Hür Fikir
Paylaşımcı
- Katılım
- 16 Mar 2012
- Mesajlar
- 181
- Tepkime puanı
- 21
- Puanları
- 18
Merhum Aliya İzzetbegoviç, ‘İslam Deklarasyonu’ kitabında Müslümanlardaki muhafazakar ve modernist anlayışı ele elıyor.
İnsanı sadece terbiye etmekle kalmayan aynı zamanda dünyaya nizam verme yeteneği olan İslam' a, kendi kabulleri doğrultusunda, İslami yenilenme fikrine, her zaman iki tip insan tarafından karşı çıkılmaktadır: Muhafazakarlar eski reçeteleri, modernistler ise başkasına ait (yabancı) reçeteleri istemektedirler. Birinciler İslam'ı geçmişe çekmekte, ikinciler ise ona yabancı bir gelecek hazırlamaktadırlar.
Aralarında mevcut olan büyük farklılıklara rağmen bu iki grup insanın ortak tarafları vardır. Her ikisi de Avrupalıların anladığı manada İslam' ı sadece din (religion) olarak görmektedirler. Mantık ve dil inceliklerine yönelik belli eksiklikleri ve İslam'ın özü, onun tarihte ve dünyadaki rolü hakkındaki anlama kabiliyetsizliği, bir sebepten dolayı tamamen yanlış olarak, onların İslam dinini religion olarak tercüme etmelerini sağlamaktadır.
İnsanın varlığı ve görevi hakkındaki temel gerçeklerinin tekrarlanması manasına geliyorsa da, İslam’ın bir şey hakkındaki yaklaşımı tamamen yenidir. Din ve ilmin, ahlak ve siyasetin, emel (ideal) ve çıkarların ittifakının sağlanmasındaki talebidir. Zahiri ve Batıni dünyanın varlığını tanıyarak İslam, bu iki dünya arasında bulunan uçurumun köprü vazifesini, insanın yaptığını göstermektedir. Bu ittifak ve birlik olmadan religion geriliğe (her türlü verimli hayatın reddedilmesi), ilim ise ateizme doğru çekmektedir.
İslam sadece religion'dur noktasından hareketle muhafazakarlar, İslam'ın dış dünyaya nizam vermemesi gerektiğini, ilericiler ise bunu yapamayacağını düşünmektedirler. Pratikte sonuç aynıdır.
Müslüman dünyasında muhafazakar düşüncesinin, tek olmasa da, en büyük temsilcileri şeyh ve hocaların kesimidir. Onlar, İslam'ın "İslam' da ruhbaniyet yoktur", şeklindeki açık düsturuna rağmen, kendilerini ayrı bir sınıf gibi organize ettiler ve İslam’ın yorumlanmasını tekellerine alarak kendilerini Kur' an-ı Kerim ile insanlar arasında aracı olarak konumlandırdılar. Din adamı olarak onlar ilahiyatçıdırlar, ilahiyatçı olarak onlar dogmatikdirler ve din bir defa ve ebedi olarak verildiğine göre, onların düşüncesine göre aynı din bir kere ve ebedi olarak yorumlanmıştır. Bu sebeple de en iyisi her şeyi, bin küsür sene öncesinde tarif edildiği gibi bırakmaktır. Statükocuların bu kaçınılmaz mantığına göre, ilahiyatçılar her yeni şeyin amansız düşmanıdırlar. Dünya gelişimi içinde ortaya çıkan yeni durumların düzenlenmesi ve Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini hayata geçirmek amacıyla şeriatın yeniden ve tekrar yapılanması, dinin bütünlüğüne yönelik saldırı olarak tanımlanmaktadır. Belki burada İslam'a karşı bir sevgi duygusu vardır, ancak bu patolojik, gerici ve dar ufka sahip insanların sevgisidir ve henüz canlı olan İslam düşüncesini boğan bu gibi insanların sarılışından başka bir şey değildir.
Ancak İslam’ın, ilahiyatçıların elinde kapalı bir kitap olarak kaldığını düşünmek yanlıştır. Hala bilime karşı çok kapalı ve tasavvufa (mistisizm) karşı ise çok açık olan ilahiyat, bu kitabın (İslam) içine İslam ilmine aykırı çok sayıda irrasyonel ve hatta boş inançların girmesine izin vermiştir. İlahiyatın (teoloji) doğasını iyi bilenler onun mistisizme neden direnemediğini, hatta bu şekilde burada neden dini düşüncesinin zenginleştiğinin sanıldığını iyi anlarlar. Tarih boyunca, dinler arasında en temiz ve en mükemmel olan Kur'an'ın monoteizmi, tedricen kompromite (sulandırılmış) edilmiş, pratikte ise dini ticaretin iğrenç şekilleri ortaya çıkmıştır. Kendilerini din koruyucusu ve yorumcusu sanan kimseler, her halükarda çok güzel ve karlı olarak, dinden meslek yaptılar ve hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan dinin hayata geçirilmeyişini kabul ettiler.
İnsanı sadece terbiye etmekle kalmayan aynı zamanda dünyaya nizam verme yeteneği olan İslam' a, kendi kabulleri doğrultusunda, İslami yenilenme fikrine, her zaman iki tip insan tarafından karşı çıkılmaktadır: Muhafazakarlar eski reçeteleri, modernistler ise başkasına ait (yabancı) reçeteleri istemektedirler. Birinciler İslam'ı geçmişe çekmekte, ikinciler ise ona yabancı bir gelecek hazırlamaktadırlar.
Aralarında mevcut olan büyük farklılıklara rağmen bu iki grup insanın ortak tarafları vardır. Her ikisi de Avrupalıların anladığı manada İslam' ı sadece din (religion) olarak görmektedirler. Mantık ve dil inceliklerine yönelik belli eksiklikleri ve İslam'ın özü, onun tarihte ve dünyadaki rolü hakkındaki anlama kabiliyetsizliği, bir sebepten dolayı tamamen yanlış olarak, onların İslam dinini religion olarak tercüme etmelerini sağlamaktadır.
İnsanın varlığı ve görevi hakkındaki temel gerçeklerinin tekrarlanması manasına geliyorsa da, İslam’ın bir şey hakkındaki yaklaşımı tamamen yenidir. Din ve ilmin, ahlak ve siyasetin, emel (ideal) ve çıkarların ittifakının sağlanmasındaki talebidir. Zahiri ve Batıni dünyanın varlığını tanıyarak İslam, bu iki dünya arasında bulunan uçurumun köprü vazifesini, insanın yaptığını göstermektedir. Bu ittifak ve birlik olmadan religion geriliğe (her türlü verimli hayatın reddedilmesi), ilim ise ateizme doğru çekmektedir.
İslam sadece religion'dur noktasından hareketle muhafazakarlar, İslam'ın dış dünyaya nizam vermemesi gerektiğini, ilericiler ise bunu yapamayacağını düşünmektedirler. Pratikte sonuç aynıdır.
Müslüman dünyasında muhafazakar düşüncesinin, tek olmasa da, en büyük temsilcileri şeyh ve hocaların kesimidir. Onlar, İslam'ın "İslam' da ruhbaniyet yoktur", şeklindeki açık düsturuna rağmen, kendilerini ayrı bir sınıf gibi organize ettiler ve İslam’ın yorumlanmasını tekellerine alarak kendilerini Kur' an-ı Kerim ile insanlar arasında aracı olarak konumlandırdılar. Din adamı olarak onlar ilahiyatçıdırlar, ilahiyatçı olarak onlar dogmatikdirler ve din bir defa ve ebedi olarak verildiğine göre, onların düşüncesine göre aynı din bir kere ve ebedi olarak yorumlanmıştır. Bu sebeple de en iyisi her şeyi, bin küsür sene öncesinde tarif edildiği gibi bırakmaktır. Statükocuların bu kaçınılmaz mantığına göre, ilahiyatçılar her yeni şeyin amansız düşmanıdırlar. Dünya gelişimi içinde ortaya çıkan yeni durumların düzenlenmesi ve Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini hayata geçirmek amacıyla şeriatın yeniden ve tekrar yapılanması, dinin bütünlüğüne yönelik saldırı olarak tanımlanmaktadır. Belki burada İslam'a karşı bir sevgi duygusu vardır, ancak bu patolojik, gerici ve dar ufka sahip insanların sevgisidir ve henüz canlı olan İslam düşüncesini boğan bu gibi insanların sarılışından başka bir şey değildir.
Ancak İslam’ın, ilahiyatçıların elinde kapalı bir kitap olarak kaldığını düşünmek yanlıştır. Hala bilime karşı çok kapalı ve tasavvufa (mistisizm) karşı ise çok açık olan ilahiyat, bu kitabın (İslam) içine İslam ilmine aykırı çok sayıda irrasyonel ve hatta boş inançların girmesine izin vermiştir. İlahiyatın (teoloji) doğasını iyi bilenler onun mistisizme neden direnemediğini, hatta bu şekilde burada neden dini düşüncesinin zenginleştiğinin sanıldığını iyi anlarlar. Tarih boyunca, dinler arasında en temiz ve en mükemmel olan Kur'an'ın monoteizmi, tedricen kompromite (sulandırılmış) edilmiş, pratikte ise dini ticaretin iğrenç şekilleri ortaya çıkmıştır. Kendilerini din koruyucusu ve yorumcusu sanan kimseler, her halükarda çok güzel ve karlı olarak, dinden meslek yaptılar ve hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan dinin hayata geçirilmeyişini kabul ettiler.