Aklı Karışıklar için TASAVVUF MÜDAFAASI

poyraz_

Üye
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yazar: Ahmed OZAN ÖZBEKEN


Giriş; bu makaleyi niçin yazdık?

İslam Alemi, Osmanlı’nın imzaladığı Karlofça antlaşmasından itibaren siyasi bir gerileme süreci yaşamaktadır. Bu süreçte, Müslümanlar muhtelif fikir çatışmaları yaşadılar. Ancak su götürmez bir gerçek olarak söylemek gerekir ki üç asırlık dönemde, mutasavvıflar kadar acımasız, sert ve insafsız tenkide uğrayan bir başka zümre yoktur.

Asr-ı Saadette ve Selef-i Salihin devrinde, İslamî İlimler bugünkü gibi dallara ayrılmamış, sınırları çizilmemişti. Zaten o devirde, ilim tahsili bugünkü gibi de değildi. Selef uleması, ilmi başkaları için değil kendi kemalatları ve yaşantılarını düzeltmek için tahsil ediyorlardı. Ne amelî ne itikadî mezhepler vardı, ne de tarikatlar mevcuttu.

Bu devrede tasavvuf, zühd hayatı olarak algılanmış ve yaşanmış, zaman içinde sistemleşmesini tamamlamış ve bugünlere ulaşmıştır. Bu tarihsel süreç; fıkıh için de, hadis için de böyledir. Zaman içinde fıkıh ilmi nasıl sistemleşip mezhepler zuhur ettiyse, tasavvufun da sistemleşmesiyle tarikatlar meydana gelmiştir

İslam Coğrafyasını bir uçtan bir uca dolaştığınızda, göze çarpan şey çoğunlukla tasavvufi nefeslerdir. Ümmet-i Muhammed'in 1400 senelik tarihinde, tasavvuf ilmi kadar yaygın alaka gören bir başka ilim olmadığı gibi; asrımızda da tasavvuf kadar tartışılan bir başka ilim dalı olduğunu söylemek çok zordur.

Orta Asya steplerinden, Basra çöllerine; Mağribden Tuna boylarına kadar ümmetin ayak seslerinin duyulduğu her yerde, mutasavvıflar da vardır. Orta Asya steplerinde ‘Pir-i Türkistan’ olur tasavvuf. Göçebe Kırgız ve Kazakların sinelerine İslamî nefesleri, hikmetleri saçar Hace Ahmed Yesevi (ks). Divan-ı Hikmet’i bugün bile okunur. İnsanlara Hakk’ı ve hakikati aşılamaya devam eder. Buhara’da Şah-ı Nakşibend (ks) olur. Kalpleri ALLAH kelamıyla dantel dantel işler. İşlediği kalplerin esintileri günümüzde bile ölü gönülleri diriltmektedir.

Gah Necmeddin-i Kübra (ks) olur. Kılıç elde cihada çıkar putperest Cengiz Han’a karşı. Kanı sular toprakları. Bazen Hindistan’da İmam-ı Rabbani (ks) olur. İkinci bin yılın müceddidi olmakla kalmaz; o devrin çile ve direniş timsali olur. Ekber Şah’ın İslam’dan, Budizm’den ve Hıristiyanlık’tan devşirdiği ‘Din-i İlahi’ adlı uydurma dinine geçit vermez. Dahası Mektûbat’ı bugün bile ümmetin başvuru kaynağıdır.

Libya'da Ömer Muhtar'dır (r.aleyh) tasavvuf. Senusiyye Dervişleri, Ömer Muhtar'ın liderliğinde şimşek olur İtalyanların üstüne. Kafkaslar'da Gazi Muhammed'dir (r.aleyh); Şeyh Şamil'dir (ks). Şimşeklerin adı bu sefer Nakşibendiyyedir. Mısır'da Hasan el Benna'nın (r.aleyh) şahsında kıyam eder Şazeliler. İhvan-ı Müslimin sonradan tasavvuf karşıtı bir olguya dönüşse de aslında bir Şazeli dervişi Şehid Hasan-el Benna’nın kurduğu teşkilattır.

Basra çöllerinde Ahmed-Er-Rufai olur; Bağdat’ta Abdulkadir Geylani; Endülüste Muhyiddin-i Arabi. Macaristan’da Gül Baba’dır; Dobruca’da Sarı Saltuk. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı’dan 150 sene önce salmıştır Sarı Saltuk’u Romanya’ya. (ALLAH sırlarını âlî eylesin)

Sadece cihad da önder değildir dervişler. Hangi ilim dalına bakarsanız bakın bir sufi tacı göreceksiniz. Şeyh Galib'i mi sayalım yoksa Itriyi mi? İsmail Hakkı Bursevi'yi mi söyleyelim, Aziz Mahmud Hüdayi’yi mi? (ALLAH sırlarını âlî eylesin) Her asırda İslam coğrafyasına mührünü tasavvuf vurmuştur. Bir iki istisna hariç tutulursa (Kadızadeliler gibi), yıllarını ilme vermiş ulemadan itiraz da yükselmemişti tasavvufa.


Çıkarın sufileri tarihten, bakalım geriye ne kalacak?... Mevlana'yı Konya'dan; Şeyh Şaban-ı Veli'yi Kastamonu'dan alın. Bakalım ortada ne kalacak? Fatih'e Konstaniyye sevdasını aşılayan Bayrami Şeyhi Akşemseddin değil miydi? (ALLAH sırlarını âlî eylesin)

İstanbul'un manevi fatihi başkası mıydı? Geçmiş böyle de bugün farklı mı sanki?

Tanzimat’la başlayan Batılılaşma ve Avrupalılaşma rüzgarlarının önündeki setler değil miydi meşayıh? Sahi, I. Dünya Savaşı’nda Ruslara ve Ermenilere karşı Bitlis’te dervişleri ile beraber silaha sarılan Nurşinli Şeyh Muhammed Diyauddin (ks)’ya bizzat Atatürk teşekkür mektubu göndermemiş miydi?

Mehmed Zahid Efendi; rahlesinde iki cumhurbaşkanı, dört başbakan, sayısız bakan ve milletvekili yetiştirmişti. Süleyman Hilmi Efendi'nin Arapça ve Kur’an öğretme gayretini; Ahıskalı Ali Haydar Efendi ve takipçilerinin sünnete ittibasını; Seyyid Abdülhakim Hüseyni'nin alkolikleri adam etmesini görmezlikten gelebilir misiniz? Alın bakalım Necip Fazıl'ın kalbinden Seyyid Arvasi'yi? Ortada ‘Çile’ mi kalacak ‘Çöle İnen Nur’ mu? (ALLAH sırlarını âlî eylesin)

Her alandaki manevi ve kültürel birikimi, bir kalemde İslam dışına itmek, ne iman ve insaf sahibi insanların, ne de vicdan ve izanı olan şahısların yapacağı bir iştir. Ancak, son dönemde türeyen bazı guruplar var ki, tasavvufu İslam dışı gösterme gayreti içerisindedirler. Özellikle bu görüş sahiplerine ve onlardan etkilenerek tasavvufa şüpheyle bakan kişilere cevap olması bakımından, bir kaç sayı devam edecek bir yazı dizisi hazırlamak istedik.

Bu tür bir gayret içerisindeki zümrelerin hepsini aynı kefeye koymak elbette doğru değildir. Bir kısmının tasavvuf karşıtlığı, cehaletten veya kulaktan duyma sözlerden ibarettir ki izalesi gayet kolaydır. Bu anlayışta olan Müslümanları ilmi ve akli deliller göstererek aydınlatmak mümkündür.

Bir diğer zümre ise meşrebi görüşlerinden hareket etmektedir. Kendilerini ‘tevhidi çizgi’ olarak tarif eden bu kategorideki gruplara baktığımızda, temel anlamda tasavvufu anlamaktan uzak, ayetlerin iniş sebebini gündeme getirmeyen, siyak-sibak (öncelik-sonralık) bütünlüğüne önem vermeyen bir anlayışta olduklarını görürsünüz.

İleride tekrar değinmek üzere kısa bir örnek verelim ki Bedir’de ölen müşrikler hakkında inen bir ayeti, müminler hakkında kullanmaktan çekinmezler. Bahse konu ikinci kategorideki kişilerin eserlerinde, geçmiş ulemaya atıfların hemen hemen hiç yapılmadığı veya sınırlı sayıda, uç noktada denebilecek ulemadan nakil yapıldığı göze çarpar.

Biz bu yazı dizisinde, batılı tasvir etmekten, hatalı görüşleri dile getirmekten özellikle kaçınmaya dikkat ettik. Doğrudan doğruya tasavvuf ehline en çok sorulan soruların cevapları üzerinde durduk. Şunu da ifade edelim ki tasavvufu tam olarak anlatmak, ne bizim nakıs bilgimizle yapabileceğimiz bir iştir, ne de dergi sayfaları bu iş için yeterlidir. Bu çalışma, sadece Kur’an ve Sünnet’te tasavvufun izini sürmekten ibarettir.


Tasavvuf ehli neden bu kadar çok zikreder ?

Mutasavvıfların en çok karşılaştıkları suallerden bir tanesi budur. Neden çok namaz kılmıyorsunuz veya Kur’an okumuyorsunuz da zikrediyorsunuz? Elbette bu soruyu soranların bir kısmı, Kur’an’ın bir isminin de ‘zikr’ olduğunu bilmiyor olabilirler. Ancak, sufilerin kalp ve dil ile yaptıkları zikr, hem Kuran tilavetinden hem de namaz ibadetinden farklı bir ilahi emirdir.

“Şüphesiz ben ALLAH'ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve benim zikrim için namaz kıl.” (Taha, 14)

Bu ayet-i celilede, namaz da ‘zikrullah’dan sayılmıştır. Namaz kılmanın bir hikmeti de Mevla Teala’yı zikretmektir. Ancak esas anlamda ‘zikrullah’ (ALLAH’ı zikretmek) namazdan başka manaları da kapsar ki:

“O korkulu zamanda namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız üzerinde hep ALLAH'ı zikredin. Korkudan kurtulduğunuzda namazı tam erkanı ile kılın. Çünkü namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.” (Nisa, 103)

Görülmektedir ki ALLAH-u Teâlâ, bu ayet-i celilede umumi namaz ile zikri birbirinden ayırmıştır ve kendisinin zikrine her halde ve durumda devam edilmesini istemiştir. Elbette her emr-i ilahi de olduğu gibi bu emirde de pek çok ilahi hikmetler ve faydalar gizlidir. Ancak kişinin her ahvalinde devam etmesi istenilen zikir, muhakkak ki insan ruhuna pek çok hassalar kazandıracaktır.

“Ey iman edenler! ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzab, 41- 42 )

Dikkat edilirse, Kur’an’da ne namaz, ne de oruç ya da hac gibi hiçbir ibadet için ‘çokça yapın’ diye bir emir yoktur. Bu tür bir emir, sadece zikr-i ilahi için gelmiştir. Elmalılı Hamdi Efendi’nin beyanına göre, tesbih, zikirlerin temelidir ve ‘sabah–akşam’ denmesinin sebebi de devam anlamında kinayedir. Bu ayetten maksat; sufilerin ‘zikr-i sultani’ olarak isimlendirdikleri, her daim ALLAH’ı zikretme ve nefsin bir an bile O’ndan gafil olmaması halidir. Zikir konusuna ileri de daha detaylı döneceğiz. Şimdilik bu kadarıyla yetinelim.

Neden özellikle istiğfar edilir? Neden mürşidle birlikte tövbe edilir?

“Ey müminler! Hep birden ALLAH'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 31)

Kurtuluşun, felaha ermenin anahtarlarından birisi olarak bizlere günahlarımızdan tövbe etmemiz gösterilmiştir. Ayrıca, bu ayette ima edilen kurtuluşu Peygamber-i Zişan Efendimiz (sav) şöyle ifade etmektedir: “Bir kimse istiğfarı dilinden düşürmezse, ALLAH Teâlâ ona, her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.”(1)

‘İsmet’ sıfatı ile mücehhez, yani günaha düşmekten korunan Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde: “VALLAHi ben, günde yetmiş defadan fazla ALLAH’tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim“ buyurmuşlardır.(2) Bir başka hadiste de Efendimizin (sav) tövbe sayısı, yüzden fazla olarak beyan edilmektedir.(3)

Alemlere rahmet olarak gönderildiği ALLAH’ın kelamıyla sabit olan Rahmet Nebisi, günde yüz defa ‘istiğfar’ ediyorsa, günde yüz defa ALLAH’tan af ve bağışlanma diliyorsa; bizler gibi günahtan korunmamış, aciz ve gafil kulların kaç defa ‘istiğfar’ etmeleri gerekir, bunu takdirlerinize bırakıyorum.

Üstelik emredilen tövbenin, ferdi olarak değil umumi, toplu olarak yapılması emredilmiştir ki burası gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Günahkar ve bozuk bir toplumun, istiğfar etmediği müddetçe kurtuluşa ermesinin de mümkün olmadığı bu ayetten çıkacak bir diğer neticedir.

“İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın.” (Maide, 2)

Dikkat edilirse, müminlerden takvada da birbirlerine yardımcı olmaları emrediliyor. Bir mü’mini salih amel işlemeye teşvik etmek ve ibadetlerinde yardımcı olmak, Kur’an’ın amir hükümlerinden birisidir. İşte meşayıhın insanlara tövbe ettirmeleri de bu ayetin emrinin ifasından ibarettir.

“Ey iman edenler! ALLAH'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tövbe, 119)

Müminler, verilen emir gereği imanlarında, Din-i İslam’a bağlılıklarında, takvaca önde olanlar ile beraber olmak zorundadır. İnsanları kötü yola iten, özü sözü farklı, açıkça haram işlemekten çekinmeyenler ile bir arada bulunmak, insana nasıl zarar verirse; ehl-i takva olan ve istikametten ayrılmayanlar ile beraber olmanın da fayda getireceği açıktır.

Bir kimse tek başına şeytanın hileleri ve nefsinin afetleri ile başa çıkamaz. Bu durum, günümüzde genel bir kanaat haline gelmiş bulunmaktadır. Açıkça ortadadır ki cemaat halinde İslam’ı yaşayan kimse, hem şeytana hem de nefsine karşı muazzam bir kale edinmiş olacaktır.

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de ALLAH'tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette ALLAH'ı affedici, merhametli bulurlardı.” (Nisa, 64)

Tefsir-i Kebir’de bu ümmet için en hayırlı tövbenin ALLAH Resulünün huzurunda yapılan tövbe olduğu naklediliyor. Dikkate şayandır ki hem günah işleyen tövbe ediyor, hem de Efendimiz (sav) onun için istiğfarda bulunup şehadet ediyor ve bağışlanması için de tazarruda bulunuyor.

İbn-i Kesir tefsirinde ise ALLAH Resulü’nün mübarek kabr-i şerifleri yanına bu ayeti okuyarak gelen bedevinin affedildiği, bizatihi Peygamber-i Zişan tarafından rüyada haber verildiği anlatılıyor. Ümeyye el Mahzumi (ra), hırsızlık haddi (cezası) uygulanan bir kişiye, Efendimizin (sav) tövbe etmesi hususunda nasihatte bulunup, o şahsın tövbesinden sonra; istiğfarın kabulü için dua ettiği, hadis kitaplarının ‘Hadd-i Sirkat’ bölümünde kayıtlıdır.

Efendimiz (sav)’den başlayarak gelen silsileye mensup, amil-i alim; tahsil ettiği zahiri ve batini ilimleriyle varis-i Nebi olma sıfatına hak kazanmış; takvaca sadık, duaca makbul olan bir mürşid-i kamilin şahitliğinde tövbe etmenin neresi yanlıştır? Üstelik, sadık kul da tövbe eden için istiğfarda bulunmakta, tövbenin kabulü içinde ALLAH’a tazarru ve yakarış içindedir.

Bu tür tövbe etmeyi, Hıristiyanlıktaki günah çıkarma ayinlerine benzetmek ise hem sufileri bilmeme cehaletinden kaynaklanır; hem de tasavvufa karşı muazzam bir önyargı ve üstün çıkma psikolojisinin getirisidir. Çünkü hiçbir şeyh efendi, günah affetme yetkisine haiz olduğu iddiasında bulunmadığı gibi; hiçbir derviş de benim şeyhim günahlarımı bağışlıyor düşüncesine kapılmamıştır. Hıristiyanlıkta günahı affeden papazdır; İslam’da ise günahları bağışlama yetkisi yalnızca ALLAH’a aittir.

“Onlara: ‘Gelin, ALLAH'ın Resulü sizin için mağfiret dilesin.’ denildiği zaman, başlarını çevirirler ve onların büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.” (Münafikun, 5)

Ayetinin iniş sebebi Medineli münafıklardır. Ancak umuma şamil olduğunu göz önüne alırsak, kıyamete kadar, tövbe ve istiğfar davetinden kaçanların da bu ayetin kast ettiği gruba dahil olmayacakları garantisini kim verebilir?

DEVAMI GELECEK (yakında)
Dipnotlar:
1- Ebû Dâvûd, Vitir, 26.
2- Buhârî, Daavât, 3.
3- Müslim, Zikir, 42.

AKLI KARIŞIKLAR İÇİN TASAVVUF MÜDÂFÂSI -II-
Ayet ve Hadislerde Tasavvufun İzleri
Kimi sufiler, tasavvufu; içinde bulunulan zamanı en iyi değerlendirme ilmi olarak anlatmışlardır. Dün geçmiştir, düne ait işlerde yapılabilecek ve düzeltilebilecek bir şey yoktur. Yarın ise muhaldir, yani belirsizdir. İşte bu sebeple, içinde bulunulan vakti en iyi şekilde değerlendirmek, boşa vakit harcamamak gerektiği üzerinde durmuşlardır. Tasavvufi terbiye, kalpten kalbe aksetme ile gerçekleştirildiğinden, hayatta olan kamil ve ehil bir mürşide beyat etme mecburiyeti vardır.

‘Bey’at’ kelimesi lügatte ‘kabullenmek, onaylamak’ gibi manalar içeren Arapça bir kelimedir. Günümüz mutasavvıfları tarafından ‘inabe, biat etme, el alma, tevbe etme’ gibi muhtelif ve değişik şekillerde ifade edilen bey’at, tasavvufta derviş ile şeyh arasında yapılan bir nevi mukaveledir, sözleşmedir.

Bu iki taraflı ahitleşmede; şeyh müridin terbiye ve ıslahını taahhüt edip üzerine alırken, derviş veya sofi de ona ittiba ve emir/tavsiyelerine uymakla mükellef olur. Beyat ile derviş, İslam'ı yaşama, Sünnete uyma ve nefsin afetlerinden kurtulmada mürşidi kendisine rehber ve delil edinmiş olur. Emirleri hoşuna gitsin veya gitmesin, beyat eden derviş şeyhine ittiba etmek ve sadık kalmak ile mükelleftir.

Burada şunu ifade etmekte fayda var ki, beyatın konusu ferdin dinini yaşamasıyla alakalıdır. Şeyhin müridine emir ve tavsiyeleri de tabii olarak bu sahadadır. Görülmektedir ki, bazı kesimler bu ilişkiyi kulluk alanının dışında, toplumu ilgilendiren, siyaset, ideoloji veya ticari gibi sahalarla irtibatlandırmaktadırlar. Bundan dolayı da bir müridin mürşidine olan teslimiyetinden kuşkuya düşmektedirler. Oysa düşünülmelidir ve kabul edilmelidir ki, mürşid de bir sofidir ve tasavvuf kurumu tamamen kulluğun icapları ve incelikleriyle ilgilidir. Bunun dışındaki sahalar, diğer sahalarla iştigal eden hizmet erbabı Müslümanların ilgi alanına girer.

Beyat Kur’an, Sünnet-i Seniyye ve icma ile sabit bir ameldir. Nitekim Kuran-ı Kerim'de Resulullah Efendimize (sav) hitaben: "Herhalde sana bey'at edenler ancak ALLAH'a bey'at etmektedirler. ALLAH'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH'a verdiği ahde vefa gösterirse, ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir. " (Fetih / 10 ) buyrulmuştur. Efendimize (sav)'e yapılan beyat, ALLAH'a söz vermek olarak kabul edilmiş ve müfessirlerin icması ile beyat edene ALLAH'ın kuvveti ve yardımı vaad edilmektedir. Bu ayet, Hudeybiye'de ağacın altında beyat edenler hakkındaysa da müfessirler umuma şamil olduğunda müttefiktirler.

Yani, Resulüllahın manevi ilminin varisleri olan mürşidler, yine onun adına, ümmetin manevi sahadaki beyatlarını kabul etmektedirler.

Bey'atu'r Rıdvân
‘Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken ALLAH, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.’ (Fetih,18)
Hicretin altıncı senesinde, Resulullah (sav) ve sayılarının bin dört yüze baliğ olduğu bildirilen sahabe, umre maksadıyla Mekke'ye gidiyorlardı. Hudeybiye’ye geldiklerinde, Mekkelilere gönderdiği ilk elçinin dövülerek edilerek geri gönderilmesi üzerine, Hz. Osman (ra) ikinci elçi olarak gönderildi. Hz. Osman Mekkeliler tarafından göz hapsine alınınca, Sahabe arasında Hz. Osman'ın şehit edildiği şayiası yayılması üzerine, Resulullah bir haberci tayin ederek, ashabına şöyle dedi: "Haberiniz olsun ki Resulullah'a Ruhu'l-Kudüs indi. Ona bey'atı emretti." Ve ashabı Resulullah'a bey'ata davet etti.
Bütün Ashab, ALLAH adına ona bey'at ettiler. Bey'atleşme, Semire Ağacı altında olmuştu. Resulullah, ağacın altında oturmuş, ashabından bey'at alıyordu. Ashab, Hz. Peygamber'e, "Ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere söz verdiler." Resulullah onlara şöyle dedi: "Siz bugün yeryüzündekilerin en hayırlısısınız. "
Ashabından savaştan kaçmamak üzere bey'at alan Resulullah (sav) en sonunda sağ elini öbür eli üzerine koyup; "Bu da Osman'ın bey'atı" demesi Hudeybiye'deki müminleri çok heyecanlandırdı. (1) Elmalılı Hamdi Efendi'nin Behyaki'nin Delail'inden yaptığı nakle göre, bey'at Efendimiz (sav)'in elini tutmak suretiyle yapılmıştır.
Burada şu duruma dikkat etmelidir ki; Hudeybiye'ye beyatına bakarak, bey'atin yalnız devlet başkanı olan ‘ulul emr’e veya halifeye olacağını savunanlar, İslam tarihinde ilk beyatin Akabe'de gerçekleştirildiğini unutmamalıdırlar. Akabe Bey'ati, Mekke devrinin sonlarında gerçekleştirilmiş; hicretin önünü açmış bir olay olduğu gibi beyat gerçekleştirildiğinde, Resulullah (sav) devlet reisi de değildi.
Nübüvvetin on ikinci yılının Hac Mevsiminde, on iki Medinelinin Mekke'de Akabe mevkiinde, Resulullah'a (sav) yaptıkları beyata baktığımızda; temel esasın İslam'ı yaşama ve Efendimize (sav) sadakat ve emirlerine uyma olduğunu görüyoruz. Özellikle Birinci Akabe Beyatı, ümmetin maneviyat/tasavvuf büyüklerine delil teşkil etmiş ve asırlar boyu kendilerine tabi olanlardan bu beyatı almışlardır.
“Ey iman edenler! ALLAH'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; ALLAH'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu ALLAH ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa,59)

Fahreddin-i Razi ayette geçen emir sahiplerinden kastın, ayetlerden hüküm çıkarma ilmine sahip olan alim ve fakihler olduğunu beyan etmiştir. Tefsirinde, kendilerine itaatin vacip olduğu ‘emir’lerin, sadece askeri ve sivil idareciler değil, aynı zamanda, ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kur'ân ve Sünnet’ten sonra başlı başına bir şerî delil meydana getiren icma ehli olması lazım geldiğini, ALLAH ve Resulullah'a itaat etmekten sonra, en mutlak itaatin ancak bunlara olabileceğini açıklamaktadır.

Bu noktada beyat edilecek kişi önem taşımaktadır. Günümüz toplumu arıya bile glikoz içirip sahte bal yaptırdığı gibi maalesef sahte mürşitler de piyasayı kaplamış vaziyettedir. Hakiki mürşit etrafına gül rayihaları saçarken, sahteleri ise maalesef insanımızı istismar etmektedir. Osmanlı devrinde bu iş Meclis-i Meşayihin kontrolünde olduğu içinde sahte şeyhler yok denecek seviyedeydi. Günümüzde ise maalesef ehil olmayan ellerde ümmetin namusundan ruh sağlığına ve en önemlisi de imanına kadar her alanı birer muazzam tehlike altındadır. Bu durumdan en çok muzdarip olan da tabiatiyle samimi tasavvuf ehlidir.

Kamil mürşid her şeyden önce kendisi terbiye olmuş; nefsini tezkiye etmiş; kalbi ve ruhi hastalıklardan kurtulmuş, her fiili, kavli ve ameli Resulullah sav. Efendimizinki gibi olup, aykırı ve aksi hareketi kabul etmesi mümkün değildir (2) Adab-ı Fethullah'ta zikredildiğine göre şeyh olanların hem alimi şeriat olmaları hem de amili şeriat olmaları gerekmektedir. Hem dini ilimlerde yetişmiş bir otorite olacak, hem de tahsil ettiği ilimleri bizatihi kendi nefsinde tatbik edecektir.

Huzuruna varıldığı zaman gamın, kederin gider, içinde bir ferahlık uyanır. (3)Nitekim Resulullah sav. " Salih meclis arkadaşı, misk sahibine benzer. Kokusundan sana vermese bile onun (üzerindeki) kokusundan sana (yine de) isabet eder." (4) buyurmuştur. Kendi kalbinden masivayı uzaklaştırmış ; dünyevi hiçbir korku ve üzüntünün olmadığı bir kalp sahibinin meclisinde bulunanın kalbindeki gam ve kasavetin gideceği bu hadisi şeriften beyan olmaktadır .

Yine Miftahul Kulub'de Ahmed Şemdseddin Marmaravi Hz.leri k.s. kamil mürşidin alametlerini sayarken " Ziyaretine gelen herkes, büyük veya küçük genç veya ihtiyar, hatta devlet reisi bile olsa elini öpmeye mecbur ve hayır duasını niyaz ile mesrur olurlar. " buyurmaktadır. Çünkü Hadis-i şerifte buyruldu ki: " Evliyaullah o kimselerdir ki görüldükleri zaman ALLAH hatırlanır. " (5)

Hakiki şeyh ile sahtesi nasıl ayırt edilir ?

Osmanlı devrinde Meclis-i Meşayih bu işle alakadar olurdu. İcazet müessesi bu meclisin en önem verdiği husustu. Bununla beraber icazeti olup da İslam'ı yaşamada farz ve haramlar noktasında gevşeklik gösterenler veya mensuplarını harama yöneltenler postnişinlikten atılırdı. Bu uygulamadan da anlaşılacağı üzere şeyhlik iddiasında olanların da farzların edasında ve haramlardan sakınmakta gevşeklik göstermemeleri gereklidir. Özellikle hanımlar ile münasebetlere dikkat edilmemesi ve mahremsiz onlar ile görüşmek bizler için birer ipucudur. Bir diğer nokta da maddi ilişkilerdir. Çünkü uyulması gereken kişiler irşad ve ıslah faaliyetleri neticesinde hiçbir ücret talep etmeyenlerdir. (6) Tarikat-ı Aliyye'nin adabına uymayan davranışlar ve edebe muğayir hareketler de bizler için birer numunedir.
Hayatta olan bir mürşide beyat etmenin lüzumu nedir?
İnsanın kendi nefsindeki hastalıkları gösterecek, tedavi yollarını tavsiye ve izah edecek, yeri geldiği zaman içine düştüğü manevi sıkıntıları atlatma çarelerini tavsiye edecek hayatta olan bir insan-ı kamile ihtiyacı vardır. Gerçekten de kendi nefsini terbiye etmiş, nefsin ve şeytanın hilelerini ve kurtuluş yollarını bilen insan sayısı hususiyetle asrımızda son derece azdır. İşte şeyhe beyatin lüzumu da bu noktadadır.
Nefsin belki de en büyük hastalığı kendini beğenmektir. Kendini beğenen ve mükemmel sayan bir nefsin diğer hastalıkları görme ihtimali var mıdır ? Kendini beğenen bir nefs "Bende riya vardır " diyebilir mi ? Bu soruya evet diyebilecek insan yoktur. O zaman mecburdur ki nefsini terbiye ve tezkiye etmiş bir şeyhe beyat etsin, O'nun manevi terbiye halkasına dahil olsun.
Bir insan tıp kitaplarını okuyabilir. Tıpta belli bir uzmanlık elde edebilir. Hatta bu kitabi bilgisi ile grib gibi birtakım basit hastalıkları tedavi de edebilir. Ancak apandist gibi basit bir ameliyatı yapmaya kalkıştığında hastayı operasyonun daha ilk dakikalarında öldüreceği kesindir. Yalnız kitap okumak suretiyle kimse doktor olamaz, doktorluk iddiasında bulunamaz. Mecburdur ki tıp fakültesine gitsin, eğitim alsın ve uzman bir doktor olduğuna dair üniversitedeki hocalarından diploma alsın.
Şeyhe beyat etmeden, manevi terbiyesine girmeden kendi nefsini kitaplar okuyarak tek başına terbiye etmeye kalkanın hali de böyledir. Bu yolda bir ömür sarf etse bile bir arpa boyu yol alamayacağı aşikardır. Nefis tezkiyesi ve ahlak tezhibi, kişinin tek başına şeyhi olmadan yapabileceği bir iş değildir. Bir başka ifadeyle; nefsinin kötü sıfatlarını iyi sıfatlara dönüştürmek ve ahlakını güzelleştirmek kişinin kendi başına yapabileceği bir iş değildir. Sahabe-i Kiram nasıl Resulullah Efendimiz tarafından ıslah ve terbiye edildiyse, her Müslüman da böyle bir yardım almak durumundadır.
Nasıl diğer dini ilimlerini; itikadı, fıkhı, tefsiri, hadisi ve kelamı bir alimden öğrenmek gerekiyorsa, tasavvuf ilmini de ehlinden öğrenmek zorunluluğu vardır.
Nefis mücahedesinin ne kadar tehlikeli ve dolambaçlı olduğu meşayıhın eserlerinde tafsilatlı olarak anlatılmıştır. Yola kendi başına yola çıkanların halleri, ağlanacak durumdadır. Nitekim bu hususta en ibret verici örneklerden birisi Gulam Ahmed Kadıyani'dir. İslam'ın Budizme üstünlüğünü ispat etmek için riyazet ve mücahede yoluna girişmiş, ancak yolun sonuna bile varamadan kendisini maalesef Nebi ilan etmiştir.
İşte bu tür neticelere maruz kalmamak için girift ve dolambaçlı yollardan kendimizi salimen geçirecek bir güvenilir mürşide, tecrübeli bir rehbere beyat etmek mecburiyetindeyiz.
KAYNAKLAR
1. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 120.
2. Miftahul Kulub.
3. Miftahul Kulub.
4. Ebu Davud Edeb: 19
5. Nesai Tefsir 6 / 362
6. Yasin Suresi 21
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Orta Asya steplerinden, Basra çöllerine; Mağribden Tuna boylarına kadar ümmetin ayak seslerinin duyulduğu her yerde, mutasavvıflar da vardır. Orta Asya steplerinde ‘Pir-i Türkistan’ olur tasavvuf. Göçebe Kırgız ve Kazakların sinelerine İslamî nefesleri, hikmetleri saçar Hace Ahmed Yesevi (ks). Divan-ı Hikmet’i bugün bile okunur. İnsanlara Hakk’ı ve hakikati aşılamaya devam eder. Buhara’da Şah-ı Nakşibend (ks) olur. Kalpleri ALLAH kelamıyla dantel dantel işler. İşlediği kalplerin esintileri günümüzde bile ölü gönülleri diriltmektedir.

Gah Necmeddin-i Kübra (ks) olur. Kılıç elde cihada çıkar putperest Cengiz Han’a karşı. Kanı sular toprakları. Bazen Hindistan’da İmam-ı Rabbani (ks) olur. İkinci bin yılın müceddidi olmakla kalmaz; o devrin çile ve direniş timsali olur. Ekber Şah’ın İslam’dan, Budizm’den ve Hıristiyanlık’tan devşirdiği ‘Din-i İlahi’ adlı uydurma dinine geçit vermez. Dahası Mektûbat’ı bugün bile ümmetin başvuru kaynağıdır.

Libya'da Ömer Muhtar'dır (r.aleyh) tasavvuf. Senusiyye Dervişleri, Ömer Muhtar'ın liderliğinde şimşek olur İtalyanların üstüne. Kafkaslar'da Gazi Muhammed'dir (r.aleyh); Şeyh Şamil'dir (ks). Şimşeklerin adı bu sefer Nakşibendiyyedir. Mısır'da Hasan el Benna'nın (r.aleyh) şahsında kıyam eder Şazeliler. İhvan-ı Müslimin sonradan tasavvuf karşıtı bir olguya dönüşse de aslında bir Şazeli dervişi Şehid Hasan-el Benna’nın kurduğu teşkilattır.

Basra çöllerinde Ahmed-Er-Rufai olur; Bağdat’ta Abdulkadir Geylani; Endülüste Muhyiddin-i Arabi. Macaristan’da Gül Baba’dır; Dobruca’da Sarı Saltuk. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı’dan 150 sene önce salmıştır Sarı Saltuk’u Romanya’ya. (ALLAH sırlarını âlî eylesin)

Sadece cihad da önder değildir dervişler. Hangi ilim dalına bakarsanız bakın bir sufi tacı göreceksiniz. Şeyh Galib'i mi sayalım yoksa Itriyi mi? İsmail Hakkı Bursevi'yi mi söyleyelim, Aziz Mahmud Hüdayi’yi mi? (ALLAH sırlarını âlî eylesin) Her asırda İslam coğrafyasına mührünü tasavvuf vurmuştur. Bir iki istisna hariç tutulursa (Kadızadeliler gibi), yıllarını ilme vermiş ulemadan itiraz da yükselmemişti tasavvufa.


Yazıda da bahsettiği gibi islam tarihinden ehli tasavvufları çıkartın bi sonra manzaraya bakın. geriye ne kalıyor...
 

balamir

Üye
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
96
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
anadolu
Orta Asya steplerinden, Basra çöllerine; Mağribden Tuna boylarına kadar ümmetin ayak seslerinin duyulduğu her yerde, mutasavvıflar da vardır. Orta Asya steplerinde ‘Pir-i Türkistan’ olur tasavvuf. Göçebe Kırgız ve Kazakların sinelerine İslamî nefesleri, hikmetleri saçar Hace Ahmed Yesevi (ks). Divan-ı Hikmet’i bugün bile okunur. İnsanlara Hakk’ı ve hakikati aşılamaya devam eder. Buhara’da Şah-ı Nakşibend (ks) olur. Kalpleri ALLAH kelamıyla dantel dantel işler. İşlediği kalplerin esintileri günümüzde bile ölü gönülleri diriltmektedir.

Gah Necmeddin-i Kübra (ks) olur. Kılıç elde cihada çıkar putperest Cengiz Han’a karşı. Kanı sular toprakları. Bazen Hindistan’da İmam-ı Rabbani (ks) olur. İkinci bin yılın müceddidi olmakla kalmaz; o devrin çile ve direniş timsali olur. Ekber Şah’ın İslam’dan, Budizm’den ve Hıristiyanlık’tan devşirdiği ‘Din-i İlahi’ adlı uydurma dinine geçit vermez. Dahası Mektûbat’ı bugün bile ümmetin başvuru kaynağıdır.

Libya'da Ömer Muhtar'dır (r.aleyh) tasavvuf. Senusiyye Dervişleri, Ömer Muhtar'ın liderliğinde şimşek olur İtalyanların üstüne. Kafkaslar'da Gazi Muhammed'dir (r.aleyh); Şeyh Şamil'dir (ks). Şimşeklerin adı bu sefer Nakşibendiyyedir. Mısır'da Hasan el Benna'nın (r.aleyh) şahsında kıyam eder Şazeliler. İhvan-ı Müslimin sonradan tasavvuf karşıtı bir olguya dönüşse de aslında bir Şazeli dervişi Şehid Hasan-el Benna’nın kurduğu teşkilattır.

Basra çöllerinde Ahmed-Er-Rufai olur; Bağdat’ta Abdulkadir Geylani; Endülüste Muhyiddin-i Arabi. Macaristan’da Gül Baba’dır; Dobruca’da Sarı Saltuk. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı’dan 150 sene önce salmıştır Sarı Saltuk’u Romanya’ya. (ALLAH sırlarını âlî eylesin)

Sadece cihad da önder değildir dervişler. Hangi ilim dalına bakarsanız bakın bir sufi tacı göreceksiniz. Şeyh Galib'i mi sayalım yoksa Itriyi mi? İsmail Hakkı Bursevi'yi mi söyleyelim, Aziz Mahmud Hüdayi’yi mi? (ALLAH sırlarını âlî eylesin) Her asırda İslam coğrafyasına mührünü tasavvuf vurmuştur. Bir iki istisna hariç tutulursa (Kadızadeliler gibi), yıllarını ilme vermiş ulemadan itiraz da yükselmemişti tasavvufa.


Yazıda da bahsettiği gibi islam tarihinden ehli tasavvufları çıkartın bi sonra manzaraya bakın. geriye ne kalıyor...
asrı saadete bir bak derim Ayna gibi ışıldıyor.
 

balamir

Üye
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
96
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
anadolu
Demekki tasavvuf normal akıllı olanlara yaramıyor!!!!!!!!
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bu yollar, kendini akıllı zannedenler için değil zaten.. :D

Aklı olan kendi aklına uysun.. He heh heh he..

Bayram, bayram.. töbe töbe...
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Allah C.C inşa'Allah size nasip eder bu yolu. O olmazsa bile tövbe imkanı verir.
Mübarek günde töbe töbe...:D
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Abim espri yapıyor; latifede bulunuyor; size dua ediyor ondan bile bir itiraz ciheti çıkarabiliyorsunuz.. Töbe Töbe..

Maksadınız; ne olduğunu anlamak, işin aslını soruşturmak değil!

Maksadınız, bizi irşad etmek.. Bize yol göstermek..

Hüneriniz var ise, lütfen kendinize saklayınız.. Yolu bilmeyenlerin yol tarif etmesine gerek yok.. Sizi herhangi bir yola davet eden de yok..

Sen kendin kurtuldun mu da bizi de kurtaracaksın?

Bundan büyük bir kibir ve dava olabilir mi? Neymiş, Salih kulları bırakın, bizim dediğimize teslim olun!

Allah ile aranıza Şeyhi sokmayın diyenler; Şeyhin yerine kendilerini koymaya çalışıyorlar... Onlar size dininizi anlatamazlar.. Ya, biz size anlatırız.. Yapmayın yahu.. Başka işiniz mi yok!
 

kul emir

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
2,862
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
yalnızlık ülkesinden
Abim espri yapıyor; latifede bulunuyor; size dua ediyor ondan bile bir itiraz ciheti çıkarabiliyorsunuz.. Töbe Töbe..

Maksadınız; ne olduğunu anlamak, işin aslını soruşturmak değil!

Maksadınız, bizi irşad etmek.. Bize yol göstermek..

Hüneriniz var ise, lütfen kendinize saklayınız.. Yolu bilmeyenlerin yol tarif etmesine gerek yok.. Sizi herhangi bir yola davet eden de yok..

Sen kendin kurtuldun mu da bizi de kurtaracaksın?
Bundan büyük bir kibir ve dava olabilir mi? Neymiş, Salih kulları bırakın, bizim dediğimize teslim olun!

Allah ile aranıza Şeyhi sokmayın diyenler; Şeyhin yerine kendilerini koymaya çalışıyorlar... Onlar size dininizi anlatmazlar.. Ya, biz size anlatırız.. Yapmayın yahu.. Başka işiniz mi yok!
ilk önce terbiyesizliği bırak düzgün konuş seni herhangi bir yola davet eden yok ukalalığında gereği yok senmi biliyorsun sadece yolu kendimi kurtardım diye bir laf çıktımı ağzımdan nereden uyduruyorsun bunları allah aşkına kibirden allaha sığınırım davam varsa hak davasaıdır sizin gibi birilerini överek dava yaptığımı zannetmiyorum sadece allaha kul olmaya çalışıyorum sana kimse salih kulları bırak dedimi şimdi allah aşkına nasıl böyle bir sonuca çıkıyorsun anlamadım
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bayramın mübarek olsun abim, ne deyim..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hadi neyse... Bayram bayram sertleşip birbirimizi kırmayalım.. Sert söylediysem pişman oldum, dönüyor ve özür diliyorum.. Hakkınızı helal ediniz.. Bu gördüğünüz nefsimin buzdağının üstü.. Altını ise Allah biliyor.. Onu size gösterseler elbette hemen beni kovardınız.. Yüzüme bakmaz, bir parça ekmeği bile bana çok görürdünüz..

Tasavvufu red eden kardeşlerime bir Ayet-i Kerime sunmuştum tefsirlerine baktılar mı?

Ordan devam edelim..
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
eyvah büyük kusur işledik büyük bir günah kazandık değilmi tasavvufa girmemekle ne demek tövbe nasip eder allah aşkına rabbim inşallah sizin doğru yolu görmenizi nasip eder

tasavvufa girmediniz diye değil kardeşim. Abdülkadir geylaniden. Şah-ı nakşibend'e mevlana ya, İmam-ı Rabbani Hzlerine ve onca Allah C.C dostunun gittiği yola yanlış diyenlere, şirk üzerine diyenlereydi duam. Bunun hesabını nasıl verirler bilmiyorum. Elhamdülillah biz onların izindeyz. Olmaya çalışıyoruz.
 
Katılım
14 Ara 2006
Mesajlar
68
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
bir kaç aklı nakısın felsefesine uyupta tasavvufa bir murşidi kamile murid olmaya şirk diyenler farkında deillerki kendileride bir kac kişinin paşine takılıp onların goruslerini benimseyerek şirk dedikleri yolun içindeler . RABBİM AKIL FİKİR VE İNSAF VERSİN....
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
bir kaç aklı nakısın felsefesine uyupta tasavvufa bir murşidi kamile murid olmaya şirk diyenler farkında deillerki kendileride bir kac kişinin paşine takılıp onların goruslerini benimseyerek şirk dedikleri yolun içindeler . RABBİM AKIL FİKİR VE İNSAF VERSİN....

Abim senin bu güzel ve özlü sözünü söylemeye çalışmıştım ama beceremedim:

"Allah ile aranıza Şeyhi sokmayın diyenler; Şeyhin yerine kendilerini koymaya çalışıyorlar... Onlar size dininizi anlatamazlar.. Ya, biz size anlatırız."

demiştim özet olarak.. Sen benden daha sarih (açık) ve beliğ (güzel) ifade ettin.. Teşekkür ederim..

Tavsiyelerine bakınız:

1- Bırakınız Alimleri ve Salih kimseleri kendi aklınızı kullanınız.. Evet, İblis (Azazil) ilmiyle, aklıyla Meleklere hocalık ve kumandanlık yapmış idi.. Ancak, o bütün bu ilmine rağmen gereği gibi itaat edemedi de isyankar oldu.. Ve İlahi huzurdan kovuldu.. Siz sanmayınız ki insan bilgide ilimde akılda İblis'i geçebilir.. Nice Alimlerin son nefeslerinde imanını çalmıştır.. Onlara galebe etmiş; bildiklerini iptal etmiştir..

Reşahat'te kayıtlıdır:

Saliklerden birinin babası Meşayıhtan uzak duruyor; kendi ilmi ve bilgisi ile yüksek makamlar elde edeceğini, bu açıdan kimseye ihtiyacı olmadığını söylüyordu.. Hatta sık sık dile getirirdi ki: "İblis'e karşı tam 100 delil hazırladım.. Mutlaka son nefesimde onu alt ettmiş olacağım!"

Zaman geçti.. Ölüm döşeğine girdi.. Can çekişiyor.. Kan ter içinde.. Başında da oğlu bekliyor.. Sayıklıyor.. Terliyor.. Kıvranıyor.. Bir ara gözlerini açtı:

"Oğul, mahvoldum.. İblis'e karşı sakladığım 100 delilden 99'unu söyledim.. Ama hepsini kolayca iptal ediverdi.. Kaldı bir delilim.. Onu da iptal edip beni alt ederse imansız gideceğim.. Oğlum yardım et!"

Oğlan, bir müddet murakebe yaptı.. Kalbine ilham edildi ki:

"Babacım, İblis'e de ki: 'Ben Allah'a delilsiz, şeksiz, şüphesiz iman ettim.. İmanın dellille senetle işi yoktur!' "

Adamcağız yine kendinden geçti.. Fakat bu sefer terleme, kıvranma hali yoktu.. Gözlerini açıp dedi ki:

"Evladım, ömür boyu ilim elde ettim, onu biriktirdim.. Ne yazık ki asıl işime yarayacak olan İhlas'tan mahrum kalmışım.. Az kalsın ilmim felaketim oluyordu.. Şüphesiz senin gittiğin yol ulaştırıcı ve kurtuluşa erdiricidir!"

Ve İman ile son nefesini verdiği duyuldu..

Demek ki bu işler ilim sahibi olmak ile olmuyor.. İlmiyle amel edecek; ilmi kendine yarayacak.. Asıl önemli olanı da ihlas'ı elde edecek.. Gümansız bir imana sahip olacak.. Onun imanını hiç bir kuvvet ve hiç bir desise elinden alamayacak..

2- Bırakınız Alimleri ve Salih kimseleri bizim sözlerimize, yani bizim yazarlarımıza uyunuz:

Onu da sen gayet beliğ ifade ettin..

Allah'ın ve Peygamber Efendimizin çok kereler övdüğü Alim, Fazıl ve Veli kimseleri din uğruna reddedenler; bu fikirlerini doğuştan beraberlerinde getirmiş değillerdir.. Bu fikirleri Alim ve Fazıl belledikleri üç-beş şahsiyetten edinmişlerdir.. Ve aslında bizler onlara ayna olmuşuzdur.. Bizi uyardıkları felaket kendi başlarındadır.. Çünkü Ümmet-i Muhammed şerde ittifak etmez.. Alimlere, Takva ehli kimselere, Velilere yakın, dost olmayı ve onları sevmemiz gereğini Ümmet-i Muhammed'in çoğunluk alimleri ve Velileri bildirmişlerdir.. Hakkında tevatür ile İcma vardır! İcmanın sayısal karşılığı binler ile ifade edilebilir ancak..

Üç beş nerde? Binler nerde değil mi?

 

balamir

Üye
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
96
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
anadolu
Abim senin bu güzel ve özlü sözünü söylemeye çalışmıştım ama beceremedim:

"Allah ile aranıza Şeyhi sokmayın diyenler; Şeyhin yerine kendilerini koymaya çalışıyorlar... Onlar size dininizi anlatamazlar.. Ya, biz size anlatırız."

demiştim özet olarak.. Sen benden daha sarih (açık) ve beliğ (güzel) ifade ettin.. Teşekkür ederim..

Tavsiyelerine bakınız:

1- Bırakınız Alimleri ve Salih kimseleri kendi aklınızı kullanınız.. Evet, İblis (Azazil) ilmiyle, aklıyla Meleklere hocalık ve kumandanlık yapmış idi.. Ancak, o bütün bu ilmine rağmen gereği gibi itaat edemedi de isyankar oldu.. Ve İlahi huzurdan kovuldu.. Siz sanmayınız ki insan bilgide ilimde akılda İblis'i geçebilir.. Nice Alimlerin son nefeslerinde imanını çalmıştır.. Onlara galebe etmiş; bildiklerini iptal etmiştir..

Reşahat'te kayıtlıdır:

Saliklerden birinin babası Meşayıhtan uzak duruyor; kendi ilmi ve bilgisi ile yüksek makamlar elde edeceğini, bu açıdan kimseye ihtiyacı olmadığını söylüyordu.. Hatta sık sık dile getirirdi ki: "İblis'e karşı tam 100 delil hazırladım.. Mutlaka son nefesimde onu alt ettmiş olacağım!"

Zaman geçti.. Ölüm döşeğine girdi.. Can çekişiyor.. Kan ter içinde.. Başında da oğlu bekliyor.. Sayıklıyor.. Terliyor.. Kıvranıyor.. Bir ara gözlerini açtı:

"Oğul, mahvoldum.. İblis'e karşı sakladığım 100 delilden 99'unu söyledim.. Ama hepsini kolayca iptal ediverdi.. Kaldı bir delilim.. Onu da iptal edip beni alt ederse imansız gideceğim.. Oğlum yardım et!"

Oğlan, bir müddet murakebe yaptı.. Kalbine ilham edildi ki:

"Babacım, İblis'e de ki: 'Ben Allah'a delilsiz, şeksiz, şüphesiz iman ettim.. İmanın dellille senetle işi yoktur!' "

Adamcağız yine kendinden geçti.. Fakat bu sefer terleme, kıvranma hali yoktu.. Gözlerini açıp dedi ki:

"Evladım, ömür boyu ilim elde ettim, onu biriktirdim.. Ne yazık ki asıl işime yarayacak olan İhlas'tan mahrum kalmışım.. Az kalsın ilmim felaketim oluyordu.. Şüphesiz senin gittiğin yol ulaştırıcı ve kurtuluşa erdiricidir!"

Ve İman ile son nefesini verdiği duyuldu..

Demek ki bu işler ilim sahibi olmak ile olmuyor.. İlmiyle amel edecek; ilmi kendine yarayacak.. Asıl önemli olanı da ihlas'ı elde edecek.. Gümansız bir imana sahip olacak.. Onun imanını hiç bir kuvvet ve hiç bir desise elinden alamayacak..

2- Bırakınız Alimleri ve Salih kimseleri bizim sözlerimize, yani bizim yazarlarımıza uyunuz:

Onu da sen gayet beliğ ifade ettin..

Allah'ın ve Peygamber Efendimizin çok kereler övdüğü Alim, Fazıl ve Veli kimseleri din uğruna reddedenler; bu fikirlerini doğuştan beraberlerinde getirmiş değillerdir.. Bu fikirleri Alim ve Fazıl belledikleri üç-beş şahsiyetten edinmişlerdir.. Ve aslında bizler onlara ayna olmuşuzdur.. Bizi uyardıkları felaket kendi başlarındadır.. Çünkü Ümmet-i Muhammed şerde ittifak etmez.. Alimlere, Takva ehli kimselere, Velilere yakın, dost olmayı ve onları sevmemiz gereğini Ümmet-i Muhammed'in çoğunluk alimleri ve Velileri bildirmişlerdir.. Hakkında tevatür ile İcma vardır! İcmanın sayısal karşılığı binler ile ifade edilebilir ancak..

Üç beş nerde? Binler nerde değil mi?


hirahos sen şeyhini aşmışsın,kendinle senin sorunun.Nefsini bir yokla,salih kullara kim nededi.Niye dünyaya at gözlükleri ile bakıyorsun?Bak sana net olarak söylüyorum,Bunu bari yanlış anlama,burada bari bağnazlık yapma!!
Mutlak doğru Allah katındadır.Doğrumu?bu doğru bize kitaplar halinde rasuller yolu gönderilmiştir.Ve biz bu doğruyu o kaynaklardan(Kuran ve sünnet)öğrenmek durumundamıyız.Kuranın dediklerine muhalefet etme durumumuz yok değil mi?
ben salih kullara bir şey demiyorum ,gerçekten salihlerse,ben ne desem de boştur,Gerçek salih olanlarda kurana uygun hayat sürdürür.Ve apaçık ve aşikardır yaşantıları.
burada eleştirilen rabıta olayıdır.bende tarikata girdim nasıl rabıta yapıldığını biliyorum.Şimdi bana söyle,nasıl yapıldığını açıklıyayım mı,Yoksa sen bu saç.ma sapan fikirlerinden,ve benim söylediklerimi kendi istediğin gibi anlamaktan vaz mı geçeceksin.
Senin fikirlerine bir şey demem.Ama bu fikirler islam diye ortaya çıkma,bunlar benim fikirlerim de,benim anladıklarım de.Bu millet senin gibiler yüzünden parçalanıyor.Her önüne gelen kendi fikirlerini din bu diye ortaya atma hakkına sahip değildir.Bazan iyi niyetli gibi davranıyorsun ama sonra tekrar saplantılarına kapılıyorsun.Tekrar ediyorum bana kuran ve sünnetten delillerle gel.Söylemediğim şeyleri bana isnat etme.Söylediklerimin arkasındayım.Ben doğrunun peşindeyim.Savunduklarının bana doğruluğunu ispatla.Sana hak vereyim vesselammm..
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Kardeşim yazılan bnca yazıyı hiç okumadın mı merak ediyorum. Salih kullara bir şey demiyorsunda onların yolunda olan rabıtaya din dışı diyorsun :) Sen rabıta yaptım diyorsunda ; senin yaptığın rabıta bir çok larının kıldığı namaz gibi olmasın yoksa. Anlat bi bakalımda görelim. Kimden izin aldın. Hangi dersten sonra yaptın. Kime bağlıydın. Ne kadar yaptın. Ve yapınca ne oldu yani... onu merak ediyorum.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
kuran ve sünnetten delillerle gel.

Bahsi geçen bu yazıyı daha önce okumuştum.. Açtığım konular ile bu sorunuza cevap vermeye çalıştığımı düşünüyorum.. O nedenle ayrıyeten cevap verme gereği duymamıştım..

Bunu yazmayı ise unutmuşum, dalgınlığıma geldi.. Şimdi yazmış oldum..
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
ilk önce terbiyesizliği bırak düzgün konuş seni herhangi bir yola davet eden yok ukalalığında gereği yok senmi biliyorsun sadece yolu kendimi kurtardım diye bir laf çıktımı ağzımdan nereden uyduruyorsun bunları allah aşkına kibirden allaha sığınırım davam varsa hak davasaıdır sizin gibi birilerini överek dava yaptığımı zannetmiyorum sadece allaha kul olmaya çalışıyorum sana kimse salih kulları bırak dedimi şimdi allah aşkına nasıl böyle bir sonuca çıkıyorsun anlamadım
kardeş bu siteye girerken amacın gerçekten Allah rızasımıdır?eğer öyleyse Kelamullah'ta şöyle buyuruluyor
159-) FeBima rahmetin minAllahi linte lehüm* ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlike, fa'fü anhüm vestağfir lehüm ve şavirhüm fiyl emr* fe iza azemte fe tevekkel alAllah* innAllahe yuhıbbül mütevekkiliyn;
(Rasûlüm sen) Allah’dan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın... Eğer kaba, sert kalpli olsaydın, elbette çevrenden dağılıp giderlerdi... (Artık) onları affet, onlar için mağfiret dile ve Emr/iş hususunda onlarla meşvere et... (Bir de) azmettin mi artık Allah’a tevekkül et... Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.
yok Allah rızası değilse söylenecek bir şey yok
sana ne oluyor dersen ben Allah rızası için giriyorum yazdığımda bir tebliğ olsun istedim

selamun aleyküm
 
Üst