Ailede mutsuz okulda başarısız çocuklar

bencan

Üye
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
188
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ailede mutsuz okulda başarısız çocuklar

BİZE MÜRACAAT EDEN ANNE Babaların büyük çoğunluğu, çocuklarının başarısız olduklarından yakınmakta. Bir anne, "Çocuğum zeki, istese sınıfının birincisi olur; ama sanki bana inat, ders çalışmıyor" diyordu. Bir başka anne, "Çocuğumu tanımakta zorluk çekiyorum. Ortaokulda her dönem takdir alan oğlum, liseye başlayınca sınıfın en tembeli oldu çıktı. Ders çalışmıyor. Sözümü dinlemiyor. Sigara içiyor. Evden para çalıp internet kafelere gidiyor" diyordu. Babalar, anneler, öğretmenler ve aile büyükleri ağız birliği etmişçesine çocuklardan özellikle gençlerden, şikâyetçi: "Efendim, bizim zamanımızda saygı vardı; öğretmenlerimize görünce kaçacak delik arardık. Büyüklerimize karşılık vermezdik. İmkânlarımız kısıtlıydı. Gaz lambasının ışığında ders çalışırdık. Şimdiki gençler saygısız ve sorumsuz: sahip oldukları imkânların kıymetini bilmiyorlar."

Bu sözler doğrudan gençlerin yüzüne de söyleniyor; ders alsınlar, kendilerine çeki düzen versinler diye. Eğitim aile de başladığına göre; anne babalar da en az öğretmenler kadar sorumludur. Eğer çocukta bir yanlışlık varsa; herkesten önce bunun sorumlusu ailedir. Her anne baba, çocuğun hatalı bir davranışını gördüğü zaman, kendi kendine, 'Ben nerede yanlış yapıyorum?' sorusunu sormalı ve bunun cevabını aramalıdır.

Bir anne, yana yakıla anlatıyordu: "Ah! efendim! Benim çocuğum kötü arkadaşlarının kurbanı oldu. Gül gibi bir çocuktu. Derslerinde çok başarılıydı. Sözümden dışarı çıkmazdı. Bir gün, Arkadaşlarımın bilgisayarı var; bana da bir bilgisayar alın" dedi. 'Durumumuz şimdi müsait değil: paramız olunca alırız' dedim. Zamanla çocuğun huyu değişti. 'Arkadaşlarla ders çalışacağım' diyerek sık sık benden izin almaya başladı. Verdiğim harçlığı az buluyor; daha fazlasını istiyordu. Birkaç defa çantamdan habersiz para alınca şüphelendim; kendisine sezdirmeden takip ettim. Meğer ders çalışmaya gidiyorum bahanesiyle evden çıkıp internet kafeye gidiyormuş. Çocuğum hiç yalan söylemezdi. O kadar üzüldüm ki, anlatamam. Babası akşam eve gelince durumu anlattım. Çocuğu tekrar eve bağlamak için bir bilgisayar almaya karar verdik. Kötü arkadaşlarıyla ilişkisini keseceğine ve internet kafeye gitmeyeceğine dair söz verdiği takdirde kendisine bir bilgisayar alacağımızı söyledik. Özür diledi, söz verdi.

Hikâyenin devamını tahmin ettiğim için anneye sordum:

-Bilgisayar aldığınız halde, o yine evden kaçmaya ve arkadaşlarıyIa buluşup internet kafeye gitmeye devam etti; değil mi?

Anne, şaşkın bakışlarla

-Evet, dedi: nasıl bildiniz?

-Bakın hanımefendi; dedim. Eskilerin bir sözü vardır: "Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül ahbap ister kahve bahane." Kahvehanelerin önünden geçerken bir bakın içeriye. Onlarca insan, sigara dumanına ve gürültüye aldırmadan saatlerce oyunlarına ve sohbetlerine devam ederler. Bu insanların çoğu evli, çoluk çocuk sahibi, evlerinde olmaları gerekirken, burada ne işleri var? Olay basit. Evlerinde bulamadıkları muhabbeti ve huzuru burada buluyorlar da ondan.

Aynı şey çocuğunuz için de geçerli. Bilgisayar ve internet kafe bahane. Çocuğunuz evinde huzurlu değil, internet kafe ona daha çekici geliyor. Sizden bulamadığı yakınlığı arkadaşlarından buluyor. Siz, onlara, 'kötü arkadaş' diyorsunuz ama çocuğunuz öyle düşünmüyor, Sizi üzme pahasına onlarla görüşmeye devam ediyor.

Aileyi inceledikten sonra olay daha da açıklık kazandı. Çocuktan önce, anne babayı bilgilendirmemiz gerekiyordu. Çünkü baskıcı bir baba modeli vardı. Evde çocuğa söz hakkı verilmiyordu. Çocuğun kişiliği gelişmemişti. Onun adına her şeye anne baba karar veriyordu. Anne baba yanlış yaptıklarının farkında değildi. Kendilerine bunu hatırlattığımızda: "Ama biz onun için doğru alanını yapıyoruz'' savunmasıyla karşılaştık. Maalesef, çoğu anne babalar yanlış yaptıklarını ancak çocuk ergenlik çağına girince anlıyorlar. Olayımızda annenin. "Gül gibi bir çocuğum vardı" sözleri bu gerçeği çok güzel ifade ediyordu.

ÖZGÜVENDEN YOKSUN ÇOCUKLAR

Bir özel lisede görev yapan öğretmen arkadaşımız anlattı:

"'Okulların açıldığı gün bir anne elinden tuttuğu çocuğu ile birlikte sınıfa girdi. Benim içeride olduğuma aldırış etmeksizin ön sırada oturan bir çocuğu kaldırdı; yerine kendi çocuğunu oturttu. Sonra bana döndü, 'Çocuğumu buradan kaldırmayın, ön sırada otursun' dedi. Ağzım bir karış açık kaldı. 'Çocuk' dediği ortaokul üçüncü sınıf öğrencisiydi, Anneye yaklaştım, 'Hanımefendi, dedim, ben bu sınıfın sınıf öğretmeniyim. Çocuğunuzun ön sırada oturmasını gerektiren bir durum varsa bunu benimle görüşebilirdiniz.' Anne beni umursamadan, 'Gerek yok, dedi, ben oğlumun ön sırada oturmasını istiyorum. Burası özel okul, para ödüyorum. Çocuğumun dersi iyi takip etmesi için ön sırada oturması gerekiyor. Dikkati dağınık bir çocuk olduğu için arka sıralarda dersi takip edemez.'

İyice canım sıkılmıştı. Bayan, dedim, ben aynı zamanda çocuk psikolojisi uzmanıyım, Bu davranışınız ve sözleriniz gelişim psikolojisi açısından sakıncalı. Lütfen odama gidelim, size bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.' Kadının cevabını beklemeden sınıftan çıktım, Sinirli adımlarla beni takip ediyordu. Odama varmadan, koridorda bana yetişti. Bağırarak, 'Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Kiminle konuştuğunuzun farkında mısınız? Ben filanca genel müdürün eşiyim. Çocuğumun yanında bana ne cüretle hakaret edersiniz? Sizi bu okuldan attıracağım! Cevap vermeden odama kadar yürüdüm. Kapıyı açtım. Kenara çekildim. Buyurun lütfen,' dedim. İçeri girince yer gösterdim. Oturmak istemiyordu. 'Lütfen, oturun' dedim. Oturur oturmaz bir sigara yaktı. Bacak bacak üstüne attı. Zor b ir insanla karşı karşıyaydım. Eğitimciydim, buna katlanmam gerekiyordu.

'Hanımefendi, dedim, bağırıp çağırmaya gerek yok. İki medeni insan gibi konuşalım. Ben size hakaret etmedim, böyle bir niyetim de yok. Yine de şikâyetçi iseniz, yazılı olarak müdür beye iletmekte serbestsiniz. Eğer bilime saygınız varsa, size çocuk psikoloji uzmanı olduğumu söylemiştim. İzin verirseniz, davranışınızın çocuğunuzun ruh sağlığı açısından yanlış olduğunu açıklamak istiyorum. Gözlemlediğim kadarıyla, çocuğunuzun içine kapalı, silik bir kişiliği var. Çocuk adına her şeye siz karar verirseniz, kendisine güveni kalmaz. Çocuklar iyi birer gözlemcidir. Oğlunuzu bebek gibi elinden tutup ön sıraya oturttuğunuzu gördüler. Eğer onunla 'ana kuzusu' diye alay ederlerse şaşmayın. Ben sizin yerinizde olsaydım, böyle davranarak çocuğu küçük düşürmezdin. Eğer dikkati dağınık bir çocuksa ve mutlaka ön sırada oturması gerekiyorsa, bunu evde çocuğunuzla konuşabilirdiniz. Gelip benimle görüşmesini ve isteğini bana iletmesini tavsiye edebilirdiniz. Böylece çocuk kendi problemini kendisi çözmüş olacak ve kendine olan güveni artacaktı, '

Anne biraz yumuşamış görünüyordu. Kendisine ikram ettiğim kahveden bir yudum daha aldı. 'Haklısınız galiba, dedi, ben olayın bu yönünü düşünmemiştim,' sohbetimiz ilerledikçe birbirimizi daha iyi anlamaya başladık. Kocası, çok meşgul biri olduğu için, çocuk eğitimini ve ev işlerini tamamen karısına bırakmıştı. Anne, zorunlu olarak, babalık rolünü de üstlenmişti."

Öğretmen arkadaşımızın yaşadığı olaydan anlaşılacağı üzere çoğu aileler çocuk yetiştirirken, baskıcı bir eğitim uyguluyorlar. Baskı ve sindirme ile ancak köle ve gölge kişilikli çocuklar yetişir. Köle zihinlerin kendilerine güveni olmadığı için insanlarla ve toplumla sağlıklı ilişkiler kuramazlar. Kendi başlarına bir işe karar veremez; yeni bir şey üretemezler. Çünkü neyi, nasıl ve ne zaman yapacaklarına hep anne baba karar vermekte; çocuk sadece verilen emre uymaktadır. Buyurgan ve baskıcı ailelerde çocuklar düşünmeyi unutur, zihin tembeli olurlar.

Anne Babayı Mutlu Etmek İçin Ders Çalışan Çocuklar

'Deneme yanılma' sadece çocuklar için değil' yetişkinler için de iyi bir öğrenme mekanizmasıdır. Kişi ancak deneyerek kendi kabiliyetlerini keşfeder. Dehanın önündeki en büyük engel, müdahaledir. Devamlı müdahale ettiğiniz, neyi, nasıl ve ne zaman yapacağını siz empoze ettiğiniz zaman deha kendisini gösteremez. Deha, alışılmışın dışında yeni bir tarz geliştiren ve yeni bir görüş üreten yetenek demektir. Onun içindir ki; bütün yenilikleri ve buluşları delilere borçluyuz.

Çocuklarınız neden ders çalışmaktan zevk almazlar bilir misiniz? Çocuk adına bütün sorumluluğu siz üstlendiğiniz, tepelerine dikilip siz ders yaptırdığımız için. "Daha dersini yapmadın mı?" dediğiniz için. "Ödevini yapmadan sokağa çıkamazsın!" dediğiniz için.

Çocuklar zayıf aldıkları zaman neden üzülmezler? Bir başka deyişle, neden iyi aldıkları zaman sevinmezler? Çünkü zayıf ve iyi notlar sizin için daha önemlidir de ondan. Bir öğretmen arkadaş anlatmıştı: "Bir öğrencim takdir belgesi alırken hiç sevinmemişti. Sebebini sordum. Güldü. Annem sevinsin ne diye ben sevineyim dedi. Takdir belgesini eline alıp; kızım takdir aldı diye arkadaşlarına ve konu komşuya hava atacak. "

Her çocuğun başarısızlığı kendine özeldir. Bir başka deyişle, başarısızlığın çeşitli sebepleri vardır. Aileden kaynaklanabileceği gibi, okuldan da kaynaklanabilir. Suçu çocuğa yükleyerek, "Bu çocuk tembel, bu çocuk sorumsuz!" diyerek problemi çözemeyiz. Hem çocuğu, hem ders konusunda onunla ilişki içinde olan kişileri; anneyi, babayı, kardeşlerini, arkadaşlarını, öğretmenlerini incelememiz ve onların görüşlerine başvurmamız gerekir. Başarısızlığın sebebi her zaman psikolojik değildir. Bazen göz ve kulak rahatsızlığı gibi fizyolojik de olabilir. Bize getirilen bir vak'ada bütün ihtimaller üzerinde durur; problemin sebebini bulmaya çalışırız.

Bize getirilen çocukları ve ailelerini incelediğimiz zaman, çoğu kez, karşımıza çıkan gerçek şudur: Anne babalar çocuklarını yeterince tanımıyorlar. Çocuğun kendisine güveni yok, dış dünyadan kopmuş, içine kapanmış, hayal aleminde yaşıyor. Ancak, anne baba bundan memnun; Çocuğumuz çok efendi çok sakindir karıncayı incitmez. Tek şikâyetimiz yeterince ders çalışmaması" derler. Üstün zekâlı, hareketli, okuldaki eğitimi yetersiz, verilen ödevleri saçma ve sıkıcı bulan bir çocuk da ailede ve okulda şikâyet konusu olabiliyor. Bu çocuk çok yaramaz; ders çalışmıyor, her şeye itiraz ediyor" derler.

Modern Dünyadan Uzak Bir Eğitim Sistemi

Dikkat edecek olursak Devlet modelimizle aile modelimizin örtüştüğünü görürüz. Devlet 'baba'dır. Baba ne derse o olur. Eğitim devlet babanın tekelindedir. Okullarda neyin, ne zaman ve nasıl okutulacağına milyonların adına ve milyonlara sormadan birkaç atanmış insan karar vermekte, eğitim siyasetin gölgesinde emirlerle yürütülmektedir. Hayat modern eğitim bu değil, Okuryazar papağanlar yetiştirmeye modern eğitim denemez. Yüz üniversite mezunundan yetmişinin kendi alanında iş bulamadığı bir memlekette modem eğitimden bahsedilemez.

Modern eğitimde okullar siyaset üstüdür. Demokratik ülkelerde devletin eğitim kurumları üzerinde baskı kurma ve yönlendirme hakkı yoktur. Rahmetli Prof. Mümtaz Turhan hocanın çok güzel bir tespiti vardı: “Avrupalı gibi giyiniyor, Avrupalı gibi eğleniyor, Avrupalı gibi tüketiyoruz. Ancak Avrupalı gibi serbest düşünemiyoruz, Avrupalının ilmi zihniyetini kazanamadığımız için onlar gibi üretemiyor ve buluş yapamıyoruz."

Gençlerimizin saygısız ve sorumsuz olduğunu söyleyen anne babalara ve öğretmenlere katılmıyorum. Gençlerimiz saygısız değiller, Saygı istenilemez, verilir. Zoraki saygının hiçbir değeri yoktur. Gençlere bilgi ve düşünce yönünden bizden çok ileride oldukları için bize saygı duymuyorlar. Dayatmalara ve baskılara boyun eğmedikleri, dar kalıplarımıza girmedikleri için onlara kızıyoruz.

Hür düşünmenin, hızlı üretimin ve bilginin geçerli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bir dergide Amerika'da günde yüz tane yeni buluş yapıldığım okumuştum. İnternet sayesinde bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı, Çocuklarımız hızlı öğreniyorlar. Ciltler dolusu bilgi bir CD'ye sığdırılıyor.

Ekonomik durumu çok iyi olan bir baba, çocuğuna en iyisinden bir bilgisayar aldığı halde, internete abone olmasına izin vermiyordu. Baba yakın bir aile dostumdu. Çocuk bana şikâyete geldi. Amca, dedi. Babam internete abone olmamı istemiyor. Lütfen, kendisiyle konuşup ikna eder misin?"

Babayla konuştuğumuzda çok ilginç bir sebep gösterdi: İnternette çok kötü" ahlak bozucu siteler ve muhabbet (Chat) kanalları varmış; bu yüzden istemiyorum" dedi. Doğrudur. Her sahanın korsanları ve fırsatçıları olduğu gibi; multimedyanın da istismarcıları vardır. Gençlerin sırtından para kazanmak için akla gelmedik oyunlara başvuruyorlar. Ancak, bu yüzden çocuklarımızı teknolojinin nimetlerinden mahrum edemeyiz. Çocuklarımıza güvenmemiz gerekir. Eğer anne baba olarak onlara iyiyi kötüden. Doğruyu yanlıştan ayırabilecekleri bir ahlak eğitimi vermiş isek fazla kuşkucu olmaya gerek yoktur.

Düşünmeyi Ve Fikir Üretmeyi Engelleyen Bir Eğitim Sistemi

Derslerin İngilizce verildiği özel bir kolejde görev yapan ve okuma (reading) dersine giren bir öğretmenimiz anlatıyor: "The Media, The Press" başlıklı bir parça okuyorduk. Orada ilk özel gazetenin Avrupa'da 1620'de, Türkiye'de ise 1860'ta yayımlandığı yazılı idi. Çocuklara sordum: 'Bu cümle size ne anlam ifade ediyor?' Cevap yok. Sorumu biraz daha kolaylaştırdım. Sizce özel gazete nedir?' Yine cevap yok. Çocukları düşündürmek için ipuçları verdim: Siyah denince hemen aklınıza ne gelir? Beyaz. Buna psikolojide 'zıtlıkta çağrışım' diyoruz. Peki, özel gazete denince aklınıza ne geliyor? Nihayet öğrencilerden biri cevap verdi: Resmi gazete. 'Çok güzel dedim, aferin. Resmi gazete, yani devletin çıkardığı gazete. Özel gazete, yani resmi bir görevi olmayan yazarların, aydınların, düşünürlerin çıkardığı gazete. Resmi gazetede devlet kendi kendini eleştirmeyeceğine göre, bunu özel gazeteler yapar. Özel gazetelere izin vermeyen veya çok sıkı bir sansür uygulayan devlet modeline ne isim veriyoruz? Çocuklar açılmaya başladı. Kimi 'totaliter rejim, 'diktatörlük; kimi de 'krallık' dedi. Arkasından şu soruyu sordum: Özel gazetelere ve dergilere izin verilen, gazete ve kitabın çok okunduğu ülkelerin yönetim biçimine ne isim veriyoruz?' Büyük çoğunlukla 'demokrasi' dediler. Bu fikir jimnastiğinden sonra ilk sorumu tekrarladım: 'Parçada verilen iki tarih size ne anlam ifade ediyor?' Bir öğrenci. 'Avrupa ile aramızda 240 sene fark var,' dedi. Bir başka öğrenci, arkadaşının cevabını yorumladı: 'Türk demokrasisi ile Avrupa demokrasisi arasında 240 sene fark var.' Ezberci eğitimde çocuklar okuduklarını çabuk unutuyorlar. Öğrencilerin katıldığı yorumlu dersleri daha zevkli ve daha faydalı buluyorum.

Öğretmen aktif metotta, öğretmen anlatır, öğrenciler de tembel tembel dinler. Aslında öğretmen anlatırken öğrencilerin tam bir dinleme yaptığından emin olamazsınız. Kimi hayal kurar, kimi pencereden dışarı bakar, kimi fısıldaşır, kimi de içinden, zil çalsa da bu sıkıntı bitse' der. Ev ödevleri kadar sıkıcı bir şey yoktur. Hiçbir öğrenci severek ödev yapmaz. Sayfalar dolusu ödevin öğrenmeye fazla bir etkisi yoktur. Öğretmen aktif metotta, sessiz sınıf tercih edilir. Öğretmen anlatacak, öğrenciler de koyun gibi ses çıkarmadan dinleyecek.

Bir İngilizce öğretmeni anlatıyor: "Ben derslerimde ödev vermem. Her şeyi sınıfta öğretirim. Sorulan sınıfta öğrencilerle tartışarak cevaplandırırız. Kitaba fazla bağlı kalmam. Aynı konuyu değişik kaynaklardan vermeye çalışırım. Çocukların sıkıldığını hissettiğim an aktiviteyi değiştiririm. Mesela, okuma yaptığımız sırada çocukların ilgisiz olduğunu fark ettiğim zaman, 'sıkıldınız galiba, haydi video izleyelim' derim. Çocuklar sevinçten havaya uçar. Bir başka zaman, 'haydi bulmaca yarışması yapalım' veya 'haydi şu resimli hikâyeyi İngilizce anlatalım' derim. Teklif ettiğim şeylerin hepsi İngilizce, ben yine ders yapmış oluyorum, ama değişiklik çocukların hoşuna gidiyor. Bir gün bulmaca yarışması yaptığımız sırada içeriye müfettiş girdi. 'Hocam bu ne gürültü?' dedi. Çocukların kimi sözlüğe bakıyor, kimi buldukları kelimeyi bulmacadaki yerine yazıyor, kimi bu kelime uymadı eş anlamlısına bakalım diyor. Kısacası, hızlı bit üretim var. Üretimin olduğu yerde gürültü kaçınılmaz. 'beyefendi, dedim? Bu duyduğunuz gürültü arıların bal yapma gürültüsü. Bulmaca yarışması yapıyoruz. Çocuklar kelime üretiyorlar.' Müfettiş bey iyice kızdı, 'Olmaz efendim, dedi, bulmaca yarışmasını da nereden çıkardınız? Yıllık planda var mı böyle bir şey? Sınıfa hakim olamıyorsunuz. Sınıf dediğin sessiz olur: Teftiş raporuna, benim plan dışı, gayri ciddi işlerle meşgul olduğum, sınıfta disiplin kuramadığım yazılmıştı. "

İşte modem eğitim uygulayan iki öğretmen ve destek yerine köstek olan bir Devlet. Yoruma ne gerek, görünen köy kılavuz istemez.

Gelişmiş Ülkelerde Modern Eğitim

Modern eğitim deyince biz Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde, Japonya’da ve Amerika'da uygulanan eğitim modellerini anlıyoruz. Bu ülkelerde okulların tamamı paralıdır. Devlet okullarının (state schools) sayısı çok azdır ve bunlar da paralıdır. Öğretmenlerin maaşını devlet ödemez, okul yönetimleri öder. Aklınıza, "Bütün okullar paralı olduğuna göre, düşük gelirli ve çok çocuklu aileler bu yükün altından nasıl kalkabiliyorlar?" sorusu gelecektir. Düşük gelirli ve çok çocuklu aileler bile okul masraflarını ödemekte zorlanmıyorlar, çünkü devlet, eğitim yılı boyunca her ay ailelere öğrenci başına, eğitim bursu" adı altında para yardımı yapmaktadır. Öyle ki beş çocuklu bir ailede baba çalışmasa da aldığı eğitim bursuyla hem aileyi geçindirmekte hem de çocuklarını okutabilmektedir. Bazı ekonomistler burs politikasının çok çocuklu aileleri tembelliğe ittiğini ve bunun da devlet bütçesine büyük bir yük getirdiğini söyleyerek karşı çıkmaktadırlar. Burs politikasını destekleyen ekonomistler. Devlet bütçesinin bundan zarar değil fayda gördüğünü ileri sürmekte, eğitimin devlet tekelinde olması halinde yükün daha ağır olacağını rakamlarla ifade etmektedirler.

Demokrasiyle yönetilen gelişmiş ülkelerde eğitim tamamen siyaset üstüdür. Devletin okullar üzerinde, neyi nasıl okutacaklarına dair fazla yaptırım gücü yoktur. Devlet sadece okul binası yapılırken fiziki standartların yerine getirilip getirilmediğini, okulun eğitim ve öğretim amacına uygun, ders araç ve gereçlerinin yeterli olup olmadığını kontrol eder. Eğitim yılı başında okullar okutacakları derslerin programını hazırlayıp ilgili eğitim dairesine gönderirler. Ayni şekilde, eğitim yılı boyunca yaptıkları faaliyetleri, yenilikleri, tamamlanan ve planlanan projeleri de rapor ederler. Amerika'da ve çoğu Avrupa ülkelerinde Eğitim Bakanlığı yoktur. Her alanda uzmanlaşmış eğitimcilerin görev yaptığı bir Merkezi Eğitim Dairesi vardır. Okullardan gelen raporlar incelenir ve arşivlenir. Bir okulun rapor ettiği proje veya yenilik orijinal ve dikkat çekici bulunursa, diğer okullar bundan haberdar edilir. Yeni buluş yapan okullar ve buluş sahibi, Devlet başkanının imzasını taşıyan bir tebrik belgesi ve para ödülü ile ödüllendirilir.

Okullar yeterli öğrenci sayısı çekebilrnek için devamlı yenilik peşinde koşarlar. Böylece eğitim standartları graflği devamlı yükseliş halindedir. Bu yükselişe ayak uyduramayan ve masraf yapmaktan kaçınan okullar yeterli öğrenci bulamayacağından kapanmak zorunda kalır. Her okul, eğitimin kalitesini yükseltmek için periyodik olarak anketler hazırlar; öğretmenlerin, öğrencelerin ve öğrenci velilerinin görüşlerine başvurur. Mesela, ben Amerika'da master yaparken her sınav sonunda bize bir anket verilir, sorulan dürüstlükle cevaplamamız istenirdi. Sınavda sorulan soruları iyi cevaplayıp cevaplamadığımız, iyi cevaplayamamış isek sebepleri soruluyordu. Sebepler arasında hatırladığım kadarıyla şunlar vardı:

- Sınava iyi hazırlanamadım.

- Konulan iyi anlamadığım için soruların çoğunu cevaplandıramadım.

- Konuları iyi anlamadım çünkü:

- Zaman yetersizdi.

- Ders araç ve gereçleri yetersizdi.

- ögrerrrıen iyi anlatamadı.

- Konular ilgi çekici değildi.

- Kişisel problemlerim vardı.

Öğrencelerden alınan cevaplar bir grafiğe işlenir, buna göre yeni düzenlemelere gidilirdi. Diyelim ki, anket sonuçlarına göre öğrencilerin %60'ı "Konuları iyi anlamadım çünkü zaman yetersizdi" cevabı verdi. Okul idaresi derhal bu konuların anlatımı için ayrılan zamanı genişletir. Öğrencilerin mağduriyetini önlerdi. Bir öğretim görevlisi anket sonuçları yüzünden işini kaybetmişti. Çünkü üniversite yönetimi ile öğretim görevlilerinin yaptığı anlaşma maddelerinden b irinde. "iki öğrenci anketinde %60 ve üzerinde 'Konulan iyi anlamadım çünkü öğretmen iyi anlatamadı' sonucu çıkarsa işinize son verilecektir" yazılı idi.

Modem eğitimde, 'öğrenci aktif metot' geçerlidir. Ders kitabıyla birlikte faydalanacağı ve araştırma yapacağı kaynakların bir listesi verilir. Ev ödevi yok denecek kadar azdır. Her öğrenci bir gün sonra alacağı derse hazırlanarak gelir. Öğretmen konuyu tartışmaya açar, öğrencilerden konu hakkında yorum yapmalarını ister. "Kim, Nerede, Ne zaman. Nasıl. Niçin?" gibi düşündürücü sorularla öğrencileri yönlendirir. Öğrenci merkezli eğitim ve öğretim tekniğinde ev ödevi yerine araştırma konusu verilir. Öğrenci konu ile ilgili kaynakları araştırır, notlar alır ve programlanan saatte sınıfın önüne çıkar sunum yapar. Sunum bittikten sonra öğretmen konuyu tartışmaya açar. Öğrenciler, sunucuya konu hakkında değişik sorular sorar, onunla tartışırlar. Öğretmen tartışmayı yönetir. Bir anlamda hakemlik yapar.

Çocuklarımızı Zamana Göre Yetiştirmek

Hz. Ali'nin çok güzel bir sözü var: "Çocuklarınızı içinde yaşadığınız zamana göre eğitin." Bilgisayar çağında yaşıyoruz. İnternet vasıtasıyla istediğiniz bilgiye saniyeler içinde ulaşabiliyoruz. Otuz ciltlik Britannica, Americana ve Grolier gibi dev ansiklopediler üç CD'ye sığdırtılmış, Elektronik posta yoluyla dünyanın her yeriyle haberleşebiliyoruz. Tartışma gruplarına katılıyor, fikrimizi ifade edebiliyoruz. Yüzlerce uzmanın ortak emeği ile hazırlanmış paket programlar eğitim ve öğretimi büyük çapta kolaylaştırmış bulunuyor. Kendiniz bir web sayfası açıp çalışmalarının ve fikirlerinizi bütün dünyaya duyurabiliyorsunuz. Multimedia araçları dünyanın en ücra köşesindeki bir olayı aynı anda gözlerinizin önüne getiriyor. Teknoloji devamlı ilerliyor ve üreticiler her gün yeni bir ürünle karşımıza çıkıyor. Bir sene önce aldığınız bilgisayar artık işe yaramaz oluyor.

İçinde yaşadığımız bilgi çağının gerçeklerine kayıtsız kalamayız. Başta tıp ve mühendislik olmak üzere araştırma laboratuvarlından bilgisayarı kaldırın, yılların birikimi olan bütün bilgiler karanlığa gömülecek, araştırmalar durma noktasına gelecektir. Küçük sermayeli bir köşe bakkalı bile artık bilgisayarla iş yapıyor. Vitrinine "kredi kartına sıfır komisyon" levhasını asıyor. İlkokul öğrencileri birbirlerine e-mail gönderiyorlar, oyun ve müzik CD’si alıp veriyorlar. İnternet kafeler gençlerle dolup taşıyor. İnşaat işçisinin dahi belinde cep telefonu asılı. Bütün bunlar içinde yaşadığımız çağın gerçekleri. Anneler, babalar, eğitimciler, yazarlar, medya mensupları, kısacası insanla ilişkisi olan herkes bu gerçekleri görmezden gelemez.

Eskiden konferanslarımda anne babalar çocuklarının televizyon düşkünlüğünden yakınır, bunun önüne nasıl geçeceklerini sorarlardı. Şimdilerde ise bilgisayar ve internet kafe şikâyetleri ön planda. Anne babalara diyoruz ki, Çocuğunuza bilgisayar almamakla ve internet kafelere gitmelerini yasaklamakla problemi çözemezsiniz. Başta siz bilgisayara yabancısınız. Yabancısı olduğunuz bir konuda çocuklarınıza yardımcı olamazsınız."

Çocuklarına bilgisayar alan anne babaların çoğu pahalı bir oyuncak aldıklarının farkında değiller. Çocuklar ya saatlerce oyun CD’leriyle oynayarak ya da internette Chat (muhabbet) yaparak boşa vakit öldürüyorlar. Hâlbuki anne babalar bilgisayarın ne işe yaracağını bilseler oyun tarzında hazırlanmış o kadar güzel eğitsel programlar var ki; çocuklar hem oyun ihtiyacını karşılar, hem de bilgilerini geliştirebilirler. Ayrıca İlköğretimden üniversiteye kadar her seviyede hazırlanmış yardımcı ders programları ve belgeseller var. Anne babalar. Bu programlardan habersiz olduklarından veya kıymetini bilmediklerinden bin dolar verip bilgisayar alıyor, fakat iki-üç yüz dolar verip bu programları almıyorlar.

Çocuklarının kötü arkadaşlar edindiğini, bilgisayar oyunlarından ders çalışmaya zaman bulamadığım. İnternet kafelere alıştığını söyleyen anne babalara bir kere daha hatırlatmakta fayda görüyoruz. Çocuklarınıza ders çalışan makineler gözüyle değil, insan gözüyle bakın. Çocuklarınıza zaman ayırın, onları dinleyin. Eğer siz çocuklarınıza yeterli zaman ayırmaz, onlara doğru terbiye ve eğitim vermezseniz, bu boşluğu başka kaynaklar dolduracaktır. Bir çocuk evinde rahat değilse, anne baba ile her konuda sevincini ve sıkıntısını paylaşamıyorsa, sevildiğinden ve kendisine değer verildiğinden emin değilse, cezalar, baskılar ve yasaklar bir fayda vermeyecek. Aksine işler daha da kötüye gidecektir.

http://www.islamveaile.com/articles.php?article_id=14720
 
Üst