Anadilde Eğitim Tartışmaları ve İsviçre Modeli

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bu haftaki sohbetimizde ise İsviçre’de konuşulan anadilleri ve bu dillerin idarî yönetimdeki adil temsiliyet haklarını konuşacağız. Dört tane dilin konuşulduğu, sadece 450 bin kişinin konuştuğu İtalyanca ile sadece ve sadece 36 bin kişinin konuştuğu Retoromanşça dahil olmak üzere ülkede konuşulan tüm anadillerin “resmî dil” statüsünde olduğu İsviçre hakkındaki bu haftaki sohbetimizde, yalnızca “dil” konusunu ele alacak ve İsviçre’deki bu mükemmel, adaletli ve hakkaniyetli modeli gündeme getireceğiz. Özellikle, referandumun henüz bittiği, yeni anayasa çalışmalarının gündemin ilk sırasına oturduğu ve bu çalışmadaki tartışmaların “Kürtçe’nin 2. resmî dil olup olmaması” noktasında düğümlendiği Türkiye’ye bakmak ve süreci sağlıklı bir şekilde yorumlamak için, duracağımız en uygun yerin de İsviçre olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki bu soruna İsviçre üzerinden yaklaşıp yorumlarken, sorunu yalnızca teorik olarak seslendirmekle yetinmeyecek, kendi somut çözüm önerilerimizi de net bir şekilde “dil”e getireceğiz.
BİRDEN FAZLA RESMÎ DİL ÜLKELER İÇİN BİR ZANGİNLİKTİR
Yaşadığımız ülkede İttihatçı kadrolar tarafından kurulan kemalist rejim, Türk ulusçuluğu politikası güderek ülkeyi tıpkı İzlanda adası gibi “tek dil ve tek kavim”den oluşan bir ülke yapmaya çalışmış, bu çabasının bir sonucu olarak, Türkler dışındaki kavimlerin, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Rum, Ermenî, Gürcü, varlıkları dahi inkâr edilmiş, herkesin “Türk” olduğunu iddiâ etmiş, halen dahi olduğu gibi herkese “Türk” demiş, Kürtçe, Çerkezce, Lazca, Gürcüce, Arapça, bütün dilleri bizzat kanunla yasaklamış ve bu yasağa muhalefet edenleri en ağır şekilde cezalandırmış, Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Rumca, Ermenîce, Arapça olan bütün köy ve şehirlerin, göl ve ırmakların, dağ ve ovaların isimlerini halkın rızası olmadan zorla değiştirip onlara uyduruk Türkçe isimler vermiş, Türklük’ten, Türkçe’den ve Türkçe isimlerden başka hiçbir şeye hayat hakkı tanımamıştır.
Oysa bugün dünya ülkelerine baktığımızda, pekçok ülkenin birden fazla resmî olduğunu, sadece bir resmî dili olanların bile Türkiye’de olduğu gibi diğer dillere karşı inkârcı ve asimilasyoncu bir politika takip etmediğini görürüz.
Dünya üzerindeki pekçok ülkenin 2 resmî dili vardır. Bu ülkeler şunlardır: Büyük Britanya (İngilizce ve Galce), İrlanda (İrce ve İngilizce), Finlandiya (Fince ve İsveççe), Beyaz Rusya (Biyelo Rusça ve Rusça), Malta (Maltaca ve İngilizce), Vatikan (İtalyanca ve Latince), Makedonya (Makedonca ve Arnavutça), Gürcistan (Gürcüce ve Abhazca), Irak (Arapça ve Kürtçe), Afganistan (Peştuca ve Dehrî Farsçası), Pakistan (Urduca ve İngilizce), Hindistan (Hintçe ve İngilizce), Sri Lanka (Singhalezce ve Tamilce), Kırgızistan (Kırgızca ve Rusça), Filipinler (Pilipino ve İngilizce), Doğu Timor (Tetumca ve Portekizce), Fiji (Fiji dili ve İngilizce), Marshall Adaları (Marshall yerli dili ve İngilizce), Palau (Palauca ve İngilizce), Samoa (Samoaca ve İngilizce), Tonga (Tongaca ve İngilizce), Yeni Zelanda (Maori dili ve İngilizce), Somali (Somali dili ve Arapça), Cibuti (Arapça ve Fransızca), Burundi (Kirundi ve Fransızca), Kenya (Kisuaheli ve İngilizce), Lesotho (Sesotho ve İngilizce), Madagaskar (Malagassi ve Fransızca), Moritanya (Arapça ve Fransızca), Swasiland (Siswati ve İngilizce), Tanzanya (Kisuaheli ve İngilizce), Çad (Arapça ve Fransızca), Kamerun (Fransızca ve İngilizce), Ekvator Ginesi (İspanyolca ve Fransızca), Haiti (Fransızca ve Fransız Kreolcası), Kanada (İngilizce ve Fransızca).
Hatta dünya üzerinde pekçok ülkenin de 3 resmî dili vardır. Bu ülkeler şunlardır: Belçika (Flamanca, Fransızca ve Almanca), Lüksemburg (Lëtzeburgca, Fransızca ve Almanca), Bosna – Hersek (Boşnakça, Sırpça ve Hırvatça), Vanuatu (Bislama, İngilizce ve Fransızca), Eritre (Tigrince, Arapça ve İngilizce), Ruanda (Kinyarwanda, Fransızca ve İngilizce), Komor Adaları (Komorca, Arapça ve Fransızca), Seyşel Adaları (Fransız Kreolcası, Fransızca ve İngilizce), Bolivya (İspanyolca, Aimará Kızılderili dili ve Keçua Kızılderili dili), Peru (İspanyolca, Aimará Kızılderili dili ve Keçua Kızılderili dili).
Hatta hatta, dünya üzerinde, tam 4 tane resmî dili olan ülkeler bile vardır. Bu ülkeler şunlardır: İsviçre (Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromanşça), İspanya (İspanyolca, Katalonca, Galiççe ve Baskça), Singapur (Malayca, Tamilce, Mandarin Çincesi ve İngilizce).
Görüldüğü üzere, dünya üzerinde tek resmî dili olan ülkeler olduğu gibi, 2, 3 ve hatta 4 resmî dili olan ülkeler de vardır.
Ancak dünya üzerinde, bütün ülkeler arasından iki ülke vardır ki, bunlar “mükemmellik” üst sınırını bile aşan, tüm dünyaya ve insanlık ailesine örneklik teşkil edecek, tüm insanlığa eşitlik ve kardeşlik dersi verecek nitelikte muazzam bir uygulamaya evsahipliği yapmaktadırlar. Bunlar, benim kendisine “Yaşayan Jomo Kenyatta” lakabını taktığım Nelson Rolihlahla Mandela tarafından yönetilen Güney Afrika Cumhuriyeti ile benim kendisine Kürtçe’de “amcaoğlu” anlamına gelen “Pısmam” lakabını taktığım Hugo Rafael Chávez Frías tarafından yönetilen Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’dir.
Afrika kıt’âsının en güneyinde bulunan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, sıkı durun, tam 11 tane resmî dili vardır. Evet, yanlış okumadınız; 11 tane resmî dil. Bu diller şunlardır: Afrikaans, İngilizce, Güney Ndebele, Güney Sotho, Kuzey Sotho, Swati (Swazi), Tsonga, Tswana, Venda, Xhosa ve Zuluca.
Bu 11 dil arasından Afrikaans ve İngilizce, yüzyıllar boyunca bu toprakları ırkçı Apartheid rejimiyle yöneten beyaz azınlığın dilleridir. İngilizce bildiğimiz İngilizce’dir, Afrikaans ise “Boer” (Flamanca’da “Çiftçi” demek) olarak adlandırılan Hollanda kökenli beyazların konuştuğu dildir; Flamanca ile yerli Afrika dillerinin karışımından oluşmuş melez bir dildir. Diğer 9 dil ise, ülkedeki siyahî çoğunluğun konuştuğu yerli dillerdir.
Güney Ndebele dili, Bantu dil ailesinin Nguni grubuna ait bir dildir. Güney Afrika’daki Ndebele halkının konuştuğu dil olup 600 bin civarında insan tarafından Mpumalanga, Limpopo (eski ismi Transvaal), Guateng ve Kuzeybatı vilayetlerinde konuşulur. Zimbabwe’de de konuşulan dil, bu dildir ancak aralarında belli başlı farklar vardır. Her iki ülkedeki Ndebele dillerini biribirinden ayırt edebilmek için, Güney Afrika’da konuşulan Ndebele diline “Kwandebele”, Zimbabwe’de konuşulan Ndebele diline ise “İsindebele” denilir.
Sotho dili de aynı şekilde Bantu dil ailesine ait bir dildir; Sotho grubuna aittir. Güney Afrika’da yaklaşık 4, 5 milyon insan tarafından Guateng, Limpopo ve Mpumalanga vilayetlerinde konuşulur. Her iki Sotho dilini biribirinden ayırt edebilmek için, Kuzey Sotho dili “Sesotho”, Güney Sotho dili ise “Sepedi”, “Pedi” veya “Transvaal – Sotho” olarak da adlandırılır. Afrika kıt’âsındaki Lesotho adlı ülkede konuşulan dil de budur. Lesotho’nun isminden de anlaşılacağı gibi bu ülkede Sotho halkı yaşamaktadır ve “Lesotho” ismi, Sotho dilinde “Sotho dilini konuşan halk” demektir. “Sotho” ise kelime olarak “çok çok batıda yurt edinmiş” anlamına gelir. (İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, sayfa 43)
Swati ya da diğer adıyla Swazi dili, aynı şekilde Bantu dil ailesinin Nguni grubuna ait bir dildir ve “SiSwazi” olarak da adlandırılır. Yaklaşık 3 milyon kişi tarafından Güney Afrika ve Swaziland’da konuşulur. Swaziland’ın tamamında, Güney Afrika’nın ise Mpumalanga ve KaNgwane bölgelerindeki okullarda eğitim dilidir. Zaten “Swaziland” adı da “Swazi ülkesi” demektir. Güney Afrika ile Mozambik arasında bulunan ve başkenti Mbabane olan bu ülkenin gerçek ismi “Nqwane” olup, beyaz sömürgeciler tarafından “Swaziland” ismi verilmiştir. (İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, sayfa 57)
Tsonga dili de aynı şekilde Bantu dil ailesine ait bir dildir ve “Xitsonga”, “Thonga” veya “Şangaan” olarak da adlandırılır. Güney Afrika’daki Tsonga halkının dilidir ve yaklaşık 3 milyon kişi tarafından Limpopo ve Mpumalanga vilayetlerinde konuşulur. Mozambik, Swaziland ve Zimbabwe’de de Tsonga konuşanlar vardır.
Tswana dili ise Bantu dilinin Latin Alfabesi’yle yazılmış şekli olup “Setsvana” olarak da adlandırılır. Botswana ve Güney Afrika’da konuşulan bu dil, Botswana’nın da resmî dilidir. Zaten “Botswana” adlı ülkenin ismindeki “bo” sözcüğü Tswana dilinde “halk” demektir. Bu durumda “Botswana”, bu dilde “Tswana halkı” anlamındadır. (İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, sayfa 42)
Venda dili de aynı şekilde Bantu dil ailesine ait bir dildir ve “Tşivenda” olarak da adlandırılır. Güney Afrika’da 1 milyona yakın kişinin konuşutuğu bu dili Zimbabwe’de de konuşanlar vardır. Sadece Venda halkı değil, Lemba halkı tarafından konuşulan dil de yine bu dildir.
Xhosa dili ise Nijer – Kongo dil ailesine ait bir dildir ve “İsixhosa” olarak da adlandırılır. Ülkede 8 milyon kişi tarafından konuşulur; yani Güney Afrika nüfûsunun % 18’i tarafından.
Zuluca ise Zulu halkı tarafından konuşulan dildir ve “İsizulu” olarak da adlandırılır. Bu dili konuşanların sayısı 10 milyon kadardır ve bunların % 95’i Güney Afrika’da yaşarlar. Güney Afrika devletinin 11 resmî dilinden biri olan Zuluca’nın en önemli özelliği, bu dilin bu ülkede, “evde en çok konuşulan dil” olmasıdır. Güney Afrika nüfûsunun % 24’ü evde Zuluca konuşurken, % 50’si, yani ülkenin yarısı bu dili bilmekte / anlamaktadır. Güney Afrika dışında Zimbabwe, Malawi, Mozambik ve Swaziland’da da Zuluca konuşanlar vardır.
Gelelim Venezuela’ya... Teyzemoğlu Nelson Mandela’nın kurduğu Güney Afrika Cumhuriyeti’nde nasıl bir mükemmel sistem kurulduğunu ve ülkede konuşulan tüm dillerin “resmî dil” statüsünde olduğunu gördünüz. Böyle bir sistem ister istemez “mükemmelliğin en üst sınırı” olarak adlandırılır, ancaaak, amcamoğlu Hugo Chávez tarafından yönetilen Venezuela bundan bile daha mükemmel bir sistem kurarak, adetâ “mükemmelikte sınır yoktur” özdeyişini haykırmaktadır.
Federasyonla yönetilen, anti – emperyalist kimliğiyle dünya haritasında onurlu ve şerefli bir yeri olan, başta Gazze ve Filistin halkı olmak üzere dünyadaki tüm direnişçi mazlum halklarla erdemli bir dayanışma içerisinde olan Venezuela’nın kaç resmî dili vardır, biliyor musunuz? 3 değil, 5 değil, 15 de değil, 25 de değil, 35 de değil. Venezuela’nın “sayısız ve sınırsız resmî dilleri” vardır.
Şimdi diyeceksiniz ki, bu nasıl olmaktadır? Sizler “Kızıldeniz ortadan mı ikiye bölündü yoksa kenardan mı?”, “Hz. Musa Tur Dağı’na çıktığında ayağında Ankara lastiği mi vardı yoksa cizlavut mu?”, “Hz. Peygamber’den sonra halifeliği Hz. Ebû Bekr mi daha çok hak etmişti yoksa Hz. Ali mi?”, “Kadının sesi mi daha çok haramdır yoksa boğaz burun kulağı mı?” konularına merak salarken ben de bu konuya merak salıp araştırdım, şöyle olmaktadır: Venezuela’nın birinci resmî dili, İspanyolca’dır. İspanyolca haricinde ise, sadece Venezuela topraklarında değil, bakın dikkat edin, sadece Venezuela’da değil, en kuzeyden en güneye bütün Amerika kıt’âsında konuşulan ne kadar Kızılderili dili varsa, onlarca, yüzlerce, ne kadar Kızılderili dili varsa, bunların hepsi Venezuela’nın resmî dilidir. Venezuela anayasasında da açıkça yazıldığı üzere, tüm Amerika kıt’âsında konuşulan bütün Kızılderili dilleri Venezuela devletinin resmî dilleridirler.
Ben bu mavi gezegenimiz üzerinde bundan daha muhteşem bir şey olduğuna, olabileceğine ihtimal vermiyorum. 6 milyar insanın yaşadığı bu dünyada niçin en sevdiğim iki insanın Nelson Mandela ve Hugo Chávez olduğunu şimdi daha iyi anladınız, değil mi?
Bugün Kızılderili dilleri, üç ana grupta toplanmaktadır: Kuzey Amerika Dilleri (Algonkin – Wakash, Hoka – Sioux, Na – Dene, Penutia, Uto – Aztek – Tano), Orta Amerika ve Meksika Dilleri (Kwitlatek, Lenka, Maya – Soke, Miskito – Matagalpa, Otomi / Otomang, Paya, Tarask, Xikak, Wave / Huave), Güney Amerika ve Antil Dilleri (Arawak, Chibcha, Guahibo, Guaykuru, Karaib, Kichu, Pano, Takuna, Tupi – Guarani, Ze / Je).
Bugün Amerika kıt’âsında konuşulan onlarca Kızılderili dili vardır ancak bunlardan sadece 6 tanesi, yarım milyon ve üzeri insan tarafından konuşulur. Bunlar Quechua (Keçua), Guaraní, Aimará, Nahuatl, Maya dilleri ve Mapudungca’dır. Diğer tüm Kızılderili dillerini konuşanların sayısı, yarım milyonun altındadır. Kızılderililer arasında, Kuzey Amerikalı bir Kızılderili kavim olan Lakotalılar, Siyu (Sioux) dil ailesine mensub üç kavimden biridir ve 20 Aralık 2007’de ABD’den bağımsızlık ilan etmişler, ancak dünyada bunu benden başka kimse tanımamıştır. (İbrahim Sediyani, The Lakota Sioux Indians Declare Independence, BM Dergisi, Şubat 2008; Kızılderililer Bağımsızlık İlan Etti, Parlamento Dergisi, Ocak – Mart 2008)
Amerika kıt’âsında konuşulan onlarca, yüzlerce Kızılderili dilinin hepsi de Venezuela devletinin resmî dilidir ve bu Venezuela anayasasında da belirtilmiştir. Bir Kızılderili dili ister Venezuela’da konuşulsun ister konuşulmasın, Kızılderili dili olduğu için Venezuela Cumhuriyeti’nin resmî dilidir. Örneğin Nahuatl dili Meksika’daki Kızılderililer tarafından, Quechua dili Peru’daki Kızılderililer tarafından, Aimará dili Bolivya’daki Kızılderililer tarafından, Guaraní dili Paraguay’daki Kızılderililer tarafından, Mapuche dili de Şili’deki Kızılderililer tarafından konuşulur; bu dilleri Venezuela’daki Kızılderililer konuşmasa da Venezuela’nın resmî dilidir. Çünkü Kızılderili dilidir. Dünyada ne kadar Kızılderili dili varsa hepsi de Venezuela devletinin resmî dilidir.
İşte Güney Afrika ve Venezuela’da böylesine mükemmel ve adaletli, hakkaniyetli modeller hayata geçirilmiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti, ülkede siyahîlerin konuştuğu bütün yerli dilleri, Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti de tüm kıt’âdaki Kızılderililer’in konuştuğu bütün yerli dilleri “devletin resmî dili” yapmışlardır. Güney Afrika ve Venezuela’nın pratik hayata geçirdiği bu uygulamalardan daha muhteşem bir şey var mı bu dünyada?
Kaderin cilvesine bakın ki, bugün tam 11 tane resmî dili olan ve bu yönüyle dünyanın en özgürlükçü ülkeleri arasında başı çeken Güney Afrika Cumhuriyeti’nin bundan daha 20 sene öncelerde ırkçı – faşist Apartheid rejimiyle yönetilmesi, küçük bir mutlu beyaz azınlığın milyonlarca siyâhî çoğunluğa hükmetmesi, siyâhların insan yerine bile konulmaması, okula gitme haklarının bile olmamasıydı. Dolayısıyla, tahakkümleri altında tuttukları topraklarda halka zorla ve baskıyla dayattıkları “tek ırk, tek dil, tek tek tek...” rejimlerinin ilelebed devam edeceğini sananlar, kendi geleceklerini görmek istiyorlarsa, Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin akıbetine bakabilirler. (İbrahim Sediyani, Santa Maria’dan Mavi Marmara’ya, sitemizin muhabiri olarak gemiye binen lise talebesi muhabir arkadaşımız, 26 Haziran 2010)
Bizde Türkçe’den başka dillerin de resmî dil olması, hatta bırakın resmîyeti, eğitim dili olması dahi veya Federasyon gibi söylemlerin telaffuz edilmesi bile sanki büyük bir felâketmiş, ülkeyi parçalamakmış, vatan hainliğiymiş gibi karşılık alırken, dünya üzerindeki başka ülkeler böylesine mükemmel ve adaletli sistemler hayata geçirmişlerdir işte.
Son olarak, Venezuela ile ilgili küçük ama ilginç bir ayrıntıya da değinerek, bu bölümdeki bahsimizi bitirelim. Geçen yazımızda, her devletin bir resmî sloganının olduğunu söylemiştik. Venezuela’nın resmî sloganı şöyledir: “Dios y Federación”... İspanyolca olan bu ifadeyi tercüme edersek, Erdoğan’ın konuştuğu Türkçe’deki karşılığı “Allâh ve Federasyon”, Kılıçdaroğlu’nun konuştuğu Türkçe’deki karşılığı “Hudê ve Federasyon”, Bahçeli’nin konuştuğu Türkçe’deki karşılığı “Tengri ve Federasyon”, TÜSİAD Hanımefendi’nin konuştuğu Türkçe’deki karşılığı ise “Tanrı ve Federasyon” şeklindedir.
Venezuela’yı bu iki güç ayakta tutup birliğini sağlarken, bizde ne hikmetse bu ikisi biribiriyle hiç anlaşamazlar, hep kavga ederler. Sanki biri olursa öbürü olmayacakmış gibidir.
İSVİÇRE’DE YERLİ HALKIN KONUŞTUĞU TÜM DİLLER “RESMÎ DİL” STATÜSÜNDEDİR
Alpler’in güzel ülkesi İsviçre’nin tam 4 tane resmî dili vardır ve bu anayasanın 4. maddesinde belirtilir. Bu diller Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromanşça’dır. 4 tane resmî dili olan İsviçre’nin Almanca adı “Schweiz”, Fransızca adı “Suisse”, İtalyanca adı “Svizzera”, Retoromanşça adı ise “Svizra” şeklindedir.
İsviçre idarî olarak kantonlara bölünmüştür; 26 kantondan oluşan bir ülkedir. Bunların alfabetik sıraya göre isimleri ve trafik plaka işaretleri şöyledir: Aargau (AG), Appenzell – Ausserrhoden (AR), Appenzell – Innerrhoden (AI), Basel – Landschaft (BL), Basel – Stadt (BS), Bern (BE; başkent), Fribourg (FR), Genève (GE), Glarus (GL), Grischun (GR), Jura (JU), Luzern (LU), Neuchâtel (NE), Nidwalden (NW), Obwalden (OW), Schaffhausen (SH), Schwyz (SZ), Solothurn (SO), St. Gallen (SG), Ticino (TI), Thurgau (TG), Uri (UR), Vaud (VD), Valais (VS), Zug (ZG) ve Zürich (ZH).
İsviçre 41 bin 285 km²’lik bir coğrafyada 7 milyon 785 bin 800 kişinin yaşadığı bir ülke olduğu için, Avrupa kıt’âsının en yoğun yerleşimli toprakları arasında yer alır. 4 tane yerli dili olan ve dördünün de resmî dil statüsünde olduğu İsviçre nüfûsunun % 63, 7’si Almanca, % 20, 4’ü Fransızca, % 6, 5’i İtalyanca, % 0, 5’i ise Romanş dilleri konuşur. Bunlar yerli halkın konuştuğu diller olduğu için hepsi de ülkenin resmî dilidirler. Dört tane dilin konuşulduğu İsviçre’de, sadece 450 bin kişinin konuştuğu İtalyanca ile sadece ve sadece 36 bin kişinin konuştuğu Retoromanşça dahil olmak üzere ülkede konuşulan tüm anadiller “resmî dil” statüsündedir.
İsviçre’nin 4. resmî dili olan Retoromanşça’yı konuşanların ülkedeki toplam nüfûsu, Türkiye’deki bir ilçenin nüfûsu kadardır. Sadece 36 bin kişi konuştuğu halde, ülkenin yerli dili olduğu için devletin resmî dillerinden biridir. Romanş dilinin 5 ayrı lehçesi konuşulur bu ülkede. Bunlar; Sursilvan, Sutsilvan, Surmiran, Putér, Vallader lehçeleridir. Sayıları 36 bin olan Romanşlar, kaldı ki tüm ülkeye dağılmış şekilde de yaşamamaktadırlar. Romanşlar, ülkenin en güneydoğu kantonu olan (bizdeki Hakkari gibi) Grischun (Grigioni; Graubünden) kantonunda yaşarlar ki bu kanton, küçük köylü kızı Heidi’nin hayatının anlatıldığı çizgi filmde izlediğimiz kantondur. Romanşlar, isimlerinden de anlaşılacağı üzere, İsviçre’de yaşayan çingenelerdir.
Üstelik bu şekilde tüm diller yaşatıldığı için, hiçbir dil unutulup gitmemekte veya onu konuşanların sayısı giderek azalmamaktadır. Örneğin 1950 – 2000 yılları arası İsviçre’deki bu dört dili konuşanların sayısına bakalım. Bunu bir tablo üzerinde incelersek, bir dili 50 yıl önce konuşanlar ile 50 yıl sonra konuşanlar arasında nüfûs bakımından pek fark olmadığını görürüz. Bakın bakalım İsviçre’de Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromanşça’yı 50 yıl önce ülke nüfûsunun yüzde kaçı konuşuyordu, 50 yıl sonra yüzde kaçı konuşuyor. Oranlar hemen hemen aynı kalmıştır:
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Oysa Türkiye’de Türkçe dışındaki dillere hayat hakkı bile tanınmadığı için, anadilleri Türkçe olmayanlar bile 6 veya 7 yaşında okula başladıklarında Türkçe öğrenmek zorunda kalmakta, diğer taraftan, Kürtçe, Lazca veya Çerkezce konuşanların sayısı giderek azalmaktadır. Bugün Kürtler arasında öyle aileler var ki, yaşlı insanlar kendi öz torunlarıyla bile arada tercüman olmadan anlaşamamakta, öte yandan Lazca ise tamamen unutulmakta ve önlem alınmazsa Latince gibi “ölü dil” olmaya doğru gitmektedir. Bu bir insanlık ayıbıdır, ülkemiz ve vatanımız için bir utançtır. Hepimiz için bir utançtır bu.
Türkiye, 20 milyon kişinin konuştuğu Kürtçe ile yine ülkenin diğer bir yerli dili olan Lazca’ya hayat hakkı bile tanımamışken, bu yöndeki taleplere karşı devletin yöneticileri sıfatını taşıyanlar bile adeta alay edercesine, dalga geçercesine özel kurslardan bahsederken, İsviçre sadece 450 bin kişinin (Türkiye’deki bir ilin nüfûsu kadar) konuştuğu İtalyanca’yı “devletin 3. resmî dili”, sadece 36 bin kişinin (Türkiye’deki bir ilçenin nüfûsu kadar) konuştuğu Retoromanşça’yı “devletin 4. resmî dili” yapmıştır. İsviçre’nin 1. resmî dili olan Almanca’yı konuşanların veya 2. resmî dili olan Fransızca’yı konuşanların İtalyanca veya Retoromanşça bilip bilmemesi, bu dili anlayıp anlamaması belirleyici bir durum değildir. Alman veya Fransız kökenlilerin “Ay ben o dili anlamıyorum ama” şeklindeki kaprisleri bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü önemli olan, başkalarının sizin dilinizi anlayıp anlamamasından önce, bizzat sizin kendi dilinizi anlayıp anlamamanızdır. Bir topluluğun başka bir dili anlamaması, o dilde okuyup yazamaması, o dilde eğitim alamaması telafi edilebilecek, belki de telafiye gerek bile olmayacak bir konudur ancak bir topluluğun kendi anadilini anlayamaması, o dilde okuyup yazamaması, o dilde eğitim alamaması, telafisi nesiller boyu mümkün olmayacak bir insanlık suçudur, insanlık ayıbıdır; bir kültür soykırımıdır.
İsviçre’de hiçbir dilin diğer bir dile, hiçbir kavmin diğer bir kavme, hiçbir ırkın diğer bir ırka herhangi bir üstünlüğü yoktur. Ülkedeki yerli halklar tarafından konuşulan bütün ana diller “resmî dil” statüsündedir; ülkede ne kadar dil konuşuluyorsa devletin de o kadar resmî dili vardır. Örneğin Aargau, Appenzell – Ausserrhoden (Appenzell Dış Rhoden), Appenzell – Innerrhoden (Appenzell İç Rhoden), Basel – Landschaft (Basel Kırsal), Basel – Stadt (Basel Şehir), Glarus, Luzern, Nidwalden, Obwalden, Schaffhausen, Schwyz, Solothurn, St. Gallen, Thurgau, Uri, Zug ve Zürich (Zürih) kantonlarında resmî dil Almanca, Genève (Cenevre), Jura, Neuchâtel ve Vaud kantonlarında resmî dil Fransızca, Ticino kantonunda resmî dil İtalyanca, iki dil birden konuşulduğu için iki tane resmî dili olan başkent Bern, Fribourg (Freiburg) ve Valais (Wallis) kantonlarında resmî dil Almanca ve Fransızca, üç dil birden konuşulduğu için üç tane resmî dili olan Grischun (Grigioni; Graubünden) kantonunda ise resmî dil Retoromanşça, İtalyanca ve Almanca’dır.
Aslında İsviçre’deki bu sosyal ve etnik yapı, bizim ülkemizde de mevcuttur. Bizim ülkemizde, doğudaki Kürdistan topraklarında Kürtçe’nin Kûrmancî (Kumançça) ve Dımılî (Zazaca) lehçeleri ile Arapça’nın yöresel ağızları, kuzeydoğudaki Lazistan topraklarında ise Lazca ve Gürcüce “anadil” olarak konuşulur. Bununla birlikte, batıdaki kimi adalarda Yunanca bile anadil olarak hâlâ yerli halk tarafından konuşulmaktadır. Bozcaada ve Gökçeada gibi. İstanbul Adalar’da da durum böyledir. Ancak Türkiye’de faşizan – şoven bir yönetim hâkim olduğu için, bu diller bırakın resmîyette tanınmayı, bilâkis kanunla yasaklanmış, insanlar anadilleri için yıllarca bedel ödemişlerdir. Anadilleri Kûrmançça, Zazaca, Arapça, Lazca, Gürcüce, Çerkezce (Adiğece, Abazaca, Çeçence, İnguşça) olan insanların kendi dilleriyle eğitim görmeleri dahi yasak olduğundan, ilkokuldan başlayarak zorla Türkçe eğitime tabi tutulmuşlar ve asimile edilmeye çalışılmışlardır. Bunun sonucu olarak bazı diller, örneğin Lazca gibi, bugün neredeyse unutulmaya yüz tutmuş ve tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Avrupa’nın ortasındaki dağlık bir coğrafyada sosyal adaletin hâkim olduğu böylesine birleştirici ve eşitlikçi bir siyasal örgü hayata geçirilmişken, medeniyetlerin beşiği olan, farklı dil, dîn, kavim ve kültürlerin yüzyıllar boyunca barış içinde birarada yaşadığı, adetâ “farklılıklar coğrafyası” olan Anadolu topraklarında böylesine ırkçı – şoven bir yönetim anlayışının hâkim olması, ne kadar acı ve tezat bir durumdur, değil mi?
İSVİÇRE’DE BİR ŞEHİR VEYA KÖYDE HANGİ DİL KONUŞULUYORSA ORANIN İSMİ DE O DİLDEDİR
İsviçre’de, bir şehirde veya köyde yaşayan halk hangi dili konuşuyorsa, o şehir veya köyün ismi de o dildedir. Bu durum ülkeyi bölmek bir yana, bilakis bölünme gibi tehlikelere karşı bir emniyet sübabıdır. Hiç kimse kendisini bu toprakların asıl sahibi, yekdiğerini de bir sığıntı, yabancı olarak görmez. Kimse de aslını inkâr edip kendisini başka bir kavme nisbet etmeye zorlanmaz. Herkes kendisidir ve üst kimliği “İsviçreli” olmaktır. Bir kantonda veya şehirde halk hangi dili konuşuyorsa, o bölgenin veya kentin resmî dili odur.
Meselâ Basel, Zürih, Schaffhausen, St. Gallen gibi kentlerde resmî dil Almanca, Neuchâtel, Fribourg, Lozan, Sion ve Cenevre gibi kentlerde resmî dil Fransızca, Bellinzona, Chiasso, Locarno gibi kentlerde resmî dil İtalyanca, Domat, Rhäzüns, Bonaduz, Trin gibi kentlerde resmî dil Romanş dilleri (Sursilvan, Sutsilvan, Surmiran, Putér, Vallader lehçeleri) olup bu durum ülkeyi ne bölmekte, ne de herhangi iç ve dış güçlerin hain emellerine hizmet etmektedir. Zaten şehirlerin sadece isimlerine bile baktığınızda, o yerleşim biriminin resmî dilinin hangisi olduğunu hemen anlıyorsunuz.
İsviçre’de sakinlerinin Almanca konuştuğu bütün şehir ve köylerin isimleri Almanca’dır, artı, böyle olduğu için orada resmî dil de Almanca’dır. Bu yerleşim birimlerinin sadece isimlerine bile baktığınızda, orada yaşayan insanların Almanca konuştuklarını anlarsınız: Basel, Zürich, Rheinfelden, Laufenburg, Schaffhausen, St. Gallen, Kreuzlingen, Stein am Rhein, Rorschach, Romanshorn, Aarau, Zug, Herisau, Frauenfeld gibi.
İsviçre’de sakinlerinin Fransızca konuştuğu bütün şehir ve köylerin isimleri Fransızca’dır, artı, böyle olduğu için orada resmî dil de Fransızca’dır. Bu yerleşim birimlerinin sadece isimlerine bile baktığınızda, orada yaşayan insanların Fransızca konuştuklarını anlarsınız: Neuchâtel, Fribourg, Lausanne, Sion, Genève, Nyon, Vevey, Montreux, Yverdon – les – Bains, Biel, La Chaux de Fonds, Le Locle, Delémont gibi.
İsviçre’de sakinlerinin İtalyanca konuştuğu bütün şehir ve köylerin isimleri İtalyanca’dır, artı, böyle olduğu için orada resmî dil de İtalyanca’dır. Bu yerleşim birimlerinin sadece isimlerine bile baktığınızda, orada yaşayan insanların İtalyanca konuştuklarını anlarsınız: Bellinzona, Chiasso, Locarno, Ascona, Lugano, Mendrisio, Chiasso, Biasca, Santa Doméníca, Personico, Gordola gibi.
İsviçre’de sakinlerinin Retoromanşça konuştuğu bütün şehir ve köylerin isimleri Retoromanşça’dır, artı, böyle olduğu için orada resmî dil de Retoromanşça’dır. Bu yerleşim birimlerinin sadece isimlerine bile baktığınızda, orada yaşayan insanların Retoromanşça konuştuklarını anlarsınız: Domat, Rhäzüns, Bonaduz, Trin, Bergün, Stügli, La Rósà gibi.
Aynı durum sadece yerleşim birimlerinin isimlerinde değil, dağ, göl, ırmak ve şelâle isimlerinde de göze çarpmaktadır. Örneğin ülkenin en büyük gölü Fransızca konuşulan bölgede olduğu için ismi “Lac Léman” (Leman Gölü) şeklinde, üçüncü büyük gölü yine Fransızca konuşulan bölgede olduğu için ismi “Lac de Neuchâtel” (Neuchatel) şeklinde iken, ülkenin ikinci büyük gölü Almanca konuşulan bölgede olduğu için ismi “Bodensee” (Konstanz Gölü), beşinci büyük gölü yine Almanca konuşulan bölgede olduğu için ismi “Vierwaldstättersee” (Vierwaldstatt Gölü) şeklindedir. Buna karşılık, ülkenin dördüncü büyük gölü İtalyanca konuşulan bölgede olduğu için ismi “Lago Maggiore” (Verban Gölü) şeklindedir. Avrupa’nın en büyük şelâlesine sahip olma gururunu yaşayan İsviçre’de bu muhteşem çağlayan Almanca konuşulan bölgede olduğu için ismi “Rheinfall” (Ren Şelâlesi) şeklindedir.
Hatta öyle ki, bir şehrin içindeki semtlerde dahi bu durum göze çarpmaktadır. Aynı şehirdeki bir semtte veya mahallede oturanların anadili İtalyanca ise o semtin veya mahallenin ismi de İtalyanca, semt sakinlerinin anadilleri Almanca ise semtin adı da Almanca, mahallede Fransızca konuşuluyorsa mahallenin ismi de Fransızca’dır. Örneğin başkent Bern’e bakalım: Bern şehrinde anadilleri Almanca olan sakinlerin oturduğu semtlerin isimlerine bakınız; Neufeld, Brückfeld, Länggasse, Stadtbach, Wankdorffeld, Breitfeld, Breitenrain, Spitalacker, Obstberg, Kirchenfeld... Bern şehrinde anadilleri Fransızca olan sakinlerin oturduğu semtlerin isimlerine bakınız; Vilette, Monbijou, Beaumont, Lorraine... Bern şehrinde anadilleri İtalyanca olan sakinlerin oturduğu semtlerin isimlerine bakınız; Matte, Marzili, Dalmazi... Bütün bu isimlerini saydığımız semt ve mahalleler, aynı şehrin semt ve mahalleleridirler. Bunun adı medenîyettir işte, kardeşlerim, medenîyet! Türkiye’de ise bir tane resmî dil vardır ve Türkçe bilen bir Allâh’ın kulunun yaşamadığı yerlerde bile resmî dil Türkçe’dir. Türkçe dışındaki diller bırakın resmîyette tanınmayı, bizzat kanunla yasaklanmıştır ve Kürtçe konuştukları için 80 yıl boyunca pek çok insan hayatlarından dahi olmuşlardır.
Coğrafî bölgelerin ve yerleşim birimlerinin etnik ve dilsel yapıları bakımından bizim ülkemiz de tıpkı İsviçre gibidir. Fakat İsviçre’de hiçbir yerleşim biriminin adı zorla değiştirilmemiş, ona uydurma ve asimileci bir isim verilmemiştir. Türkiye’de ise Cumhuriyet tarihi boyunca 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere tam 28 bin yerleşim biriminin ismi zorla değiştirilmiş, Kürtçe, Ermenîce, Arapça, Rumca, Lazca, Çerkezce isimler ortadan kaldırılıp bunlara uydurma Türkçe isimler verilmiştir.
Fakat kendi ülkemizdeki güzel beldelerimizin, köy ve şehirlerimizin gerçek isimlerine baktığımızda, bizdeki durumun da aslında tıpkı İsviçre’deki gibi olduğunu hemen anlarız. Kürdistan coğrafyamızda şehirlerin gerçek isimleri genelde Kürtçe’dir. Örneğin; Agırî (Ağrı), Çêwlîk (Bingöl), Çolamerg (Hakkari), Mêrdîn (Mardin), Mıj (Muş), Qerıs (Kars), Zêdkan (Eleşkirt), Piran (Dicle), Dara Hênê (Genç), Kaniya Reş (Karlıova), Çêle (Çukurca), Nahalê Zelal (İliç), Hezo (Kozluk), Avşîn (Afşin), İd (Narman), Şiro (Pötürge), Gûla Hazar (Sivrice), Kerboran (Dargeçit), Serê Kani (Ceylanpınar), Beheştî (Besni), Tillo (Aydınlar), Gırigê Amo (Silopi), Xawa Sor (Gürpınar), Norşîn (Güroymak) gibi. Ancak bu şehirlerin hepsinin Kürtçe olan gerçek isimleri yasaktır ve hepsine uyduruk Türkçe isimler verilmiştir. Bu da, halkın rızası olmadan, zor ve cebir kullanılarak yapılmıştır.
Aynı şekilde, Lazistan coğrafyamızda da şehirlerin gerçek isimleri genelde Lazca veya Gürcüce’dir. Örneğin; Kerasunt (Giresun), Kotyora (Ordu), Livane (Artvin), Tirapezun (Trabzon), Xopa Lazistan (Hopa), Arhavî Kolheti Lazika (Arhavi), Artanuçi İberya (Ardanuç), Borçka Borçishêvi (Borçka), Livane İberya (Yusufeli), Artaşenî (Ardeşen), Hamşenî (Hemşin), Mampavri (Çayeli), Potamya (Güneysu), Viçe (Fındıklı), Dirona (Yomra), Haçka (Düzköy), Kadahor (Çaykara), Kondi (Dernekpazarı), Ruzar (Köprübaşı), Harşit (Doğankent), Palakî (Yağlıdere), Gadegara (Vezirköprü), Matasyun (Atakum), Miskire (Çarşamba), Termizun (Terme), Zelika (Alaçam) gibi.
Bununla birlikte, meselâ Hatay ilimizdeki yerleşim birimlerinin gerçek isimleri de Arapça’dır. Örneğin; Alallâh (Reyhanlı), Bab-ı İskenderun (Belen), Beysun Muradiye (Yayladağı), Quseyr (Altınözü), Sûweydiye el- Mina (Samandağ) gibi.
Tıpkı bunun gibi, meselâ Kayseri ilimizin Liva (Pınarbaşı) ilçesine bağlı köylerin gerçek isimleri genelde Çerkezce’dir. Örneğin; Lğur Hable (Aşağımescit), Ipş Hable (Aşağıbeyçayırı), Ş’Jambotey (Aşağıborandere), Gost Hable (Aşağıkaragöz), Xıt Hable (Aygörmez), Apşo Hable (Büyükgümüşgün), Aslin Hable (Karaboğaz), Ynalgoy (Dikilitaş), Gothaley (Gebelek), Gunaşey (Halitbeyören), Qızak Hable (Hilmiye), Hevşey Kafkasya (İnliören), Birgotey (Küçükgümüşgün), Jiya Yago (Kırkgeçit), Sasix Hable (Kırkpınar), Anzorey (Kaftangiyen), Şigê Begoy (Kurbağalık), Gılş Hable (Kılıçmehmet), Mudarey (Methiye), Jambo Tey (Olukkaya), Kunuj Hable (Sacayağı), Toğ Hable (Taşlıgeçit), Guraşin Hable (Tahtaköprü), Hapaşey Batirdegu Hable (Taşoluk), Lak Hable (Tersakan), Xatıgê Geycuğ Şoke Kafkasya (Üçpınar), Yınerıgey (Uzunpınar), Xatukê Sukuey Goyıj Kabardino (Yahyabey), Kuşha Hecî Kanşawa (Karahalka) gibi.
İşte kültür ve medeniyetten, kardeşlik ve birarada yaşama kültüründen zerre kadar nasibini almamış olan laik – kemalist rejim tarafından Anadolu topraklarındaki Kürtlük, Lazlık, Gürcülük, Çerkezlik, Araplık adına ne varsa, herşey zor ve zorbalık ile ortadan kaldırılmaya ve yok edilmeye çalışılmış, bütün bu kavim ve diller, isimler, “Türklük” potası altında, sunî “Türk ulusçuluğu” potası altında eritilmeye ve asimile edilmeye çalışılmış, binlerce yıllık köklü bir tarihe sahip olan Kürt, Laz, Çerkez milletlerine ait ne varsa yok edilmeye çalışılmıştır. Türk olmayan herkesin sokakta anadilleri bile yasaklanmış, konuştukları her kelime başına para cezasına çarptırılmış, tam 28 bin yerleşim biriminin ismi zorla değiştirilmiş, bu halkın İslam önderleri ve âlimleri darağaçlarında sallandırılmış, binlerce yıllık bir tedrisat geçmişleri olan medreseleri kapatılmış, ayrıca bu halklar katliâmlara, sürgünlere, zoraki göçlere mecbur bırakılmıştır.
Laik – kemalist devletin Anadolu topraklarında, hususen Kürdistan ve Lazistan bölgelerinde gerçekleştirdiği bu barbarlığı geçmişte Moğollar ve Bizanslılar bile yapmamışlardır. Bunu Nazi Almanyası ve Nazi İtalyası bile yapmamıştır. Kızıl Çin ve siyonist İsrail bile yapmamıştır. Bu barbarlığın, bu kültür soykırımının insanlık tarihinde ikinci bir örneği yoktur, hiç olmamıştır. Çünkü bu topraklarda Kürtler’e, Lazlar’a ait ne varsa (dil, dîn, coğrafya, kültür, folklor) tamamen yok edilmeye çalışılmış, ayrıca bu insanlara zorla “Türk” olmaları dayatılmış, milyonlarca Kürt, Laz, Çerkez, Ermenî, Arap, Gürcü çocuklarına okullarda “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun” dedirtilmiştir. Bu insan onur ve haysiyeti için bir utançtır! Bir insanlık suçudur. Bunun insanlık tarihinde, dünya tarihinde ikinci bir örneği yoktur, olmamıştır. Moğollar bile bunları yapanların yanında sütten çıkmış ak kaşık gibidirler. Bu ülkede Kürtler’e ve Lazlar’a yaşatılan utanç, daha önce tarihte, insanlık tarihi boyunca hiçbir millete, hiçbir topluluğa yaşatılmamıştır.
İSVİÇRE’DE BÜTÜN RESMÎ TABELALAR VE TRAFİK İŞARETLERİ, ÜLKEDE KONUŞULAN DİLLERİN HEPSİYLE BİRDEN YAZILIR
İsviçre’deki bütün resmî tabelalar ve trafik işaretleri, ülkede konuşulan dillerin hepsiyle birden yazılır. Meselâ Zürih şehrine gittiniz diyelim, karşınıza çıkan tabela şöyledir: “Zürich / Zurich / Zurigo / Turitg”... Ya da diyelim ki Cenevre şehrine gideceksiniz, oraya varana kadar yolda karşınıza çıkan trafik işaretleri size istikametinizi hep şu şekilde gösterir: “Genève / Genf / Ginevra / Genevra”... Ya da diyelim ki Basel şehrine gittiniz, göreceğiniz tabela şöyledir: “Basel / Bâle / Basilea / Basilea”... Veyahut diyelim ki Bern şehrinde bir etkinliğe katılacaksınız; Bern’e arabayla giderken otobanda karşınıza çıkacak işaretler şu şekilde olur: “Bern / Berne / Berna / Berna”... Yahut diyelim ki Müslümanlar Schaffhausen şehrine gitmek istiyorsunuz; şehre girdiğinizde karşınıza çıkacak olan tabelada “Kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen” şöyle bir ibare görürsünüz: “Schaffhausen / Schaffhouse / Sciaffusa / Schaffusa”...
Aynı uygulamayı Diyarbakır ve Batman’daki bazı semt belediyeleri hayata geçirmeye çalışmış, ancak bu gayet makul uygulamaları ulusal medyada nerdeyse ihanet ve bölücülük olarak lanse edilmiştir. Halbuki uygar bir dünyada olması gereken budur. Üstelik, Diyarbakır ve Batman’daki belediyelerin resmî tabelalara yazdıkları Kürtçe isimler, o beldelerin gerçek isimleridir ve orada yaşayan halk da halen o isimlerle anmaktadır. Bu isimleri o belediyeler kendi kafalarından uydurmamışlardır. Bilakis uydurma olan isimler, o beldelerin Türkçe isimleridir. O beldelerin Kürtçe isimlerini kabul etmeyip Türkçe isimlerini kabul etmek, hakikat ve adalete karşı savaş açıp yalan ve asimilasyon şiarını yükseltmektir. Hakikat ve adalete karşı savaş açmanın ise yalnızca dünya hayatında değil, âhiret hayatında da büyük vebali vardır.
İSVİÇRE’DE HER ÇOCUK KENDİ ANADİLİYLE EĞİTİM GÖRÜR
Gelelim en önemli konuya; İsviçre’de “eğitim dili” mes’elesine...
Yukarıdaki paragraflarda da anlattığımız üzere, İsviçre’de 4 tane resmî dil vardır ve hangi bölgede insanların anadili neyse resmî dil de odur. Peki İsviçre, bu mükemmelliği eğitim sahasına nasıl yansıtmaktadır?
El- Cevap: Aynı mükemmellikte yansıtmaktadır. İzah edelim: Her şeyden önce her bölgenin eğitim dili de yine aynı dildir; o bölgede konuşulan anadildir. Fakat iş bununla da bitmiyor. Çocuklar kendi anadilleriyle eğitim görürken, aynı zamanda onlara, ülkede konuşulan ikinci bir dil “mecburî olarak”, ülkede konuşulan üçüncü bir dil “seçmeli olarak”, artı, İngilizce de “mecburî olarak” öğretilir.
Diyelim ki Almanca konuşulan bölgedeki bir okuldayız. Oradaki çocukların anadilleri Almanca olduğu için okulun eğitim dili de Almanca. Fakat çocuk sadece Almanca ders görmüyor. Almanca ile birlikte, ülkedeki diğer üç resmî dilden (Fransızca, İtalyanca, Retoromanşça) en az bir tanesini mecburen öğreniyor. Bu ikinci anadilin hangisi olacağına da oradaki okul ve veliler karar veriyor. Sonuçta her mahallede, her köyde ilkokul vardır ve o bölgede herkes herkesi bilir, tanır. Tamamen kendi yörelerinin ve insanlarının şartlarına bakılarak bir konsensüs oluşturulur; bu da aşağı yukarı bellidir zaten. Yani ikinci anadilin hangisi olması gerektiğine karar vermek, o kadar da zor bir iş değildir. Burada velilerin dikkat etmesi gereken husus, çocuğun tedrisat hayatının ilkokulla sınırlı olmadığını, ortaokul, lise ve üniversite diye devam edeceğini dikkate alarak ona göre bilinçli bir tercih yapmasıdır. Çocuğa sadece ülkedeki iki dil birden değil, aynı zamanda “yabancı dil” statüsünde İngilizce de “mecburî olarak” öğretilir. Yani çocuğunuz “okuyup adam olduğunda” tam üç tane dili oluyor. Ancak ülkedeki üçüncü bir anadili de “seçmeli olarak” öğrenme şansınız vardır; bu tamamen sizin tercihinizde olan bir konudur. Yani siz bir veli olarak, okul yönetiminden çocuğunuza ülkedeki üçüncü bir anadili de öğretmelerini talep edebilirsiniz. Onlar da size “Hay hay; serseran serçavan” derler ve çocuğunuza üçüncü bir anadil de öğretirler.
İmdi; aslında böyle bir uygulama, açık konuşmak gerekirse, en çok da bizim ülkemize yakışırdı. Bizde böyle bir uygulama olmuş olsaydı, şöyle olurdu: Diyelim ki Kürtçe konuşulan bir bölgedeyiz, Kürt’sünüz. Çocuğunuz okulda Kürtçe eğitim görüyor. Fakat ülkedeki diğer bir anadili de mecburen öğrenmek zorunda. Yani hem Kürtçe eğitim görüyor, hem de Türkçe veya Lazca’dan birini öğrenmek zorunda. Artı, “dünya dili” olduğu için “yabancı dil” statüsünde İngilizce’yi de öğrenmek zorunda. Ya da Laz’sınız. Çocuğunuz Lazca eğitim görüyor; fakat Kürtçe veya Türkçe’den en az birini mecburen öğrenmek zorunda.
Bu durumda insanlar diğer yörelerdeki insanların dillerini de öğreneceği için, bu durum bırakın “bölünme” gibi paranoyaları, bilâkis ülke insanlarını biribirlerine daha çok kaynaştırırdı.
Aynen İsviçre’de olduğu gibi.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bugün dünya üzerinde 200’ün üzerinde ülke / devlet vardır. Bunların 193 tanesi uluslararası hukuk tarafından tanınan ülkeler / devletlerdir ve sadece biri (Vatikan) hariç, 192 tanesi Birleşmiş Milletler (BM) üyesidir. Ancak dünya üzerinde, İzlanda hariç hiçbir ülke “tek dil ve etnik köken”den, Vatikan hariç hiçbir ülke “tek mezhep ve sosyal sınıf”tan, Kuzey Kore hariç hiçbir ülke de “tek ideoloji ve dünya görüşü”nden meydana gelmemiştir. Bilakis dünya üzerinde, devletleşmiş olsun veya olmasın, tanınsın veya tanınmasın, yukarıda verdiğimiz üç örnek (İzlanda, Vatikan, Kuzey Kore) hariç, bütün ülkeler ve coğrafyalar, farklı etnik kökenlerden gelip farklı diller konuşan, farklı mezhebî inanca mensup ve farklı sosyal sınıflara ait, farklı düşüncelere ve dünya görüşlerine sahip insanlardan oluşmaktadır.
Ancak yaşadığımız ülkede 100 yıla yakındır asimilasyoncu ve tek tipçi bir rejimi benimsemiş olan devlet, sahip olduğu resmî ideoloji ve halka karşı baskıyla, zor ve cebir ile dayattığı devlet politikasıyla ülkeyi bu üç ülkeye (İzlanda, Vatikan, Kuzey Kore) benzetmeye çalışmıştır ve halen dahi çalışmaktadır ki, bunu yapmaya çalışan devlet, ne garip ve çelişkili bir durumdur ki, farklı dîn, dil, mezhep, kültür, coğrafya, etnik kökenden insanları yüzyıllar boyunca – şöyle veya böyle - birarada tutabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi topraklarda kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletidir. 100 yıla yakındır uygulamaya çalıştığı ve sonuç alamadığı halde vazgeçmediği “tek tipçi” resmî politikalarını terk edemeyen devlet, “tek dil, tek ırk”çı Türkçülük politikasıyla ülkeyi “tek dil ve ırk”tan meydana gelen İzlanda’ya, “tek mezhep”çi Hanefîcilik politikasıyla ülkeyi “tek mezhep”ten meydana gelen Vatikan’a, “tek ideoloji”ci Atatürkçülük ve Kemalizm poltikasıyla da ülkeyi “tek ideoloji”den meydana gelen Kuzey Kore’ye benzetmeye çalışmıştır.
İttihatçı kadrolar tarafından bu topraklarda kurulan laik – kemalist rejim, Türk ulusçuluğu politikası güderek ülkeyi tıpkı İzlanda gibi “tek dil ve tek kavim”den oluşan bir ülke yapmaya çalışmış, bu çabasının bir sonucu olarak, Türkler dışındaki kavimlerin, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Rum, Ermenî, Gürcü, varlıkları dahi inkâr edilmiş, herkesin “Türk” olduğunu iddiâ etmiş, halen dahi olduğu gibi herkese “Türk” demiş, Kürtçe (Kûrmancca, Zazaca), Çerkezce (Abzeğce, Abazaca, Şapsuğca, Besleneyce, Wubihçe, Lezgice, Hatukuayca, Nogayca, Çeçence, İnguşça), Lazca, Gürcüce, Arapça, bütün dilleri bizzat kanunla yasaklamış ve bu yasağa muhalefet edenleri en ağır şekilde cezalandırmış, Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Rumca, Ermenîce, Arapça olan bütün köy ve şehirlerin, göl ve ırmakların, dağ ve ovaların isimlerini halkın rızası olmadan zorla değiştirip onlara uyduruk Türkçe isimler vermiş, Türklük’ten, Türkçe’den ve Türkçe isimlerden başka hiçbir şeye hayat hakkı tanımamıştır. Rejim bu politikasıyla, ülkeyi tıpkı İzlanda adası gibi “tek dil ve tek kavim”den meydana gelen bir ülke yapmaya çalışmıştır. Aynı rejim, Şafiîlik, Caferîlik, Alevîlik gibi inanç ve mezheplere mensup insanların bu karakteristiğine de saygı göstermeyerek, gerek resmî okullarındaki dîn dersleriyle, gerek kendi varlığının bekası için kurduğu Diyanet teşkilatıyla, hangi mezhepten olursa olsun herkesi Hanefî eğitim sistemine tabi tutmuş, Hanefî olmayan Şafiî, Caferî ve Alevîler’e de zorla Hanefî dîn eğitimi vermiştir. Dil ve ulus politikasıyla ülkeyi “tek dil ve kavim”den meydana gelen İzlanda’ya benzetmeye çalışan rejim, mezhep politikasıyla da ülkeyi “tek mezhep”ten meydana gelen Vatikan’a benzetmeye çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen rejim, en zorba ve baskıcı yöntemlerle halka dayattığı Atatürkçülük ve Kemalizm ideolojisiyle, ülkeyi “herkesin aynı ideolojiye tapmaya, aynı düşünceye sahip olmaya mecbur olduğu” Kuzey Kore yapmaya çalışmıştır. Bu politikasının bir sonucu olarak da, “tek adam” diktatoryası kurulmuş, şahıslar ilâhlaştırılmış, kanunlarla korunmuş, insanlar zorla sevmeye zorlanmış, Müslüman halkın çocukları ilkokuldan başlayarak, ilahlaştırılmış tek adamın heykeli önünde her gün secde etmeye, rutin olarak ibadet etmeye zorlanmış, hatta bu ibadet ve tapınmalar bütün yurt sathında uygulanmıştır. Dünya üzerinde, insanların bir şahsın heykeli önünde secde etmeye, ona tapınmaya zorlandığı, bu putperest tapınmalara yanaşmayanların kanunî soruşturmalara ve takibata uğradığı sadece iki ülke vardır ki, bunlar Kuzey Kore ve Türkiye’dir. Saygının ve hatta bağlılığın kanun zoruyla dayatıldığı pekçok ülke vardır ancak, dünyanın hiçbir ülkesinde, insanlar kanun zoruyla bir şahsın heykeli önünde secde etmeye ve tapınmaya zorlanmaz, hele hele küçük çocuklara, körpecik yavrulara bunu yaptırmaz. Bunun şu anda dünyadaki tek örnekleri Kuzey Kore ve Türkiye’dir.
Tuhaf olan, ülkede Türkçe dışındaki tüm dilleri yasaklayan ve tüzel kimlikten soyutlayan Türkiye, medenî hukukunu İsviçre’den alırken, İsviçre’nin tam 4 tane resmî dilinin olması ve ülkede konuşulan tüm dillerin “resmî dil” statüsünde olmasıdır. Yine tuhaf olan, Şafiî olsun Alevî olsun, ülkede herkese zorla Hanefî dîn eğitimi veren Türkiye, yönünü Batı’ya, yani Avrupa’ya çevirirken, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde, sadece İsviçre değil, hiçbir ülkesinde kimseye başka bir mezhebe göre dînî eğitim verilmemesidir. İsteyen Ural Dağları’ndan kendini aşağı atarak Cebel-i Tarık Boğazı’ndan okyanusa açılabilir ve tüm Avrupa’yı dolaşarak inceleyebilir; Avrupa ülkelerinde hiçbir Protestan’a Katolik dîn eğitimi, hiçbir Katolik’e de Protestan dîn eğitimi verilmez. Katolik’seniz Katolik mezhebine göre öğrenirsiniz Hristiyanlık inancını, Protestan’sanız Protestan mezhebine, Ortodoks’sanız Ortodoks mezhebine göre.
Binaenaleyh, ülkeyi dil ve etnisite bakımından İzlanda’ya, mezhep bakımından Vatikan’a, ideolojik bakımdan da Kuzey Kore’ye benzetmeye çalışarak “tek dil, tek mezhep, tek ideoloji” dayatmasında bulunan laik – kemalist kadrolar, yüz yıllık bu çabalarında başarılı olamamışlardır; halk bu dayatmaları kabul etmemiş, geri püskürtmüştür.
Kemalist elit kadrolar ülkeyi ne İzlanda yapabilmişlerdir, ne Vatikan, ne de Kuzey Kore. Her üç girişim de başarısızlığa uğramıştır. Ve resmî ideolojinin yalnızlığı, giderek daha da derinleşmektedir ülkemizde.
Hatta 12 Eylül 2010 günü gerçekleştirilen halkoylaması neticesinde ortaya çıkan haritada da rahatlıkla görüleceği üzere, bu ülkede kemalistler için yaşam alanı, sadece kıyı şeridi boyunca uzanan ince ve uzun bir çizgi olmuştur. Kemalistler ülkeyi ne İzlanda, ne Vatikan, ne de Kuzey Kore yapmayı başarabilmişlerdir ancak bu ülke bizzat kendileri için, bütün hayatın ve yerleşim alanının Nil Nehri kıyısı boyunca uzandığı Mısır gibi olmuştur.
Mısır haritasına baktığınızda, o geniş coğrafya sizleri yanıltmasın. 83 milyonluk Mısır nüfûsunun % 98’i, yani ülkenin neredeyse tamamına yakını Nil kıyısında yaşar. Ülkedeki 83 milyon insanın hemen hemen hepsi, evinin penceresinden dışarıya baktığında Nil sularını görür. Mısır’ın geri kalanı boştur; insan yaşamıyor oralarda. Bütün hayat, ülkenin ortasından geçen Nil Nehri kıyısı boyunca uzanan ince ve uzun bir şerid üzerindedir. Gece vakti yukarıdan Mısır’a bakıldığında, sadece ince ve uzun bir ışıklı çizgi görürsünüz, tıpkı bir yılan gibi; geri kalanı kapkaranlıktır, kimse yaşamadığı için aydınlanan bir şey de yoktur.
Ben gece vakti uçakla Suudî Arabistan’ın Cidde şehrinden Almanya’nın Frankfurt şehrine giderken (Hacc dönüşü) Mısır üzerinde uçtuğum için biliyorum. Aşağıya bakıldığında sadece Nil kıyılarını görürsünüz, sadece orası ışıklandırılmış olduğu için. Bütün hayat Nil kıyısında olduğu için. Mısır halkı, Nil kıyısı boyunca ince bir şerid halinde dizilmiştir.
İşte ülkemizde, laik – kemalist rejimin halkımız karşısında içine düştüğü pozisyon aynen budur. Onlar ülkeyi ne İzlanda yapabildiler, ne Vatikan, ne de Kuzey Kore.
Fakat ülke gerçeklerinin, en çok da değişen dünya şartlarının onlara sunduğu yaşam alanı, Nil boyunca uzanan bir Mısır olmuştur.
Bu ülkenin tüm aydın ve onurlu insanlarına, erdem ve fazilet sahibi bireylerine düşen görev, ister Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermenî, Arap veya Gürcü olsun, ister Müslüman, Hristiyan, Musevî veya ateist olsun, ister İslamcı, liberal veya sosyalist olsun, bu ülkenin tüm yurttaşlarına, özgürlük, ilerleme ve aydınlık yarınlardan yana olan tüm yurttaşlarına düşen görev, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın yüz yıla yakın bir zamandır bizlere yaşattığı bu utanca son vermek, İsviçre, Güney Afrika, Venezuela, Finlandiya gibi medenî ülkeleri örnek alarak daha adaletli ve daha paylaşımcı bir siyasal modeli bu topraklara hâkim kılmaktır.
Hz. Ali (ra)’nin dediği gibi:
“Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana.” (Türkçe)
“Ki dıbe bıla bıbe hember zalıma, ki dıbe bıla bıbe piya mezluma.” (Kürtçe)
“Mina iqvasnati zalimis gelvadva, mina iqvasnati mazlumiş k’ele.” (Lazca)
Anadilleri Türkçe olan yurttaşlarımıza son sözlerimiz şunlardır: Kalın sağlıcakla, Allâh’a emanet olun. Bütün anadillere olan sevginiz hiçbir zaman eksilmesin.
Anadilleri Kürtçe olan yurttaşlarımıza ise son sözlerimiz şunlardır: B’xweşî bıminın, emanetê Xwedê bın. Evina we l’hemi zmanên dayika qe zêde nebe.
Anadilleri Lazca olan yurttaşlarımıza ise son sözlerimiz şunlardır: Çkva k’aite, Ellas emaneti iqvit. Mtelxolo nananepeşi qoropa p’ot’e va dvark’inan.
Kürtçe düşünüp düşüncelerini Türkçe kaleme alan, Lazca inanıp inandığı yolda Çerkezce mücadele eden İbrahim Sediyani.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
FOTOĞRAFLAR:
22823.jpg

Alpler’in güzel ülkesi İsviçre’nin tam 4 tane resmî dili vardır ve bu anayasanın 4. maddesinde belirtilir. Bu diller Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromanşça’dır. İsviçre’de, bir şehirde veya köyde yaşayan halk hangi dili konuşuyorsa, o şehir veya köyün ismi de o dildedir. Bir kantonda veya şehirde halk hangi dili konuşuyorsa, o bölgenin veya kentin resmî dili odur. Yukarıdaki haritada, hangi bölgede hangi dilin konuşulduğunu ve dolayısıyla o bölgenin resmî dilinin hangisi olduğunu renklendirilmiş şekilde görüyorsunuz. Turuncu bölgelerde resmî dil Almanca, yeşil bölgelerde resmî dil Fransızca, eflatun bölgelerde resmî dil İtalyanca, mor bölgelerde resmî dil Retoromanşça’dır. Sol yukarıdan sağ aşağıya giden çizgili bölgelerde iki, sağ yukarıdan sol aşağıya doğru giden çizgili bölgelerde ise üç dil aynı anda konuşulur.

22824.jpg

İsviçre’deki bütün resmî tabelalar ve trafik işaretleri, ülkede konuşulan dillerin hepsiyle birden yazılır. Yukarıdaki fotoğrafta bunun bir örneğini görüyorsunuz. Ormanlık bir yolda karşınıza çıkan bu tabela İsviçre’de konuşulan 4 dil olan Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromanşça’nın dördüyle birden yazılmıştır. Tabelada 4 ayrı dilde “Aynı uygulama Türkiye’de neden yok?” yazılıdır.

22825.jpg

Bir şantiyede işçiler için duvara asılan bu tabela yine 4 dildedir: Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromanşça. Tabelada İsviçre’nin 4 resmî diliyle birden “Yaratılanı sevdik Yaratan’dan ötürü. Halay da bizim, zılgıt da bizim, horon da bizim, zeybek de bizim. Durmak yok yola devam” yazılıdır.

22826.jpg

Bu kadar çok konuştuğumuz için son durağımız emniyet müdürlüğü. Burası polis binası. Gördüğünüz gibi tabelası 4 dilli. Tabelada 4 dilde birden “Kürtçe’yi gidip kurslarda öğrenin ama Almanya’da Türkçe 2. eğitim dili olsun” yazılıdır. İçeri girdiğinizde ise karşınıza yine 4 dilde şöyle bir tabela çıkmaktadır: “Aurelio aslan evladımız, Abeylegesse ceylan kızımızdır; fakat Mesut Özil haindir.”

İbrahim Sediyani

 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
abi çok uzun bir yazı yahu :D
 
Üst