi anneler gibi saçlarını çekip ah-u fizâr ediyor. Kısaca Osmanlı Devleti, yakalarından ellerini çekti çekeli, hiç bir İslam ülkesinin iki yakası, yaklaşık bir asırdır, bir türlü bir araya gelmiyor[1].

Bu fesât faaliyetlerini hâlâ devam ettiğini, 1985 baharında doktora tezim ile alakalı araştırmalarda bulunmak üzere gittiğim Kuveyt'de de müşâhede ettim. Osmanlı Devletinin Arap ülkelerini işgal ettiklerini (işgal etmek demek olan "ihtilâl" kelimesini, 1990 baharında gittiğim Suudi Arabistan'da da maalesef yetkililerin ağzından duyma acısını tattım) ve kendilerini sömürdüğünü müdafaa eden bir kısım serseri mayınlara orada da rastladım. Daha da ötesi, dikkatinizi çekerek belirteyim. Arapça öğretmek üzere açılan Lisan Okullarında okutulan ve ancak Amerikalı ve Kanadalı ilim adamları tarafından hazırlanan Arapça Gramerinde de "Osmanlı işgal etti" "Osman sömürdü" gibi cümlelerin, başka misal yokmuş gibi kâideleri açıklayan misaller olarak zikredildiğini esefle okudum ve gördüm.

Böyle bir durumda değerli araştırmacı Prof. Dr. Muhammed Harb gibi meseleye vâkıf insanların bu fesâd şebekelerini durdurmaları gerektiğine kanaat getirdim ve bu vazifeyi ifaya çalıştıklarını da yazdıkları makaleleri okuyarak anladım. Muhammed Harb "El-Osmâniyyûn" adlı değerli eserinde haklı olarak şu soruları soruyor? Araplar Osmanlı hâkimiyetini nasıl karşılamışlardır? Buna mukâvemet etmişler midir? Nasıl bakmışlardır? Sevinmişler mi yoksa nefret mi etmişlerdir? Sömürgeci mi yoksa kurtarıcı nazarıyla mı bakmışlardır?

Kuzey Afrika veya bir diğer adıyla Mağrib yani Batı Arap Aleminin Yavuz'a ve Kanunî'ye mektuplar göndererek, Osmanlı Devleti'nin şemsiyesi altına girmeyi can ü gönülden istediklerini ve hatta Osmanlı Devleti'nin bir eyâleti olmayı teklif ettiklerini biz, daha önceki bir makalemizde belgeleriyle isbat etmiştik[2]. Muhammed Harb de aynı şekilde değerlendirme yapıyor ve değerli ilim adamı Dr. Abdülcelil Et-Temîmî'nin konuyla ilgili bir araştırmasından iktibaslar yapıyor. Ortadoğudaki Araplar açısından ise, bu sualleri şöyle cevaplıyor:

"Evet! Doğudaki Araplar da tıpkı Mağrib'dekiler gibi, Osmanlı Devleti'ni davet etmişler ve onlara merhaba demişlerdir. Bu durum, Mısır fethinden kısa zaman öncesinden değil, belki çok daha evvel başlamıştır. Özellikle Mısır'daki müslüman ahali, İslam'ı tatbik eden kuvvetli bir devlete tabi‘ olmayı başından beri istemektedir. Ortadoğudaki Araplar, tıpkı Mağribliler gibi, Osmanlı Devleti'ni, kendilerini Memlüklü devletinin zulmünden kurtaran bir kurtarıcı olarak görmüşlerdir.

Abdullah bin Rıdvan "Tarih-i Mısır" adlı eserinde, Mısır âlimlerinin, Mısır'a gelen Osmanlı sefiriyle gizliden gizliye görüştüklerini ve ona Sultan Gavri'nin şer‘-i şerife muhâlif hareket ettiğini şikâyet ettiklerini ve kendilerinin Osmanlı sultanının Mısır'ı fethetmesini beklediklerini ifâde eylediklerini kaydetmektedir[3]. Suriye bölgesi de Mısır'dan farklı değildir. Mısır'dan yola çıkarak Şam'a gelen ve oradan da Haleb'e varan Kansu Gavri'nin Haleb girişinde, çocukların "Yüce Allah sana yardım eylesin ey Sultan Selim" sesleriyle şaşkına döndüğünü tarihçiler kaydetmektedir[4].

II- Halep İleri Gelenlerinin Yavuz'a Gönderdikleri Mektup

Burada Halep âlimleri, kadıları ve halkın ileri gelenleri tarafından kaleme alınan ve Yavuz Sultan Selim'e takdim edilen bir Arîza yani dilekçeyi de aslına uygun olarak takdim etmek ve bu dediklerimizi belgelendirmek istiyoruz. Muhammed Harb tarafından özeti Arapçaya tercüme edilen bu belgenin aslı, Topkapı Sarayı'nda bulunmaktadır. Gerçekten Halep'de âlimler, kadılar, a‘yânlar, eşrâf ve ileri gelenler bir araya gelmişler ve kendi durumlarını aralarında tartışmışlardır. Neticede dört mezhebin kadısının ve şehrin ileri gelenlerinin, bütün halka vekâleten bir arîza yazmalarını ve arîzada Osmanlı Sultanı Selim'e hitâben istediklerini dile getirmelerini kararlaştırmışlardır. Alınan kararlara göre, Suriye halkı Memlûklu zulmünden bıkmıştır. Memlûklu idarecileri şer‘-i şerife muhâlefet etmektedirler. Sultan Selim, Memlûklu saltanatına son vermek isterse, Suriye halkı kendisine hoş geldiniz demeye hazırdır. Kendisini karşılamak üzere Anteb'e kadar gelecektir. Bununla da yetinilmeyerek Yavuz'dan güvenilir bir vezirini kendilerine idareci olarak göndermesi istenecektir.
Mektubun Kısa Özeti

"Mevlânâ Sultanımıza,

Biz Haleb'in ileri gelen âlimleri, eşraf ve a‘yânıyız. Bütün Halep ahalisinin izniyle size bu mektubu ve arîzayı yazıyoruz. Haleb ahalisi Sultan'a itâatkâr, kendi arzumuzla emirlerine hazırız ve bağlıyız. Ahalinin izniyle bu mektup yazılarak hazretlerine gönderildi. Haleb ahalisi, Sultanlarından ahd ü emân talep eyledik ki, canlarımız, mallarımız ve ehl ü iyâllerimiz mahfûz kalsın. Siz isterseniz, Memlûklüleri yakalar sizin elinize veririz. Sultanım Anteb'e geldiklerinde Haleb ahalisi sizi orada karşılamaya hazırdır. Eğer Memlûklüler önce davranırsa, ne olur, biz onların elinde esir olarak bırakmayın. Onların elinden kurtarmak kâfir elinden kurtarmak gibidir. Sultanım bile ki, şerî‘at asla uygulanmaz, malımızdan ve iyâlimizden dilediklerini zulmen alırlar. Kimse hesap soramaz. Her biri ayrı bir sultan gibidir. Bizden asker istediler, vermedik, bizi Sultanlarına şikâyet ettiler.

Sultanımızın devletlü başı için, bizi Memlûklüler elinde esir bırakma. Güvenilir bir vezirini bize gönder. Gizli gelsin, bizim başımıza geçsin ve bizi kurtarsın.

Halep Kadısı

Şemseddin Cemâleddin"

Mazide İslamın iki bahadır kahramanı Araplar ve Türkler, elele vererek, Kur‘an'ın sadâsını aktâr-ı âlemde en yüksek gür sadalarıyla herkese duyurmaya çalışmışlardır. "İnşaallah yine, Araplar, ümitsizliği bırakıp, İslamiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesânüd ve ittifak ile elele verip, Kur‘an'ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir
 

aHuZaR

Can kayıp can firarda
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
6,438
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Konum
Gönülistan
her kim arapları severse beni sevdiği için sever, her kim onlara buğz ederse bana buğz ettiği için, bana karşı olan düşmanlığı için buğz eder...

Bu sözden sonra denilecek birşeyin kalmaması gerekir...

bu söz hazreti haticenin evini yikip umumi hela yapan hazreti ebubekirin evini yikip oto park yapan ve simdi peygamberimiz s.a.w evini yikip otel yapmak isteyen suidiler icin icin gecerli degil sanirim degilmi?
 

Ebu Zerr

Üye
Katılım
31 Ara 2006
Mesajlar
75
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Diyar-ı Mevlana = Konya
bu söz hazreti haticenin evini yikip umumi hela yapan hazreti ebubekirin evini yikip oto park yapan ve simdi peygamberimiz s.a.w evini yikip otel yapmak isteyen suidiler icin icin gecerli degil sanirim degilmi?

Belli bir azınlığa bakarak tüm Arap toplumunu öyle görmeyiniz...
Bugün dünyada çoğu İslam ülkesinde iktidar ve güç zorba azınlık güçlerin elindedir..Ve bu tür zulümleri yapanlar da o zorba güçlerdir..Halklar böyle değildir..Onun için Suudi yönetimini veya Baas rejimini bu tür konularda örnek vermemelisiniz...

Bizim için örnek halktır...

Eğer sizin dediğiniz mantıktan hareket edersek Allah'ın dinine (haşa) saldıran bi sürü Türk ırkından olan insan vardır..Onlar ne olacak? Bugün Türk televizyonlarını uydudan izleyen ve müstehcenliğin ahlaksızlığın daniskasını gören dindar Araplar "vayy Türklere bak..Bunlarla kardeş olunmaz..Bunlar karı oynatıyor" deseler ne denli doğru bir hüküm olmazsa aynı şekilde halihazırda medyada gördüğümüz yanlış uygulamalarla da Araplar hakkında genel bir hükme varılamaz..





 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Şu tespiti yapmakda fayda var: Vehhabiler en çok Müslüman Arapları katlettiler. Vehhabi hareketi "Arapların Türklere karşı bir hareketi" değildir; bilakis, Vehhabilerin tüm Müslümanlara (Arap veya Türk) ve Halifeye ve Ehl-i sünnete karşı bir hareketidir.

Suudilerin I. Cihan Harbi'nde İngilizlerle işbirliği yaptığını unutmamak lazım. Ancak Suudilerin genel olarak Arapları temsil etmediği izahtan varestedir. "Türk" İttihadçıların da tüm Müslümanlara (Araplara ve Türklere ve diğerlerine) büyük zararlar verdiğini hatırlayalım.

Konu hakkında bazı yazıları şu bağlantılarda bulabilirsiniz:

http://muratyazici.blogspot.com/2007/07/ibni-suud-ailesi-vehhabilik-ingilizler.html

http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/ibni-suuda-ingiltere-hindistan.html

http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/vehhabi-vaheti.html

http://muratyazici.blogspot.com/2007/06/suudi-arabistan-ve-vehhabilik.html

Türkiye'de son 70-80 senedir aşılanmış olan Arap düşmanlığının menşeinde ise Peygamber (aleyhisselam) düşmanlığı ve İslam düşmanlığı vardır. Şunu da ekleyeyim: "İşler Arap saçına döndü..." gibi ifadeleri kullanmamak lazım; hamam böceklerine "kara Fatma" denmesi ve kara köpeklere "Arap Arap..." diye seslenilmesi imanı olan bir insanın tahammül edemeyeceği çirkin işlerdir.
 

cicikagan

Üye
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.superturkuz.org
her kim arapları severse beni sevdiği için sever, her kim onlara buğz ederse bana buğz ettiği için, bana karşı olan düşmanlığı için buğz eder...

Bu sözden sonra denilecek birşeyin kalmaması gerekir...

Sanırım bunada Sahih hadis diyeceksin :)
Haşa Peygamber Irkcılık mı yapıyor?

Bu hadisin doğru olma ihtimali var mı acaba?
İnsan bir sorgular.
Merak ediyorsan Prof.İbrahim Sarmış hocanın Hadis İlmi adlı kitabını oku.

Arabın içindende iyiside çıkar kötüsüde aynen Türklerin içinden bir Orhan Pamuk nasıl çıkıyorsa Onlardada Şerif Hüseyin çıkmıştır.

Uzağa gitmeyede gerek yok Ebu Cehil çıkmıştır.

Peygamberin söylemediği söyleme ihtimali dahi olmadığı sözleri ona atfetmeyelim.
 

cicikagan

Üye
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.superturkuz.org
Filistin topraklarına yahudilerin yerleştirilmesine imkan sağlayan ve yahudilerin bu topraklar üzerinde devlet kurmalarına kapı açan ilk ihanet Şerif Hüseyin tarafından yapılmıştır. Şerif Hüseyin 7 Şubat 1999 Pazar günü hayata gözlerini yuman (artık) eski Ürdün kralı olan Hüseyin ibnu Talal'ın dedesinin babasıdır.
İngiltere'nin Mısır elçisi Henri Mikmahun 1915'te Şerif Hüseyin'e bir teklif götürdü. Bu teklifte, Şerif Hüseyin'e Arapların Osmanlılardan ayrılarak bağımsız devlet kurmalarına yardımcı olacağını, kendisine de halifelik verileceğini vaad ediyordu. Yani İslam ümmetinin halifesini haçlı zihniyetinin başını çekenlerden İngiltere belirleyecekti. Bu vaadlerine karşılık Şerif Hüseyin'den de Filistin topraklarına yahudilerin yerleştirilmesine ve bu topraklarda bir yahudi devleti kurdurulmasına yardımcı olma sözü almıştı. Şerif Hüseyin İngilizlerin vaadlerine kanarak 10 Haziran 1916'da Osmanlılara karşı isyan başlattı. Aynı yıl İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Filistin toprakları üzerinde bir yahudi devleti kurdurulması için gerekli şartların oluşturulmasını öngören Sykes-Picot anlaşması adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı. Çok geçmeden Şerif Hüseyin'in de muvafakat ve destekleriyle 1917'de İngiliz orduları Filistin topraklarına girdi ve yahudilerin bu topraklara yerleştirilmesi işlemi hız kazanmaya başladı. 24 Temmuz 1922'de de şimdiki BM konumunda olan Milletler Cemiyeti, Filistin topraklarını resmen İngiltere'nin vesayetine verdi.
Şerif Hüseyin, Filistin'e ihanet konusunda İngilizlere verdiği sözü yerine getirdi ama İngilizler ona verdikleri sözü yerine getirmediler. Kendisine bütün Arap yarımadasının yönetimini vermeyi vaad ettikleri halde daha sonra şimdiki Ürdün topraklarına razı olmasını istediler.
Olaylar birbirini izledi ve 1947'de İngiliz güçlerin kademeli olarak Filistin'den çekilmesinden sonra 1948'in başlarında İsrail'in kuruluşu ilan edildi. İsrail'in kurulmasıyla birlikte Filistin halkıyla yahudiler arasında bir savaş başladı. Bu kez Filistin halkına Şerif Hüseyin'in oğlu zamanın Ürdün kralı Abdullah ihanet etti. Kral Abdullah, Filistin halkına destek amacıyla (!) İngiliz kumandan Glop Paşa'nın emrindeki ordusunu Filistin topraklarına soktu. Bizzat 1948 olaylarını yaşayanların anlattıklarına göre İngiliz Glop Paşa'nın emrindeki Ürdün birlikleri Filistinlilere: "Artık biz düzenli bir ordu olarak olaylara müdahale ettik. Sizin böyle dağınık bir mücadeleye devam etmenize gerek kalmadı" diyerek, onların yahudi işgalinden kurtardıkları bölgeleri ellerinden alıyor, sonra oraları tekrar yahudilere teslim ediyorlardı. Bu sayede yahudiler 1948 olaylarında sınırlarını daha da genişleterek bugün yeşil hat olarak adlandırılan hattın içinde kalan bölgelerin tamamına hakim oldular.
 

cicikagan

Üye
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.superturkuz.org
Yıl 1918. Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereyiz.
Suriye, Irak, Filistin, Arabistan cephelerindeki ordularımız, İngilizler karşısında çökmek üzere. İngilizler, Arapları çil çil altınlarla satın almış. Araplar, Türk ordusunu, dindaşlarını arkadan ve kalleşçe vuruyor.

30 Ekim 1918. Bu cephelerde on binlerce şehit veren Osmanlı yenilmiş, Mondros Antlaşması'yla teslim olmuş.

Peygamberimizin Ravza-i Mutahhara adıyla bilinen mezarı, kutsal Medine kentinde. Komutanlığını Fahrettin Paşa'nın yaptığı Medine garnizonu, aylardan beri Arap ve İngilizler tarafından korkunç bir kuşatma altında. Açlık, susuzluk, silahsızlık, her şey felaket. Çaresiz kalan Fahrettin Paşa ordusuna emir yayınlıyor: "Evlatlarım, çekirgeleri tavada pişirip yiyin. Ben yiyorum, çok güzel oluyor."

Fahrettin Paşa, Arap ihanetini ve olacakları önceden görüyor, Medine'nin elden çıkacağını anlıyor. Peygamberimizin mezarına Osmanlı tarafından armağan edilen bütün değerli eşyaları (hazineyi) son trenlerden birine bir muhafız kıtası eşliğinde yükleyip İstanbul'a gönderiyor. İşte bazıları:

Hazreti Osman'ın ceylan derisine el yazmalı Kuran'ı, pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı levhalar, pırlantalı, incili ve amberli tespihler, Kevkebi Dürri adlı 4 parça büyük elmas, her biri 50 kiloluk altın şamdanlar ve daha niceleri.

Medine, demiryolunun son durağı. Demiryolu, cephelerdeki ordumuzun tek can damarı. Araplar bu hatta sürekli sabotaj düzenleyip asker, yiyecek içecek, cephane sevkini engelliyor. İngiliz altınları doğrusu çok işe yarıyor!

***

Mondros imzalanıyor, devlet teslim oluyor. Fakat o ne? Fahrettin Paşa Medine'de teslim olmayı reddediyor. Aylar boyu Arap-İngiliz kuşatmasına direniyor.

Haçlı-Arap işbirliği, Türk ordusuna karşı sürüp gidiyor.

İstanbul hükümeti, Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) Haydar Molla'yı Medine'ye İngiliz zırhlısıyla gönderip, direnen Fahrettin Paşa'dan teslim olmasını istiyor. Paşa yine reddediyor. Verdiği yanıt hep aynı: "Ben Peygamberimizin mezarını bunlara bırakmam. Al bayrak burada dalgalanacak."

Dünya askerlik tarihinde böyle bir olay yaşanmadı. Devlet teslim olmuş, Fahrettin Paşa 3 ay daha Medine'de direniyor. İngilizler ve işbirlikçi Araplar, Medine'yi bir türlü ele geçiremiyor.

Ocak 1919. Sonunda olan oluyor. Bir sabah erken saatlerde Paşa, Peygamberimizin mezarında namaz kılarken, teslimden başka çıkar yol kalmadığını savunan bazı subaylar onun üzerine atılıp yaka paça yakalıyor.
( Savaşı kaybetmiyor kazanamayacağına inanmayanlar yüzünden bu savunma hattı kırılıyor )
Fahrettin Paşa, tabancasıyla kılıcını Peygamberimizin mezarına bırakıyor ve kuşatmacılara esir düşüyor.

Paşa bir süre Mısır'daki esir kamplarında kaldı. Sonra bütün yurtseverler gibi, İngilizler tarafından Malta Adası'na sürüldü. Esirliği boyunca çizmelerini ve üniformasını bir gün olsun üzerinden çıkarmadı.

2.5 yıl sonra serbest kalınca 1921 yılında İtalya-Almanya-Rusya-Batum-Kars yoluyla yurda girip vatan toprağını öptü ve Kazım Karabekir Paşa ordusuyla Batı cephesine gidip İstiklal Harbi'ne katıldı.

Ankara'da Mustafa Kemal Paşa, Fahrettin Paşa için "daha sağlığında adını tarihe altın harflerle yazdırmış kumandanımızdır" dedi.

Çöl kaplanı ve Medine kahramanı olarak bilinen, düşmanlarının bile hayranlıkla söz ettiği Fahrettin Paşa, 1922 yılında Mustafa Kemal Paşa tarafından Afganistan'a, Kábil Büyükelçisi olarak atandı. Afganistan o yıllarda da bizim için çok önemli. Yeni rejimi tanıyan birkaç ülkeden biriydi.

Fahrettin Paşa sonraki yıllarda "Türkkan" soyadını aldı. Hakkında yazılmış iki nefis kitap var. İkisinin de adı "Medine Müdafaası". Birinin yazarı Paşa'nın personel subayı Naci Kaşif Kıcıman, öteki ise Medine'de Kızılay görevlisi Feridun Kandemir. Her ikisi de Medine'de Paşa ile birlikte görev yapmışlar.

Aradan yıllar geçiyor, Kandemir bir gün Fahrettin Paşa'ya İstanbul'da sokakta rastlıyor ve kendisinden, anılarını yazmasını istiyor. Yanıtını kitaptan aynen aktarıyorum: "Evladım, herkes vatana karşı borçlu olduğu vazifeyi yapar ve orada iş biter."

Fahrettin Türkkan, 1948 yılında vefat etti. Ebedi uykusunu İstanbul'da, Rumelihisarı Mezarlığı'nda uyuyor.

Fahrettin Paşa olayı, dünyada eşi olmayan bir ibret belgesidir. İngilizlerle para uğruna işbirliği yapan dindaşımız Arapların ihanetine uğrayan, devlet teslim olduğu halde Peygamberimizin mezarını onlara kaptırmamak için kelle koltukta, aç susuz direnen gerçek bir Müslüman'ın öyküsüdür.

Ben bu kahramanlara büyük saygı duyuyorum. Bugün onlar sayesinde özgürüz. Allah hepsine rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar. Gerçek dindar, gerçek Müslüman, işte onlardı. Onlar aynı zamanda yurtseverdi. Bir Fahrettin Paşa ve benzerlerine bakın, bir de Müslümanlık tüccarlığı yapan din bezirgánı sahtekárlara!


Fahrettin Paşa'nın hazinesi

Fahrettin Paşa'dan, Paşa'nın Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz altınlarıyla satın alınıp ordumuzu Medine'de kuşatan ve arkadan vuran Araplardan kaçırdığı görkemli hazineden kısaca söz etmiştim.

şimdi onları açıklama vakti sıkı durun ....

Fahrettin Paşa, dindaşlarına ihanet eden, Türk askerini çöllerde kesip donuna kadar yağmalayan Araplarla boğuşuyor. Medine'nin elden çıkacağını gören Paşa, Peygamberimizin bu kentteki mezarına Osmanlı padişahları tarafından gönderilen hediyeleri, bir muhafız kıtası eşliğinde ve mühürlü sandıklarla İstanbul'a gönderip ülkemize kazandırıyor. Allah rahmet eylesin, ne iyi yapıyor. Aksi takdirde bu değerli eşyalar, şimdi din bezirganı Suudi'lerin elinde olacaktı.

İşte bu yurtsever insanın o koşullarda ülkemize kazandırdığı hazinenin listesi:

- Hazreti Osman'ın ceylan derisine elyazmalı Kuran'ı.

- 5 adet eski elyazması Kuran ve 4 adet Kuran cüzleri.

- Değerli taşlarla bezenmiş, altın kaplamalı 5 adet Kuran kabı.

- Hilye-i Şerif (Peygamberimizin yazı ile yapılmış portresi). Gümüş çerçeveli, yeşil kadife üzerine pırlanta ve incilerle Peygamberimizin adı yazılı, gümüşten güneş resimli.

- Bir adet som altın üzerine pırlanta ile Kelime-i Şehadet yazılı levha.

- Pırlantalı, incili, mercanlı 7 adet tespih.

- Gümüş işlemeli 2 adet rahle.

- Sultan Abdülaziz'in pırlantalı ve altın işlemeli tuğrası.

- 4 adet sancak başı ve 3 adet değerli kılıç.

- Kevkeb-i Dürri adlı 4 parça büyük elmas. Altın üzerine oturtulmuş, çevresi elmas ve yakutlarla bezenmiş.

- 14 adet pırlanta ve zümrütlerle bezenmiş altın askı.

- Pırlanta, inci, yakut ve zümrütlerle bezenmiş 11 adet altın kandil askısı.

- Değerli taşlarla bezenmiş 1 adet altın kandil.

- 1 adet altın kahve askısı.

- Değerli taşlarla bezenmiş 7 adet altın şamdan. İkisi 1.55 metre boyunda ve 50 kilo ağırlığında. Her birinin üzerinde 2.680 pırlanta var.

- 1 adet altın makas.

- Değerli taşlarla bezenmiş 8 adet altın gülabdan (gülsuyu kabı) ve 12 adet altın buhurdan (tütsülük).

- Pırlanta, zümrüt, yakut ve incilerle bezenmiş 2 adet çelenk, 10 adet yıldız çiçek, bir yaprak. Hepsi altın.

- 1 adet pırlanta yüzük.

- Altın ve gümüş zincirler, altın mücevher kutuları ve çekmeceleri.

- 84 karat inci taneleri, 15 parça zümrüt, 27 parça yakut, 53 parça pırlanta ve elmas, 3 kilo 985 gram altın, 908 kilo gümüş.

- 49 parça şal ve sırma işlemeli perde.

- Medine'de Sultan Mahmut kütüphanesi ve diğerlerindeki değerli eserler.

Bu inanılmaz hazine şimdi Topkapı Sarayı'nda. Bir bölümü sergileniyor.

***

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk askeri, İngilizlerle işbirliği yapan Araplar tarafından arkadan vuruldu. O savaşta Arap ihaneti unutulacak şey değildir. Ortadoğu'nun dört bir yanında, Filistin, Hicaz, Irak, Suriye cephelerinde bu ihanet olmuştur.

İngilizlerle savaşan on binlerce Türk askeri, satılmış Araplar tarafından öldürülmüş, cesetleri yağmalanmış, belki altın yutmuşlardır diye cesetlerin mideleri bile bıçakla deşilmiştir.

Naci Kaşif Kıcıman'ın Medine Müdafaası isimli eserini, 1976 yılında İslamcı bir yayınevi olan Sebil çıkarmış. Bakınız önsözünde İslamcı Sebil Yayınevi bile ne diyor:

"Rica: Sevgili okuyucu! Bütün İslam Alemini Türk'ün liderliği altında tek bir devlet olarak birleştirmek ve bu birliği devam ettirebilmek uğrunda dayanılmaz eza ve cefalara katlanan şehit ve gazilerimizin örnekleri arasında en talihsizleri, Medine savunucularıdır. Çünkü Peygamberimizin mübarek mezarını İngilizlerin aldatmasına kapılmış sözde Müslüman Arap reislerine (başkanlarına) karşı yetersiz yiyecek-içecek ve silah imkanlarıyla, amansız çöl sıcakları altında savunma mecburiyetinde kalmışlardır. Bu acı fakat şerefli savunmanın aziz şehit ve gazilerinin ruhlarını bir Fatiha ile hoş etmek, halen sağ bulunanları ise sağlık ve selamet dilekleriyle anmak, din ve vatan borcundur."

İçimizden bazıları o günleri ya hiç öğrenmemiş, ya da Arap ihanetini görmezden geliyorlar.

İstediklerini yapsınlar da, yakın tarihimizi cahilce göz ardı etmesinler. Bilmemek ayıp değil, biraz okuyup öğrensinler. Fahrettin Paşa gibi nice kahramanların ruhlarını sızlatmasınlar.

Yemenden dönen askerlerimizin karınlarında altın var diye deşildiğini dedelerinizden hiç dinlemediniz mi?

Devekuşu gibi başımızı kuma gömmekle gercekler yok olmaz.
Ve Arapları İslamiyetle nasıl özdeşleştirirsiniz.Akıl alacak şey değil.
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Üç-beş arap çapulcusunun yaptıklarını Arap kavmine genellemek İslam'a ve müslümalara ihanettir...Kaldı ki Osmanlıya ihanet eden türkler'de vardır, biraz tarih araştirin, hangi türkler osmanlıya ihanet etmiştir??? Osmanlı arkadan vurulmamış, yahudi dönmelerince içerden hançerlenmiştir...Cumhuriyet döneminde ise araplar nasıl ve kimler tarafından hançerlenmiştir, bir zahmet araştırın???
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst