Alemdeki Vahdet Temayülü

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Hz. Mevlana (k.s.), "nefsaniyet" ve "Rûhaniyet" diye adlandırılan, birbirine zıd iki keyfiyetin, birbirleri ile mücadelelerini ve her birinin tabi olduğu cazibeyi çeşitli misallerle anlatarak Rûhaniyetini inkişaf ettirmek isteyenlerin, ancak gerçek aşk sayesinde gayesine ulaşabileceklerini aşağıdaki hikayede şöyle izah eder:

"Mecnûn'a, Leyla'nın yolculuğa çıktığı haberi gelir. Bunun üzerine devesine biner, Leyla'nın gideceği köye doğru süratle yol almağa çalışır. Yeni doğmuş bir yavruya sahip olan devesinin ise gözü, arkada kalan yavrusundadır. Mecnûn, devenin üzerinde uyumağa başladığı zaman deve, hemen yavrusunun istikametine döner. Mecnûn, farkına varınca, telaş içinde deveyi, yine Leyla'nın köyüne çevirir. Bu hal, defalarca tekerrür eder."

"Günün sonunda Mecnûn, nereye geldiğini merak ile etrafına bakar, ileri-geri bu hareketlerle, daha sabahleyin yola çıktıkları mahalde olduklarını, bir fersah bile yol almadıklarını görür. O zaman Mecnûn, deveye seslenir:

"A deve! Sen yavruna aşıksın, bense Leyla'ma!.. Dolayısıyla ikimizin de yolları farklı. Sen benim yolumu kesiyorsun, ben senin yolunu!.. Biz bu halde yoldaşlık edemeyiz. Sen fanî bir tene aşıksın, bense ebedî bir cana.. Ayrılmamız gerek!"


Bu hikayede Mecnûn'dan murad, "sultanî ruh"tur ki, o da, Hüsn-i Mutlak'ın (Allah'ın) meclûbudur. Deveden maksad ise, "nefs" dir. Yavrusu da "heva vü heves" denilen dünya lezzetleridir.

...


Hikayede açıklanan gerçek şu ki; Varlığın aslı ve hakikati, vücûd-ı mutlaktır. İlahî irade ve latîf sıfatının tecellîsi ile vücuda gelen kesret aleminin temel kaidelerinden biri, aynileşme ve insanoğlunun aslına dönme iştiyak ve temayülüdür.

Varlık, muhabbet sebebi ile kesrete dönüşür. Kesrette vahdet demek olan mahlükattaki ilahî tecellîlerin teke ircası manasındaki aynîleşme, ancak sevgi ve aşkla gerçekleşir.

"Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmeyi arzu ettim, (marifetime muhabbet ettim) de kainatı yarattım." kudsî hadîsinde de beyan edildiği gibi kainatın yaratılış sebebi de, aşk ve muhabbettir.

Bu sebepledir ki, varlıkların en şereflisi olan insanı, fanîlere bağımlılıktan kurtararak Rabb'ına yücelten ve ahsen-i takvîm mertebesine ulaştıran yegane müessir budur. Ancak bu yolda, Rûhaniyetin harcı olan aşk ve sevgi yerine nefsanî heva ve heveslerin peşinde koşmak, bu ilahî gayeye ters düşen bir bedbahtlıktır.

Salike lazım olan, ne halde bulunursa bulunsun, nefsin hilelerine kanmayıp, gelen iptila ve imtihanları aşarak Hakk vuslatına doğru istikametlenmektir.

Mevlana (k.s.), ruhların, nefslerin ve istîdadların insandan insana farklı olduğunu, herkesin kendi aynasında Kainat nakışlarını, değişik perspektiften ayrı ayrı görmelerini şu misallerle anlatır:

"Bir sufî, neş'elenip tefekküre dalmak için müzeyyen bir bahçeye gider. Bahçenin rengarenk tezyinatı karşısında mest olur. Gözlemi kapayarak murakabe ve tefekküre dalar."

"Orada bulunan gafil bir kişi, sûfî'yi uyur zanneder. Onun bu haline hayret eder, canı sıkılır. Sûfîye:

" - Ne uyuyorsun? Gözünü aç da üzüm çubuklarını, çiçek açmış ağaçları, yeşermiş çimenleri seyret! Allah'ın (c.c.) rahmet eserlerine nazar et!" der. Sûfî de ona şöyle cevap verir:

"Ey heveskar insan! Şunu iyi bil ki, rahmet-i ilahiyyenin en büyük eseri gönüldür. Onun dışındakilar bu büyük eserin gölgesi mesabesindedir."
"Ağaçlar arasında bir dere akıp gider. Onun berrak suyunda iki tarafın ağaçlarının akislerini görürsün.."

"Su içine aksedip görülenler, hayalî bir bağbahçedir. Asıl bağ ve bahçeler, gönüldedir. Çünkü gönül, nazargah-ı ilahîdir. Onların zarif ve latîf akisleri, su ve çamurdan olan Dünya alemindedir."

"Eğer bu alemdekiler, gönül alemindeki o neş'e selvisinin aksi olmasaydı, Cenab-ı Hakk bu hayal alemine "aldanış" mekanı demezdi."
dedi.

...

"Tasavvuf nedir?" diye soran bir şahsa, Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri şu cevabı verdi:

"Halka uyma kirinden arınmak, Hakk'a tabî olmak, süfli huylardan ayrılmak, nefsanî davalardan uzaklaşmak, ruhanî vasıfları kazanmağa gayret etmek, hakiki ilimlere sarılmak, daima en uygun olana göre hareket etmek, herkese nasîhatta bulunmak, ruhların ezel toplantısında verdikleri ahid üzerinde samimiyyetle durmak Hz. Rasûlullah'a (s.a.) ve şerîate uymaktır."

Sırları saf, kalbi temiz ve içi nurlu olan bu vasıftaki bir kimse, Allah huzurunda ilk safta bulunanlardandır. Bunlar hakîkî sûfilerdir. Allah katındaki bilgileri ve marifetleri sıhhatlidir. Onlar, Rabb'lerine güvenir tevekkül ederler, kazasına rıza gösterirler.


Yazının tamamı için: http://www.gonuldunyamiz.com/makaledetay.php?strt=0&makaleNo=50
 
Üst