Ali semerkandi (k.s)

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
ALİ SEMERKANDİ (K.S)

Alperen GÜRBÜZER


Ali Semerkandi (k.s), İran’ın İsfahan kazasında doğdu. Nesebi anne tarafından Türk, baba tarafından Hz. Ömer'e dayanır. Yani Hz. Ömer'in (r.anh) dördüncü göbekten torunudurlar.
Bir gün Halifelik makamına Semerkand ve Buhara taraflarında ekilen yerlerin haşerelerce istila edildiğini, bu yüzden halkın perişan olduğuna dair bir haber ulaşır. Bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) sorumluluğun gereği yola çıkıp buraya geldiğinde Peygamberimizden kendisine devr olunan asayla Hz. Musa misali yere sondaj vuracaktır. Tabii o vurur da su çıkmaz mı? Elbette ki Allah’ın izniyle su çıkıp, daha sonrasında oracıkta çeşme yapılır da. Şimdi sırada ahalinin dert yandığı haşere meselesi vardır. Nitekim Hz. Ömer (r.anh.) ellerini Yüce Rabbine açıp dua ettiğinde sığırcık kuşları gözükmeye başlar bile. Böylece meraklı bakışlar eşliğinde tüm haşerelerin kuşlar tarafından bertaraf edildiğine herkes şahit olmuş olur. Kaldı ki, bu mucizevî duruma şahit olanlar arasında Kral’da vardır. Öyle ki, Kral'ın iç dünyasında fırtınalar kopup, iman halkasına dâhil olur. Nasıl olsa haşere meselesi halledilmişti. Artık o yüce halife gönül rahatlığıyla makamına dönebilirdi. Zaten o da Peygamber yadigârı asasını oğluna devredip öyle yola koyulacaktır. Tabii oğlu burada bir Türk kızıyla evlenecek, böylece ondan doğan çocuklardan dört batın sonra Ali Semerkandi adında büyük bir zat dünyaya doğa gelecektir. Artık asa sahibini bulmuştur. Nasıl ki asa Hz. Ömer’in elinde anlam kazanmışsa, aynen Ali Semerkandi (k.s) elinde de bir başka anlam kazanacaktır. Madem öyle, asayla birlikte ötelere uzanabilirdi. Gerçekten de öyle yapıp; Buhara ve Semerkand’da ününü duyduğu âlimlerin eşiğine yüz sürecektir. Derken onların dizinin dibinde manevi eğitimini tamamladıktan sonra Mekke’de 14 yıl imamlık yapıp oradan Medine’ye geçecektir. Böylece Ravza-i Mutahhara’da 7 yıl türbedarlık vazifesinde bulunacaktır. İlginçtir türbedarlık yaptığı günlerde uykuya daldığında rüyasında Fatıma anamız Peygamberimizin bir müjdesini aktarıp şöyle der: “Beni ziyaret edemeyenler seni ziyaret ettiğinde ziyaret etmiş gibi olurlar.” Tabii böyle bir rüyaya can kurban, düşünsenize rüyada Fatıma annemizin sözlerine muhatap kalmak var, bu da yetmez Peygamber müjdesine nail olmak vardır. Başka nimetlerde var elbet. Şöyle ki; yine bir seferinde kendisine mana âleminden gelen bir ilhamla bulunduğu kutsal topraklardan Çin ve Hindistan’a doğru yolcu olması gerektiği işaret edilir. Üstelik işaret verilen yere ne için gitmesi gerektiği bildirilmez de. Olsun önemi yok, dedik ya, bu kutlu yolda asa onun için en iyi işaret taşıdır, asasıyla oralara gider de. Derken Kralın sarayına vardığında onu üzgün bir halde görür. Belli ki, Kralın bir derdi vardı. Zira çocuğu ölmüştü. Ali Semerkandi (k.s) durum vaziyete vakıf olduğunda buraya geliş hikmetini anlamakta gecikmez ve Kral'a der ki;
—Şayet iman edersen Allah’ın izniyle çocuk dirilecektir. Kral'ın canına minnet, aksi takdirde hayat boyu evlat acısı çekecekti. İşte bu yüzden teklifi geri çevirmez, “evet” der. Gerçekten de o yüce zat ellerini açıp Allah’a rücu ettiğinde Allah’ın izniyle çocuk dirilip Kral o an Müslüman olur da. Artık maksat hâsıl olmuştur, sırada Alanya'ya gitmek vardır. Bakalım burada onu daha neler beklemekte. Bu kez Ali Semerkandi'yi (k.s) Alanya’da bir başka hadise karşılayacaktır. Şöyle ki;
Sahil boyu yürürken ağlayan bir adama rast gelir, ona der ki:
—Derdin ne?
Adam:
—İncimi denize düşürdüm.
Tabii ki Ali Semerkandi (k.s) bu duruma duyarsız kalamazdı, hemen asasıyla balıkları işaret edip:
—İncisini bulun diye seslenir. Gerçekten de balıklar gereğini yapıp o adamın üzüntüsü bir anda sevince dönüşür bile. İşte görüyorsunuz her gittiği yerde her insanın derdiyle dertlenip hemhal olmanın sırrı bu hadisede gizli. Ne diyelim Allah sırrını takdis etsin.
Ali Semerkandi'nin Alanya’dan sonraki durağı Anadolu'dur. O halde buralarda geçireceği seyri seferine bir göz atabiliriz. Malum Anadolu’da ilk konaklayacağı durak Konya, ikincisi Çankırı’nın Eskipazar beldesidir. Sanki Anadolu onu bekliyordu. Nasıl beklemesin ki, gittiği her yer bereketleniyordu. Nitekim her bölge halkının yaşadığı birtakım sıkıntılar olduğu gibi, Eskipazar ahalisinin de, kendine özgü sıkıntıları vardır. Şöyle ki;
Eskipazar halkı epey zamandır sürülerini emanet edeceği çoban arıyordu ki; o sırada Ali Semerkandi (k.s) çıka gelip, çobanlığa talip olur da. Bu arada çoban deyip geçmemek gerekir, çünkü her bir peygamber aynı zamanda çobandır. Madem her çoban sürüsünden mesul, bir gün o da aynı hassas duygular içerisinde sürüleri otlatırken bir kurdun alaca öküzü avlamak için pusuya yattığını gördüğünde şöyle der:
— Ey Kurt! Sakın ola ki sürüleri avlamayasın! Bilesiniz ki; o sürüler bana emanettir.
Tabii kurt lisanı halle dile gelip cevaben;
—O alaca öküzün sahibi zekâtını vermedi, bu yüzden o benim hakkımdır der.
Ali Semerkandi (k.s):
—Madem öyle hiç olmazsa bana bir gün müsaade et öküzün sahibine durumu bildireyim, sonra bildiğin gibi yaparsın.
Gerçekten de durum sahibine bildirilir. Ama alaca öküzün sahibi bir anda vurguna dönmüşcesine kükreyip zekât vermeyi kabul etmez. Fakat kurtta gereğini yapıp, alaca öküzü yemiş olur. Tabii mesele burada bitmez, işin boyutu farklı mecraya kayıp kadılık konusu halini alır. Ancak mesele kadıya intikal ettiğinde Kadı der ki;
—Şahit var mı?
Ali Semerkandi (k.s) cevaben:
—Benim şahidim dağlar, taşlar vs. der.
Kadı bu durum karşısında;
— Hadi sende, öyle şey mi olur diye itiraz edip “öküzü sen yedin” suçlamasında bulunacaktır. Tabii suçladığı insan sıradan bir insan değildir. Bilakis o sevgililer diyarı Semerkand gülüdür. Zaten Allah dostları kınından çıkmayan kılıç gibidirler. Kaldı ki onların kılıcı kolay kolay kınından çıkmaz da. Sadece gül kokulu kınlarına dokunan her kim olursa olsun gülün dikeni devreye girip zarar görmesine sebep teşkil eder. Nitekim kadı atına binip oradan giderken kaskatı taş kesilip ölüverir. İşte o kadı’nın atıyla birlikte donup kaldığı yer o gün bugündür Durdağı diye anılır hep. Sanki bu dağ Allah dostuna reva görülen bir muamelenin karşılığı olarak “Sen misin incitici laf söyleyen, o halde bizde seni durdururuz” dercesine hevesini kursağında bırakacak eylemde bulunmuştur. Değim yerindeyse dağ tahammül edemeyişini durdurarak ödetmiştir. Demek ki; tabiatın da kendine has kuralları var, icabında emri ilahi doğrultusunda deprem, sel, volkan patlaması tsunami felaketine benzer kanunlarla tepkisini ortaya koyabiliyor.
Tabii birileri duracak, birileri de dur durak bilmeden yola devam edecektir. Keza bir gün yolu kadınların kıt kanaat kullandıkları bir çeşmeye düşer. Tabii abdest almak için çeşmeye vardığında kadınlar abdest almasına müsaade etmezler. Bunun üzerine asasını yere vurup oracıkta su çıkıverir. Su taşmaya başlayınca bu sefer kadınlar:
—Suya dur desene, yoksa eşyalarımızı alıp götürecek.
Ali Semerkandi suya:
—Ey su! Sen sen ol karınca kararınca ak, ama tamamen de kesilme der. Bu yüzden o gün bugündür o cılız akan suya sığırcık suyu denilmekte, hatta zemzem diyenlerde var.
Elbette ki böyle bir zatın yediden yetmişe herkesin dikkatini çekmesi gayet tabiidir. Öyle ki; koskoca Osmanlı padişahı Murad Hüdavendigar bile dikkatini çekmiş olsa gerek ki o yüce zata Bursa’da haşerelerin tarlaları istila edildiğine dair haber salıp himmet dileyecektir. Hani bir zaman Hz. Ömer Semerkand ve Buhara taraflarında ekilen yerlerin haşerelerce istila edildiğini duyduğunda gereğini yaptığı gibi Ali Semerkandi de aynı Hz. Ömer hassasiyetle asasıyla birlikte Bursa yoluna koyulacaktır. Zaten o ocağın dördüncü batından kendisine aktarılan manevi tasarrufla Allah’a yöneldiğinde gökte oluşan sığırcık kuşları tarafından haşereler yok edilir de. Murad Hüdavendigar bu gördüğü manzara karşısında şükreyleyip iyi ki böyle bir zatın zamanında padişah olmuşum diye çok sevinecektir.
Artık hazan yapraklarının döküleceğinin ilk işaretinin verildiği vakit gelmiştir. Zira Ali Semerkandi (k.s) yücelerden aldığı emir doğrultusunda ömrünün son dönemlerinde elindeki sacayağını fırlatması yolculuklarının bitişini gösteren ilk işaretidir. Keza fırlatılan sacayağın düştüğü yerde konaklayıp orada bir süre yaşadıktan sonra şeb-i arus eylemesi bunun teyididir. Bu yüzden Ankara’nın Çamlıdere beldesine talih kuşu konmuştur. Çamlıdere halkı tereddütsüz onu bağrına basıp hizmetinde bulunmada kusur eylemez de. Peki ya Devleti Aliye, elbette ki devlet ricali bunu görmezden gelemezdi, derhal halkın bu hamiyetperverliğini karşılıksız bırakmayıp o koca Şeyhin yüzü suyu hürmetine Çamlıdere ahalisini askerlik ve vergiden muaf tutacaktır. Üstelik bu muafiyet Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiş te.
Velhasıl; Ali Semerkandi (k.s) her fani gibi o da 146 yaşında Hakka yürür. Malum, kabri şerifi Ankara’nın Çamlıdere beldesinde Osmanlı döneminde yaptırılan bir türbe içerisindedir.
Ruhu şad olsun.
Vesselam.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/ali-semerkandi-makale,4764.html
 
Üst