Akşemseddin ve fatih

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
AKŞEMSEDDİN VE FATİH

ALPEREN GÜRBÜZER

Akşemseddin Hz.leri Şam’da doğmuş, yedi yaşında babası Şeyh Hamza'yla birlikte Amasya’ya yerleşip İslami ilimleri burada bitirmiş ve sonrasında Osmancık müderrisliğine getirilmiştir. Henüz 25 yaşlarında iken ününü duyduğu Hacı Bayram Veli'ye intisap etmek istemişse de onun sofileriyle birlikte dükkân dükkân dolaşıp, halktan yardım topladığını görünce dilencilik yaptığını zannedip biat etmekten vazgeçmiştir. Oysa toplanan yardımlar ihtiyaç sahipleri içindi. Osmancık’tan ayrılan Akşemseddin bu seferde Şeyh Zeynüddin Hafi'ye intisap için Halep'e gider. Ancak Halep'e vardığında rüyasında bir ucu kendi boynuna takılmış, diğer ucu Hacı Bayram’ın elinde bir zincirle Ankara’ya doğru çekildiğini görür. Bu rüyadan gereken dersi çıkardığı o kadar belli eder ki önce Osmancık’a uğrayıp akabinde Ankara yolculuğuna koyulup Hacı Bayram Veli'ye intisap edecektir. Böylece burada bir süre tasavvuf eğitimi aldıktan sonra Hacı Bayram Veli'den hilafetlik de alır. Akşemseddin Hz.leri iyi ki halifelik icazeti almış, nitekim Şeyh Hacı Bayram Veli’nin vefatından sonra halkı irşat ettiği gibi âlimler arasında biranda dikkat çekecek noktaya erişir de.
Malum Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u alma sevdasındadır, bu konuyu istişare heyetine sunar da. Tabii istişare toplantısında âlimlerin ortak kanaati; “Beni Asfar'la yapılan savaş sonrası Mehdi’nin yardımıyla İstanbul’un feth olunacağını, dolayısıyla İstanbul’u kuşatma sevdasından vazgeçilmesi gerektiği” noktasındadır. Akşemseddin ise tam tersi düşünüp; “Önce İstanbul’u Sultan Mehmet fetheder, Mehdi’nin fethinin bu hadiselerden sonra zuhur edeceği” noktasında bir görüş belirtir. Bu görüş üzerine Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un kuşatmasına karar verir. Ancak kuşatma ellinci gününü doldurduğunda zaferden ümidini kesen devletin birtakım ileri gelen adamları ve âlimleri padişaha gelip; “Bir sofinin sözüyle bu kadar asker zayi oldu, bunca hazine telef oldu. Şimdi Avrupa’dan kâfire yardım geldi, fetih ümidi artık kalmamıştır” diye sitem edeceklerdir. Bu durum karşısında Fatih, vezir Veliyüddinoğlu Ali Paşa vasıtasıyla Akşemseddin'e; “Kale feth olmak, orduya zafer bulmak ümidi var mıdır” diye haber salar. Hatta bununla da kalmaz veziri Mezburi gönderip; “Tayin vakit eylesin” der. Akşemseddin ise; “ Rebiül evvel ayının 20. günü seher vaktinde Sıddık'ı himmetle filan canibden yürüyüş eylesinler. Ol gün feth ola” diye kat’ı müjde verip son sözlerini şöyle bağlar; “Yarın şu kapıdan (Topkapı) hisara yürüyüş ola. İzni Hüda ile babı zafer feth olup ezan sedası ile sur’un içi dola, gün doğmadan gaziler sabah namazını hisar içinde kılalar.” İşte bu ifadeler ordunun başında karadan gemileri indiren Fatih'in gaza ruhunu artırmaya yetmiş ve Akşemseddin Hz.lerinin belirttiği vakitte fetih gerçekleşir de. Derken Fatih, fethi müteakip hürmetle Akşeyh'in elini öpüp, İstanbul’a atbaşı beraber girerler. İlginçtir Topkapı’dan beraber girdiklerinde Bizans kızları bir an Piri fani Akşemseddin’i Fatih sanıp çiçekleri ona uzatırlar. Tabii Akşemseddin’de tebessümle Fatih’i işaret edip çiçekleri ona veriniz der. Fatih ise; “Verin, verin, çiçekleri ona verin, Padişah benim ama o benim Hocamdır” deyip karşılıklı mütevazı örnekleri sergilerler. Evet, Fatih Sultan Mehmed’i Fatih kılan insicam böyle bir ruh yapısına sahip olmasıdır. Zira o Ayasofya’ya girdiğinde bile Patriğe; “Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmed. Sana ve arkadaşlarına söylüyorum ki, bugünden itibaren artık hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” fermanıyla seslenip Bizans halkının teveccühünü kazanmış bir hakandır. Böylece bu fermanla birlikte tüm insanlığa özgürlük dersi vermiş olur. Öyle ki o, ayağının tozuyla Ayasofya’ya girer girmez atından inip secdeye varır ve o yüce Peygamberin; “İstanbul muhakkak feth olunacaktır. Onu fetheden ne güzel kumandan ve onu fetheden ne güzel askerdir” hadisi şerifin şükrünü eda etmeyi de ihmal etmeyecektir. Tabii bu şükrün gereği yerine getirilip Ayasofya üç gün içerisinde camiye dönüşecektir. Şöyle ki ilk cuma hutbesi ve ilk cuma namazının edası Akşemseddin’e nasip olur, ama hiçte kolay olmaz. Dile kolay, asırlar sonra ilk defa Ayasofya camiye çevrilmekte, Akşemseddin kıyam halinde ilk kıldıracağı namazda üç kere iftitah tekbiri almak zorunda kalır, yani ne görüyorsa ancak üçüncü tekbirde namaza giriş yapabiliyor. Derken ilk cuma namazı kıldırma şerefine nail olur. Artık bundan böyle Ayasofya, Akşeyh ve Fatihin elinde İstanbul'un gözde kutsal mekânıdır.
Şimdi sırada İstanbul surlarına kadar gelip orada vefat eden sahabe kabrinin keşfi vardır. Nitekim Fatih fetihten sonra Akşeyh’den Eyüp Sultan Hz.lerinin (Ebu Eyyub Halid El Ensari) ruhunu teslim ettiği yerin bulunmasını rica eder. Malum olduğu üzre Ebu Eyyub el Ensari, Emeviler devrinde İstanbul kuşatmasına katılmış, ancak burada hastalanıp vefat edince surların dışında bugünkü yere defnedilmiş, derken zaman içerisinde mezar yeri kaybolmuştur. Madem öyle Akşemseddin’e kabrin yerini keşfetmek düşer. O da zaten kendine yakışanı yapar. Şöyle ki; eline aldığı iki ağaç dalını kabrin baş ve ayak hizasına diktikten sonra “yeri burasıdır” deyip oradan öyle ayrılacaktır. Fakat Fatih işi sağlama almak niyetindedir. Ve tecrübe etmek için bir adam görevlendirip dikilen dalları yirmişer adım güney tarafa çektirir. Tabii Fatih sabah olunca tekrardan Akşeyh’den kabrin kazılacağı yerin tekrar teyidini dileyecektir. Bunun üzerine Akşemseddin keşif mahalline geldiğinde; dalların yeri değişmiş olduğu gözünden kaçmaz, yine önceki yeri işaretlettirip şöyle der: “Şayet işaret edilen yer biraz kazılırsa “Halid b. Zeyd’in kabridir” yazılı bir taş çıkacaktır.” Zaten öyle de olur. Artık bundan sonra ki işlemler Fatihe kalmıştır. O da gereğini yapıp kabrin üzerine bir türbe ve cami yaptırır. Böylece Ebu Eyyub El Ensari'ye ait mezarın keşfiyle birlikte Osmanlı daha da güç tazelemiş olur. İşte Fatih bu olay üzerine; “Akşemseddin gibi bir zatın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un fethinden dolayı duyduğum sevinçten az değildir” deyip şükreyleyecektir. Böylece Fatih kuşatma sırasında dilinden sadır olan; “Ya ben İstanbul’u alacağım, Ya İstanbul beni ” diye sarf ettiği sözler yerini bulacaktır. Dahası o kazanılan Fethi Mübin'i Akşemseddin'e borçlu olduğunun bilinciyle hareket edip ona hizmet ve tazimde kusur eylemeyecektir.
Belli ki Fatih Akşemseddin’in peşini bırakmayacak ve o büyük zattan huzurunda halvete girip tasavvuf neşesiyle yaşamayı dileyecektir. Tabii Akşemseddin kabul etmez ve şöyle der: “Sen bizim tattığımız lezzeti tadarsan saltanatı bırakırsın. Seni dervişliğe kabul edersem devletin düzeni sarsılabilir. Bununda vebali çok büyük olur. Adalet eylemek Padişah için keramet sayılır. Müslümanların rahat ve huzuru için devletin varlığı gereklidir.” Fatih baktı olmayacak bu seferde Akşeyh'ten İstanbul’da kalmasını ister, fakat o daha önce yerleştiği Göynük’e dönüş kararını çoktan vermiş olduğundan bu teklifte kabul görmez. Ve artık Akşemseddin hayatının son demlerini Göynük'te geçirip ruhunu orada teslim eder. O şimdi Süleyman Paşa Caminin yanında medfundur.
Vesselam.

http://www.bayburtpostasi.com.tr/aksemseddin-ve-fatih-makale,4073.html
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Allah onlardan razı olsun!
 
Üst