Allah'ın yarattığı herşey en güzeli ve en hayırlısıdır

Katılım
10 Kas 2006
Mesajlar
52
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allah'ın yarattığı herşey en güzeli ve en hayırlısıdır

Sonsuz adalet ve merhamet sahibi olan Rabbimiz'in yarattığı her olay, verdiği her hüküm insanlar için en hayırlı ve en güzel olandır. Olumsuz gibi görünen olaylarda bile Allah'ın yarattığı pek çok hayır, güzellik ve hikmet vardır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:
"… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)

"… Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör." (İnsan Suresi, 3)
Bu gerçeği bilerek yaşayan müminler, karşılaştıkları her olaydan, duydukları her konuşmadan razı olurlar, her an Allah'a yönelerek, yarattıkları için O'na şükrederler, Allah'ın kendileri için en hayırlısını ve en güzelini yarattığını bilerek Allah'ı sevgi ve övgüyle zikrederler.



alıntı
 

melami

Paylaşımcı
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
238
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İSTANBUL
teşekkürler kardeşim ;
Şüphe yok zaten bir " o " var başka ne varki kainatta.
 

seher

Doçent
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
1,038
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
38
Konum
...
Mevla razı olsun sizden...öle ihtiyacım olduğu bir zamanda çıktıki bu yazı karşıma ...çok sğl
 

drone

Üye
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
170
Tepkime puanı
0
Puanları
0
onsekizinci Söz-Birinci Makam-İkinci Nokta

İKİNCİ NOKTA:
اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ
"O herşeyi en güzel şekilde yarattı." Secde Sûresi, 32:7.
âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gâyet parlak güzellikler ve intizâmlar var. Ezcümle:
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntâzam nebâtatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı Celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzâr etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâblar ve küllî tahavvüller, birer mânevî yağmurdur. Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki: Eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâniinin Esmâsına aid binlerdir. Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu'cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar'ı, pek bâridane ve tatsız telâkki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, târif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ: âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san'ata ve gayât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.
İşte menba-ı edeb olan Kur'an-ı Hakîm'in Bâzı tâbiratı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında gâyet güzel ve hikmetli san'at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zâhirî intizâmsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntâzam bir kitabet-i kudsiyedir.
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Hİkmet

DAKİKALARDIR, KÜÇÜK OĞLUMUN uyuması için uğraşıyordum. Altı temiz, karnı toktu. Tek sorunu, çevreden gelen sesler yüzünden uyuyamamasıydı.

Ayağıma alıp salladım. Ruhum, bana Rabbimi tanıttıran; esmâ-i hüsnâya olan açlığım ile, hepsinden lezzet almak amacıyla sıraya dizdiğim kitapları okumamı bekliyordu. Bugün yeteri kadar meyvesini dünyada yiyeceğimiz yemek, çamaşır, bulaşık gibi işlerle meşgul olmuştum zaten.

Sonuçta küçük uyudu. Kitapların arasında dolaşırken, acı acı çalan zilin sesiyle irkildim. Kan beynime sıçradı, yüzüm alev alev yandı. Bir solukta kapıyı açmak için dışarı çıktım. Apartman kapısını açan otomatiğe bastım. Bu arada küçük uyandı, korku ile ağlamaya başladı.

Düğmeye basmam, zilin sesinin kesilmesi için yeterli olmadı. Kapıdaki kişi, ısrarla zile basmaya devam ediyordu; belli ki balkona çıkmam isteniyordu. Kıyafetim ise buna uygun değildi. Bir taraftan küçük de bağırmaya devam ediyordu.

Hızla başımı bağladım, terliklerimi bile değiştirmeden balkona çıktım. Aşağıda, toplantılardan tanıdığım iki bayan duruyordu. İçlerinden biri, “Asuman, toplantı annendeymiş, annenin evi de Doğu Garajındaymış. Bize yerini tarif eder misin?” diyordu.

Önce kılığıma baktım. Balkonda uzun süre duramayacağım kadar soğuk ve yağmurlu bir hava vardı. Islanmaya başlamıştım. Sonra, içerdeki çocuğun sesi kulağıma takıldı. Katılırcasına ağlıyordu.

Yüzüm tekrar alev alev yanmaya başladı. “Evet” dedim, “toplantı Asuman’ın annesinin evinde, ama ben Asuman değilim ve benim annemin evi de Doğu Garajında değil.”

İçimden “Allah’ım, bana sabır ver” diyordum. Çünkü bu söylediklerimi karşımdaki bayan da biliyordu. O an için unutmuş, veya unutturulmuştu. “Evet, biliyorum” dedi pişman bir yüz ifadesiyle. Karışıklığın farkına yeni varmıştı.

“Şu anda tarif edemem” dedim ve içeri girdim. Gülsem mi, ağlasam mı, bilemiyordum. Doğruca odaya koşup çocuğu kucağıma aldım, üzerini sıkıca örterek tekrar balkona çıktım. Çünkü kalb kırmaktan korkuyordum. Aşağıya eğilip, “Eğer yukarı çıkarsanız evi tarif edebilirim” dedim. Onlar birbirlerine bakıp, “Hayır, sağol” dediler.

İçeri girdim. “Herşeyi hikmet ile yaratan Rabbim, bu olayda da bir hikmetini gösteriyor olmalı” diye düşündüm. Belki benim de ders almam gereken birşeyler vardı. “Demek ki,” dedim, “çocuklu bir eve öğle saati ya da genel olarak uyku saatlerinde telefon etmek veya kapı ziline basmak çok yanlış. Hele de, doğrudan o insanı ilgilendirmeyen bir konu hakkında ise...”

Bu olayda bir hikmet arıyordum, ama hâlâ sakinleşememiştim. Bütün programım altüst olmuştu. Çocuk uyanmış, okuduğum yer yarım kalmıştı. Bunu yapmaya hakları var mıydı? Hayır, yoktu. Benim onlara hakkım geçmişti. “Düşündüler mi acaba?” dedim; ânımı ahirete aktarmıştım. Er ya da geç adaletin tecelli edeceğini düşününce, biraz rahatladım. Ama her ikisinin de iyiniyet taşıdığından şüphem olmadığı için, hakkımı onlara helâl ettim.

Çıkarmam gereken bir ders daha vardı. Demek ki, bir kapı açmada bile, insanların birbirine hakkı geçebiliyordu. Büyük küçük demeden, her olayda, herkesle helâlleşmem gerekiyordu.

Olayı başından itibaren yeniden tefekkür edince, Allahu Teâlânın rahmet cilvelerini de farketmeye başladım. Kapının çalınması, bende düşünmeye, düşünmem ise yazmaya vesile olmuştu. Yazdıklarım da, yaşamam yolunda bir dua olur inşaallah.

Aradan iki saat geçti. Telefon çaldı. Açtım. Arayan, öğleyin gelen bayanlardan biriydi. “Böyle bir hatayı nasıl yapabildim, şaşıyorum” diyerek özür diledi.

Aslında buna hiç gerek olmadığını; bilakis benim ona teşekkür etmem gerektiğini söyleyince, şaşırdı. “Çünkü, Hakîm, Âdil ve Rahîm isimlerinin bu olayda nasıl tecelli ettiğini görmeme vesile oldunuz” dedim. Çok ilgisini çekti. Her an içiçe olmasına karşılık, böyle bir bakış açısı ile ilk defa muhatap oluyordu. Demek Rabb-ı Rahîm onu da esmâ-i hüsnâdan haberdar etmek istemiş, bu telefon konuşmasına vesile olacak olayı yaşatmıştı. Allah’ın Hakîm ve Rahîm olduğuna bir kez daha şahit oldum. Ve en kısa zamanda görüşme dileğiyle, telefonu kapattım.



[Önemli Pasajlar] Bir kapı açmada bile, insanların birbirine hakkı geçebiliyordu. Büyük küçük demeden, her olayda, herkesle helâlleşmem gerekiyordu.
Nazan Tanrıkulu


www.karakalem.net
 
Üst