Amelleri Yok Eden Fitne: Gıybet

ukubat

Profesör
Katılım
9 May 2007
Mesajlar
1,942
Tepkime puanı
103
Puanları
0
Konum
istanbul,fatih
Web sitesi
www.ismailaga.org.tr
amelleri-yok-eden-fitne-giybet.jpeg



Gıybet kelimesi, Lugatta “uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelen gayb kökünden isim olup aslında hem iyi hem de kötü sözlerle anmayı ifade etmekle birlikte ıstılâhi olarak genellikle “kötü sözlerle anma” mânasında kullanımı yaygınlık kazanmıştır.
“Bir kısmınız diğer bir kısmı (ardından kötüleyerek) gıybet de etmesin! Sizin biriniz, ölmüş hâldeki kardeşinin etini yemeyi sever mi? Tabî ki onu hiç istemezsiniz! Öyleyse Allâh’tan hakkıyla sakının.”[1]ayeti celilesi ile haram kılınan bu günahı Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ise şöyle tarif etmiştir;
Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır! Orada bulunan bir adam: “Ya benim söylediğim onda varsa?” dedi. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dedi ki: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir.”[2]
Taklit yapmak
Kişinin, mü’min kardeşinin gıyabında, taklidini yaparak onu tahkir etmeside gıybet sayılır. Amaç her ne kadar mizah olsada… Çünkü gıybetin ölçüsü, mü’min kardeşimizin duyunca üzüleceği şekilde onu anmamızdır. Dolayısıyla onu üzen her türlü surette onu anmamız, niyetimiz ne olursa olsun, gıybet günahına girecektir.
Hz. Aişe (Radiyallâhu Anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, sana Safiyye’deki şu şu hal yeter!demiştim. (Bundan memnun kalmadı) Dedi ki:Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecektibuyurdu. Hz. Aişe (Radiyallâhu Anhâ) ilaveten der ki: “Ben Resûlullah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem)’e bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi: “Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!
Caiz Olan Gıybet
Gıybet etmek, haddi zatında nas ile haram kılınması ile beraber, bazı istisnâ-i durumlarda caiz olabilmektedir. İmam-ı Nevevî bu hususları kitabında anlatmıştır;
Birincisi: Zulme (haksızlığa) uğramaktır. Haksızlığı uğrayanın idareciye, hâkime ve yetkili başka kimselere başvurup derdini anlatması ve zalimden hakkının alınmasını istemesi caizdir. Bunun için falan kimse bana haksızlık etmiştir, bana şöyle yapmıştır, beni yakalayıp dövmüştür gibi sözler söyler.
İkincisi: Kötülüğü ve günahı iyiliğe ve doğruluğa çevirmek için başkasından yardım istemek. Bunun için kötülüğü kaldırmak isteyen adam, gücünü ve yardımını umduğu adama der ki, falanca şu kötülüğü işliyor, ona engel ol, onu yola getir. Bunun benzeri sözleri söyler. Maksadı kötülüğü gidermek olur. Eğer bu maksadı taşımazsa, haram olur.
Üçüncüsü: Bir mesele için fetva istemektir. Müftüye der: “Babam, yahut kardeşim, yahut falanca bana haksızlık etti. Bunu bana yapmaya hakkı var mıdır, yok mudur? Bundan kurtulmak için tutacağım yol nedir ve hakkımı nasıl alırım, benden haksızlığı nasıl kaldırırım?” ve benzer sözler… Yine zevcem bana şunu yapıyor, yahut kocam şu işi yapıyor ve benzeri sözler söylenir. Bunları yapmak ihtiyaç halinde caizdir. Fakat ihtiyatlı olan yol, şu işi yapan adam hakkında ne dersin, yahut şu şu işleri yapan koca veya zevce için ne dersin şeklinde (isim belirtmeden) sormaktır. Çünkü insanı belirtmeden maksad elde edilmiş olur. Bununla beraber şahıs tayini de caizdir.
Dördüncüsü: Müslümanları kötülükten sakındırmak ve onlara öğüt vermektir. Hadis ravilerinden ve şahidlerden sakat olanları göstermektir ki, müslümanların icması ile caizdir. Daha doğrusu ihtiyaç halinde vacibdir.
Bir insanın kuracağı hısımlık işinde, yahut yapacağı ortaklıkta, yahut bırakacağı emanette, yahut kendisine bırakılacak emanet üzerinde, yahut bunlardan başka yapacağı işlerde sana danışmasıdır. Senin görevin nasihat üzere bildiğin şeyi ona anlatmaktır. Eğer onunla iş yapman, akrabalık kurman uygun olmaz sözünü söylemen yeterli olursa, adamın kötülüklerini bildirmen gerekmez. Eğer maksad elde edilemez de açıklamak zorunlu olursa, o zaman açık olarak kötülükleri anlatılır. Bunlardan birisi de şudur: Hırsızlık ile, zina ile, şarab içmekle yahut bunlardan başka kötü hallerle tanınan bir köleyi satın almakta olan bir adamı gördüğün zaman, eğer müşteri bu durumu bilmiyorsa ona bildirmen gerekir. Yalnız iş bu köle durumuna bağlı değildir. Satılacak bütün ticarî eşyada kusur ve ayıp arsa, bunları bilenin müşteriye ayıbları açıklaması lâzım gelir. Tabii ki müşteri bunları bilmiyorsa. . .
Fıkıh ilmi öğrenmek isteyen bir adam ilim öğrenmek istediği kimsenin bid’at sahibi yahut fasik olduğunda tereddüt gösteriyorsa, sen de adamın zarar göreceğinden korkuyorsan o ilim öğrencisine öğüt niyeti ile adamın halini ona açıklaman gerekir. Bunda da maksad öğüt vermek olmalıdır. Bunlardan diğer biri de: Üzerinde idarecilik görevi olup da onu gereği üzere başaramamaktır. Ya idarecilikte ehliyeti yoktur, yahut fasıktir, yahut gaflet içindedir, yahut benzeri uygunsuz halleri vardır. Onun bu hallerini, yetki sahibi olan amirine söylemek icab eder. Böylece onu yerinden aldırmış, başka ehil bir kimseyi yerine getirmiş olur. Yahut ona aldanmamak için onunla muamele etme şeklini öğretmiş olur. Yahut onu istikamet üzere bulunmaya teşvik etmiş veya değiştirilmesine sebebiyet verilmiş olur.
Beşincisi: Gıybet edilenin fıskı yahut bid’atı açıkta olmaktır. Açıkça şarab içen, yahut insanların açıkça mallarını aşıran gibi. Yine insanların mallarını düşük bir ölçü ile alan, zulüm yaparak vergi tahsil eden, batıl işlere sahip çıkan gibi. Bu gibileri açıkta yaptıkları işleri ile anmak caizdir. Fakat diğer ayıplarını anlatmak haramdır.
Altıncısı: Bildirmek ve tanıtmak için gıybettir. Bir insan şaşı, topal, sağır, kör, kel, çapraz gözlü gibi lâkabı olursa, onu tanıtmak niyeti ile böyle bir lâkabla anılabilir. Fakat noksanlık ciheti ile söylemek haram olur. Eğer başka bir ifade ile tanıtmak mümkün olursa, onu yapmak evladır.[3]
Mevlâ Te’âlâ hazretleri, amellerimizi mahveden, bu şerli gıybet alışkanlığından hepimizi korusun ve muhafaza eylesin!
Dipnotlar
[1] Hucurat, 12
[2] Ebu Davud, Edeb, 40
[3] İmam Nevevi, El-Ezkar s. 456
 
Üst