dedekorkut1
Doçent
ALLAH’IN HAKKI CEZALAR
SELİM GÜRBÜZER
Hududullah Allah’ın hükmettiği kanunlardır. Hükmüne ram olunmadığında Allah’ın hakkı cezalarda ister istemez beraberinde gelir elbet. Zira mutlak manada kanun koyucu Yüce Allah’tır. O halde biz aciz kullara hükmüne ram olmak düşer. Ve İslam hukukunda ‘şeriatın kestiği parmak acımaz’ hükmünce uygulanan cezalar hudud-ı şer’iyye veya hukuk-ı ilahiye kapsamı içerisinde dövme, hapis, organ kesme ve recm şeklinde gerçekleşir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususta “Bunlar Allah’ın haram kıldığı şeylerdir, onlara yaklaşmayın” (Bakara/187) beyan buyurmakla hududullah çerçevesinin dışına çıkmamamızı emretmektedir. Mademki Yüce Rabbimiz öyle ferman buyurmuş, o halde şer’an haram kılınan her ne varsa hepsinden kaçınmak gerekir ki, Allah’ın bizim üzerindeki hakkını yerine getirmiş olalım. Aksi halde Allah’ın bizim üzerimizde ki hakkını ihlal etmiş oluruz.
Her kim Allah’ın hakkını ihlal etmeye kalkıştığında mensubu olduğu ülkenin veliyyül-emir veya naibi derhal hakkında şeriatın belirlediği haddi zina, haddi kazf, haddi hamr (içki cezası), hadd-i sekr (sarhoş) hadd-i sirkat (hırsızlık) kapsamında her ne isnad edilmişse verilen ceza-i hükmü icra etmekle mükelleftir. Zira Allah’ın hakkı cezalar öyle ihmal edilmeye gelmez, tez verilmeli. Hele ihmal edilmeye bir görsün Allah’ın haram kıldığı her türlü çirkin melanet işler artık normal olarak görülmeye başlar ki, bak o zaman vay o ülkenin haline.
Şu bir gerçek bir ülkede Allah’ın hakkı cezalar titizlikle uygulandığında biliniz ki o ülkede yaşayanlar üzerinde haramlardan kaçınmak yönünde çok büyük bir caydırıcılık etkisi oluşturacaktır. Böylece o ülke İslam ahkâmını uygulamakla huzur bulmuş olur. Bu arada had cezası çekenlerde günahlarına kefaret olarak huzur bulacaktır. Yeter ki o insanlar cezasını çektikten sonra yaptığı tüm hak ihlallerinden dolayı büyük pişmanlık duyar olsun bir anda kendilerini yeniden dünyaya tertemiz gelmiş gibi olup icabında ruz-i mahşerde mizan terazisi kurulduğunda verecekleri hesab hafifler de. İşte bu nedenledir ki cezasını çekmiş bir insanın geçmişte işlemiş olduğu suçları tekrardan yüzüne vurmak dinimizce hoş görülmez, haramdır bu. Hem bir insanın geçmişini hatırlatmak kimin haddine, bikere o insan işlediği fiilin cezasını çekmekle ta ilk baştan kefaretini ödemiş sayılır. Kaldı ki İslam’da bir insana had hudut bildirirken bile ne vandalca muamele edilir ne de vandalca cezai işlem tatbik edilir. Çünkü yüze, karnına, cinsel organına vurmak ve yere uzatıp bağlamak gibi bir dizi canice muameleler vahşi batıya has Vandallığın ta kendisi uygulamalardır. İslam hukukuna göre şayet bir insana had hudut bildirilecekse vahşice vandalizmle değil bilakis giydiği elbise çıkarılaraktan uyluk ve kaba etlerine vurmak şeklinde had hudut bildirilir. İşte görüyorsunuz İslam’da had hudut bildirilirken bile bir ölçü tayin edilmiş, asla rastgele ceza tatbik edilmez. Öyle ki had cezalarının uygulanışında cezai aletten tutunda bu işle görevli cellâda kadar olan süreçte şer’an nasıl infaz edeceğine dair bir dizi ölçülerde çok önceden belirlenmiştir. Düşünsenize bir cellât had hudut kurallarının dışına çıktığında kendisine tam diyet (tazmin) cezası ödetilir de. İşte İslam’da hak, hukuk, adalet budur. Madem öyle, bize Allah’ın kulları üzerinde ki hakkı olan cezaları bilhassa Ömer Nasuhi Bilmen’in ‘Hukuk-i İslamiyye Kamusu’ adlı eserinden istifade ederek en dikkat çekenlerinden birkaçını özetle maddeler halinde izah etmek düşer:
-Bir şahıs düşünün ki; hem zina fiili işlemiş, hem hırsızlık yapmış, hem de içki içmiş, işte böyle bir insan için önce içki, sonra zina, en son hırsızlık cezası tatbik edilir.
-Bir şahıs düşünün ki; herhangi bir şahsa iftira etmiş olsun yetmedi kasten elini kesmiş olsun, daha da yetmedi kasten bir başka şahsı da öldürmüş olsun bu kişi hakkında önce iftira haddi, sonra el kesme kısası, en nihai olarak da öldürerek cezası infaz edilmiş olur.
-Bir şahıs düşünün ki ayrı ayrı meclislerde işlenmiş olan hem Allah hakkı hem kul hakkı suçlar birleştiğinde öncelikle kul hakkıyla ilgili hadler uygulanır. Aynı mecliste işlenmiş hem Allah hakkı hem de kulun hakkı birleştiğinde ise kul hakkı affedilse de Allah hakkı asla affedilmez. Zira hiç kimse hükmü sabit hududullah cezasını düşürme hakkına sahip değildir.
-Bir şahıs düşünün ki; zinadan dolayı recm, hırsızlığa binaen el kesme cezasına çarptırıldığında mağdur tarafın velisi affetse bile bit Hakkullah (Allah hakkı) haddi yine düşmez. Ancak bir kimse oğlunun cariyesiyle ilişkide bulunduğu tespit edildiğinde oğul fürùdan sayıldığı için zina haddinin düşmesine yeterli sebep teşkil edebiliyor.
-Mülk şüphesi, akd şüphesi veya benzetme şüphesi gibi durumlarda zina haddi düşer. Mesela bir şahıs düşünün ki şahitsiz evlendiği kadınla ilişkide bulunmuş olsun yine de aralarında akdin olabileceği şüphesiyle had gerekmez. Ancak o şahıs şahitsiz evliliğin haram olduğunu bildiği halde bu fiili işlemişse hakkında tazir gerekir.
-Bir şahıs düşünün ki üç talakla boşadığı kadını helal zannıyla iddeti içinde ilişkide bulunmuş olsun yinede ortada akd şüphesi olduğundan o şahıs hakkında had gerekmez. Zira “hadler, şüpheyle kalkar” hadis-i şerifi bunu gerektirir.
İşte maddeler halinde verilen bu misallerden hareketle zina haddini şöyle toparladığımızda en nihai aşamada evli için recm, bekâr için celde (değnek) cezasının verildiğini görürüz. Ki, cahiliye döneminde zina edenler ya hapsedilirdi ya da azarlamakla geçiştirilirdi. Neyse ki İslam çöle inen nur olarak doğuverdi de bu tür uygulamalar sona ermiş oldu. Üstelik İslam hukukunda bir kimse hakkında had cezasının tatbik edilebilmesi için mutlaka isnad edilen fiilin kesin kes netlik kazanması şartı da aranır. Nasıl mı? Bikere her şeyden önce İslam fıkhında o şartlar neyin nesi diye baktığımızda erkeğin cinsel organının kadınınkinin de kaybolması (duhul) şartlardan biri olarak karşımıza çıkar. Yani bu demektir ki, sırf kadına temas etmekle had uygulanmaz, bu durumda sadece o şahsın şiddetle tedip edilmesi kâfidir.
Malumunuz ihsan tasavvufi olarak Allah’ı görür gibi ibadet etmek manasına gelirken, fıkhı terim olarak da iffet ve masumiyeti korumak anlamında bir kavramdır. İyi hoşta bir insan üzerinde iffet ve masumiyet nasıl tanımlanır dediğimizde bu hususta yine fıkıh kitaplarımıza baktığımızda ihsanlık salahiyetine haiz evli ve dul bir erkek ‘muhsan’ hüviyetiyle tanımlanırken kadın ise ‘muhsane’ hüviyetiyle tanımlandığını görürüz. Ki, böylesi tanımlanmalar son derece gayet tabiidir. İşte tamda bu noktada ‘bekâra karı boşamak kolay gelir’ atasözümüz devreye girer ki şimdi neden bekâr insanın muhsan olarak kabul görmediğini bu atasözümüz sayesinde idrak etmiş oluruz da. Hatta bir insana bilhassa zürriyetinin çoğalması için gerekli olan muhsan ve muhsane olmakta yetmeyebilir, bunun yanı sıra mutlaka akıl baliğ olması, hür olması, Müslüman olması, sahih nikâh sahibi olması gibi vasıflara da sahip olması gerekir ki tam manasıyla ihsanlık hüviyeti kazanabilsin. Böylece bu vasıflara haiz bir insan had cezası gerektirecek bir zina suçu işlediğinde muhsan için recm, bekâr için celde veya darb gibi had cezalarının uygulanması kaçınılmaz olur. Haddin düşmesi için de:
- Ortada şüphe uyandıran bir durum varsa,
-Kişi deliyse,
-Her hangi bir tehdit altında işlemişse,
-Suçu tam sabit değilse,
-Aralarında nikâh akdi olmuşsa,
-Kiralama usulü olmuşsa,
-Dilsizse vs. ancak o zaman had düşebiliyor.
SELİM GÜRBÜZER
Hududullah Allah’ın hükmettiği kanunlardır. Hükmüne ram olunmadığında Allah’ın hakkı cezalarda ister istemez beraberinde gelir elbet. Zira mutlak manada kanun koyucu Yüce Allah’tır. O halde biz aciz kullara hükmüne ram olmak düşer. Ve İslam hukukunda ‘şeriatın kestiği parmak acımaz’ hükmünce uygulanan cezalar hudud-ı şer’iyye veya hukuk-ı ilahiye kapsamı içerisinde dövme, hapis, organ kesme ve recm şeklinde gerçekleşir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususta “Bunlar Allah’ın haram kıldığı şeylerdir, onlara yaklaşmayın” (Bakara/187) beyan buyurmakla hududullah çerçevesinin dışına çıkmamamızı emretmektedir. Mademki Yüce Rabbimiz öyle ferman buyurmuş, o halde şer’an haram kılınan her ne varsa hepsinden kaçınmak gerekir ki, Allah’ın bizim üzerindeki hakkını yerine getirmiş olalım. Aksi halde Allah’ın bizim üzerimizde ki hakkını ihlal etmiş oluruz.
Her kim Allah’ın hakkını ihlal etmeye kalkıştığında mensubu olduğu ülkenin veliyyül-emir veya naibi derhal hakkında şeriatın belirlediği haddi zina, haddi kazf, haddi hamr (içki cezası), hadd-i sekr (sarhoş) hadd-i sirkat (hırsızlık) kapsamında her ne isnad edilmişse verilen ceza-i hükmü icra etmekle mükelleftir. Zira Allah’ın hakkı cezalar öyle ihmal edilmeye gelmez, tez verilmeli. Hele ihmal edilmeye bir görsün Allah’ın haram kıldığı her türlü çirkin melanet işler artık normal olarak görülmeye başlar ki, bak o zaman vay o ülkenin haline.
Şu bir gerçek bir ülkede Allah’ın hakkı cezalar titizlikle uygulandığında biliniz ki o ülkede yaşayanlar üzerinde haramlardan kaçınmak yönünde çok büyük bir caydırıcılık etkisi oluşturacaktır. Böylece o ülke İslam ahkâmını uygulamakla huzur bulmuş olur. Bu arada had cezası çekenlerde günahlarına kefaret olarak huzur bulacaktır. Yeter ki o insanlar cezasını çektikten sonra yaptığı tüm hak ihlallerinden dolayı büyük pişmanlık duyar olsun bir anda kendilerini yeniden dünyaya tertemiz gelmiş gibi olup icabında ruz-i mahşerde mizan terazisi kurulduğunda verecekleri hesab hafifler de. İşte bu nedenledir ki cezasını çekmiş bir insanın geçmişte işlemiş olduğu suçları tekrardan yüzüne vurmak dinimizce hoş görülmez, haramdır bu. Hem bir insanın geçmişini hatırlatmak kimin haddine, bikere o insan işlediği fiilin cezasını çekmekle ta ilk baştan kefaretini ödemiş sayılır. Kaldı ki İslam’da bir insana had hudut bildirirken bile ne vandalca muamele edilir ne de vandalca cezai işlem tatbik edilir. Çünkü yüze, karnına, cinsel organına vurmak ve yere uzatıp bağlamak gibi bir dizi canice muameleler vahşi batıya has Vandallığın ta kendisi uygulamalardır. İslam hukukuna göre şayet bir insana had hudut bildirilecekse vahşice vandalizmle değil bilakis giydiği elbise çıkarılaraktan uyluk ve kaba etlerine vurmak şeklinde had hudut bildirilir. İşte görüyorsunuz İslam’da had hudut bildirilirken bile bir ölçü tayin edilmiş, asla rastgele ceza tatbik edilmez. Öyle ki had cezalarının uygulanışında cezai aletten tutunda bu işle görevli cellâda kadar olan süreçte şer’an nasıl infaz edeceğine dair bir dizi ölçülerde çok önceden belirlenmiştir. Düşünsenize bir cellât had hudut kurallarının dışına çıktığında kendisine tam diyet (tazmin) cezası ödetilir de. İşte İslam’da hak, hukuk, adalet budur. Madem öyle, bize Allah’ın kulları üzerinde ki hakkı olan cezaları bilhassa Ömer Nasuhi Bilmen’in ‘Hukuk-i İslamiyye Kamusu’ adlı eserinden istifade ederek en dikkat çekenlerinden birkaçını özetle maddeler halinde izah etmek düşer:
-Bir şahıs düşünün ki; hem zina fiili işlemiş, hem hırsızlık yapmış, hem de içki içmiş, işte böyle bir insan için önce içki, sonra zina, en son hırsızlık cezası tatbik edilir.
-Bir şahıs düşünün ki; herhangi bir şahsa iftira etmiş olsun yetmedi kasten elini kesmiş olsun, daha da yetmedi kasten bir başka şahsı da öldürmüş olsun bu kişi hakkında önce iftira haddi, sonra el kesme kısası, en nihai olarak da öldürerek cezası infaz edilmiş olur.
-Bir şahıs düşünün ki ayrı ayrı meclislerde işlenmiş olan hem Allah hakkı hem kul hakkı suçlar birleştiğinde öncelikle kul hakkıyla ilgili hadler uygulanır. Aynı mecliste işlenmiş hem Allah hakkı hem de kulun hakkı birleştiğinde ise kul hakkı affedilse de Allah hakkı asla affedilmez. Zira hiç kimse hükmü sabit hududullah cezasını düşürme hakkına sahip değildir.
-Bir şahıs düşünün ki; zinadan dolayı recm, hırsızlığa binaen el kesme cezasına çarptırıldığında mağdur tarafın velisi affetse bile bit Hakkullah (Allah hakkı) haddi yine düşmez. Ancak bir kimse oğlunun cariyesiyle ilişkide bulunduğu tespit edildiğinde oğul fürùdan sayıldığı için zina haddinin düşmesine yeterli sebep teşkil edebiliyor.
-Mülk şüphesi, akd şüphesi veya benzetme şüphesi gibi durumlarda zina haddi düşer. Mesela bir şahıs düşünün ki şahitsiz evlendiği kadınla ilişkide bulunmuş olsun yine de aralarında akdin olabileceği şüphesiyle had gerekmez. Ancak o şahıs şahitsiz evliliğin haram olduğunu bildiği halde bu fiili işlemişse hakkında tazir gerekir.
-Bir şahıs düşünün ki üç talakla boşadığı kadını helal zannıyla iddeti içinde ilişkide bulunmuş olsun yinede ortada akd şüphesi olduğundan o şahıs hakkında had gerekmez. Zira “hadler, şüpheyle kalkar” hadis-i şerifi bunu gerektirir.
İşte maddeler halinde verilen bu misallerden hareketle zina haddini şöyle toparladığımızda en nihai aşamada evli için recm, bekâr için celde (değnek) cezasının verildiğini görürüz. Ki, cahiliye döneminde zina edenler ya hapsedilirdi ya da azarlamakla geçiştirilirdi. Neyse ki İslam çöle inen nur olarak doğuverdi de bu tür uygulamalar sona ermiş oldu. Üstelik İslam hukukunda bir kimse hakkında had cezasının tatbik edilebilmesi için mutlaka isnad edilen fiilin kesin kes netlik kazanması şartı da aranır. Nasıl mı? Bikere her şeyden önce İslam fıkhında o şartlar neyin nesi diye baktığımızda erkeğin cinsel organının kadınınkinin de kaybolması (duhul) şartlardan biri olarak karşımıza çıkar. Yani bu demektir ki, sırf kadına temas etmekle had uygulanmaz, bu durumda sadece o şahsın şiddetle tedip edilmesi kâfidir.
Malumunuz ihsan tasavvufi olarak Allah’ı görür gibi ibadet etmek manasına gelirken, fıkhı terim olarak da iffet ve masumiyeti korumak anlamında bir kavramdır. İyi hoşta bir insan üzerinde iffet ve masumiyet nasıl tanımlanır dediğimizde bu hususta yine fıkıh kitaplarımıza baktığımızda ihsanlık salahiyetine haiz evli ve dul bir erkek ‘muhsan’ hüviyetiyle tanımlanırken kadın ise ‘muhsane’ hüviyetiyle tanımlandığını görürüz. Ki, böylesi tanımlanmalar son derece gayet tabiidir. İşte tamda bu noktada ‘bekâra karı boşamak kolay gelir’ atasözümüz devreye girer ki şimdi neden bekâr insanın muhsan olarak kabul görmediğini bu atasözümüz sayesinde idrak etmiş oluruz da. Hatta bir insana bilhassa zürriyetinin çoğalması için gerekli olan muhsan ve muhsane olmakta yetmeyebilir, bunun yanı sıra mutlaka akıl baliğ olması, hür olması, Müslüman olması, sahih nikâh sahibi olması gibi vasıflara da sahip olması gerekir ki tam manasıyla ihsanlık hüviyeti kazanabilsin. Böylece bu vasıflara haiz bir insan had cezası gerektirecek bir zina suçu işlediğinde muhsan için recm, bekâr için celde veya darb gibi had cezalarının uygulanması kaçınılmaz olur. Haddin düşmesi için de:
- Ortada şüphe uyandıran bir durum varsa,
-Kişi deliyse,
-Her hangi bir tehdit altında işlemişse,
-Suçu tam sabit değilse,
-Aralarında nikâh akdi olmuşsa,
-Kiralama usulü olmuşsa,
-Dilsizse vs. ancak o zaman had düşebiliyor.