dedekorkut1
Doçent
ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN YOL ARKADAŞI AHMET ER’İN GÖNÜL DÜNYASI
SELİM GÜRBÜZER
Her ne kadar Manisa Şehzadeler şehri olarak anılsa da, son dönem nesil olarak bizim açımızdan Manisa denince daha çok ister istemez Ahmet Er, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ gelmekte. Bu nedenle bilhassa ülkü erlerini bağrında taşıması hasebiyle Manisa’ya bir başka gözle bakarız hep. Hiç unutmam bir gün Bayburt Şehit Osman tepesinde mahalle arkadaşım Nevzat Köse ile hasbıhal ederken bana Kenan Evren döneminde İzmir’de askerlik yaptığı günlerden de bahseder. O günlerde askerlik vazifesi gereği İzmir’den Buca Cezaevine gidiş gelişlerinde en son Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam edilişiyle birlikte toprağa verilişinde güvenlik görevlisi olarak mezarı başında bulunduğunda Manisa’nın üzerine adeta matem havası çöktüğünü anlatmaktan kendini alamaz da. Böylece bu anlatılanlardan hareketle Manisa’nın tüm ülkü camiasının nezdinde bir bambaşka duygu yüklü bir şehir olduğunu bir kez daha idrak etmiş oldum. Dahası Manisa, Şehzadeler şehri olmanın ötesinde ölüme şerbet diyen bir şehirdir dersek yeridir. Nasıl mı? Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam sehpasında şahadet şerbeti içmesine ramak kala arkadaşlarına ve ailelerine yazdıkları Yusufiye mektuplar bunun bariz delilleri zaten. İlginçtir infaz anına saatler kala bu iki ülkü şehidinin ülküdaşlarına ithafen yazdığı mektupta Saadat-ı Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (k.s)’a selam göndermeleri de son derece manidar bir duygu selidir. Bakın o mektupta ne diyorlar:
“Ol deyince bütün âlemleri olduran, her şeyin sahibi mutlak hakimi Cenab-ı Rabbül alemine sonsuz hamda ve sena olsun. Selatü selam, âlemlere rahmet olarak gönderilen Cenab-ı Allah’ın en sevdiği kulu ve Resul’ü ümmeti olarak şereflendirdiğimiz “O” en güzele Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize, sevgili ailen, ashabına, Saadet-i Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (K.S) Hazretlerine cümle Evliyaya ve mü’minlere olsun inşallah.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve beakatühü, Pek muhterem.. abi ve dünya ukba kardeşlerimiz, gönüller dostu sevgi, hürmet ve hasretle kucaklaşır muhabbetle büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öper aciz şahsımız ve ehl-i İslam hayır dualarınıza Cenab-ı Rabbül Âleminden niyaz ederim.
Muhterem abilerimiz ve gardaşlarımız…
Bu aciz satırları yazmamızın gayesi sizle gönüllerde helalleşmek içindir. Cümleniz hakkınızı helal edin hayır ve dualarınızı eksik etmeyin. Bizlerin varsa cümlenize hakkımız helal olsun. Rabbül Âlemin takdiri böyleymiş. Elhamdülillah biz acizlere takdiri ilahisine rıza göstermeyi nasip etsin, Rabbül Âlemin inşallah.
Bir haberde şöyle buyuruluyor: Ölüler için yapılan dualar nurdan tabaklarla onlara takdim olunur (Hadis-i Şerif).
Ölüye kendisinin üzerine yas tutması sebebiyle kabirde azab olunur. (Hadis-i Şerif)
İman sahibi Mevla’mıza kavuşuncaya kadar rahata eremez.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Haziran 1983” (Bkz. Remzi Çayır, Onlar Diridirler, Alperen Yayınevi -1987, Sayfa:97)
Peki ya, Alparslan Türkeş’in yol arkadaşı Ahmet Er Ağabeyimizin Manisa açısından önemi nedir derseniz, malumunuz bu değerli ağabeyimizin vefatının hemen ardından EnPolitik ve Bayburt Postasında yayınlanan “Bir Gönül Adamı Ahmet Er” makalemize bakıldığında (Bir gönül adamı Ahmet Er) önemi net bir şekilde görülecektir. Tabii Ahmet Er’in hatıraları bu makaleyle sınırlı değil, dahası da vardı elbet. Madem dahası var, o halde Horasani Gönül ağabeyimizin Kamer Vakfı Bülteninde ve Gündüz Gazetesinde yayınlanan iki önemli hatırasını atlamak olmazdı. Nasıl ki, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ yazdığı mektuplarında Seyda Hz.lerini anmadan geçememişlerse, Ahmet Er Ağabeyimizde hatıralarına Seyda Hz.lerini katmadan geçememiştir. Öyle ki bu hatıra, hatıra olmanın ötesinde tarihe not düşülecek derecede öneme haiz tarihi bir vesika dersek yeridir. Madem öyle Ahmet Er Ağabeyimiz, Gönül Sultanını anlatırken bu tarihi vesikaya bir bakıp kendi gönül dünyasına nasıl ışık olduğunu bir görelim:
“Yılını tam hatırlamıyorum. Bir gün manada bir büyük zat atının arkasına beni bindirdi. At havada uçuyordu ve mevcut atlardan farklı bir yapıya sahipti. Büyük zatın elinde kırbaç olarak büyük bir çınar ağacı vardı. Havada bir müddet seyrettikten sonra yere indik. Atı başıboş bıraktık. Derken yanımızda yardımcısı zuhur etti. Yardımcıya sordum. Bu at başıboş bırakılırsa kaçmaz mı dedim. Cevap verdi. O da bizim gibi tayyi mekândır... Yan yana yürüyoruz. Kendilerine sordum. Türk milletinin kurtuluşunu müjdeleyebilir miyiz? Cevap verdi. Bu arada tahta bir direğin dibine oturduk. Bana üç sual sordu. Bunlardan bir tanesi şuydu.. ''Maksadın nedir?..'' Türk İslâm Medeniyetini zamanımızda yeniden inşa etmektir. Cevabı beğendi ve başını eğerek tasdik etti. Bu manadan bir müddet sonra Menzil'e gittim. Seyda (k.s) Hazretleri ile ilk defa tanışıyordum. Mana âleminde atın arkasına beni bindiren O idi. Soru soran da O idi. Tanışmamız böyle oldu. Bilahare zaman zaman yanlarına uğradım. Vefatından bir hafta önce de Afyon'da görüştük. Sohbetinden aldığım ilginç satırlar şunlardı.
SELİM GÜRBÜZER
Her ne kadar Manisa Şehzadeler şehri olarak anılsa da, son dönem nesil olarak bizim açımızdan Manisa denince daha çok ister istemez Ahmet Er, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ gelmekte. Bu nedenle bilhassa ülkü erlerini bağrında taşıması hasebiyle Manisa’ya bir başka gözle bakarız hep. Hiç unutmam bir gün Bayburt Şehit Osman tepesinde mahalle arkadaşım Nevzat Köse ile hasbıhal ederken bana Kenan Evren döneminde İzmir’de askerlik yaptığı günlerden de bahseder. O günlerde askerlik vazifesi gereği İzmir’den Buca Cezaevine gidiş gelişlerinde en son Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam edilişiyle birlikte toprağa verilişinde güvenlik görevlisi olarak mezarı başında bulunduğunda Manisa’nın üzerine adeta matem havası çöktüğünü anlatmaktan kendini alamaz da. Böylece bu anlatılanlardan hareketle Manisa’nın tüm ülkü camiasının nezdinde bir bambaşka duygu yüklü bir şehir olduğunu bir kez daha idrak etmiş oldum. Dahası Manisa, Şehzadeler şehri olmanın ötesinde ölüme şerbet diyen bir şehirdir dersek yeridir. Nasıl mı? Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam sehpasında şahadet şerbeti içmesine ramak kala arkadaşlarına ve ailelerine yazdıkları Yusufiye mektuplar bunun bariz delilleri zaten. İlginçtir infaz anına saatler kala bu iki ülkü şehidinin ülküdaşlarına ithafen yazdığı mektupta Saadat-ı Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (k.s)’a selam göndermeleri de son derece manidar bir duygu selidir. Bakın o mektupta ne diyorlar:
“Ol deyince bütün âlemleri olduran, her şeyin sahibi mutlak hakimi Cenab-ı Rabbül alemine sonsuz hamda ve sena olsun. Selatü selam, âlemlere rahmet olarak gönderilen Cenab-ı Allah’ın en sevdiği kulu ve Resul’ü ümmeti olarak şereflendirdiğimiz “O” en güzele Hz. Muhammed (s.a.v) efendimize, sevgili ailen, ashabına, Saadet-i Kiram ve Gönüller Sultanı Seyda (K.S) Hazretlerine cümle Evliyaya ve mü’minlere olsun inşallah.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve beakatühü, Pek muhterem.. abi ve dünya ukba kardeşlerimiz, gönüller dostu sevgi, hürmet ve hasretle kucaklaşır muhabbetle büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öper aciz şahsımız ve ehl-i İslam hayır dualarınıza Cenab-ı Rabbül Âleminden niyaz ederim.
Muhterem abilerimiz ve gardaşlarımız…
Bu aciz satırları yazmamızın gayesi sizle gönüllerde helalleşmek içindir. Cümleniz hakkınızı helal edin hayır ve dualarınızı eksik etmeyin. Bizlerin varsa cümlenize hakkımız helal olsun. Rabbül Âlemin takdiri böyleymiş. Elhamdülillah biz acizlere takdiri ilahisine rıza göstermeyi nasip etsin, Rabbül Âlemin inşallah.
Bir haberde şöyle buyuruluyor: Ölüler için yapılan dualar nurdan tabaklarla onlara takdim olunur (Hadis-i Şerif).
Ölüye kendisinin üzerine yas tutması sebebiyle kabirde azab olunur. (Hadis-i Şerif)
İman sahibi Mevla’mıza kavuşuncaya kadar rahata eremez.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Haziran 1983” (Bkz. Remzi Çayır, Onlar Diridirler, Alperen Yayınevi -1987, Sayfa:97)
Peki ya, Alparslan Türkeş’in yol arkadaşı Ahmet Er Ağabeyimizin Manisa açısından önemi nedir derseniz, malumunuz bu değerli ağabeyimizin vefatının hemen ardından EnPolitik ve Bayburt Postasında yayınlanan “Bir Gönül Adamı Ahmet Er” makalemize bakıldığında (Bir gönül adamı Ahmet Er) önemi net bir şekilde görülecektir. Tabii Ahmet Er’in hatıraları bu makaleyle sınırlı değil, dahası da vardı elbet. Madem dahası var, o halde Horasani Gönül ağabeyimizin Kamer Vakfı Bülteninde ve Gündüz Gazetesinde yayınlanan iki önemli hatırasını atlamak olmazdı. Nasıl ki, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ yazdığı mektuplarında Seyda Hz.lerini anmadan geçememişlerse, Ahmet Er Ağabeyimizde hatıralarına Seyda Hz.lerini katmadan geçememiştir. Öyle ki bu hatıra, hatıra olmanın ötesinde tarihe not düşülecek derecede öneme haiz tarihi bir vesika dersek yeridir. Madem öyle Ahmet Er Ağabeyimiz, Gönül Sultanını anlatırken bu tarihi vesikaya bir bakıp kendi gönül dünyasına nasıl ışık olduğunu bir görelim:
“Yılını tam hatırlamıyorum. Bir gün manada bir büyük zat atının arkasına beni bindirdi. At havada uçuyordu ve mevcut atlardan farklı bir yapıya sahipti. Büyük zatın elinde kırbaç olarak büyük bir çınar ağacı vardı. Havada bir müddet seyrettikten sonra yere indik. Atı başıboş bıraktık. Derken yanımızda yardımcısı zuhur etti. Yardımcıya sordum. Bu at başıboş bırakılırsa kaçmaz mı dedim. Cevap verdi. O da bizim gibi tayyi mekândır... Yan yana yürüyoruz. Kendilerine sordum. Türk milletinin kurtuluşunu müjdeleyebilir miyiz? Cevap verdi. Bu arada tahta bir direğin dibine oturduk. Bana üç sual sordu. Bunlardan bir tanesi şuydu.. ''Maksadın nedir?..'' Türk İslâm Medeniyetini zamanımızda yeniden inşa etmektir. Cevabı beğendi ve başını eğerek tasdik etti. Bu manadan bir müddet sonra Menzil'e gittim. Seyda (k.s) Hazretleri ile ilk defa tanışıyordum. Mana âleminde atın arkasına beni bindiren O idi. Soru soran da O idi. Tanışmamız böyle oldu. Bilahare zaman zaman yanlarına uğradım. Vefatından bir hafta önce de Afyon'da görüştük. Sohbetinden aldığım ilginç satırlar şunlardı.