Ahmet Mercan sırrın keşfedildiği ana çağırıyor
Akıl Ağrısı’nda, güneşin doğması ve yaprakların kıpırdamaya hazırlanmasıyla “ıslık zamanı”nın geldiğini belirtiyor Ahmet Mercan.
İnsanoğlunun bu dünyada serüvenini yolcu olarak tanımlayıp, Yolcu’yu hüzünlü bir ırmağa benzeten Mercan, insanın faziletiyle ön plana çıkacağının altını çiziyor. Kimi zaman okur, kimi zaman yazar konumunda bulunarak samimi, içten ve yalın bir diyaloğa girerek okurla hasbî bir köprü kuruyor.
Şair ve yazar Ahmet Mercan’ın Nesil Yayınları’ndan “Akıl Ağrısı” isimli deneme kitabı okurla buluştu. Ahmet Mercan, yazıya genç yaşlarda başladı. Selam Dergisi yazı işleri müdürlüğü, ardından Giz Ajans Yayın Yönetmenliğinde bulundu. İnsan Hakları Araştırmaları Dergisi Yayın Yönetmenliğini yaptı. Radyofonik oyun tarzında çok sayıda oyun yazdı ve yönetti. Çocuk edebiyatıyla yakından ilgilenen Mercan’ın elliyi aşkın şiiri çeşitli sanatçılar tarafından bestelendi. Marmara FM ve Akra FM'de 'Mercan Kayalıkları' isimli kültür programları hazırladı ve sundu.
Akıl Ağrısı, kısa kısa denemelerden oluşan bir deneme kitabı. Günlük de denilebilir. Ahmet Mercan bu kitabıyla okurla sohbet ediyor, okura sorular soruyor, okurla birlikte soruların ardına düşüyor. Güneşi koklayan bir edayla, merdivensiz bir kuyu bulma aşkıyla, kalbe yağan karın coşkunluğuyla kelimelerin gizemli dünyasında aslında her şeyin bir izahının mümkün olduğunu söylüyor. Tek bir şartla: “Bakmasını bileceksin!” İnsan nasıl bakması gerektiğinin bilincindeyse, toprağa basışında bile o duyguyu hissedebilir, her şeyin kapasitesi, dengesi, ahengi ve bitmek bilmeyen gizemi karşısında O’nun sanatını temaşa edebilir. Çünkü güzellik kutsaldır ve güzelliği fark etmek, anlamak, anlamlandırmak, kavramak ve idrak etmektir. Güzel olan fark edildikçe, insan kendini bilmeye, kâinatı idrak etmeye başlar. Mercan’ın deyimiyle insanın eşref-i mahlûkat konumu da, güzelliğin görülmesine ve El Vedud isminin mahiyetini idrak edilmesine bağlıdır. Medeniyetimize göre asıl güzellik kalpte gizlidir. Manevi güzelliktir aslolan ve kaybolmayacak olan. Manevi güzelliği fark edebilenler, görenlerdir. Görenler, insanoğlunun gözlerine çekilen perdeyi aralayıp, gözlerini hakikate odaklayarak metafizik dünyayla ilişki kurabilenlerdir. Görmek, aynı zamanda farkına varmaktır, Rilke hissederek gördüğü iç dünyasının keşfini şöyle izah eder: “Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orda neler olup bittiğini bilmiyorum.”
Kâinata perdenin arkasındaki görmeye çalışarak bakmak, güzelliklerin sırlarını ortaya çıkaracak, eşyanın özgünlüğünü ve zenginliğini gösterecektir. İnsan, uhrevi hayatını anlamlaştırarak mutluluğu tadar, güzelliğin farkına varır. İnsanın simasının güzelliği, müşahhas bir güzelliktir ve bu güzellik genellikle, “cemal” kelimesiyle ifade edilir. İnsanın ahlâkî güzelliği ise mücerred bir güzelliktir ve İslam medeniyetinde “hüsün” kelimesinde ifadesini bulur. Mücerret güzellik gözle görülemez, ancak bir üstündeki anlamla tecelliyi hissettirir. Dolayısıyla kâinatı mücerret gözle temaşa etmemeli, anlamın sırrına ermeye çalışılmalıdır. O vakit Süleymaniye Camii’nin sırrı ortaya çıkacak, o vakit ağaçların sallanışı anlaşılacak, suyun gürül gürül akması, taşların aşkından dolayı yuvarlanması, güneşin secde etmeye gidişi görülecektir. Mercan, “Kalbi Koruma Kanunu” ile insanın El Vedud ile olan ilişkisinin sürekli devam edeceğini, güneşin secde etmeye gidişinin sürekli fark edilebileceğini belirtiyor.
“Anlayan için söz, ihtiyaç bahsinin dışındadır” diyor Mercan. Sözün ötesinde varlık-yokluk ilişkisinin ontolojik düzleminde, herkesin farklı olmasının herkesin özel olmasıyla ilişkili olduğunu ifade ediyor. Çünkü yine görmeyi ve fark etmeyi ön planda tutarsak, özgünlüğün de geldiği noktayı keşfe başlamış olacağız. Çünkü hakikat, bakmasını bilen için her yerdedir. İslam medeniyetinde ve tasavvufta bir ağacın rüzgârda sallanışı, bir kuşun ötüşü, bir horozun sesi ya da denizde dalgaların sesi, O’nu aramak ve hayatın sırlarına vâkıf olmak için çok önemlidir. Bu anlamda medeniyetimizin insanın kalbine açtığı sırların gözlemlendiği ve hissedildiği ulvî mekânları bakıştan bakışa göre farklılık gösterebilir. Bir ağaç, daha önce şah damarımızdan daha yakın olan El Vedud’u keşfetmemize vesile olabilir. Bir yağmur katresi, her şeyin muhteşem bir düzen içerisinde bulunduğunu fark edip, kalbimizi kâinattaki muhteşem uyumunu fark etmenin mutluluğuyla doldurabilir. İşte o an bilmenin verdiği bilinçle susmanın mükâfatını kazanır insan. Mercan, bu şekilde susmayı bilinçli bir hal olarak yorumlayıp, sözün hakikat evinden devşirildiğinde yansımasının hikmet olarak tezahür edeceğinden dolayı, insanın hikmetle karşılaşmasını her zaman sırların ifşa olunmasıyla yorumluyor. Kendi içerisinde bir rayihası olan söz, insanın hikmetle karşılaşmasıyla anlam kozasına bürünüyor ve kalbi El Vedud’a olan aşk ile büründürüyor.
Ahmet Mercan sırrın keşfedildiği ana çağırıyor bizi Akıl Ağrısı’nda, güneşin doğması ve yaprakların kıpırdamaya hazırlanmasıyla “ıslık zamanı”nın geldiğini belirtiyor. İnsanoğlunun bu dünyada serüvenini yolcu olarak tanımlayıp, Yolcu’yu hüzünlü bir ırmağa benzeten Mercan, insanın faziletiyle ön plana çıkacağının altını çiziyor. Kimi zaman okur, kimi zaman yazar konumunda bulunarak samimi, içten ve yalın bir diyaloğa girerek okurla hasbî bir köprü kuruyor.
Yunus Emre Tozal / Haber 7