eylül
Veled-i kalbî
İsmail Seyidoğlu 1996 senesinde Mehmet Akif Ersoy'u kaleme almış Altınoluk köşesinde. Bizde bu köşeye ortak olalım istedim. Ara ara Akifçe köşesinden alıntılar olacak bir köşe burası.
İlk alıntım, Teceddüd/ değişim. Akifçe yorumlardan ilk dikkatimi çeken konu.
Evet, bismillâh...
İlk alıntım, Teceddüd/ değişim. Akifçe yorumlardan ilk dikkatimi çeken konu.
Evet, bismillâh...
Değişim/ Teceddüd
Değişimi tabiî ve süregelen bir olay olarak değerlendiren ve yenilikçi fikirleriyle dikkat çeken Âkif, İslâm'ı gelişmeye engel gibi gören ve göstermek isteyenlere karşı verdiği amansız bir mücâdelenin şerefini taşımaktadır.
Ona göre değişim ve gelişim sürecinde İslâm'ı tetkik edebilmek için "neş'et-i İslâm'a yakın bir devri" ele almak gerek. Böyle davranmak günümüz İslâm ülkelerinin durumuna bakarak İslâm hakkında yanlış hüküm vermekten kurtulmanın yegâne yoludur. Çünkü
"Müslümanlık" denilen ruh-i ilâhî, arasak,
"Müslümanız" diyen insan yığınından ne uzak!"
Eğer değişime, daha doğrusu gelişime açık olmasaydı İslâm, "en büyük bir medeniyeti" tarihe hediye edemezdi. Bu temel düşünce üzerinde üretilen fikirlerin şiirsel ifadesi Âkifçe şöyledir:
Dîni tetkik edeceksek, dönelim haydi geri;
Alalım neş'et-i İslâm'a yakın bir devri:
O nedehşetli terakkî, o ne müthiş sur'at!
Öyle bir harika gösterdi mi insâniyyet?
Devr-i fetrette kalan, hem de asırlarca kalan;
Vahşetin, gılzatin a'mâkına daldıkça dalan;
Gömerek dipdiri evlâdını kum çöllerine,
Bunda bir neşve duyan hiss-i nedamet yerine!
Önce dağdan getirip yonttuğu taş parçasını,
Sonra hâlık tanıyan bir sürü vahşî yığını;
Nasıl olmuş da, otuz yılda otuz bin senelik
Bir terakki ile dünyâya kesilmiş mâlik?
Nasıl olmuş da o fâzıl medeniyyet, o kemâl,
Böyle bir kavmin içinden doğuvermiş derhal?
Nasıl olmuş da zuhûr eyleyebilmiş Sıddîk!
Nereden gelmiş o Haydar'dakı irfân-ı amîk?
Önce dehşetli zıpırken, nasıl olmuş da, Ömer,
Sonra bir adle sarılmış ki: Değil kâr-ı beşer?
Hâil olsaydı terakkiye eğer şer'-i mübîn,
Devr-i mes'ûd-i kudûmuyle giren asr-ı güzîn,
En büyük bir medeniyyetle mi eylerdi zuhûr?
Mündemic olmasa ruhunda onun nâ-mahsûr
Bir tekâmül, o kadar hârika nerden doğacak? (1)
Akif, değişim ve gelişimin önünde iki ciddi engel görür. Biri, aydınların Avrupayı (bugün batıyı) hiç bir seçim ve denetim fikri taşımaksızın körü körüne taklidi; ötekisi, göreneğin hükmüne bağlanıp kalmaktan ibâret olan halkın katı tutumu...
"Mütefekkir" geçinenler ne diyor sizde bakın:
"Medeniyyette tealisi umûmen Şark'ın,
Yalınız bir yolu ta'kib ederek kaabildir;
Başka yollarda selâmet gözeten gâfildir.
Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı,
Aynı izden sağa, yahûd sola hiç sapmamalı.
Bir de din kaydını kaldırmalı, zira o belâ,
Bütün esbâb-ı terakkîmize engel hâlaâ!"
Gelelim şimdi ne merkezde avâmın hissi...
Şüphe yoktur ki tamâmiyle bu fikrin aksi:
Görenek neyse, onun hükmüne münkaad olarak,
Garb'ın efkârını, âsârını düşman tanımak;
Yenilik namına vahy inse kabul eylememek,
Şöyle dursun o teceddüd ki dışardan gelecek,(2)
Akif, çilesi çekilmemiş, şartları yerine getirilmemiş ehl-i tarafından gerçekleştirilmemiş her şeye kuşkuyla bakar. Her konuda işin ehlini, uzmanını önde görmek ister. Yenilik ve gelişmeyi yürekten arzu etmesine rağmen, yenilik heveslilerini, ahkâm kesenleri, müctehid geçinenleri de paylamaktan aslâ geri durmaz.
Bakın ne günlere kaldık: Ya beş, ya altı kopuk,
Yamaklarıyla beraber ki hepsi kılkuyruk,
Utanmadan çıkıyor, içtihada kalkışıyor!
Bu hale karşı tahammül hakikaten pek zor.
Kilitli bir kapı var orta yerde anlasana,
Harem-saray-ı şerî 'at değil dalan dalana.
Nasıl ki her kapının ayrı bir anahtarı var,
Onun da var. Bunu idrak eder birinci nazar.
Nedir mi? Anlatayım: Sizde olmıyan irfan.
Biraz haya edin öyleyse şaklabanlıktan?
Kilitlidir kapı "ümmî duhat" için, amma
Kıyam-ı haşre kadar ictihad eder "ulema".
Evet, şeraiti mevcud olunca insanda;
Ne kaldı men' edecek ictihadı, meydanda?
Düşünmüyor bu kopuklar ki: müctehid geçinen,
Zamanının olacak muktedası irfanen.
Kitab'ı, Sünnet'i, icma'ı sağlam anlıyacak;
Hilafı yoklıyacak, ihtiyacı kollıyacak
Ne ictihadı yapar yoksa, bir alay -zımmî
Kadar nasîbe- i fıkhîsi olmıyan- ümmi?
Kuzum, eşek nalı yapsan: Bir usta çingenenin
Yanında uğraşacaksın, başında mengenenin.
Peki! Liyakat-i fıtrîsi ademin sade,
Kifayet eylemiyorken bu en hasîs işde,
Ya ictihada nasıl kalkıyor bu sersemler?
O ictihada ki: Dünya kadar ulûm ister!
Akif de bir çokları gibi, haklı olarak gelişme anlamındaki ve usûlüne uygun gerçekleştirilen değişimden değil, değiştirmecilerden şikayetçidir.
Sabahleyin mütefelsit, ikindi üstü fakîh;
Sular karardı mı pek yosma bir edîb-i nezîh;
Yarın müverrih; öbür gün siyasetin kurdu;
Bakarsın: Ertesi gün ictihada pey vurdu!..
Hülasa bukalemun fıtratinde züppelerin
Elinde maskara olduk... Deyin de hükmü verin!(13)
Sonuç yine Akifçe,
Sokarsa burnunu herkes düşünmeden her işe,
Kalır selamet-i milliyemiz öbür gelişe!
Dipnotlar: 1. Safahat, s 171, 2. Safahat, s. 168 3. Safahat s 244
Düzeltme: Geçen sayıdaki yazıda "Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat" mısraındaki "cihatler", "yönler" demek olan cihat kelimesi, cihad olarak çıkmış. Düzeltir, özür beyan ederiz.