Allah'a Tevbe - İstiğfar

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Ve Allah'tan bağışlanma dile. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (4/106)

Kulluk hayatımızda zaman zaman ayağımız kayabilir. Bu tür düşüşlerden sonra tekrar ayağa kalkabilmek ve kendimizi yeniden toparlayabilmemiz için tevbe-istiğfar'dan faydalanabiliriz. Rabbimizin sonsuz hilmi/merhameti günahlarımızdan/hatalarımızdan dönmeye fırsat tanımaktadır.

1. İki ayrı eylem: Tevbe ve istiğfar

İstiğfar, hatalarımız ve günahlarımızdan dolayı 'Allah'a yönelttiğimiz bir bağışlanma dileğidir', günahlarımızın bağışlanması için Allah'a iltica etmektir. İnsanların hata işlediklerinde birbirlerinden 'özür dilemeleri' gibi istiğfar da Allah'tan 'özür dilemektir'. Her özür dileme zımnen aynı hatayı bir daha yapmama sözünü içerir.

Tevbe 'hatadan dönmektir'. Burada bir dönme eylemi, dönüş yapma, girilen yanlış yoldan dönme söz konusudur, ki bunu gerçekleştirebilmek başlı başına salih bir ameldir/başarıdır.

Dolayısıyla istiğfar sözle olur, tevbe amelle gerçekleşir.

Tevbe-istiğfar, günah işlemek suretiyle Allah'tan uzaklaşanların tekrar Allah'a geri dönmelerine imkan sağlayan bir mekanizmadır. Bu açıdan tevbe bir arınma mekanizmasıdır. Oto yıkama yerinde arabamızı yıkayıp nasıl tertemiz hale getiriyorsak, tevbe-istiğfar da nefsimizin üzerindeki kirleri temizlemek için bir arınma yöntemidir, bir 'oto yıkama merkezidir'.

2. İnsan zaaf sahibidir:

İnsan imtihan edildiğinden dolayı birtakım negatif özelliklere sahip kılınmıştır. Bu özellikler onun zayıf yönünü teşkil eder. Bu niteliklerinden dolayı hata işlemesi ve günaha düşmesi mümkündür.

İmtihana tabi tutulan insandaki bu negatif durum tevbe kapısının açık olmasıyla telafi edilebilmektedir. O zayıf yanımızı telafi etmek bizim elimizdedir.

Bu nedenle insanda normal karşılayabileceğimiz davranışlardan birisidir onun günah işleyebilmesi. Kimse bu durumu yadırgamaz. Yani hiç kimse 'nasıl oldu da günah işledi, hata yaptı' diye bir şaşkınlık geçirmez. Herkes asıl bundan sonraki tavrına bakar.

Hz. Adem'in işlediği hatayı hatırlayalım. Her insanın ayağı büyük/küçük çapta kayabilir. Normal olmayan ve anlayışla karşılanamayacak durum ise hatadan tevbe etmemektir/dönmemektir. Çünkü bu durumda kişi üstüne basa basa aynı hatayı işlemeye devam etmekte, hür iradesiyle bu hatayı bilinçli bir şekilde sürdürme kararlılığı göstermektedir. İnsanı asıl azaba düçar kılacak olan da onun bu yönüdür.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
3. Tevbenin kabul şartları:

1. Samimiyet 2. Hatada ısrar etmemek 3. Islah olmak

Bu üç şart aslında bir bütünün değişik yüzleridir. Samimi olmak hatada ısrar etmeyip kendini düzeltmeyi zaten gerektirir. Hatada ısrar etmeyen samimi olduğunu göstermiş demektir. Bu durumda söze de gerek yoktur. 'Halini düzelten' hataya tekrar düşmekten kurtulmuştur.

Konuyla ilgili Kuran'daki ayetlere bakalım:

'Ey iman edenler! Samimi(nasuh) bir tövbe ile Allah'a dönün(tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ)' (66/8) Bu ayet tevbenin en önemli sıfatını zikretmektedir. Yapılacak eylem dönüş eylemidir. Bu kolay değildir, temenni ve laf ile olmaz. Ciddi bir gayretin ortaya konulması gerekmektedir, zira nefis bir kere tat almıştır ve tekrar alma kararındadır. Kişi tevbeye niyetlenir, fakat niyetinde gerçekten samimi olup olmadığını kontrol etmelidir. Samimi tevbe kalpten istenen tevbedir. Tevbeye niyetlendiğimiz zaman bunu kalpten isteyip istemediğimizden emin olmalıyız. Kalpten istemenin alameti günahtaki tattan vazgeçmeye gerçekten hazır olup olmadığımızdan, nefsimizin bu konuda tekrar nüksedecek talebine karşı tavır koyabileceğimizden emin olabilmektir. Bu eminlik yine ancak kalpte hissedilebilir.

Fakat gerçekten samimi olup olmadığımız o durum tekrar geldiğinde belli olsa bile kişi kendi kararlılığını/samimiyetini bu açıdan önceden bileğleyebilir, ruhen o duruma kendini hazırlayabilir.

İşlediği günahın bilincinde olan ve bundan vicdanen rahatsızlık duyan kişinin tevbesinin/dönüşünün gerçekleşme/kabul edilme şansı yüksektir. Zira samimiyetin başı/ilk adımı/ön şartı günahından dolayı vicdanında rahatsızlık duymasıdır. Bu rahatsızlık duygusunu insan samimi bir tevbeye dönüştürmede enerji kaynağı olarak kullanmalıdır. Zira tevbeye giden yolda başka bir sermayesi bulunmamaktadır. Rahatsızlık ve sıkıntı duymalı, suçluluk duygusuna kapılmalı, 'ben ne yaptım, Rabbime nasıl isyan edebildim vb.' duygu ve düşünceleri gündeminde tutmalı, işlemelidir. İnsanda bulunan vicdan tarafından rahat bırakılmak için suçla yüzleşmeme, nefsiyle hesaplaşmaktan kaçınma, suçu örtme/unutma/tevil etme/aklileştirme/küçültme/ basitleştirme eğilimlerine kendini kaptırmamalı, bu manada kendini bağışlamamalıdır.

Tevbenin önündeki en büyük engel nefsin bu eğilimine taviz verip pişmanlık sürecini yarıda kesmek, tamamlamamaktır. Bu süreci başarıyla tamamlamayanlar aynı hataları tekrar tekrar işlemeye mahkumdurlar. Bunun sonucunda ise 'kanıksama' denen bir durum ortaya çıkar.

Hatalarını kanıksayan insanların halleri çok tehlikelidir. Burada dikkat edilmesi gereken büyük günahlardan uzak olan veya olduğunu düşünen bizlerin 'küçük' kusurlar, ihmaller karşısında fasıkların büyük günahları kanıksamalarına benzer bir tavra düşmemesidir. Bizim günahlara karşı duyarlılık derecemiz fasıkların derecesinden üstte diye, kendi 'küçük' zaaflarımızı kanıksarsak, en azından bu davanın yükünü taşıma ehliyetini kaybetmiş oluruz. Günah konusunda kıyas ölçüsü büyük günahlar içinde debelenen insanlar değil, takva konusunda kendilerini örnek aldığımız sahabe nesli olmalıdır. Kendisini kendi seviyesinden aşağıda olanlarla kıyaslayanlar hep artı olan özelliklerini görürler ve kusurlarını önemsemez, dolayısıyla giderme lüzumunu hissetmezler.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
2. Yine Kuran'da:

'Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmezler(ve lem yusırrû alâ mâ fealû)' (3/135)

buyurularak tevbenin kabulü için ikinci bir şart ileri sürülmektedir. Tekrar gaflete düşerek aynı günahın tekrarlanması söz konusu olabilir. Bu durum ile bile bile ısrar arasındaki sınırı doğru tayin etmek gerekir. Ayetteki vurgunun 'bile bile' üzerinde olduğundan yol çıkarsak nefsimize tekrar yenik düşüp aynı günahı tekrar işleyebiliriz. Burada bizi kurtaracak olan özellik üçüncü şartta dile getireceğimiz ıslah gayreti içinde olup olmadığımızdır.

Eğer hatayı tekrarlamama konusunda bir cehd yoksa işlenen hata bile bile işleniyor demektir. Eğer samimi bir düzeltme, hatayı tekrar etmeme gayreti ortaya konuluyorsa ve fakat düzelene kadar/dönene kadar geçen sürede aynı günah diyelim 5-10 kere daha tekrar işleniyorsa bu durum ayetin kapsamı içine girmez. Dikkat etmemiz gereken nokta bu bilginin nefis tarafından suistimal edilmemesidir. Bu suistimal değerlendirmesinde belirleyici olan düzeltme gayretinin samimi olmasıdır.

Allah kuluna günahından dönme konusunda sadece bir şans değil, kendisini düzeltme gayreti içinde olması şartıyla tekrar tekrar şans tanır. 'Bile bile ısrar etmemek' günahı/hatayı giderme çabası içinde olmaktır. Bu çaba ilk hamlede başarıya ulaşamayabilir. Önemli olan bu çabayı hedefine ulaşana kadar samimi bir şekilde sürdürme kararlılığını göstermektir. 'Ne yapıp edip ben bu günahtan arınacağım' kararlılığı/çabası gösterilirse 'bile bile ısrar edenlerden' olmayız.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
3. Tevbenin üçüncü şartı da şöyle dile getirilmektedir:

Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve düzeltirse(ve eslaha), şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.(5/39)

Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir."(6/54)

Islah kavramı fesadın(bozulmanın) zıddıdır. İşlenen günah ile iki şey bozulmuştur: İnsanın fıtratındaki temiz hal, Allah ile arasındaki ilişki. Islah, bozulmuş olan fıtri halimizi ve bozulmuş olan Allah ile ilişkimizin yeniden düzeltilmesidir. Düzeltme şartıyla Allah istiğfarımızı/özrümüzü kabul etmektedir. Kuran'ın hiçbir yerinde Allah günahlara karşı vurdumduymaz olanları bağışlayacağını bildirmemektedir!

Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Hatadan dönen otomatikman düzelmiyor. Hatayı üreten virüslerden de temizlenmesi gerekir ki, tekrar o hata nüksetmesin. Dolayısıyla 'ıslah' daha köklü ve kapsamlı bir 'tezkiye/eğitim' öngören bir eylemdir. Kalbimizde/düşüncemizde günahı yeşerten tohumları kökünden söküp çıkarmayı gerektirir. Yabani otu(günahı) köküyle birlikte topraktan(kalpten) çıkarmadığımız sürece o ot eşyanın tabiatı gereği belli bir zaman sonra yeniden bitecektir. Islah eylemi yabani otu köküyle birlikte çıkarma etkinliğidir.

Bu bağlamda 'uygulamalı takva programlarına' vb. katılmayı ıslah etkinliğine bir örnek olarak verebiliriz. Bu türden eğitim programları kişilerin hallerini sistematik bir biçimde ıslahına yöneliktirler.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
4. Allah 'nasıl olsa bağışlar' mı?

Böyle bir ön düşünceye dayanarak/güvenerek günah işleyenleri Allah bağışlamaz. Çünkü bu hareket tarzı kasıtlı bir suistimale dayanmaktadır. Ve aynı zamanda bir saygısızlık ifadesidir. Fakat böyle olmadan hatalara düşenlerden, ayağı kayanlardan Allah dilediğini affeder.

Kimse Allah'ın rahmetini sınırlandıramayacağı gibi, sınırlandırmama adına da laubalileştiremez. Kimse Allah'ın koyduğu rahmet ilkelerine aykırı bir rahmet anlayışını savunup Allah'tan daha merhametli pozisyonuna girmemelidir.

O'nun rahmetini hevamıza (isteğimize-arzumuza) göre değil, O nasıl tarif ettiyse ona göre anlamalıyız ve kendi ayağımızı bu bilgiye göre denk almalıyız. Yukarıdaki başlıkta rahmetin belli şartlara bağlandığını gördük. Bu şartları yerine getirmeden en azından bu konuda çaba sarf etmeden rahmet ummak çölde serap görmeye benzer.

Bundan dolayı Allah'ın rahmetine güvenmeyi hak temel üzerinde gerçekleştirmeliyiz. Kendimizi kandırmamak için gerçekçi bir şekilde Allah'ın rahmetini hesaba katmalıyız, adımlarımızı bu doğru hesaba(Kuran'daki rahmet ilkelerine göre) göre atmalıyız. Davranışlarımızda ne kadar ileri gideceğimizi, nereden artık geri dönmemiz gerektiğini Kuran'da bize verilen Allah tasavvuruna göre tespit etmeliyiz. Biz sonuç olarak şu ayeti kulağımıza küpe yapıp ona göre 'günaha karşı cesaretimizi' ayarlamalıyız: 'Onlar Rablerinin azabından kendilerini güvende hissetmezler.'(70/28)

Allah'a karşı, O'nun merhametini suistimal etme düşüncesine dayanarak günah işlemediğimiz sürece, 'cehalet'(6/54) sonucu işlediğimiz günahların bağışlanması konusunda Allah'ın rahmetini ümit edebiliriz. Dolayısıyla rahmeti ümit etmenin şartı samimiyettir, yani günahı nefsimize yenik düştüğümüzden dolayı işlemektir. Ki onun da bağışlanma garantisi yoktur. Allah'ın dileğine kalmıştır.

Kısacası Allah'ın rahmeti nasıl tarif ediliyorsa biz de bu konudaki 'düşüncemizi' bu tarife bağlı kalarak oluşturmak zorundayız. Bu bağlamda Allah'ı ciddiye almayanları Allah bağışlar mı sorusu sorulmalıdır.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
5. Nasıl istiğfarda bulunacağız?

İstiğfar için 'sözlü bir eylem' demiştik. Bu sözlü eylem kalpten gelerek yapıldığında tevbeye giden yolun taşlarını döşer. Tevbenin başarısı için istiğfar ön şarttır, sözlü olmasına bakarak küçümsenmemelidir. İstiğfar ne kadar güçlü olursa tevbe de o nispette başarılı olur.

İstiğfar 'hatalı olduğumuz' bilincini ayakta tutan bir mekanizmadır. Hatalarımızı unutup kanıksamamızı ve dolayısıyla duyarsızlaşmamızı engelleyen mekanizmanın adıdır istiğfar. Buradan çıkan sonuç şudur: İstiğfar ne kadar yoğun olursa hata gündemde daha çok kalır, gündemde kaldığı oranda da ondan kurtulma imkanı daha çoktur.

İstiğfar aynı zamanda bir taktiktir, nefsi yenme taktiğidir. Onunla baş etme, onu bezdirme, pes ettirme taktiğidir. Düzenli damlaların taşı delmesi gibi bir etkisi vardır.

İstiğfarın nasıl yapılacağı konusunda Hz. Peygamber'den (a.s.) aktarılan örnekler vardır. Bu örneklerden yola çıkarak tevbe-istiğfarda bulunabiliriz. “Ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.”(Buhari-Tirmizi) “Ey insanlar! Allah’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim.”(Ebu Davud-Müslim) Neden 100 kere istiğfar diye sorabiliriz. Bu uygulamanın psikolojik faydaları vardır. Nefsin tabiatını gözönüne getirdiğimizde neden çok yapılması gerektiği anlaşılmaktadır. Nefis bir kere bir günah işlediyse, onun tadını aldıysa çok güçlü bir şekilde aynı tadı tatmak için her fırsatı kollayacaktır. İçimizdeki bu fitneyi bastırabilmek için çok yoğun bir telkinatın yapılması gerekmektedir.

Bir toplumun içine fitne sokanlara karşı yöneticileri halkı bilgilendirme konusunda nasıl yoğun bir gündem oluşturuyorlarsa aksi takdirde fitnenin yayılma ihtimali yüksekse, tıpkı bunun gibi kendimize yönelik sürekli ortada bir fitne dolaşıyor, buna karşı dikkat et, ayağını denk al şeklinde sinyallerle ruh ve vicdan mekanizmalarımız uyanık kılınmalıdır. Bu da çokça istiğfar ile olur.

Bu tür bir uygulama günahları ciddiye alma, iç dünyamızdaki duyarlılık antenlerini pozisyona getirme o antenlere ayar verip frekanslarını ayarlamak anlamına gelir.

Böyle bir uygulama ile aslında şunu demiş oluyoruz: 'Rabbim, ben hatamı ciddiye alıyorum, bu hatamı kanıksamama iradesindeyim, bununla her gün ciddi bir biçimde mücadele ediyorum, bana bu konuda yardım eyle'.

Kısacası bu uygulama:

1. 'Kendi kendine telkin' yöntemine benzemektedir. Bu yöntemin psikolojideki faydaları bilinmektedir.
2. Ciddi olduğumuzun göstergesidir. İstiğfar kelimesini bir iki kere söylemekle yetinmek günahın/hatanın gündemimizden düşmesi ile sonuçlanacaktır. Bu da işlediğimiz hatayı pek de ciddiye almadığımızın kanıtı olur aslında.
3. Kararlı olduğumuzun göstergesidir.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
6. Ne için istiğfar edeceğiz?

İnsanın tevbe-istiğfarda bulunması için büyük günah işlemesi şart değildir. Büyük olmayan fakat kulluğumuzu ciddi bir biçimde etkileyen 'küçük günah birikintileri/kümelenmeleri' için de tevbe istiğfar gereklidir.

Bu konuda şu veciz sözü esas alabiliriz: 'Avamın tevbesi günahlardandır, havâssın tövbesi gaflettendir.'

Biz hem günahlarımız hem de ihmallerimiz, nefsi zaaflarımız, gafletlerimiz için istiğfarda bulunmalıyız.

Allah'ım 'gafletimi affet', 'düzensizliğimi affet', 'tembelliğimi affet', 'dava yolunda göstermem gereken gayreti göstermediğim için beni affet', 'canla başla mücadele etmediğim için affet', 'namazlarımı huşu içinde kılmadığım için beni affet' vb. düşüncelerle istiğfarda bulunabiliriz. Eğer bu tür sözler samimi olarak söylenirse kişi kendini bu konularda düzeltme ihtiyacı hisseder. Bilahare bu ihtiyacı somut bir davranış kuralına tercüme etmesi gerekir. Günahtan arınmak için somut olarak ne yapılması gerektiği açık bir şekilde formüle edilmediği müddetçe ortada duran muğlak temenniyi-arzuyu nefis kendi tarafına yontacağından, deforme edeceğinden dolayı netice almamız mümkün olamayacaktır, nitekim olmuyor da. Olmamasının en önemli sebebi, pratiğe gidecek yolu(günahtan dönme/tevbe fiilini) planlamamaktır. Tevbe planı olmadan tevbeden arınmak mümkün değildir.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
7. Tevbe planı yapmak:

1. Önce günaha bizi götüren sebepleri doğru teşhis etmek gerekir. Gerektiğinde sebebin sebebini de bulmak gerekir. Plan sebepleri ortadan kaldırmayı içermelidir.

2. Sonra günahı izale edecek davranış kuralı formüle edilmelidir. Çivi çiviyi söker misali. Negatif bir davranış ortaya konuldu, onu pozitif bir davranış sökecektir. Çok T.V. izliyorsak, bu negatifse, az T.V. izleyeceğiz, bu pozitiftir ve ila ahir.

3. Süre koymak: Vazgeçmek isteğimiz hatadan ne zamana kadar vazgeçeceğimizi belirlemek. Aylık, haftalık, yıllık hedefler/süreler konulabilir. '2015 yılında şu günahımdan tevbe edeceğim' veya 'Mart ayında şu zaafımdan kurtulacağım' şeklinde hedef süresi belirlemek. Süre bitiminde hedefe ulaşılamadıysa yapılmış olan tecrübenin ışığında daha gerçekçi yeni bir süre belirleyip planımız revize edilmelidir.

4. Çokça istiğfar: Gidermek istediğimiz hatayı sürekli göz önüne getirerek istiğfarda bulunmak. Bu, günahın etrafında sert kabuğun yumuşamasını sağlayacaktır. Sürekli zihnimizde ve kalbimizin gündeminde tutmak. Gündemden ancak arındığımız takdirde düşürmek, pes ederek, kanıksayarak değil. Bu gündemde tutuş bazen haftalar, bazen aylar sürebilir. Arınana kadar. Ya arınarak gündemimden nihayet düşüreceğim, ya da hep gündemde kalacak, dolayısıyla beni rahatsız etmeye devam edecek. Üçüncü seçenek yok. Üçüncü seçenek pes ederek gündemden düşürmek olur ki, bu hatanın/günahın kanıksanmasına yol açar, bile bile ısrar etme durumuna düşürür bizi.

5. Duygulardan faydalanmak: Allah sevgisi, korkusu, haşyet ve şükür duygularından günahı yenme hamlesi yaparken faydalanmalıyız. Bu duyguları motivasyon kaynağı olarak kullanmak gerekir.

6. Hedefi cazip kılmak: Günahtan arındığımız takdirde ulaşacağımız takva seviyesinin cazibesini zihnimizde canlandırarak ayrı bir motivasyon kaynağı oluşturmak. Günahtan arındığım zaman kendimi ne kadar iyi hissedeceğimi hayal ederek bu vazgeçişi nefsimizin gözünde cazip hale getirip tatlandırabiliriz.

Uygulama kararları:

1. Genel olarak Kuran'ın 'Allah'tan bağışlanma dileyin'(4/106) emrini yerine getirmek. Bunun için her gün 50, 70, 100 kere veya sayı belirlemeksizin çokça 'estağfurulllah' diyerek istiğfarda bulunmak. Örn. her namazdan sonra 10 kere istiğfarda bulunmak.

2. Özel olarak belli bir günahımızı/hatamızı/zaafımızı seçerek gelecek derse kadar o hatadan 'tevbe etmek'/dönmek/vazgeçmek. Bunun için tevbe planı başlığında anlatılanları uygulamak.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Red ! Yazı sana mı ait ? Alıntıladığın yeri yazmamışsın !
Hem sonra sen bu yazının muhtevasına nasıl uyacaksın ki? Tevbe edilecek bütün şeyleri sen din olarak kabul etmişsin !
Sahi tevbe neye edeceksin sen ?
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Red ! Yazı sana mı ait ? Alıntıladığın yeri yazmamışsın !
Hem sonra sen bu yazının muhtevasına nasıl uyacaksın ki? Tevbe edilecek bütün şeyleri sen din olarak kabul etmişsin !
Sahi tevbe neye edeceksin sen ?
:)

fakiri dede Allah'tan turunun tek ornegisin.

Yazı yukarıda asılı ve nerden alındığı da yazılı !.. Cevabı olan varsa versin ! Bizim şahsımızı neden kişiselleştiriyorsunuz ki ?..
Yani, yazı neden bahsediyor, siz ise bizden bahsediyorsunuz !
Hayret bir şey ya !
 

uzAyli

İhvan Forum Üye
Katılım
23 Ağu 2006
Mesajlar
7,903
Tepkime puanı
2,001
Puanları
0
Yaş
123
Konum
Uzay
ALLAH BENİ SEVİYOR MU?
------------------------------------
Ali Tantavî anlatır:
“Bir gün aklıma ‘Acaba Allah beni seviyor mu?’ sorusu takıldı. Derken Allah’ın, kullarına olan sevgisinin Kitabında zikredilen bazı özelliklere sahip kimseler için olduğunu düşündüm ve nefsimin bunlardan hangisine sahip olduğunu görmek için bu vasıfları zihnimde canlandırmaya başladım.

Ama soruma bir türlü cevap bulamamıştım!
Bulduklarım şuydu:
● Allah takva sahiplerini sever. Ben ise kendimi onlardan saymaya cesaret edemedim.
● Allah sabırlı davrananları sever. Ben ise sabrımın az olduğunu hatırladım.
● Allah cihad edenleri sever. Ben ise tembelliğimi ve gücümün zayıflığını aklıma getirdim.
● Allah Muhsin olanları sever. Ben ise bu vasıftan ne kadar da uzaktım!

Zihin dünyamdaki araştırmamı bitirdiğimde, nefsim için Allah’ın seveceği bir vasıf bulamamaktan korktum.
Amellerimi gözden geçirdim, gördüm ki onların çoğu tembellik, riya bulantısı ve günahlarla karışmış.

En sonunda aklıma Allah Teâlâ’nın şu buyruğu geldi:
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ
‘Şüphesiz ki Allah çokça tevbe edenleri sever.’ (Bakara, 222)

Böylelikle tevbenin sanki benim ve benim gibiler için olduğunu hemen anladım. Bunun ardına hemen:
‘Estağfirullah ve etûbu ileyh/ Allah’ım Senden af diliyor, Sana tevbe ediyorum’,
‘Estağfirullah ve etûbu ileyh/ Allah’ım Senden af diliyor, Sana tevbe ediyorum’,
‘Estağfirullah ve etûbu ileyh/ Allah’ım Senden af diliyor, Sana tevbe ediyorum’... demeye başladım.

Belki de bu sayede Allah’ın sevdikleri arasına girmiş olurum.”
 
Üst