alimlerin gözüyle üstat ve eserleri

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Bediüzzaman hakkında İslam ulemasının görüşlerinden bir kısmını bir araya getirmek istedik. Ulemanın nazarı istikametin ölçüsüdür diye düşündük. Faydalı olması temennilerimizle..

Hasan Basri Çantay

Bir gün Hasan Basri Çantay hoca (merhum) Üstad Hazretlerini meclisin ilk günlerinde Meclis-i Mebusan'a yazdıkları bir mektuptan hafifçe tenkit yollu anlatıyordu. Sözlerine yeni başlamıştı. Hemen eliyle ağzını kapayarak: 'Ben bütün sözlerimi geri alıyorum. Söylediklerimi siz de duymamış olun. Biz rahat döşeklerinde uyurken o, ALLAH yolunda, Resulullah izinde bütün işkence hapislere rağmen İslamı savunuyordu. Ne yazık ki, hiç birimiz onun gibi olamadık dedi(Abdurrahman Cerrahoğlu)

1961'de Mustafa Polat'la merhum Hasan Basri Çantay'ı ziyarete gitmiştik. Mustafa Polat sordu: Neden Üstad tarzında eser yazmadınız.

Kardeşim,' dedi. 'Sizler Üstadın nasıl bir insan olduğunu bilmiyorsunuz. Kimse Üstadla mukayese edilemez. Onun kulağına üfleyen vardı. Onun fiş takacağı yeri vardı. Bizim fiş takacak yerimiz yok.

"Kardeşim, sizi tebrik ederim. Bizler Üstadın sayesinde müellif olduk. Bizler korkumuzdan ne eser yazabiliyorduk ve ne de kimseye anlatabiliyorduk. Üstad Hazretleri Risale-i Nurları te'lif etmeye başladı; hem Türkiye'de okuma çığırı açtı, hem de hapishanelerde dayak, kelepçe, açlık, susuzluk her zulme tahammül etti. Fakat onun ihlası, onun şefkati, onun merhameti, onun tevazuu, onun şecaati ve kahramanlığı her şeye galip geldi. Türkiye'de her şey onun peşinde; emniyeti, polisi, bekçisi, İslâmiyet’ten mahrum kalmış halkı, İslâmiyet’ten uzaklaşmış insanları hep aleyhinde. Onun kimsesi yok. Ne ordusu var, ne polisi, ne jandarması, ne bekçisi. Yalnız onun ALLAH'ı var. Yalnız ALLAH'a dayanmıştı, yalnız Peygamberine.(Bayram Yüksel)

 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Molla Abdürrezak

Rahmi Erdem anlatıyor: Bir gün Van’ın merkez köylerinden Alaköy’e gittim. Köye giderken merhum Hamit Kuralkan bana’’Dikkat et o köyde çok meşhur Molla Abdürrezak isminde bir hoca efendi var, aman benliğini tahrik edip hadise çıkarma’’ diye tembih etti. Zaten Bediüzzaman hazretlerinin bu hususta tavsiyeleri hadsizdi. İlim cihetiyle onlara ziyade hürmet ediyor, ellerini öpüyor hayır dualarını almaya gayret ediyordum. Yanlız klasik medrese eğitiminden geçmiş bu zatların Bediüzzaman’ın yenilik ifade eden hüviyetinin tanıyamadıkları da bir gerçekti Bundan mütevellit ufak tefek münakaşalar oluyor, Risale-i Nur’la aydınlanmış gençlerin, kısa zamanda kendilerine ilmen ve fikren muhatap olacak bir seviye kazanmaları bu hoca efendileri bir cihette hissi olarak rahatsız ediyordu. Çünkü Bediüzzaman’ın “Selefin hoşlarına giden çok kelimat ve hikayat ve hayalat ve mania ihtiyar ve zinetsiz olduklarından, halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cüret-i tağyire sebep olmuşlardır’’diye tarif ettikleri yenikli meylinden haberleri yoktu. Eski mesleklerini bir cihette muhafaza çalışmaları normaldi. Köye gittim, doğruca hocanın evine gidip misafir oldum. Hocaya üstadın mantık ilmine dair Kızıl İcaz adlı eserini hediye olarak götürüp takdim ettim. Hoca efendi eseri ayakta kabul edip, öpüp başına götürdü. Köylüler hasat mevsimi olduğu için tarlalarında çalışıyorlardı. Henüz akşama epeyce bir vakit vardı. Ben hocaya: ‘Hocam köylüler toparlanıncaya kadar, Kızıl İcazdan teberrüken bana bir satır ders verir misiniz? dedim. Hoca kitabı açtı başladı okumaya, bir satırı defaatle kendi kendine tekrar ederek sükûtunu devam ettirdi. Baktım anlında sıkıntıdan ter damlaları belirdi. Ben arzumu tekrarladım. Hoca artık dayanamadı bana hitaben: Rahmi Bey bu eserleri anlamak için allame olmak lazımdır diye cevap verdi. Benim de kastım Bediüzzaman’ın hiç şek ve şüphe olmayan muazzam ilmini bu hoca efendiye bir nebze olsun tanıtmak ve enaniyetini kırmak ve onu manen teslim almaktı Hoca Efendi bilahare kendi gibi hoca olan oğluna köylüleri eve çağırmasını söyledi. Köylüler akşam namazından sonra eve gelmeye başladılar. Ben Risale-i Nur’u okuyordum, hoca efendi ağlıyordu. Artık dost olmuştuk. Kızıl İ’caz onu teshir etmişti.

 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Ömer Nasuhi Bilmen

"Bediüzzaman ile Dar’ül Hikmet-ül İslamiye’de iken tanışmıştım. Bütün İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmıştı. Ben bizzat birkaç kez sohbetinde bulundum. O dönemde yazdığı bütün makalelerini okudum. Fikirlerinde fevkalade bir tesir vardı. Telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler isimli eserini mütalaa ettim, harikulade bir eserdi. Doğrusu ilm-i kelamda bir tecdit hareketi yaptı. İmanın bütün rükünlerini kemal-i vuzuhla ortaya koydu. Cenab-ı Hak bu millet-i İslamiyeyi sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir. Bediüzzaman da o zatlardan birisidir. O,cebir ve kuvvetin, zulüm ve tahakkümün hüküm ferma olduğu bu devirde gönderilmiştir. ’’ (nakleden: Mehmed Kırkıncı)

Galip Gigin anlatıyor: Sözümüm bitirirken, yine rahmetli, namlı âlimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen Hocamızın, Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri için söylediği şu sözü zikretmek isterim: 'Onun eserleri, ileride İslâm dünyasın da tek mehaz olacak değerdedir' demişti.



Prof. Ali Fuat Başgil

Bir zaman Profesör Ali Fuat Başgil, 'Üstadın ilmine hayranım. Bizim tahsil ettiğimiz ilimle, Üstadın ilmi mukayese edilemez. Üstada Cenab-ı Hak öyle bir ilim nasib etmiş ki; umman gibi, aştıkça kabarıyor. Bir deniz ki içine girdikçe giriliyor. Bundaki ilmin ucu bucağı yoktur. Diğer eserleri, ilimleri müstesna, yalnız Türkiye'de Osmanlı lisanını muhafaza ettiği kâfidir. Çünkü onun eserleri aynı zamanda Osmanlı lisanını muhafaza ediyor' demişti.(Bayram Yüksel)

 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Ömer Nasuhi Bilmen

"Bediüzzaman ile Dar’ül Hikmet-ül İslamiye’de iken tanışmıştım. Bütün İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmıştı. Ben bizzat birkaç kez sohbetinde bulundum. O dönemde yazdığı bütün makalelerini okudum. Fikirlerinde fevkalade bir tesir vardı. Telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler isimli eserini mütalaa ettim, harikulade bir eserdi. Doğrusu ilm-i kelamda bir tecdit hareketi yaptı. İmanın bütün rükünlerini kemal-i vuzuhla ortaya koydu. Cenab-ı Hak bu millet-i İslamiyeyi sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir. Bediüzzaman da o zatlardan birisidir. O,cebir ve kuvvetin, zulüm ve tahakkümün hüküm ferma olduğu bu devirde gönderilmiştir. ’’ (nakleden: Mehmed Kırkıncı)

Galip Gigin anlatıyor: Sözümüm bitirirken, yine rahmetli, namlı âlimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen Hocamızın, Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri için söylediği şu sözü zikretmek isterim: 'Onun eserleri, ileride İslâm dünyasın da tek mehaz olacak değerdedir' demişti.



Prof. Ali Fuat Başgil

Bir zaman Profesör Ali Fuat Başgil, 'Üstadın ilmine hayranım. Bizim tahsil ettiğimiz ilimle, Üstadın ilmi mukayese edilemez. Üstada Cenab-ı Hak öyle bir ilim nasib etmiş ki; umman gibi, aştıkça kabarıyor. Bir deniz ki içine girdikçe giriliyor. Bundaki ilmin ucu bucağı yoktur. Diğer eserleri, ilimleri müstesna, yalnız Türkiye'de Osmanlı lisanını muhafaza ettiği kâfidir. Çünkü onun eserleri aynı zamanda Osmanlı lisanını muhafaza ediyor' demişti.(Bayram Yüksel)



Molla Abdullah Dibo

Rahmi Erdem anlatıyor: Bir gün Van’da ikametgâhımız olan Boya Camii’nde oturuyordum. Birden içeri bir hoca efendi girdi. Caminin imamı hocayı ayakta karşıladı. Erciş kazasını köylerinden meşhur hocalardan bir ayağı kesik Molla Abdullah Dibo namında bir zat. Hoca efendi içeri girer girmez caminin hocası Ahmed Efendi Üstadın Arapça İşarat-ül İ‘caz tefsirinden daha evvel tespit ettiği dikkatini çeken önemli bir bahsi hocanın önüne uzattı. Manasını sordu. Hoca henüz daha ayakta idi; “ Ben bunun manasını tek ayağımın üstünde veririm’’ diye kendinden gayet emin bir surette karşılık verdi. Caminin imamı:’’Hocam buyurun minderin üstünde oturarak halledin’’ diye karşılık verdi. Doğu Anadolu’da eski usul medreselerde hocaların birbiriyle fikir teatileri çok yüksek sesle, adeta kavga eder gibi olurdu. O münakaşaları kulak zarınız rahatsız olur. Fakat münazarayı kaybeden taraf kazananın elini öper, fazilet gösterirdi. Molla Abdullah Efendi gece saat 01’e kadar o Arabî ifadenin çözümü için uğraştı ama çözemedi. Çünkü Hz. Üstadın bu orijinal tefsiri eski klasik tefsirlerden çok farklı bir üslup ve ifade ve yorum getiriyordu. İlk okudukları anda zorlanmaları tabii idi.



Hasan Fehmi Başoğlu(Eski Diyanet Reislerinden)

Hasan Fehmi Başoğlu, Hz. Üstadı meşrutiyette tanımış ve onu ziyaret imkânı bulmuş ve Bediüzzaman hazretleri ile tanışmasını şöyle anlatıyor.’’Ben Meşrutiyette Fatih medresesinde okurken, Bediüzzaman hazretlerinin İstanbul’a gelip, bir handa yerleştiğini ve hatta odanın kapısında ‘’burada her müşkül hallolur, her meseleye cevap verilir. Fakat sual sorulmaz’’ diye levha astığını işittim. Bu hale bir türlü akıl erdiremedim. Bediüzzaman hakkında sitayişkâr sözleri mübalağa kabul ediyordum. Ulema ve talebe gruplarının kendisini ziyaret ve hayranlıklarını işitince tevali eden tavsiyeler üzerine bende de bir ziyaret arzusu uyandı. Kat’i karar verdim ki; en güç ve en ince meselelerden sualler tertip edip sorayım. Ben de o zaman medresenin ileri gelenlerinden sayılıyordum. Nihayet bir gece en müşkül ilm-i kelam meselelerinden gayet derin ve birkaç kitapla ancak izah ne ifade edilebilen birkaç mevzu seçtim, ziyaretine gittim. Suallerimi tevcih ettim. Aldığım cevaplar çok harika ve acip olmuştu. Aynen benim hazırladığım tarzda, sanki sanki akşam beraber imişiz ve kitaplara beraber bakıyormuşuz gibi cevaplar verdi. Ben tam tatmin oldum. Ve bizzat anladım ki; onun ilmi, bizimki gibi kesbi değil, Vehbi idi.



Erzincanlı Dede Paşa Hazretleri(V:1973)

Dede Paşa Hazretleri, Bediüzzaman Hazretleri için de ‘’Benim sultanım ne anlatayım, o kadar büyük bir insandı ki; öldükten sonra Kutubluk tacı muallâkta kaldı. Hiçbir veli O’nun yerine geçemedi’’ demişti



Şeyhülİslam Cemaleddin Efendi

Avrupalılar bize (Dar’ül Hikmet’e),İslamiyet’e ait bazı sualler soruyorlardı. Bediüzzaman bu suallerin cevabını hemen veriyordu. Ben her soru sorulduğunda bu gördüğünüz kütüphanede araştırmaya başlıyor, onbeş gün araştırdıktan sonra Bediüzzaman’ın verdiği cevapların isabetli olduğunun anlıyordum’’(Oflu Hacı Dursun Efendi’den naklen Mehmed Kırkıncı)



Hacı Veyizsade Mustafa Kurucu

Konya'da Üstadı çok iyi bilenlerden birisi de Ali Ulvi Kurucu'nun amcası, Hoca Veyiszade Mustafa Kurucu'dur. Üstadımız hakkında şöyle derdi: 'O büyük bir mücahittir ve tektir, bizler post adaylarıyız. Post üzerinde oturur, tesbih çekeriz. Ben yarım saat hapishane hayatına dayanamıyorum. O vazife yalnız ona münhasırdır.'

"Üstadımız da Hoca Veyiszade hakkında, 'Ben o muhteremi tanıyorum. Mânen benim yardımcılarımdandır. Bana çok dua etsin. Ona çok çok selâmımı götürün' demişti…

Osman Aydın anlatıyor: "Konya'ya İmam Hatibe ders vermeye gidince, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendiyi ziyaret ederdim. Her ziyarete gidişte bu zat ayağa kalkar, çok hürmet ederdi. Ben bu durumdan çok mahçup olurdum. Bana, 'Ben sana ayağa kalkmıyorum. O Koca Sultana ayağa kalkıyorum. Sen o Sultanın yanından geliyorsun ya, işte onun için ayağa kalkıyorum' derdi.



Yörükzade Ahmet Efendi

"Bolvadin'de Nakşi Şeyhi Yörükzade Ahmet Efendi vardı, mübarek bir zattı. Ben onun doktoruydum. Bu zat talebelerine, diğer ziyaretçilerine ve hocalara:

"Biz icazetleri bıraktık, bizden icazet vermek selahiyeti kalktı. Bediüzzaman buraya geldikten sonra, bizden o vazifeyi aldı! Biz onun emrindeyiz...' diyordu. Bu zat Gümüşhaneli Ziyaeddin Efendi merhumun halifelerindendi. Hem hoca, hem dersiâmdı, Fatih dersiâmlarındandı. Vefat ettiği zaman Üstad talebelerini cenazeye gönderdi, sonra da kendisi ziyarete gidip, tâziye etti.(Tahir Barçın)



Lâdikli Ahmet Ağa

"Konya'nın Sarayönü kazasının Lâdik köyü'nde Lâdikli Ahmet Ağa diye mübarek bir zat vardı. Birinci Cihan Harbinde, Gazze Cephesinde çarpışmış, yaralanmış, bir mağaraya sığınmış, orada Hızır Aleyhisselamla görüşmüş, kerametleri zahir olan bir mübarek insandı.

"Üstad'ın sık sık Eskişehir taraflarına gittiği bir zamandı. Eskişehir'de hep zelzele oluyordu. Lâdikli Ahmet Ağa, Üstad'ın Eskişehir'e devamlı gitmesini şu şekilde değerlendiriyordu:

"Bediüzzaman her gün Eskişehir'e gidiyor, siz niçin bu kadar sık gittiğini biliyor musunuz?'

"Hakikaten Üstad her gün sabah gidip, akşam dönüyordu, şehre girmiyordu. Şehrin dışında namaz kılıyor, dua edip geliyordu.

"Ona vazife verdiler. Sen dua et, çünkü Eskişehir yıkılacak, taş taş üstünde kalmayacak, dua et, Cenab-ı Hakka yalvar dediler. Hastayım diye özür beyan ettiyse de özrünü kabul etmediler. Onun için gidiyor her gün Eskişehir'e...'Lâdikli Ahmed Efendi bu hâdiseyi böyle ifade edip, böyle değerlendiriyordu. (Tahir Barçın)

Osman Aydın anlatıyor: "Mustafa Kırıkçı'yla birlikte Konya'nın Lâdik kazasına giderek, büyük velilerden Hacı Ahmed Efendiyi ziyaret etmiştik. Bu zatın devamlı Hızır (A.S.) ile gezdiği ifade edilir. Bizim Üstaddan geldiğimizi öğrenince, Üstaddan çok sitayişle bahsetmişti. Kendisi için, 'Ben Hızır'la yüz sene hizmet etsem, yine Üstad Bediüzzaman'ın mertebesine yetişemem' demişti.

Muhiddin Yürüten anlatıyor: "Yarbay Reşat Bey, Konya'da arkadaşına, Bediüzzaman Hazretlerini ve eserlerini anlatıyor. Arkadaşı ise Üstadın büyüklüğünü ve eserlerin hakkaniyetini reddediyor. Reşat Bey de, 'Madem bana inanmıyorsun, gel, Lâdik köyüne gidip Ahmed Ağayı bulalım, ona Bediüzzaman'ı soralım' diyor."Reşat Bey arkadaşı ile birlikte mübarek bir zat olan Ahmed Ağa'nın yanına gidiyor ve kanaatlerini sunuyorlar. Ahmed Ağa şu şekilde karşılık veriyor:

"Ben size onu nasıl anlatayım ki? O bizim gibi herhangi bir tarikat silsilesine bağlı değildir. O ne Kutbü'l-Aktab'a, ne de herhangi bir kutuba bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimizden (a.s.m.) feyiz alır, ona göre hareket eder. Bir hatıramla onun manevî makamını size anlatmaya çalışayım. Bir gün Hızır (a.s.) gelerek, 'Eskişehir'de zelzele olacak. Taş üstünde taş kalmayacak. Gel, Bediüzzaman'a gidelim ve dua etmesini isteyelim ki, bu zelzele hafiflesin' dedi. Beraberce gidip, Bediüzzaman'a vaziyetini anlattık. 'Haberim var, haberim var' dedi. Hızır (a.s.), 'Dağlara gidip dua edelim' dedi. Bediüzzaman, 'Ben hastayım, siz dağlara çıkıp dua edin, ben buradan dua edeceğim' dedi. Eğer onun duası olmasaydı, Eskişehir'de gerçekte taş üstünde taş kalmazdı.'

Bu sözleri dinleyen Yarbay Reşat Beyin arkadaşı ikna olup Bediüzzaman ve eserlerine taraftar bir vaziyete giriyor.



Elmalılı Hamdi Yazır

Bir gün Mustafa Efendi, Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsir sahasında çok dirayetli bir âlim olduğundan söz etti ve onun Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkındaki:’’Bediüzzaman berrak sular gibi temiz bir vicdana, çok güzel bir ruha sahip bir zat idi. İstanbul’un alimlerinin gözü öyle bir alim görmemiştir’’ sözlerini bize nakletti.(Mehmed Kırkıncı)



Osman Nuri Efendi

"Bir gün eski alay müftüsü Osman Nuri Efendi:"Kardeşlerim! Sizler Üstadı tek taraflı anlıyorsunuz. Üstadı sizin hafızalarınız anlamaz. Üstad acaip bir insan. Sizler Risale-i Nur'u anlayarak okuyun. Ben eserlerinin hepsini mütalaa edemedim. Fakat çok kitaplarını tetebbu ettim. Hususan işte görüyorsunuz. Fevzi Çakmak'la her gün beraberiz. Çeşitli mevzuları, hattâ dünya ahvalini görüşüyoruz. Sizin Üstadınızda öyle bir deha, öyle bir kabiliyet var ki, dünyadaki devletlerin siyaseti Üstada verilse hepsini idare edebilecek bir kabiliyet var. Ben öyle görüyorum ve hakikaten de öyledir' demişti.(Bayram Yüksel)



Erzurumlu Mustafa Necati Efendi

Mustafa Efendi ‘’Bediüzzaman’ın İşaratü’l İ’caz ismindeki eserini bir zamanlar okuduğunu söyledi ve kalkıp kütüphanesinden bu kitabı getirerek bize gösterdi. Kur’an’a ait bu tefsirin 1. Cihan Harbi’nde, Pasinler’in dağlarında yazıldığını söyledi.’’Bundaki hakikatler, nükteler, meziyetler ne Keşşaf’ta ne Beyzavi’de ne de başka bir tefsirde yok. Siz tefsir ilmini tahsile başladığınızda bunu size okutacağım’’ dedi.( Mehmed Kırkıncı)



Abdurrahman Efendi
Bir gün Alvarlı Efe’nin Suriye’deki halifelerinden Mehmet Efendi’nin oğlu Abdurrahman Efendi Erzurum’a geldi. Kendisi ulemadan bir zat idi. Osman hoca da onu alıp medresemize getirdi. Orada sohbet ettik ve Lem’alar’dan Kayyum ismini okuduk, ben de izah ettim. Dersten sonra Abdurrahman Efendi ayağa kalkarak: Ben hocalık hayatımda birçok kitap okudum. Gerek Suriye’de gerek Anadolu’da birçok âlimle görüştüm. Ancak Kayyum bu şekilde güzel izahına ilk defa şahit oldum’’ dedi (Mehmed Kırkıncı)

Salih Okur
 
Üst