“Akademik hırsızlık”: Türkiye’nin intihal tablosu!

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
intihal.jpg



Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, yüksek lisans ve doktora tezlerinin yüzde 34’ünde “ağır intihal” yani bilimsel hırsızlık yapıldığını ortaya koydu. Vakıf üniversitelerinde intihal oranı yüzde 46 seviyesine çıkarken kamu üniversitelerinde bu oran yüzde 31 oldu. Bilimsel çalışmaların “orjinal” olup olmadığını gösteren benzerlik indeksinde de dünya ortalaması yüzde 15 iken Türkiye’de bu oran yüzde 28.5 çıktı.

“Akademik yazı kalitesi” ile ilgili bir çalışma yürüten Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Politikaları Araştırma ve Uyguluma Merkezi (BEPAM) bu kapsamda 2007-2016 yılları arasında yazılmış 470’i yüksek lisans ve 130’u doktora tezi olmak üzere 600 tezin incelenmesini tamamladı. Bu tezlerin 477’si kamu, 123’ü vakıf üniversitelerinde yazılmıştı ve 89’u İngilizce ve 511’i de Türkçe idi. Tezlerin incelemesinde Turnitin intihal programı kullanıldı ve programın her bir çalışma için ayrı ayrı belirlediği benzerlik indeksi kullanıldı.Yapılan çalışmanın ne kadar orijinal olduğunu ifade eden benzerlik indeksinin dünyada kabul edilen seviyesi yüzde 15 iken Türkiye’de yapılan tezlerde bu oran yüzde 28.5 çıktı.

Bu da Türkiye’de yapılan
çalışmalarda ortaya yeni bir şey konamadığı ve çalışmaların sıklıkla birbirini tekrar eden araştırmalar olduğunu gösterdi. Çalışma kapsamında İngilizce tezlerin benzerlik indeksi yüzde 24 iken, Türkçe tezlerde bu oran yüzde 29 oldu. Kamu üniversitelerinde benzerlik oranı yüzde 28, vakıf üniversitelerinde ise yüzde 31 çıktı. Bu da kamu okullarında yazılan tezlerin daha iyi durumda olduğunu gösterdi.

Her 3 tezden biri çalıntı

Çalışmanın amacı intihal olmamasına rağmen araştırma sırasında yüksek intihalli tezler görmezden gelinemeyecek kadar çok olunca bu tezler intihalli olarak işaretlendi. Araştırma sonucunda 207 tezin, yani tezlerin yüzde 34’ünün yüksek intihalli olduğu ortaya çıktı. Kamu okullarında intihalli tez sayısı 150 iken (yüzde 31), vakıf okullarında bu sayı 57 (yüzde 46) oldu. Yüksek lisan tezlerinde intihalli olanların sayısı 173 (yüzde 36) iken, doktora tezlerinin sayısı 34 (yüzde 26) oldu. İngilizce tezlerde bu sayı 25 (yüzde 28) ve Türkçe tezlerde 182 (yüzde 35) oldu.
intihal-tan%C4%B1m.jpg
Kaynak: http://www.harapanrakyat.com

“Ciddi bir ahlak sorunu var”

Çalışmayı yürüten araştırmacı Dr. Ziya Toprak, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede araştarmanın öğrencilerin tez yazmayı, akademisyenlerin de tez yazdırmayı bilmediğini ortaya koyduğunu söyledi. Türkiye’de hiçbir üniversitede yazıyı bilgi üretmenin ana aracı olarak gören bir Akademik Yazı Merkezi’nin bulunmadığını belirten Toprak “Ülkemizde maalesef ciddi boyutlarda etik sorunlar bulunmaktadır. Kuşkusuz bu araştırmada ortaya çıkan intihal vakaları arasında bilmeden intihal yapanlar vardır. Ancak araştırmanın bulguları yüksek intihalli tezler ile ilgilidir. Yani ciddi seviyelerde intihal söz konusudur. Burada bir ya da iki satır yada bir paragraftan söz etmiyoruz. Bilerek yapılan intihaller bunlar, bu da ciddi bir ahlak sorunu olduğunu düşündürtmektedir.” dedi. Toprak, İngilizce yazılan tezlerin İngilizce eğitim veren üniversitelerde yazıldığı düşünüldüğünde benzerlik ve intihal oranları bakımından Boğaziçi, ODTÜ ve Bilkent gibi okulların Türkiye ölçeklerine göre daha iyi durumda olduğunu kaydetti.

Yılda 25 bin tez yazılıyor

Türkiye’de özellikle son yıllarda doktora ve yüksek lisans çalışmalarında büyük bir artış yaşandığına dikkat çeken Toprak “YÖK Ulusal Tez Merkezine girilen tez sayısı 1999 yılında 11 bin 39, 2004 yılında 16 bin 343, 2009 yılında 21 bin 350 ve 2014 yılında 25 bin 730 olmuştur. Kuşkusuz bu sayının artmasında vakıf üniversitelerinin sayısındaki artış ile birlikte eğitimin ’kariyer yapmada’ gittikçe artan önemi yadsınamaz” dedi.

Yazan: Kemal Göktaş

Kaynak:
Cumhuriyet Gazetesi

https://dusunbil.com/akademik-hirsizlik-turkiyenin-intihal-tablosu/
 
Son düzenleme:

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Nursi merhumu Mehdi diye pazarlamaya çalışanlardan birisi:

VARAN-1

“Tarihçilikte Meslek Ahlâkı veya Ahlâksızlığın Tarihçiliği Meselesi”

Ahmet Akgündüz:
Yakın tarihimizdeki intihâllerin en dikkate değerlerinden biri, belki de birincisi Ahmet Akgündüz tarafından vakıflara dâir Arapça (yazarı Muhammed Ubeyd el-Kubeysî) bir kitabın dipnot sırası bile bozulmadan Türkçe’ye tercüme edilmesi ve doktora tezi olarak jüri mensuplarına yutturulmasıdır. Bu arada teze, Osmanlı tatbikatına dâir, klâsik vakıf kitaplarından alelacele çırpıştırılmış bir bölüm de eklenmiştir.[1] Akgündüz, aynı şekilde çok hızlandırılmış bir akademik süratle ve hâmileri (Rektörü Halil Cin) sayesinde 1986’da doktor, 1987’de doçent, 1993’de de profesörlük unvanlarını şereflendirmiştir”.[2]

“Ahmet Akgündüz ve Tarih İlminde Ahlâk Meselesi”

“Fuzulî her ne kadar;
İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Ârzû-yu muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kal imiş ancak

dese de ilmin değil, hiç şüphesiz aşksız ilmin aleyhinde bulunuyordu. Ancak, ilmin aşktan daha çetin bir sevgili olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Her aşkta az veya çok bir vuslat ihtimali vardır. Ancak ilimde böyle bir ihtimal bahis mevzuu bile edilemez. İlim, son menzili olmayan sonsuz bir güzergâhta, Kâbe yolundaki karınca misâli, bir ömür boyu hiç durmaksızın yürümektir. Tabiî bu mânâda âlim, hiç şüphesiz âşıktan daha zorlu bir işe tâlip oluyor demektir. O, en büyük hazzı bu yolda yürümekte bulup, “bu işin kârı ne?” diye sormaz. Mevlevi çilesi bin bir gün, onun çilesi bir ömür boyu sürer. Aksi takdirde âlimin “Ar yılı değil, kâr yılı” veya “Ar eden kâr etmez” sözünü hayatının düsturu hâline getiren arsız bezirgândan farla kalmaz.

Hiç şüphesiz, ilim adamının bir başka alâmet-i farikası ise gerektiği zaman yanıldığını kabul ile yanlışım tashih etmeyi de bir zevk hâline getirmesidir. Zaten yanılmazlık iddiası kulun tâkatini aşan bir davranıştır. Yanılmamak ancak Allah (cc.)’a mahsustur. Yanılmazlık iddiası enaniyet dâvâsının en büyük şâhididir.

Bu iki esastan hareketle ifade etmek gerekirse, ne yazık ki, memleketimizde “geçim köşe başını tutmuş” bir hâlde iken ilme âşık âlim yetişmesini beklemek bir ham hayalden başka bir şey değildir. Pek az istisnası bu gerçeği tekzip değil, ancak teyid için zikredilebilir. Mükrimin Halil (Yinanç) merhum ne kadar haklı:

“İnsanın, hasta iken doktor, aç kalınca aşçı, istirahata çekileceği zaman tarihçi olacağı gelir. Tarih, ilimlerin en sonunda gelir. Önce herkes alacağını vermez; hukuk doğar. Sonra hasta olurlar; tıb doğar. Sonra sihir ve nücûma itimat başlar. Tarih de lüks bir ilimdir.” Aslında kazanç hırsının insanların bütün hayatını kuşattığı bir iklimde sadece tarih değil, hiçbir ilim gelişmez ve ilim zihniyetinin sağlığı altından daima bezirgan sureti sırıtır.

İlim yapar gibi görünenler esas itibariyle şöhretin ve servetin kapısında bekleşirler. Kuru bir şöhretin değil, servetin kapısını aralayabilen kârlı bir şöhretin âşığıdırlar. “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır” sözünü, ‘Yiğit ölür han kalır” şeklinde telkin buyururlar; tavırlarının bir muhtekirden farklı bir tarafı yoktur. İlim dünyası ile yer altı dünyası arasındaki fark ancak mevzu ve usûl farkından ibâret olur. Bir tarafın âleti silâhtır, diğer tarafın kalemi silâh olur. Artık vur vuranın, kâr kıranındır.[3]

Son zamanlarda ilim hayatımıza hâkim olan bu tavırdan pek fazla rahatsızlık duyulduğuna dair bir işaret de görünmüyor. İnsanlar başkalarının eserlerini ve tercümelerini çalıp kendi isimleriyle bastırıyor, yalan yanlış bilgilerle dolu kitaplarıyla şöhretlerini şekerleyip vitrinleri ve kütüphaneleri ve tabiî ceplerini dolduruyorlar. Başkalarının eserlerini çalmayı ise hizmet edebiyatıyla ambalajlıyorlar. Bilhassa Müslümancı aydınlar ve yayınevleri tam bir Müslüman-fırîblikle (Müslüman avcılığı) işi kotarıyorlar. “Ar-namus tertemiz” düsturuyla hareket edenler “kâr”dan başka bir düstur da tanımıyorlar. Bu yapılanları tutmadığımızı söylemek hakkını kullanmak, vazifemizdir diye düşünüyoruz.

Daha önce yazdığımız bir yazıda[4] adı geçen şahıslardan Sadık Yalsızuçanlar’ın ve Timaş’ın yağma ve -niçin açıkça yazmayalım- hırsızlıkları devam etmektedir. Yine Timaş Ali Çankırılı imzasıyla Batı klâsiklerini ve başka tercümeleri de basmaya devam etmektedir.[5] O yazıda, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ve genç ortağı Doç. Dr. Said Öztürk tarafından Bilinmeyen Osmanlı (Haziran 1999, s. 286-293) isimli kitabında kırk bir derece hararetli bir kazanç hırsının ürünü olduğuna inandığımız bu türrehatta bulunan iki yanlışı örnek olarak zikretmiştik. Bu bazı okuyucularımız tarafından yanlış yorumlandı ve kitapta “iki yanlışın bulunması üzerinde durulacak bir şey değildir” denildi. Hâlbuki kitabın zaten isminden itibaren her şeyi yanlıştı. İsmi yanlış, yâni çok iddialı; yazılma sebebi ise ilmî değil ticârî ve tabiî metni ise tam bir çırpıştırmadan ibaretti.

II. Meşrutiyet devrinin en temel meselelerinden bir olan ve hakkında kâfi miktarda bilgi bulunan Halâskârân meselesini bile yanlış yazan ve yirminci asır İslâm dünyasının en ünlü kişilerinden Emir Şekip Arslan’ı (1869-1946) asgarî ölçüde bile tanımayan (a.g.e. 286) bir hukuk tarihçisinin Osmanlı Tarihi sahasında yaptığı bütün yanlışları tespit ve tahrir ancak bir takım, hem de geniş bir takım tarafından yapılacak bezdirici, bıktırıcı ve derin sabırlı çalışmalardan sonra mümkün olabilir. Diğer taraftan böyle bir çalışma da usûle aykırıdır. Sadece örnekler göstermek en isabetli yoldur. Bay A. A. İşaret ettiğimiz yanlışlarını kitabın sonraki baskısında (Ağustos 1999) da düzeltmemiş, nasıl olsa okuyucum (!) yutuyor diyerek aynı yanlışları piyasaya sürerken, kitabın satışını kast ederek “Ali Birinci yanılıyor, okuyucu cevabını verdi” selâmını göndermiştir. Bu defa örneğimizi teke indirerek, sadece Emir Şekip Arslan hakkındaki bilgi kaynaklarının dördünden birer sayfalık klişe koymakla iktifa edeceğiz.

Ancak son bir husus olarak bir itirafta bulunmamız gerekmektedir: Yanlışına işaret ettiğimiz A. A. nasıl olsa yeni baskısında bunları tashih eder diye bir ümit taşıyorduk. Bu inancımız meğerse bir saflıktan ibaretmiş ve Prof. A. A.’nın asıl hedefi ve heyecanı yanlışların tashihi değil, kesesinin takviyesinden ibaretmiş; gerisi lafügüzafmış ve mesele ise ilmî değil, ahlâkî temellere dayanıyormuş. Kâr getiren yanlışlar yanlış sayılmazmış. Câhil diye bu meydanda, kazanmayanlara denirmiş. Bu saflığım için kendimden ve okuyucularımdan özür dilerim.

İhtiyarımla acep ben hiç olur muydum yazar

Ger bileydim Ahmed’in bunca devasız derdini.”[6]

O’nun hakkında diğer bir beyan da şudur:

“Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Türkolog Eric – Jan Zurcher, Akgündüz‘ün çalışmalarına aldığı kimi paragrafların, başkalarına ait eserlerle birebir aynı olduğunu iddia ediyor.

Hollandalı profesör, “Paragraflar, o kadar benzer ki, bunu Akgündüz‘ün yazdığını söylemek zor” diyor.

Ahmet Akgündüz ise iddiaları reddetti. Akgündüz, iddiaların “Ermeni ve PKK yandaşı tezviratçıların” işi olduğunu öne sürdü.

Prof. Dr. Akgündüz Aksaray’da daha çok, ‘Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi’ isimli, Somuncu Baba’nın hayatını ele alan eseri ile tanınıyor. Prof. Akgündüz’in bu eseri, Aksaray ve Somuncu Baba ilişkisini ortaya koyan 40’tan fazla arşiv belgesinin sadece bir tanesine yer veriyordu. Eser bu ve başka hataları ile ilim dünyasında ağır eleştiri almıştı. Bu esere karşı bir reddiye yazan konunun uzmanı Prof. Dr. İsmail Erünsal, Prof. Akgündüz’ün adı geçen eserinin intihal içerdiğine de imada bulunmuştu. Prof. Erünsal’ın yanı sıra Başbakanlık Osmanlı Arşivi Uzmanı Orhan Özdil kaleme aldığı ve hakemli dergide yayınlanan makalesinde, Prof. Akgündüz’ün görmediği arşiv belgelerini tek tek ortaya koydu.”[7]

Dipnotlar:

[1] Bu kitabı TTK tarafından basılmıştır: İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara, 1989, XXXII+489 s. Ahmet Akgündüz’ün intihali ve kendisinin cevap niyetine karaladığı satırlar için: Hasan Yüksel, “Vakıflara Dâir Bir Eser Üstüne”, Tarih ve Toplum, Sayı: 89 (Mayıs 1991), s. 57-61; Ahmet Akgündüz, “Vakıf Müessesesi Adlı Eserimizin Tenkidi Üzerine”, Sayı: 91 (Temmuz 1991), s. 56-58; Buna Hasan Yüksel’in cevabı: “Vakıf Müessesesi Adındaki Kitaba Yaptığımız Tenkide Verilen Cevaba Dâir”, Sayı: 93 (Eylül 1991), s. 57-59.

[2] Prof. Dr. Ali Birinci-Tarihin Kara Kitabı, İstanbul 2014, sh. 201 vd.

[3] Burada, acı bir hakikat de olsa, mafyanın ilim hayatımızdan daha çok ve iyi kurumlaşmış ve kaideleşmiş olduğunu belirtmek gerekiyor.

[4] Bkz. “Cehâlete Methiye”, Türk Yurdu, Sayı. 144 (Ağustos 1999), s. 7-11.

[5] Timaş, ısrarla, kararlılıkla ve büyük bir hızla yağmaladığı eserlerin neşriyatına devam etmektedir. Bu, ayrı bir yazı mevzuudur. Ancak sahibi Ömer Okçu, nâmıdiğer Hekimoğlu İsmail’e bir sualimiz olacak: Acaba bu yağmayı yaşlı gözlerle seyreden ne buyuruyor, bir sorar mısınız? Cevabı bekliyoruz.

[6] Prof. Dr. Ali Birinci-A.g.e. sh. 217 vd.

[7] http://www.haberfark.net/rektor-profdr-ahmet-akgunduze-intihal-suclamasi-43722h.htm

http://kadirmisiroglu.com/ahmed-akgunduz.html
 
Üst