Ali Ulvi Kurucu'nun hatırlarından ibretlik olaylar...

Katılım
22 Ocak 2007
Mesajlar
1,433
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
41
Konum
ankara
kurucu.jpg
AHMED ŞAHİN

Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor. Değerli araştırmacı arkadaşımız Mehmed Ertuğrul Düzdağ, büyük bir çalışma sonunda Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun hayatını kendi dilinden kayda alarak kitap haline getirmiş, Kaynak Yayınları da bu eşsiz hatıraları iki cilt halinde basarak okuyucunun istifadesine sunmuş. Hatıraların, bir devrin gizli kalmış mühim olaylarına ayna tuttuğu kesin. 1922 tarihinde Konya’da dünyaya gelen Ali Ulvi Kurucu, on sekiz yaşında ailesiyle birlikte Medine’ye hicret eder, daha sonra oradan da Mısır’a geçerek altı sene öğrenci olarak kalır. Bu sırada Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile yakınlık kurar, eşsiz hatıralarını da bizzat kendisinden dinleyerek tespit ettikten sonra Medine’ye döner, elli altı senesini tamamladığı Medine’de 2002’de 80 yaşında vefat eder. Sözü uzatmamak için son devir Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’den bizzat dinlediği ibret dolu hatıralarından bazı kesitleri birleştirerek takdirlerinize takdim ediyorum.. 1918’lerde Osmanlı’nın bir numaralı insanı Padişah Vahdettin ise, ikincisi de onun sağ kolu sayılan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi olacaktır. Ancak Mustafa Sabri Efendi İstanbul’da siyasetle de hizmet etmeyi düşünen bir ilim adamıdır... Bu sebeple baştan desteklediği İttihatçıların sağlam düşünmediklerini tespit ettikten sonra ayrılmakla kalmaz, karşılarına da geçer... İttihatçılar ise bunu hazmedemez, hocanın peşine düşerler. Bir gece yakalamak için şeyhülislamın Fatih’teki evinin kapısını çalarlar. Zaten böyle bir baskını bekleyen şeyhülislam hemen evinin çatısına çıkar, bitişik binanın damına geçer, geniş bacasından aşağıya inerken yarısından sonra güm diye evin içine düşer. Gürültüye koşan ev sahibi hocayı karşısında görünce önce şaşırır, sonra da korkar, “Seni burada görürlerse evinde saklıyor diyerek bana kötülük ederler, hemen burayı terk et...” der. Şeyhülislam yağmurlu gecenin karanlığında evden çıkıp bitişikteki bir kereste deposunda tahtaların arasında gecelemeye mecbur kalır, sabaha karşı ilerideki medreseye gider, öğrencilerine kimselere duyurmamaları tembihinde bulunur, eve gönderdiği haberle de komşu bakkala çamaşırlarını göndermelerini, oradan aldıracağını duyurur. Hafta boyunca aramaların devam ettiğini öğrenince bir tüccar dostuna rıhtımda bekleyen Romanya vapurundan bilet aldırır, sabaha karşı gizlice kayıkla sahilden vapura çıkarak Türk sularından çıkıncaya kadar geminin kömürlüğünde saklanır, sonra ortaya çıkıp Romanya’ya varınca iner, Bükreş’te yerleşir. Ancak bir süre sonra şartlar değişir, kendisini burada yakalayıp önce hapse atarlar, sonra da gelen bir ekiple İstanbul’a (belki de idam edilmek üzere) getirilir, Harbiye nezaretinde beş saat süren bir tartışmadan sonra şeyhülislamın samimiyetine inananlar idamdan kurtarırlar... Aradan yine zaman geçer, ülkedeki şartlar daha da aleyhte gelişir. Artık sokaklarda “Biz Osmanlı ailesi tanımayız, onları da Ali Kemal’in akıbetine uğratacağız!..” tehditleri kasti olarak kendilerine duyurulur. Bunun üzerine 1922’de Mustafa Sabri Efendi, Sultan Vahdettin ile birlikte ailecek bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul’dan ayrılıp İskenderiye’ye ulaşırlar. Burada Türk konsolosunun şahsi gayretkeşliğiyle domates ve çürük yumurta atılarak karşılanırlar... Bu saygısızlığı fırsat bilen Osmanlı karşıtı Mekke Emiri Şerif Hüseyin ise gönderdiği bir gemiyle beklenmedik bir ilgiyle bunları alıp Cidde’ye çıkarır, oradan da Mekke-Medine ziyaretlerini yaptırıp serin bir havanın hakim olduğu Taif’e gönderir. Bu hürmetten şüphelenen şeyhülislam bir de öğrenir ki, İngilizler Osmanlı’ya isyan ettirdikleri Şerif Hüseyin’i Müslümanların halifesi olarak ilan etme hazırlığındalar. Sultan Vahdettin ile şeyhülislam da ellerine düşmüşken bunlara da bu ilanı tasdik ettirmek niyetindeler. Durumu Vahdettin’e anlatır. Oradaki havanın kendilerini hasta ettiği gerekçesiyle bir gemiyle hemen geriye dönerler. Şeyhülislam Yunanistan’a, Padişah da İtalya’ya geçmek zorunda kalırlar. Hocaefendi bu defa Gümülcine’deki Müslümanlardan sağladığı destekle boş durmaz “Yarın” adında bir gazete çıkararak Türkiye’deki yönetimin yanlışlarını olanca açıklığıyla manşete taşır. Sınırda tarla süren köylülerle de gazeteyi Türkiye’ye ulaştırırlar. Bundan rahatsızlık duyan Ankara ise gazetenin kapatılıp hocanın sürülmesini talep eder... Gazete kapatılır; ama hocaya dokunulmaz. Bu sıralarda İtalya’nın San Remo şehrinde rahatsızlandığını duyduğu padişahı ziyarete giden şeyhülislam, merhamet istismarcısı bir adamın, padişaha: “Bir sürü dava arkadaşlarımız buralarda açlıktan sürünüyorlar, yardıma muhtaçlar...” diyerek beş yüz altın yardım aldığını öğrenmesi üzerine, eskiden tanıdığı Ahmed Hamdi Topbaş Bey’e durumu anlatır, yokluk içindeki padişahın parasını bu dolandırıcıdan almasını ister... Hamdi Topbaş Bey, tanıdığı eski İttihatçı adamı bulduğu otelinde, tabancasını çekerek, “Ya yokluk içinde kıvranan sultandan aldığın paraları geri verirsin ya da seni burada temizlemek zorunda kalırım.” diyerek on altın eksiğiyle parayı kurtarır, ertesi gün merhametli sultana geri verirler. Ne var ki yanına hazineden kuruş almayan padişahı bu da kurtarmaz… 1926’da 65 yaşında İtalya’nın San Remo şehrinde vefat ettiğinde Müslümanların borçlarını ödeyerek alacaklılardan ancak kurtardıkları cenazesi, Şam’daki Süleymaniye külliyesinin haziresine nakledilerek ecdadının yanına defni sağlanır; imtihan ve ibret dolu bir hayat da böyle son bulur… Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ise: “Gazete kapatıldı, burada hizmet yok, ölüp de yabancı mezarlığına gömülmektense bir Müslüman ülkeye iltica etmeliyim” diyerek Müslüman devletlerin konsolosluklarından ülkelerine iltica izini isterse de hiçbiri böyle bir yazı verme cesaretini kendinde bulamaz, sadece Mısır konsolosu her şeyi göze alır ve şeyhülislamın Mısır’a girme yazısını verir, 1954’te vefat edeceği Mısır’a son yolculuk da böylece gerçekleşmiş olur. Ali Ulvi Kurucu’nun 2 ciltlik hatıraları o devre ait böyle ibretli olaylarla doludur.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
kalbin zümrüt tepesi kardeş allah razı olsun ali ulvi kurucu efendiye
allahtan rahmet dileriz.bir iki şiirle bizde katılalım istedik.



DERDİMENDİM

Derdimendim yâ Rasûlallah, devâ ol derdime,
Destgir ol, yâ Habiballah, bu asî mücrime!..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime?..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..

Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım

Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş'esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..

Ermek istersen, O şâh'ın himmet-ü imdâdına,
Cânü dilden âşık ol sen; "İsm-i zât" evrâdına,
Ses verir (Ulvî); melekler âteşin feryâdına,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım.

ali ulvi kurucu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
peygamber aşığı ali ulvi kurucu efendiden bir şiir daha

SANA HAYRANDIR EFENDİM

Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.

Ecrâm ü felek, Levh u Kalem, mest-i nigâhın,
Dîdârına âşık Ulu Yezdân'dır Efendim.

Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Rahmet, diyen âlemlere, Rahman'dır Efendim.

Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusül, koğma kapından,
Asilere lütfun, yüce fermândır Efendim..

Ta Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,
Medheyleyen ahlâkın, Kur'ân'dır Efendim.

Aşkınla buhurdan gibi tütmekde bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrandır Efendim...

Doğ kalbime bir lâhzacık ey Nur-i dilârâ,
Nûrun ki; gönül derdime dermandır Efendim...

Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın,
Feryâdı bütün âteş-i sûzandır Efendim...


ali ulvi kurucu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
peygamber aşığından bir şiir daha

DOĞMAZDI KALBE İMAN

Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur´an,
Meçhul olurdu esmâ, Levlâke yâ Muhammed!
( Sensiz cânım Muhammed)

Mâtem tutardı gökler, gülmezdi hiç melekler,
Mahzûndur Arş-i alâ, levlâke yâ Muhammed!

Feyzinle güldü âlem, gufrâna erdi âdem,
Ağlardı belki hâla, Levlâke yâ Muhammed!...

Sayende erdi insan Tevhîde, yoksa putlar,
Mâbûd olurdu -hâşâ- Levlâke yâ Muhammed!..

Şefkatli annesinden öksüz kalan yetîme,
Benzerdi sanki eşyâ, Levlâke yâ Muhammed!..

Gün görmeden baharlar, sislerle örtülürdü,
Zindan olurdu dünyâ, Levlâke yâ Muhammed!..

İnler dururdu sesler, her nağme hıçkırıkdı;
Tutmuştu Arşı şevkâ, Levlâke yâ Muhammed!..

Dünyâda tek hakîkat uğrunda can verenler,
Bulmazdı derde kimyâ, Levlâke yâ Muhammed!..

Al kan, figan içinde te´yîd ederdi zulmû;
Binlerle kanlı sehpâ, Levlâke yâ Muhammed!..

ali ulvi kurucu
 

Nuray Azizoğlu

Paylaşımcı
Katılım
7 Şub 2007
Mesajlar
107
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
blog.milliyet.com.tr
Tesekkür Ediyorum

Sevgili kalbin zümrüt tepesi ve kays kardeşim,
ikinizde beni aglattınız. Ecdadımız neler yasamış... Onlara Allah'ımızdan rahmet diliyorum. Sevgili Ali Ulvî Kurucu'ya da Sevgili Rabbimizden Rahmet diliyorum... Umuyorum ki, onlar bizi dualarında unutmasınlar...
Tekrardan cok teşekkürler...

Wesselam
Azize
 
Üst