Verda
Gales
- Katılım
- 9 Nis 2010
- Mesajlar
- 10,917
- Tepkime puanı
- 1,010
- Puanları
- 0
Dr. Sara Şeriati: İran, kadınların toplumsal hayatta en aktif olduğu Müslüman ülkedir ve bu yönüyle diğer ülkelere örnek teşkil etmektedir.
Dr. Sara Mezinani Şeriati, Dr. Ali Şeriati’nin dört çocuğundan üçüncüsüdür ve 1964 yılında Paris’te dünyaya gelmiştir. Sorbonne ve Ehess üniversitelerinde sosyoloji alanında lisans, yüksek lisans ve doktorasını tamamlamış ve sonrasında İran’a dönmüştür. Yaklaşık dokuz yıldır Tahran’da yaşamakta ve Tahran Üniversitesi’nde sosyal bilimler alanında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Ağırlıklı olarak din sosyolojisi üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Kendisiyleİran’da toplum, eğitim, siyaset ve tarih konularında bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sara Hanım, Tahran Üniversitesi’nde akademisyenlik yapıyorsunuz. Bir kadın akademisyen olarak “İran’da kadın olmayı” nasıl tanımlarsınız?
İranlı kadınların dünya nazarında nasıl göründükleri ve gerçekte durumun nasıl olduğu üzerine söyleyecek birkaç sözüm var. İranlı kadınların pek çok sınırlamaya maruz kaldığı dünya kamuoyunda sıkça dillendirilen bir konudur. Bunun tamamen yalan olduğu söylenemez belki, ama tam olarak gerçeği yansıttığı da söylenemez. Sınırlamalar mevcut tabii ki, fakat sosyal hayatta veya kamusal alanda kadınlar için özgürlükler, kendilerini “çağdaş” olarak addeden pek çok ülkeden daha iyi durumdadır. Her geçen gün üniversitelerde, kadınların öğrenci ve öğretim üyesi olarak sayıları çoğalmaktadır.
Kadınların toplumda artan öneminin temelinde aslında üç etmen bulunmaktadır; politika, edebiyat ve din. Birinci etmen, Devrim sonrası eğitim politikalarıdır. Günümüzde yükseköğretim önemli oranda yaygınlaşmıştır. Seraseri, Azad, Peyami Nur vb. üniversitelerin açılmasıyla kadın erkek fark etmeden gençlerin tahsil görmelerinin önü açılmıştır. İran’da kadın ve erkeklerin eğitim hakları konusunda herhangi bir cinsiyet ayrımcılığı söz konusu değildir. Hatta öğrenci istatistiklerine göre, sanılanın aksine, üniversitelerde eğitim görenler arasında kadınların oranı erkeklerden fazladır.
İkinci etmen, şiir ve edebiyatın oynadığı roldür ki, meşrutiyetten sonra kadın hakları dâhil toplumsal isteklerin temelinde bu yatmaktadır. Eskiden şairler aynı zamanda toplumun entelektüel kesimlerini de oluşturmaktaydı ve şiirlerinde yasalar, adalet, özgürlük ve kadınların sorunlarını işliyor ve tartışıyorlardı. Meşrutiyet zamanının şairlerinin rollerini günümüzde entelektüeller iyi bir şekilde yerine getirmekte ve işledikleri edebî konuların çoğunu hukuk ve kadının rolü konuları oluşturmaktadır. Bu sebepten dolayı, toplumun çoğunluğu kadın hakları konusunda bilinçlidir.
Üçüncü etmen ise, dinin oynamış olduğu roldür. Devrimden önce toplumun büyük bir kesimi özellikle kız çocuklarını şehirlerdeki okullara göndermek istemiyordu. Çünkü onlara göre kız ve erkeklerin aynı okulda okuması ahlakî olarak uygun bir durum arz etmemekteydi ve aileler kız çocuklarına başka derslerine ilaveten dinî konuları da öğretmek istiyorlardı. Devrimin ardından bu toplumsal talep dikkate alınarak kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda eğitim alması sağlanmıştır. Bu düzenlemenin ardından okullaşma oranlarında önemli bir artış olmuştur. Dinsel gerekçelerle kadınları kısıtlayan geleneksel ve muhafazakâr toplum, aslında devrim sonrasında kadının rolünü daha ön plana çıkarmıştır.
Dr. Sara Mezinani Şeriati, Dr. Ali Şeriati’nin dört çocuğundan üçüncüsüdür ve 1964 yılında Paris’te dünyaya gelmiştir. Sorbonne ve Ehess üniversitelerinde sosyoloji alanında lisans, yüksek lisans ve doktorasını tamamlamış ve sonrasında İran’a dönmüştür. Yaklaşık dokuz yıldır Tahran’da yaşamakta ve Tahran Üniversitesi’nde sosyal bilimler alanında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Ağırlıklı olarak din sosyolojisi üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Kendisiyleİran’da toplum, eğitim, siyaset ve tarih konularında bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sara Hanım, Tahran Üniversitesi’nde akademisyenlik yapıyorsunuz. Bir kadın akademisyen olarak “İran’da kadın olmayı” nasıl tanımlarsınız?
İranlı kadınların dünya nazarında nasıl göründükleri ve gerçekte durumun nasıl olduğu üzerine söyleyecek birkaç sözüm var. İranlı kadınların pek çok sınırlamaya maruz kaldığı dünya kamuoyunda sıkça dillendirilen bir konudur. Bunun tamamen yalan olduğu söylenemez belki, ama tam olarak gerçeği yansıttığı da söylenemez. Sınırlamalar mevcut tabii ki, fakat sosyal hayatta veya kamusal alanda kadınlar için özgürlükler, kendilerini “çağdaş” olarak addeden pek çok ülkeden daha iyi durumdadır. Her geçen gün üniversitelerde, kadınların öğrenci ve öğretim üyesi olarak sayıları çoğalmaktadır.
Kadınların toplumda artan öneminin temelinde aslında üç etmen bulunmaktadır; politika, edebiyat ve din. Birinci etmen, Devrim sonrası eğitim politikalarıdır. Günümüzde yükseköğretim önemli oranda yaygınlaşmıştır. Seraseri, Azad, Peyami Nur vb. üniversitelerin açılmasıyla kadın erkek fark etmeden gençlerin tahsil görmelerinin önü açılmıştır. İran’da kadın ve erkeklerin eğitim hakları konusunda herhangi bir cinsiyet ayrımcılığı söz konusu değildir. Hatta öğrenci istatistiklerine göre, sanılanın aksine, üniversitelerde eğitim görenler arasında kadınların oranı erkeklerden fazladır.
İkinci etmen, şiir ve edebiyatın oynadığı roldür ki, meşrutiyetten sonra kadın hakları dâhil toplumsal isteklerin temelinde bu yatmaktadır. Eskiden şairler aynı zamanda toplumun entelektüel kesimlerini de oluşturmaktaydı ve şiirlerinde yasalar, adalet, özgürlük ve kadınların sorunlarını işliyor ve tartışıyorlardı. Meşrutiyet zamanının şairlerinin rollerini günümüzde entelektüeller iyi bir şekilde yerine getirmekte ve işledikleri edebî konuların çoğunu hukuk ve kadının rolü konuları oluşturmaktadır. Bu sebepten dolayı, toplumun çoğunluğu kadın hakları konusunda bilinçlidir.
Üçüncü etmen ise, dinin oynamış olduğu roldür. Devrimden önce toplumun büyük bir kesimi özellikle kız çocuklarını şehirlerdeki okullara göndermek istemiyordu. Çünkü onlara göre kız ve erkeklerin aynı okulda okuması ahlakî olarak uygun bir durum arz etmemekteydi ve aileler kız çocuklarına başka derslerine ilaveten dinî konuları da öğretmek istiyorlardı. Devrimin ardından bu toplumsal talep dikkate alınarak kız ve erkek çocuklarının ayrı okullarda eğitim alması sağlanmıştır. Bu düzenlemenin ardından okullaşma oranlarında önemli bir artış olmuştur. Dinsel gerekçelerle kadınları kısıtlayan geleneksel ve muhafazakâr toplum, aslında devrim sonrasında kadının rolünü daha ön plana çıkarmıştır.