*Almanya’da ‘Hür Hıristiyanlar’..Abdullah Yeğin’le görüşme.*

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
*Almanya’da ‘Hür Hıristiyanlar’..Abdullah Yeğin’le görüşme.*

Almanya’da ‘Hür Hıristiyanlar’..Abdullah Yeğin’le görüşme

Takdim

Kendisini, Risâle-i Nur Külliyatından Asây-ı Musa isimli eserin 6. Meselesinde geçen “Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler...” cümlesindeki lise talebelerinden biri olarak da bildiğimiz, Bediüzzaman Hazretlerinin saff-ı evvel talebelerinden Abdullah Yeğin Ağabeyle yurtdışındaki Risale-i Nur hizmetleri üzerine konuştuk.

80 küsûr yaşına rağmen hafızasındaki hatıraları hâlâ duraksamaksızın anlatan Abdullah Yeğin Ağabey, Nur dairesi içerisindeki farklı meşreplerin ayrı ayrı vazifeleri deruhte etmiş bir şekilde yola devam ettiklerini belirtmekle birlikte kalplerin ittihadının çok mühim olduğunu, ihtilâfa meydan verecek sebeplerden kaçınmak gerektiğini sık sık vurguluyor.

Kendisine yurtdışındaki Risale-i Nur hizmetlerini sorduğumuzda, ağırlıklı olarak bize Almanya’daki izlenim ve hatıralarından bahsetti. Almanya’ya yaptığı muhtelif ziyaretlerinden birinde, kendilerini ‘Hür Hıristiyanlar’ olarak isimlendiren, hiç bir kiliseye bağlı olmayan “Biz Hıristiyanız. Kur’ân değişmemiş, vahiyle gelen tek kitaptır. Binaenaleyh Hıristiyanlar ne isterse Kur’ân’da mevcuttur. Kur’ân okumamız lâzım. Sadece İncil’le olmaz” diyen bir grupla tanıştığından söz ediyor.

Abdullah Yeğin Ağabey, Hıristiyan âlemi içerisinde İslâm’a, Kur’ân’a ve Hz. Peygambere bakışı yönüyle oldukça dikkat çekici fikirleri olan bu Hıristiyan grubun başını çeken Prof. Schwarzenau ile arasında geçen hatıraları da anlatıyor.

** Yurtdışındaki hizmet faaliyetlerinizin daha çok Almanya’da temerküz ettiğini biliyoruz. Oradaki faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz?

lhamdülillah İslâmiyetin sağlamlığı, kökünün derin ve gayet delilli/bürhanlı oluşu, İslâmiyetin hiçbir zaman Kur’ân-ı Kerim’den ayrılmaması, Kur’ân-ı Kerîm’in geldiği gibi muhafaza edilmesi gibi sebeplerden, İslâm’ın istikbali bütün dinlerden daha parlak görünüyor. Çünkü her dinden İslâmiyete giriyorlar. İslâmiyetten çıkıp başka dine giren—o da bazı menfaat için—tek tük, çok cüz’î hadiseler var, yoksa Müslümanlar elhamdülillah İslâmiyeti tam yaşayabilseler İslâmiyet çok ilerliyor. Nüfus bakımından da çok ilerliyor. Onların çoluk-çocukları olmuyor, Müslümanlar yedi-sekiz çocuk sahibi vs...

Kaç sene oldu bilemiyorum, bir zaman Berlin’de dediler ki: “Bir profesör geldi, üniversitede konferans verdi. Diyor ki: ‘Biz Kur’ân-ı Kerim’e inanıyoruz. İslâmiyet hiç değişmemiştir. Tek dindir’ gibi konuşmalar yapıyor fakat ‘Hıristiyanım’ diyor.”
“O adam münafıktır” diye Müslümanlar dedikodu yapmışlar. Biz bunu araştıralım dedik. “Kim bu adam?” Çünkü Üstadımız haber vermiş, demiş ki: “Peygamberimiz buyuruyor: ‘Ahirzamanda Hıristiyan dindar ruhanileri Kur’ân’a ittiba edecek’” Bunları hatırlayarak, “O adamın konferansının sûretini bulalım. Bakalım ne söylemiş?” dedik. Sonra birisinde bulduk, tercüme ettiler. Baktık ki, çok güzel. “Bu adamı ziyarete gidelim” dedik. Dortmund Üniversitesi Katolik Profesörlerinden bir teologmuş. Adı Paul Schwarzenau idi.

Mektupları da var. Mektuplaştık da bir zaman. O bize yazdı, sonra bizden bazı vesikaları istedi. Risâle-i Nur hakkında bilgi istedi. Biz buna ne isterse gönderdik. Hatta ben buradan İngilizce bütün Külliyatı gönderdim. Almanca tercüme edilenleri de gönderdik. Çok memnun oldu. Konferanslarına “Hıristiyanlar İçin Kur’ân Bilgisi” diye başlamış. Diyor ki: “Biz Hıristiyanız. Kur’ân değişmemiş ve vahiyle gelen tek kitaptır. Binaenaleyh Hıristiyanlar ne isterse Kur’ân’da mevcuttur. Kur’ân okumamız lâzım. Sadece İncil’le olmaz... vs.” Kur’ân-ı Kerim’i methediyor adam, başka bir şey yok. Hep Kur’ân-ı Kerim’den âyet okuyor. Sonra bu konferansını kitap haline getirmiş, “Hıristiyanlar için Kur’an bilgisi” diye. Ziyaretine gittiğimizde, yine çeşitli sualler sorduk. Çok müsbetti. Benden bir yaş küçük. Aşağı-yukarı şimdi 82 yaşındadır, eğer sağsa tabiî... Dört beş senedir görüşmedim. Telefon ediyoruz, bazan çıkmıyor. Oğlu vardı, vefat etmiş.

Bediüzzaman ve Prof. Paul Schwarzenau

Almanya’da İslâma klâsik ve mutaassıp Kilise bakışından farklı bir yaklaşım getiren Hıristiyan ilâhiyatçılar içinde öncü bir isim olarak Prof. Hans Küng’ü biliyoruz. Şimdilerde yeni bir isim daha parlıyor: Prof. Paul Schwarzenau. Bu ismi ilk olarak, geçtiğimiz haftalarda Türkiye’ye geldiği zaman yaptığımız sohbette, dostumuz Şükrü Bulut’tan işitmiştik. Ve sohbetin bu bölümünü Köprü’nün Haziran sayısında neşretmiştik.

3 Temmuz tarihli Zaman gazetesinde, muhterem Vehbi Vakkasoğlu’nun Prof. Paul Schwarzenau’la yaptığı sohbeti okuduk. Doğrusu, bu kadarını beklemiyorduk. Schwarzenau’ın, İslâmı çok yakından incelemiş, hattâ çok enteresan da bir kitap yazmış olduğunu bu sohbetten öğrendik. Kitabın ismi şöyle: Hıristiyanlar İçin Kur’ân Bilgisi-Müslümanların Kutsal Kitabını Anlamaya Giriş.

İşte Prof. Schwarzenau’ın Vakkasoğlu’na verdiği mülâkattan bazı çarpıcı beyanlar:

“Bizler, aynı duygu ve düşüncedeki insanlar bir araya gelerek, ‘Dinler arası çalışma yeri’ni kurduk. Ben ‘Hür Hıristiyanlar Cemiyeti’nin de üyesiyim. Bizim maksadımız, ilâhiyatçı olarak İslâmla barışmayı ve bir araya gelmeyi gerçekleştirmektir.
“Kitabımda değişik bir akış var. Eşimin fikri ise, bunun bir nevî ilham olduğu şeklinde. O kitapla birlikte gelen ilham... Ben o sıra çok hastaydım. Ve o zaman, çok önceleri tanımış olduğum Kur’ân’ı birden okudum. İlk defa o hastalık sırasında Kur’ân bana açıldı ve sırlarını, mânâlarını verdi. O an öyle ruhî ve bedenî acılar içindeydim ki, hiçbir kitap beni güçlendiremezdi. Kur’ân bana İncil’in karesi gibi geldi.

“Daha önceleri Kur’ân’ı iyi anlayamamıştım. Hattâ âyetleri arasında bir irtibat, ilişki kuramıyordum. Ama o an birden bire ışıktan, nurdan bir resim beliriverdi önümde. Herşeyden daha fazla parlayan ve nur saçan Allah’ın seslenişiydi bu. Yani tamamıyla Kur’ân’dı. Hayatımda unutamayacağım kadar etkileyici bir hatıra olarak yaşadığım bu olayı bütünüyle yazmak istedim. O andan sonra da maddî ve manevî sağlığıma kavuştum.

(Kâzım Güleçyüz, Yeni Asya, 7.7.1992)

 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Değişmeyen tek din İslâmiyet

Schwarzenau diyor ki: “Biz hür Hıristiyanlarız. Hür Hıristiyanların mânâsı şudur: Biz hiçbir kiliseye bağlı değiliz.” Bremen’de başka bir konferansına gittik, o zaman da söyledi: “Buradaki Hıristiyanlar putperest oldular” diyor. Teslisi kabul etmiyor. Doğrudan bir Allah’ın varlığından bahsediyor, Tevhide inanmış. Üstadımız için de “Bu asrın müceddididir” diyor. Bunlar ‘Hür Hıristiyanlar’ olarak faaliyet gösteriyor. Bunların cemaati de var. Etrafında profesörler, doktorlar ve avukatlar var. Çok kalabalık.

Bir defa Bremen’de konferansına gittik. Orada da “Hz. İsa (as) bir Müslüman mı idi?” diye konferansa başladı. Hz. İsa’nın (as) Müslüman olduğunu, esas dinlerin bir olduğunu, bütün hak dinlerin Allah tarafından gönderildiğini söyledi. Kur’ân’dan bir âyet okudu: “Havariler de: ‘Allah’ın dinine yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Sen de şahit ol ki biz gerçekten Müslümanlarız.’” (Âl-i İmran Sûresi: 52.) Yani Bremen’de bir kilisenin konferans solonunda kalabalık bir gruba, Hz. İsa’nın da (as) bir Müslüman olduğunu, Hıristiyanların Kur’ân okuması gerektiğini anlattı. Daha bir çok yerde konferans verdi, ben hepsine gidemedim.

Onun taraftarları da vardı. Hatta ziyaretimizde sorduk: “Sizin gibi böyle kaç kişi var?” Beş altı kişinin ismini saydı. Bunlar hep münevverdi; ya hakim, ya doktor, ya profesör vb... Bunun cemaati kendisini seviyor, konferanslarını hep takip ediyorlar. Çok hoşuma gitti. İşte ondan sonra ne istediyse verdik. Hatta tasavvuf hakkında sual sordu. “Üstadın tasavvuf hakkındaki fikri nedir?” dedi. Telvihat-ı Tis’a ve sâir bahislerden tercüme edilmişler vardı, onları gönderdik.

Almanya’da Davut Korkmaz kardeş tercüme ile uğraşıyor. Ona demiş ki: “Üstad ne söylerse doğru söyler. Onun fikrine katiyen kalem karıştırmayın. O ne söylerse onu yazın” demiş. Yani Üstada böyle itimadı var. Bir de çok yakınlık gösterdi. Ailesi vardı. Evine gittiğimizde ailesine sorduk: “Sizin fikriniz nedir? Siz de aynen kabul ediyor musunuz?” Eşi “Onu teşvik eden benim” dedi. Sonra eşi vefat etmiş, Allah rahmet eylesin.

Velhasıl onlar Hür Hıristiyanlar namıyla bir çığır açmışlar. Biz onlarla devamlı temas halinde olamadık. Rastladığımız zamanlar ziyaretine gittik. Yine bir ziyaret esnasında, ikindi namazı kılacaktık. O “Ben de sizle kılabilir miyim?” dedi. “Kılarsın” dedik. Bizimle beraber abdest aldı ve namaz kıldı. Kendisine Diyanet’in bastırdığı Almanca İslâm ilmihali verdik. Ben onun konuşmasından, vefat eden Papa’ya bile tesir ettiğini anladım.

Bildiğim kadarıyla bu şekilde bir cereyan orada devam ediyor şimdi. Bir kısım papazlar ona hürmet ediyorlar. Fakat bazı Hıristiyanlar buna dinsiz diyorlarmış. Niye? Hıristiyanlıktan çıkmış diye... Ancak o “Biz Hıristiyanlığa inanıyoruz ama değişmeyen tek din İslâmiyettir” diyor. Kur’ân-ı Kerim’i aynen kabul ediyor.

Prof. Paul Schwarzenau: “Kur’ân’ın çağrısına gelin”

“Kur’ân’ın asıl Arapça metnini daha sonraları okuyabildim. O sırada okuduğum Kur’ân, pek de iyi sayılamayacak bir Almanca tercümesiydi. Yani Kur’ân’ın pek uygun olmayan tercümesinin de altından fışkıran bir nurdu beni çepe çevre saran.

“Gözlerimizi devamlı Kur’ân üzerinde tutmalı ve ondan ayırmamalıyız. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında Kur’ân hakkında fikir ve bilgi alış-verişi yoğunlaştırılmalıdır. Ben şahsen Kur’ân hakkında birçok yerde konuşmalar yaptım, konferanslar verdim. Ama hayretle gördüm ki, birçok insan ya Kur’ân’ı tanımıyor ya da yanlış tanıyor. Bu konuları Hıristiyanlara tanıtmak mecburiyetindeyiz.

“Kur’ân’la birlikte Hıristiyanlara mukaddes bir hediye geliyor. Kur’ân, onların kaybettiklerini yeniden ve daha mükemmel olarak veriyor. Ve Hıristiyanlar eski inançlarına kavuşuyorlar Kur’ân sayesinde. Kur’ân, din konusundaki birçok büyük boşlukları kapatıcı özellikler taşıyor. Bu gerçeği Hıristiyanların kafasına sokmak lâzım. Bu çok iyi anlatılmalı ve olumsuzluklar ortadan kaldırılmalıdır. Kur’ân-ı Kerim, bizim inançlarımızın çok mühim bir tamamlayıcısıdır.

“Bu ay Dortmund’da Katolik Üniversitesinin gençler cemaatine İslâm hakkında bir konferas vereceğim. İşleyeceğim ana konu şu: ‘Aramızdaki bir tek kelimeye gelin.’ Kur’ân’ın çağrısına gelin.

“Bu sene Hür Hıristiyanların umumî toplantısı Frankfurt’ta yapılacak. Orada bir konuşma yapacağım. Dinler arasındaki münasebeti ve Allah elçilerinin hayatlarını anlatacağım. Kur’ân’ın bu husustaki âyetlerini de zikredeceğim. Ve sözlerimi, ‘Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğu’nu bildiren âyetle bitireceğim.
“Bu Hıristiyan cemaatin başkanı da İlâhî ilim bakımından İslâmla barışmayı arıyor. Benim Kur’ân yorumum Hıristiyanlar tarafından iyi karşılandı. Kur’ân hakkındaki hatalarını anladılar ve büyük ölçüde de düzelttiler. Bazı ilim adamları var ki, Kur’ân’ı benim nasıl anladığıma hayret ediyorlar ve bunun bir istisna olduğunu düşünüyorlar. Bu bakımdan, Kur’ân yorumum ilâhiyat âlimleri tarafından kabul gördü. Meselâ benim de hocam olan ünlü ve yaşlı bir ilâhiyat âlimi, bu kış sömestresinde benim “Korankunde für Christen” (Hıristiyanlar İçin Kur’ân Bilgisi) kitabımdan bir ders okuttu.
(Kâzım Güleçyüz, Yeni Asya, 7.7.1992)

İslâmiyete numune olmalıyız

** Prof. Schwarzenau ‘Müslümanım’ demiyor mu?

Hayır, demiyor. Çünkü o muhitte öyle olmak lâzım. Yani “Ben Müslümanım” dese, bir çok yerde konferans veremez. Üniversitede, kilisede konferans veriyor, fakat Kur’ân’ın vahiyle gelen, değişmeyen tek kitap olduğunu söylüyor. Ne yapsın adam? Sonra dedi ki: “Üstadımız diyor ki: ‘Ahirzamanda gelecek Hıristiyan dindarlar Kur’ân’a ittiba edecek’ diye hadis var. Onu bana yazın.” Onun tercümesini istedi, verdik kendisine. “Demek bizim çalışmamız boşuna değil” dedi.

Kendisinden emin biri. Çok kitabı var. Bir keresinde evinde bir odaya girmiştik. Odada konuştuk. Her taraf kitap. Kaç defa gittiysek bizimle namaz kıldı. Çok şefkatli ve mütevazi bir adam. Çeşitli kitaplar çıkardı. “Dinlerarası Diyalog” diye iki senede bir kitap çıkarıyorlardı. Bu kitapta (elinde bize gösteriyor) Risâle-i Nur’dan ve tercümelerinden bahsetti. Bana bir tane hediye olarak göndermiş. Onun başına “Allah’ın nuru bizi ve bütün insanlığı aydınlatsın...” diye Almanca bir duâ yazmış. 1997’de bana göndermiş. Kitapta; Almanca’ya tercüme edilmiş Tahavvülat-ı Zerrat Risâlesinden (30. Söz) “Felsefenin ve felsefecilerin yanıldığı noktaları açıklıyor...” şeklinde bahsediliyor. 10. Söz, “öldükten sonra dirilmek...” tarzında açıklanıyor, vs... Yani Almanca’ya tercüme edilenlerin isimlerini kitapta saymış. Gençlik Rehberi, Peygamberimizin Mu’cizeleri vesâir risalelerden bahsediyor.

Elhamdülillah onun mühim bir hizmeti oldu. Şimdi ne yaptığını ben bilemiyorum, fazla alâkadar olamadık. Velhâsıl o Hür Hıristiyanlar elhamdülillah iyi bir çığır açtılar.

** Kaç senesinde oldu bu hadiseler?
1994, 96, 97 olmak üzere üç defa gittik ziyaretine.

** En son ne zaman haber aldınız kendisinden?

İki sene evvel. O zaman gittiğimizde telefonla görüştük. Hasta olduğunu söyledi. Ben kendisini Türkiye’ye dâvet ettim. Gelmek istediğini, fakat doktorunun müsaade etmediğini söyledi. Hanımı vefat etmişti. Gelemedi.

Bu Hür Hıristiyanlar grubu ilmî bir metodla gidiyor. Üstadımız “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler” diyor ya, işte orada bizimkilerin, bilhassa Türklerin hepsinin namaz kılmayışı, çoklarının mahkemeye düşmesi vs., ahlâkları iyi olmadığı için İslâmiyete tam bir numune olamadılar. Onun için de İslâmiyetin ilerlemesi zayıf, yani yavaş gidiyor. Yoksa elhamdülillah, Müslüman olacak bir çok insan var. Meselâ orada bir genç sadece Asâ-yı Musa’yı okudu ve hemen Müslüman oldu.

** Orada başka ne gibi faaliyetler var?

Hıristiyanlarla beraber bazı ders ve toplantılarımız da oldu. Beni de çağırdılar. Berlin’de, Köln’de, Versay’da kiliseye gittik, orada İslâmiyet hakkında bazı sorular sordular. Onları cevaplamaya çalıştık.

“Bediüzzaman tam gerçeği söylemiş”

“Benim daha önce yazdığım Dünyanın Büyük Dinleri kitabı da çok ilgi gördü. Almanya Arşiv Müdürü olan Alman Müslüman Muhammed Salim Abdullah da bu eserimi çok beğendi. Onun görüşüne göre, orada Hz. Muhammed’i (asm) gerçeğe uygun anlatmışım.”

Muhterem Vakkasoğlu’nun Prof. Schwarzenau ile yaptığı sohbette, Bediüzzaman’ın ismi de sık sık geçiyor. Meselâ Vakkasoğlu, “Bizim inancımıza göre, gerçek Hıristiyanlar ancak Kur’ân’ın gerçeklerine dayanarak imansızlık cereyanlarına karşı galip gelebileceklerdir” dediğinde, Schwarzenau soruyor: “Bu görüşünüz hangi kaynağa dayanıyor?” Vakkasoğlu, “Bediüzzaman Said Nursî’ye” şeklinde cevap verince de sohbet şu şekilde gelişiyor:

Schwarzenau: “Bu zat tam gerçeği söylemiş.” Vakkasoğlu: “Evet, aslında siz de o zatın duâ ettiği Hıristiyanlar arasında sayılabilirsiniz.”

Schwarzenau: “Böyle bir zatın duâsını nasıl almış olabilirim?”

Vakkasoğlu: “Bediüzzaman, yarım asır önce İslâmiyetin hakkaniyetini tasdik eden, Peygamberimiz ve kitabımız hakkında objektif beyanlarda bulunan Batılı aydınların sözlerini kitabına almış ve bunlar için duâ ettiğini de talebelerine ifade etmiştir.”

Sohbetin burasında, orada bulunan Abdullah Yeğin Ağabey, Vakkasoğlu’nu teyid ediyor ve Mektubat’tan ilgili bahsi okuyor. Ahirzamanda Hz. İsa’nın geleceğini beyan eden hadisin bir mânâsını, bazı Hıristiyanların İslâmdan ve Kur’ân’dan istifade ederek, dinlerini hurafelerden temizleyecekleri, inançlarını aslî sâfiyetine döndürerek İslâmla birleşecekleri meâlinde izahlarla yorumlayan bu beyanlar Prof. Schwarzenau’ı çok heyecanlandırıyor. Ve “Bu konu çok ilgimi çekti. Bunları en kısa zamanda Almanca olarak istiyorum. Hür Hıristiyanların mecmualarında yayınlanması Almanya’yı canlandırır, bize yardımcı olur” diyor.

Bize de bu güzel sohbeti duyurmak kalıyor... (Kâzım Güleçyüz, Yeni Asya, 7.7.1992)
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
İslâmı ciddiyetle araştırıyorlar

Risâle-i Nur’un Almanya’daki tesirine bir örnek olarak şu anekdotu da aktaralım:
“Said Nursî hakkında Alman Dışişleri Bakanlığının ‘Kültür Alış verişi’ adlı dergisinin 1/02 sayısındaki açıklama:

“Reformlar ve Reaksiyonlar

“(Geçmişte) İslâm âleminde fundamentalist akımların yanı sıra hüriyet anlayışını esas yapan ve Batı ile musalâhadan söz eden bir dizi mütefekkirler vardı ve (halen) var. Bunların düşünceleri hükümran olabilir ve İslâmiyette muhtemel bir reform (tecdid) için esas teşkil edebilir mi?

“Türkiye’de ortaya çıkmış olan Nurcu cemaati hareketi (ki Nurculuk veya Cemaatu’n-Nur diye de tanınıyor) erternasyonal alanda gittikçe artan bir öneme haizdir. 1960’da vefat etmiş olan manevî önderi Said Nursî yazılarında modern (dünyanın) ilmî ve medenî gayretlerini övmektedir. İslâmî yazılı kaynaklara ve tasavvufî esasa dayalı sade üslûbu içerisinde dinin yaşanması esasını takip ediyor. Nursî’ye göre mücerret delillerle oluşan şahsî kanaatle Müslüman olunur. Siyasî faaliyeti Said Nursî kesinlikle reddetmektedir. Muhteviyatı geniş olan eserlerinde Nübüvvet-i Ahmediye ve haşirle ilgili çok sayıda müzakerelerinin yanı sıra değeri çok yüksek iş ahlâkı da tezahür etmektedir. Çalışmak bir fazilettir. Ekonomik, sosyal ve eğitimle ilgili meselelerde ise, fundamentalist akımların totaliter esaslarının aksine toplumda çeşitlilik anlayışını benimsemiştir. Said Nursî’nin yazılarının bir hayranı da Suriyeli muteber İlahiyatçı ve televizyon vaizi Said Ramazan al-Buti’dir. (Buti) devletçi İslâmî siyasetle fundemantalist ideolojiler arasında bir yol takip etmektedir. Taassubî tavrı ve bununla beraber cihadın bir cebr vasıtası olmasını reddediyor.”

Ben Suriye’ye de gittim. Said Ramazan Al-Buti ile fazla konuşamadık. Bu zat buraya birkaç defa geldi. Suriye’de gördüğüm bazı kişiler dediler ki: “Biz Üstadı ve Risâle-i Nur’u Said Ramazan’dan dinledik.” Suriye eski devlet başkanına da çok tesir etmiş. Onun cenaze namazını o kıldırmış. Oğlunun da Buti ile arası gayet iyi. Said Ramazan Al-Buti’yi Diyanet reisi yapmak istemiş. O demiş ki: “Eğer bana böyle bir vazife verirseniz ben Suriye’yi terk ederim.” Yani devlet işine, siyasete karışmak istemiyor. Hatta o ölen Hafız Esat demiş ki: “Hocaların içinde beni tatmin eden sadece bu Said Ramazan.”

11 Eylül’den sonra İslâmiyeti daha bir ciddiyetle araştırıyorlar

Bir sene evvel ben “Ne gibi havadis var?” diye Almanya’daki kardeşlere sormuştum. Erkan Algan isminde bir kardeşimiz şöyle yazıyor:
“Kur’ân ve diğer İslâmî kitapların satışı aniden arttı. Halk, kendisi İslâmiyet hakkında bilgi edinmeye başlıyor. Camilerin halka açık günlerinde dolup taşmaları takip ediliyor. Basın-yayın gerçi hâlâ İslâmiyet hakkında menfî yazılar çıkarıyor, fakat daha tedbirli davranıyor. Aynısı politikacılar için de geçerli. Ve bunlar İslâmiyet ve terörü ayırmaya çalışıyorlar. Böylece Müslümanları tehlikeli ve tehlikesiz sınıflara ayırıyorlar. Korktukları hissediliyor. Bu nedenle İslâmiyeti daha bir ciddiyetle araştırıyorlar...”

Almanyadan gelen bir mektup:

Hapishanelerde Almanca ders

Almanya’dan Davut Korkmaz’ın Abdullah Yeğin’e yazdığı son hizmet haberlerini ihtiva eden mektup:

“Muhterem Abdullah Ağabey,
“Almanya’daki hizmetle ilgili son tezahürlerden yazmamı arzu ettiniz. Ben de bazılarını şu şekilde sıralamaya çalıştım, inşaallah istifadeli olur.

“1- Alman Mikail kardeş Müslüman olduktan sonra anne ve babası tam bir sene devamlı bununla uğraşmışlar. Sonunda kendisinin evine sadık, içki, sigara ve esrar gibi alışkanlıkları olmayan, ebeveynine ve akrabalarına saygıda kusur etmeyen biri olduğunu görmeleri onları Müslüman olmasını da artık kabullenmeye doğru götürmüş. Hatta oğlunun Müslüman olduğunu şikâyet eder bir tarzda annesine biri söylemiş. Annesi de “İyi ya, oğlum esrardan kurtuldu, daha iyi nasıl olabilirdi?” diye cevap vermiş.

“2- Bir başka Alman Ahmet (Bernard) kardeş 16 yaşında esrara başlamış. Babası evden kovmuş. Okulda bir defa din dersine girmiş, saçma bulduğundan daha gitmemiş. Neticede okuldan da atılmış. 19 yaşlarında Berlin’e serseri bir grupla gelir. Orada kardeşlerle tanışıp Müslüman olur. Birden bambaşka bir insan oldu. Her sene olduğu gibi o sene de bütün kardeşler Paskalya dolayısıyla babasının evinde toplanıyorlarmış. Kendisi de 4 sene sonra ilk defa eve gider. Annesinin, babasının ellerini öper, kardeşleriyle selâmlaşır. Herkes şaşkınlıktan bir şey demezler. Yalnız annesi: “Oğlum, sende bir değişiklik olmuş, sen başka olmuşsun” der. Ahmet de bundan istifade ile durumunu anlatmaya başlar: “Evet anne, ben Müslüman oldum. Allah İslâmiyette esrarı, içkiyi, kumarı, zinayı yasaklıyor. Anneye, babaya ve akrabalara hürmeti emrediyor” der. Annesi de: “Allah’a şükür, oğlum insan olmuş” diye sevinir.

“3- Bir başka Alman, evveliyatında alkolikmiş. Bundan dolayı ailesini kaybetmiş. Öğretmenken erken emekli olmuş. Kendisi, “Müslüman olmakla alkol tutkusundan kurtuldum. Bu dahi bana İslâmın sağladığı netice olarak yeter” dedi.

“4- Yakınlarda bir lise öğretmeni kardeşe, aynı okulda meslektaşı bir sosyoloji öğretmeni İslâmiyet hakkında öğrencilerine sorulu cevaplı bir ders yapmasını rica etmiş. Yarım saat Alman öğretmenin müfredatına göre yapmış. Öğrenciler “Niçin bize bu şekilde anlatmıyorlar? Hep biz bunları yanlış biliyoruz” demişler. Son 10 dakikasında tevhid ve ubudiyetten bahsetmiş. Öğretmen meslektaşı demiş ki: “Bu son kısımda anlattıklarınızı başta anlatsaydınız, daha çok ilgi çekerdi” demiş. Bu kardeş de “Zararı yok, bir ders de bu konu üzerine yapabiliriz” demiş.

“5- Bir başka kardeş de yine bir lisede dâvet üzerine 22 kadar 18 yaşlarında son sınıf öğrencilerine iman ve İslâmiyetin hakikatı üzerine 2 saat ders yapmış. Bir öğrenci doğrudan “Nasıl Müslüman olunur?” diye sormuş. Hıristiyan öğretmen de, gocunmak şöyle dursun, sitayişle “Bu anlatılanlar, kabul edip inanmaktan öte, hakikatın kendisi, hayatın hikmeti” diye öğrencilere söylemiş.

“Abdullah Ağabey, misaller o kadar çok ki anlatmakla, yazmakla bitmez. Almanca eserlerden devamlı isteyenler oluyor. İnternet sayfamız var.

Adresi: [Linkleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye olmak için tıklayınız...]

Bu adresten kitapları okuyabilmek, sorular sormak, kitaplardan sipariş vermek mümkün. Risalelerden Sözler, Mektubat, Lem’alar, Asâ-yı Musa, Gençlik Rehberi, Haşir Risâlesi, Mu’cizât-ı Ahmediye, Zühretünnur, Uhuvvet ve İhlâs Risâleleri, İman hakikatleri, Küçük Sözler Almanca mevcut. Şu anda Şuâlar üzerine çalışılıyor. Bu sene içerisinde inşaallah biter, seneye de Allah nasip ederse inşaallah Tarihçe-i Hayat üzerine çalışmak istiyorlar.

“Ayrıca Tesettür, 23. Söz, Ramazan Risâlesi ve Hastalar Risâlesini de broşür olarak toplam 10’ar bin tane bastırmıştık. Hepsi ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Ayrıca 11. Söz ve Tabiat Risâlesi broşürleri yeni basıldı. Onlar da çok ilgi görüyor.
“Bu risâlelerle Almanya’nın çeşitli şehirlerinde Almanca dersler yapılıyor. Hatta bizim dersanemizde her hafta hem Almanca, hem de Türkçe dersler yapıyoruz. Burada okula giden gençler genellikle Almanca derslerine iştirak ediyorlar. Daha sonra istidatlıları Türkçelerini okumaya başlıyorlar. Çok istifadeli olduğunu söylüyorlar.
“Bazı şehirlerde kardeşler hapishanelerde dahi Almanca ders yapabiliyorlar. Hapishane müdürü bizzat teşvik ediyormuş. Çok ıslah olanlar varmış.
“Bizim gibi nurcu Alman kardeşler var ki, ihlâs ve samimiyetlerine şahsen imreniyoruz. Allah devam ettirsin. Emsâlini ziyadeleştirsin. Bu eserler artık dünya gençliğinin malı olma yolunda.

“Kendilerinden bahsettiğim kardeşler razı olmaz diye yer ve şahıs isimleri vermedim.
“Umum kardeşlere binler selâm ve hürmetler ederim. Ellerinizden öperim. Duâlarınızı rica ederim. Kardeşiniz Davut.”


Röportaj: İsmail TEZER 12.06.2005




Sorulan sorulara cevap olabilecek Risâle-i Nûrlardan bir kısım yerler ekliyorum.

"Din-i İsevînin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ...(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 50)"

"O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir.(Sikke-i Tasdik-i Gaybî)

Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden Deccal komitesini,
Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.(Yirmi Dokuzuncu Mektup )

Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada...(Birinci Mektup)

وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ

Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin mâkabliyle nazmına dair "dört letaif" vardır.

1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:Ey insanlar! Kur'ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şâhiddir.

2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara îman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitablarının sıdkına olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur'an Allah'ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarîk-i ûlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz.

3- Zaman-ı Saadet'te, Kur'andan neş'et eden İslâmiyet sanki bir şeceredir. Kökü zaman-ı saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menba'larından kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek istirahat-ı umumiyeyi temin ediyor.

4- Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor.

Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.(İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 4 )

 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Nasraniyet ya intıfâ veya ıstıfâ edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki, "Hazret-i İsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir."(Hakikat Çekirdekleri-Mektubat)

"Dereli Hafız Ahmed Efendinin çok mânidar rüyalı bir fıkrasıdır.

Aziz ve müşfik üstadım efendim,

Birgün âlem-i menamda bir sahrada gezerken, birçok kalabalık ahalinin içine girdim. Dersim olan kelime-i tevhide devam ediyordum. O ahâlinin cümlesi Nasârâ imiş. Biz âşikâre kelime-i tevhidi çektiğimizden, hepsi bize iştirak etti. Her yüz başında, "Muhammedün Resulullah" diyorum. O Nasâralar, "İsâ ruhullah" diyorlar. Onlara dedim ki: "Yahu, biz İsâ Aleyhisselâmı tasdik ediyoruz." Ve kedilerine kelime-i tevhidi okudum, "İsâ ruhullah" dedim. "İşte bakınız, ben sizin peygamberinizi tasdik ediyorum. Siz de bizim peygamberimizi tasdik etseniz ne olur" dedim. "Hayır! İsâ Aleyhisselâm gökten inmedikçe ve sizin peygamberinizi âşikâr tasdik etmedikçe, biz tasdik etmeyiz" dediler. Bunun üzerine yanımda iki arkadaş bulundu. Lâkin arkadaşlarım kimler olduğunu bilemiyorum. "Biz dua edelim de İsâ Aleyhisselâm gelsin ve bizi nasıl tasdik ediyor, göreceksiniz." Dua ettik. İki kişi "Âmin" dediler. Lâkin İsâ Aleyhisselâm gelmeyince müteessir olduk. Yine dua ettik, "Ya Rabbi! Bizi bunların yanında niçin mahcup çıkarıyorsun?" dedik. "Bu din âlî değil mi?"

Tahminen, arası bir saat veya bir buçuk saat sonra, karşıdan üç kişi çıktı. Elhamdü lillâh, İsa Aleyhisselâm geliyor. Baktım, birisi sakallı, ikisi şâbb-i emred. Dedim: "İsâ Aleyhisselâm otuz üç yaşında olduğu halde göğe huruç etti, niçin sakalında beyaz var?" Kalbime geldi ki, "Allahu a'lem, İsâ Aleyhisselâm değilse?" Bu zat ve iki arkadaşıyla yanımıza geldiler. Dikkatle baktım, Üstadımızın simâsı ve elbisesidir. Bizim yanımıza gelince, bizim altımız mağara imiş. Yanındaki iki kişiye emretti: "Şurada kilitli salipler, haçlar var. Cümlesini çıkarınız." Çıkardılar. Nasâralara karşı hepsini kırdı ve Kelime-i Tevhid getirip Peygamberimizi tasdik edince, biz de Nasârâlara, "Bakınız, işte İsâ Aleyhisselâmın vekili geldi" deyince, cümlesi tasdik ettiler.

Allahu a'lem, bu rüyanın bir tabiri şudur ki:
Üstadımızın Kur'ân-ı Hakîmden aldığı ve neşrettiği Risale-i Nur vasıtasıyla Nasârânın bir kısmı İslâmiyeti kabul edecek ve Nasârâ Müslümanları veya Hıristiyan mü'minleri hükmüne geçip Üstadımızın sözlerini İsâ Aleyhisselâmın sözleri nev'inden hüsn-ü kabul edeceklerine işârettir.

Evet, Risale-i Nur'da öyle bir kuvvet vardır ki, Avrupa'nın en müannid filozoflarını dahi teslime mecbur eder. Her ruhun bir ihtiyac-ı hakikîsi olan hakikî iman nurunu arayan Hıristiyan muvahhidler, elbette Risale-i Nur'u görseler, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın vesâyâsı nev'inden kabul edip sarılacaklardır...(Dereli Mutâf Hafız Ahmed-Barla Lâhikası - Mektup No: 136)"

__________________


Sorulan sorulara cevap olabilecek Risâle-i Nûrlardan bir kısım yerler ekliyorum.

"Din-i İsevînin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ...(Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 50)"

"O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir.(Sikke-i Tasdik-i Gaybî)

Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden Deccal komitesini,
Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.(Yirmi Dokuzuncu Mektup )

Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada...(Birinci Mektup)

وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ

Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır




Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin mâkabliyle nazmına dair "dört letaif" vardır.

1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:Ey insanlar! Kur'ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şâhiddir.

2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara îman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitablarının sıdkına olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur'an Allah'ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarîk-i ûlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz.

3- Zaman-ı Saadet'te, Kur'andan neş'et eden İslâmiyet sanki bir şeceredir. Kökü zaman-ı saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menba'larından kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek istirahat-ı umumiyeyi temin ediyor.

4- Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor.

Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.(İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi, Âyet: 4 )

Nasraniyet ya intıfâ veya ıstıfâ edip İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfâ bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki, "Hazret-i İsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir."(Hakikat Çekirdekleri-Mektubat)

"
Dereli Hafız Ahmed Efendinin çok mânidar rüyalı bir fıkrasıdır.
Aziz ve müşfik üstadım efendim,
Birgün âlem-i menamda bir sahrada gezerken, birçok kalabalık ahalinin içine girdim. Dersim olan kelime-i tevhide devam ediyordum. O ahâlinin cümlesi Nasârâ imiş. Biz âşikâre kelime-i tevhidi çektiğimizden, hepsi bize iştirak etti. Her yüz başında, "Muhammedün Resulullah" diyorum. O Nasâralar, "İsâ ruhullah" diyorlar. Onlara dedim ki: "Yahu, biz İsâ Aleyhisselâmı tasdik ediyoruz." Ve kedilerine kelime-i tevhidi okudum, "İsâ ruhullah" dedim. "İşte bakınız, ben sizin peygamberinizi tasdik ediyorum. Siz de bizim peygamberimizi tasdik etseniz ne olur" dedim. "Hayır! İsâ Aleyhisselâm gökten inmedikçe ve sizin peygamberinizi âşikâr tasdik etmedikçe, biz tasdik etmeyiz" dediler. Bunun üzerine yanımda iki arkadaş bulundu. Lâkin arkadaşlarım kimler olduğunu bilemiyorum. "Biz dua edelim de İsâ Aleyhisselâm gelsin ve bizi nasıl tasdik ediyor, göreceksiniz." Dua ettik. İki kişi "Âmin" dediler. Lâkin İsâ Aleyhisselâm gelmeyince müteessir olduk. Yine dua ettik, "Ya Rabbi! Bizi bunların yanında niçin mahcup çıkarıyorsun?" dedik. "Bu din âlî değil mi?"

Tahminen, arası bir saat veya bir buçuk saat sonra, karşıdan üç kişi çıktı. Elhamdü lillâh, İsa Aleyhisselâm geliyor. Baktım, birisi sakallı, ikisi şâbb-i emred. Dedim: "İsâ Aleyhisselâm otuz üç yaşında olduğu halde göğe huruç etti, niçin sakalında beyaz var?" Kalbime geldi ki, "Allahu a'lem, İsâ Aleyhisselâm değilse?" Bu zat ve iki arkadaşıyla yanımıza geldiler. Dikkatle baktım, Üstadımızın simâsı ve elbisesidir. Bizim yanımıza gelince, bizim altımız mağara imiş. Yanındaki iki kişiye emretti: "Şurada kilitli salipler, haçlar var. Cümlesini çıkarınız." Çıkardılar. Nasâralara karşı hepsini kırdı ve Kelime-i Tevhid getirip Peygamberimizi tasdik edince, biz de Nasârâlara, "Bakınız, işte İsâ Aleyhisselâmın vekili geldi" deyince, cümlesi tasdik ettiler.

Allahu a'lem, bu rüyanın bir tabiri şudur ki:
Üstadımızın Kur'ân-ı Hakîmden aldığı ve neşrettiği Risale-i Nur vasıtasıyla Nasârânın bir kısmı İslâmiyeti kabul edecek ve Nasârâ Müslümanları veya Hıristiyan mü'minleri hükmüne geçip Üstadımızın sözlerini İsâ Aleyhisselâmın sözleri nev'inden hüsn-ü kabul edeceklerine işârettir.

Evet, Risale-i Nur'da öyle bir kuvvet vardır ki, Avrupa'nın en müannid filozoflarını dahi teslime mecbur eder. Her ruhun bir ihtiyac-ı hakikîsi olan hakikî iman nurunu arayan Hıristiyan muvahhidler, elbette Risale-i Nur'u görseler, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın vesâyâsı nev'inden kabul edip sarılacaklardır...(Dereli Mutâf Hafız Ahmed-Barla Lâhikası - Mektup No: 136)"

 
Üst